32- "Ey Peygamber hanımları! Eğer Allah'tan
sakınıyorsanız sizler herhangi bir kadın gibi
değilsiniz. Sözü yumuşak, tatlı bir eda ile söylemeyin
ki, kalbinde hastalık bulunan kimse kötü şeyler ümit
etmesin, daima ciddi ve ağır başlı söz
söyleyin. "
33- "Evlerinizde oturun, ilk cahiliye dönemi kadınlarının
açılıp-saçılması gibi açılıp-saçılmayın.
Namaz kılın, zekat verin, Allah'a ve Peygamberine itaat
edin. Ey ehl-i beyt (Ey Peygamberin ev halkı) şüphesiz
Allah sizden pisliği giderip sizi tertemiz yapmak ister. '
34- "Evlerinizde okunan Allah'ın ayetlerini ve
hikmeti hatırlayın, şüphesiz Allah latiftir, her
şeyden haberdardır. "
İslam geldiği zaman -o günkü diğer toplumlar
gibi- Arap toplumu da kadına bir zevk ve cinsel doyum
aracı olarak bakıyordu. İnsanlık
bakımından onu aşağı bir düzeyde
görüyordu.
Yine islam geldiği zaman, cinsel ilişkilerde bir tür
anarşizmin egemen olduğunu gördü. Daha önce bu surede
değinildiği gibi aile düzeninin kokuştuğunu,
bozulduğunu gördü.
Bunun yanı sıra iğrenç bir cinsel anlayış,
güzellikten zevk alma duygusunun alçalması, sadece bedensel
açlığın giderilmesi ile ilgilenme, yüksek, sakin
ve tertemiz güzelliğe ilgi duymama gibi
aşağılayıcı özellikler kol geziyordu. Bu
sapıklıklar kadının bedenini konu alan
cahiliye şiirinde, sadece kadının bedeninin kaba
yerleri ile ve kaba anlamları ile ilgilenişinde kendini
göstermektedir.
İslam gelince ilk iş olarak toplumun kadına
bakışını yükseltti. İki cins
arasındaki ilişkilerde insani yönü ön plana çıkardı.
Çünkü kadın-erkek arasındaki ilişki sadece
bedenin açlığını gidermek, et ve kanın
heyecanını dindirmek demek değildir. Bu, bir tek
nefisten meydana gelen iki insani varlığın (kadın
ve erkeğin) birleşmesidir. Bu iki cins arasında
sevgi ve şefkat vardır, birleşmelerinde huzur ve
rahat vardır. Ayrıca bu birleşmenin bir hedefi
vardır ve bu hedef, insanın yaratılmasına,
yeryüzünün imarına ve insanın bu yeryüzüne Allah'ın
yasası uyarınca halife olarak atanmasına
ilişkin yüce Allah'ın iradesi ile
bağlantılıdır.
Aynı şekilde islam aile bağlarını yeni
baştan düzenler. Aileyi toplumsal düzenin temeli olarak
öngörür. Kuşakları doğup geliştiği bir
yuva kabul eder. Bu yüzden bu yuvanın korunması, gözetilmesi,
onun atmosferini kirleten her türlü duygu ve düşünceden
arındırılması için geniş önlemler alır.
Aile hukuku, islam hukukunun önemli bir kısmını
oluşturur. Yine Kur an ayetlerinin hatırı
sayılır bir bölümü ailesel sorunlarla ilgilidir. Aile
düzenine ilişkin yasamaların yanı sıra,
toplumun dayandığı bu başlıca temelin güçlendirilmesi
amacı ile, özellikle ruhsal temizliğe ve iki cins
arasındaki ilişkilerin
arındırılmasına, bu ilişkinin her türlü
çirkinlikten korunmasına, hatta salt bedensel
ilişkilerde bile kaba şehvetten
arındırılmasına yönelik kesintisiz
direktifler de islam eğitim yönteminin önemli bir parçasını
oluşturur.
Bu surede de toplumsal düzenlemeler ve aile meseleleri büyük
bir yer kaplamaktadır. Şu anda ele almakta
olduğumuz bu ayetlerde Peygamber efendimizin eşlerinden
söz edilmektedir. Bu ayetlerde onların insanlarla
ilişkilerine, kendileri ile ilgili meselelere, Allah'la
ilişkilerine ilişkin bir direktif yer almaktadadır.
Bu direktifte yüce Allah onlara şöyle seslenmektedir: "Ey
ehl-i beyt! Şüphesiz Allah sizden pisliği giderip sizi
tertemiz yapmak ister."
Şu halde yüce Allah'ın onlara sözünü ettiği
ve onlara uygulattığı pisliği giderme ve
arınma yöntemlerine bakalım. Onlar ehl-i beyttir. Hz.
Peygamberin eşleridirler. Yeryüzünün tanıdığı
en temiz, en iffetli kadınlardır. Onlar
dışında-ki kadınlar Hz. Peygamberin
himayesinde, yüce hanesinde yaşayan bu kadınlardan daha
çok bu yöntemlere muhtaçtırlar.
Yüce Allah önce işgal ettikleri yerin büyüklüğünü,
konumlarının yüceliğini, bütün kadınlardan
üstün oluşlarını, bu konumları ile tüm
dünya kadınların-dan farklı
oluşlarını hatırlatıyor. Ama bu seçkin
yerin hakkını vermelerini, tüm gereklerini eksiksiz
yerine getirerek bu seçkin yerde bulunmalarını
şart koşuyor:
"Ey Peygamber hanımları! Eğer Allah'tan
sakınıyorsanız, sizler herhangi bir kadın gibi
değilsiniz."
Sizler herhangi bir kadın gibi değilsiniz, ama
eğer sakınırsanız. Bulunduğunuz yere hiç
kimse size ortak olamaz, kimseyle bu yeri paylaşmazsınız.
Ancak bu ayrıcalık takva ile mümkündür. Çünkü
mesele sırf Peygambere yakın olmakla bitmez. Bu
yakınlığın hakkını bizzat yerine
getirmeniz gerekir.
Onların yerine getirmek zorunda oldukları hak, bu
dinin dayandığı kesin ve net hak ilkesidir.
Peygamber efendimiz kendisine yakın oluşlarına
aldanma-maları, bu yakınlığın Allah
katında kendilerine bir yarar sağlayamayacağı
hususunda ailesine seslenirken bu ilkeyi vurguluyordu: "Ey
Muhammed kızı Fatıma! Ey Abdulmuttalib'in
kızı Safıye! Ey Abdulmuttalip oğulları!
Allah'a karşı size hiçbir yardımım dokunamaz.
Ama malımdan dilediğinizi isteyebilir-siniz." (Müslim.)
Bir başka rivayete göre Peygamber efendimiz şöyle
buyurmuştur: "Ey Kureyşliler,kendinizi ateşten
kurtarınız. Ey Abdulmuttalip oğulları
kendinizi ateşten kurtarınız. Ey Muhammed'in
kızı Fatıma, kendini ateşten kurtar. Çünkü
ben, Allah'a andolsun ki, Allah'a karşı size hiçbir
yardımda bulunamam. Ancak siz benim
akrabalarımsınız, bu konuda üzerime düşeni
yapacağım." (Müslim ve Tirmizi.)
Ayet-i kerime onların takva sayesinde hakettikleri
derecelerini açıkladık-tan sonra, yüce Allah'ın
ehli beytten biri, pisliği gidermek, onları
arındırmak için kullanmak istediği yöntemleri açıklıyor:
"Sözü yumuşak, tattı bir eda ile söylemeyin
ki, kalbinde hastalık bulunan kimse kötü şeyler
ümit etmesin."
Burada Peygamber efendimizin eşlerinin yabancı
erkeklerle konuştukları zaman, erkeklerin şehvetlerini
uyandıracak, duygularını tahrik edecek, kalplerin
hastalıklarını ümitlendirecek, arzularını
heyecanlandıracak şekilde yumuşak ve tatlı bir
eda ile konuşmaları yasaklanıyor.
Peki yüce Allah'ın bu tür bir davranıştan
sakındırdığı bu kadınlar kimlerdir?
Bunlar Hz. Peygamberin hanımları ve mü'minlerin analarıydı.
Ve bunlara ilişkin olarak ilk akla gelen düşünce, hiç
kimsenin onlar hakkında kötü bir düşünce beslemeyeceği,
hiçbir hasta kalbin kötü bir ümide kapılmayacağıdır.
Herhangi dönemde oluyor bu sakındırma?... Hz.
Peygamberin döneminde. Gelmiş geçmiş bütün yüzyıllar
içinde insanlığın en seçkin, en temiz döneminde.
Ne var ki erkekleri ve kadınları yaratan
Allah, eğer yumuşak konuşur ve kelimeleri
tatlı ve ince bir edayla çıkarırsa
kadının sesinde erkeklerin kalplerindeki ümidi harekete
geçiren, fitne ateşini alevlendiren bir özellik olduğunu
biliyor. Ayrıca Peygamberin hanımı da olsa, mü'minlerin
anası da olsa herhangi bir kadın
karşısında tahrik olan, kötü ümitlere kapılan
hasta kalpli insanların her dönemde ve her toplumda mevcut
olduklarını biliyor. Bu yüzden tahrik edici sebepler
temelden ortadan kaldırılmadıkları sürece
pislikten temizlenmek, kirden arınmak mümkün değildir.
Ya içinde yaşadığımız şu günlere
ne demeli? Fitnenin kol gezdiği, şehvetlerin tahrik
olduğu, cinsel arzuların açıkça sergilendiği
bu hasta, kirli ve aşağılık çağımızda
ne yapmalı? İçindeki her şeyin insanı
baştan çıkardığı, şehvet duygusunu
kamçıladığı, içgüdüleri uyandırdığı,
kızgın cinsellik ateşini körüklediği bir
atmosferde yaşayan bizler ne yapmalıyız?
Kadınların kırıtarak konuştuğu,
seslerini alabildiğine tahrik edici bir tonda çıkardığı,
kadınlığın tüm baştan çıkarıcı
unsurlarım, seksi çağrıştıran tüm imalı
davranışları, şehvetin ateşini
alevlendiren tüm tavırları konuşmalarına ve
nağmelerine yansıttığı bu toplumda, bu
çağda, bu atmosferde ne yapmalıyız? Bu
kadınlar nerede, temizlik nerede? Böylesine kirli bir
atmosferde temizlik nasıl varlığını
koruyabilir? Çünkü bizzat günümüzün kadınları,
davranışları ile ve sesleri ile yüce Allah'ın
seçkin kulların-dan uzaklaştırmak istediği
pisliklerdir.
"Daima ciddi ve ağır başlı söz
söyleyin."
Bundan önce yüce Allah onların yumuşak ve
edalı söz söylemelerini yasaklamıştı.
Şimdi de ciddi meselelerde söz söylemelerini, çirkin
sözleri ağızlarına almamalarını
emrediyor. Çünkü konuşmanın konusu da tıpkı
konuşmada kullanılan kelimeler gibi cinsel arzuları
uyandırabilir. Bu yüzden er veya geç peşinden
başka bir şeyin gelmemesi için bir kadınla
yabancı bir erkek arasında nağmeli ve imalı
bir konuşma, şakalaşma ve eğlenme, tatlı
tatlı sohbet etme ve mizah olmamalıdır.
Her şeyi yaratan, yarattıklarını ve
yapısal özelliklerini bilen yüce Allah'tır Mü'minlerin
tertemiz annelerine bunları söyleyen. Gelmiş geçmiş
tüm zamanların en iyisinde yaşayan insanlarla
konuşurken herhangi bir çirkin eğilime im-
kan vermemek için...
"Evlerinizde oturun."
Ayetin orjinalinde geçen (Vakarna) kelimesi fiilinden türemiş
ve ağırlaşmak, oturmak anlamına gelir. Fakat
bu kesinlikle sürekli evlerde oturacakları ve hiçbir zaman
dışarı çıkmayacakları anlamına
gelmez. Bu, ha-yatlarında aslolanın evler olduğuna
ilişkin latif bir işarettir. Onların yeri evlerdir,
onların dışındakiler içinde ağırlaşmadıkları,
sürekli kalmadıkları geçici şeylerdir. O tür
yerlerde ihtiyaç duydukları kadar kalır sonra da
asıl yerlerine dönerler.
Ev kadının sığınağıdır.
Orada yüce Allah'ın dilediği şekliyle asıl
kişiliğini bulur: Bu sayede çirkinleşmeden,
sapmadan, lekelenmeden, yüce Allah'ın fıtratına
uygun olarak hazırladığı görevinin dışındaki
alanlarda boşuna çırpınıp yorulmadan tertemiz
bir hayat sürdürür.
"İslam, aile için gerekli olan atmosferi hazırlamak,
orada doğan yavruların güvenli bir ortamda gelişmelerini
sağlamak için evin geçimini erkeğe yüklemiştir.
Annenin zavallı yavrucağıza gönül huzuru içinde
vakit ayırabilmesi, gerekli emeği sarf edebilmesi,
annenin yuvaya gerekli olan sevgi, şefkat ve huzurlu bir düzen
verebilmesi için ailenin maddi geçimini erkeğe farz
kılmıştır. Çünkü iş ve kazanç peşinde
koşan, bunun sonucu bitkin düşen, hareketleri iş
saatleri ile sınırlı bulunan, tüm gücünü ve
enerjisini işi için harcamak zorunda olan bir annenin eve
gerekli olan kokuyu, havayı vermesi mümkün değildir.
Ev içindeki küçüklerin hakkı olan bakım ve gözetimi
gereği gibi yapması imkansızdır. Memur ve
işçi kadınların evlerindeki atmosfer otel ve
hanlarınkinden farksızdır. Oralarda ev havası
bulunmaz. Çünkü gerçek bir evi ancak kadın
oluşturabilir. Bir yerde kadın olursa ev kokusu
yayılabilir. Evin o huzur veren
sıcaklığını ancak anne sağlayabilir.
Vaktini, emeğini ve ruhsal enerjisini işine harcayan bir
kadın, veya bir eş ya da bir anne evin havasına
sadece bitkinlik, yorgunluk ve bezginlik katar.
"Kadının çalışmak için evin dışına
çıkması ev için bir felakettir. Fakat zorunlu
durumlarda bu gerekebilir. Fakat böyle bir şeye gerek
duymadan geçimlerini sağlamak mümkünken insanların
isteyerek böyle bir yola başvurmaları kötülüğün
kol gezdiği, dejenere olmuş sapık çağlarda
ruhlara, vicdanlara ve akıllara isabet eden bir
lanettir."
Kadının iş haricinde evin dışına
çıkması. Erkeklerle içiçe eğlencelere dalmak için
sokağa çıkması. Kadınlı erkekli
balolara, parti ve toplantılara katılması ise,
insanlığı hayvanların düzeyine indiren bir
bataklığa yuvarlamaktır.
Kuşkusuz Peygamber efendimiz döneminde kadınlar
yasal bir engelleme söz konusu olmaksızın
Peygamberimizin mescidinde namaz kılmak için evlerinden dışarı
çıkarlardı. Ama o zaman iffet vardı, kalplerde
Allah korkusu yer etmişti. Ayrıca kadınlar namaz için
evlerinden dışarı çıktıkları zaman
örtülerine bürünürlerdi. Hiç kimse onları
tanımazdı. Vücutlarının baştan çıkarıcı
yerlerini göstermezlerdi. Bununla beraber Hz. Aişe r.a
Peygamber efendimizin vefatından sonra kadınların
namaz için evlerinden dışarı çıkmalarını
hoş karşılamamıştır.
Buhari ve Müslim'de Hz. Aişe'den aktarılan şöyle
bir söz vardır: "Mü'minlerin kadınları,
Peygamber efendimizle birlikte sabah namazını kılar
sonra da evlerine dönerlerdi. Fakat örtülerine bürünürlerdi
ve hiç kimse sabahın alacakaranlığında
onları tanımazdı."
Yine Buhari ve Müslim'de Hz. Aişe'nın şöyle
dediği anlatılır: Eğer Resulullah
kadınların şimdi yaptıklarını görseydi,
İsrailoğullarının kadınlarının
mescidlerinden alıkonuldukları gibi onları da
mescidlere gelmekten alıkordu." Hz. Aişe'nin
sağlığında kadınlar ne
yapıyorlardı acaba? Peygamberimizin onları mescide
gelmekten alıkoyacağını düşünmesine
neden olacak ne gibi bir davranış sergilemişlerdi?
Ya bugünlerde gördüklerimiz karşılaştırıldığında
onların yaptıklarının bir önemi kalır
mı acaba?
"İlk cahiliye dönemi kadınlarının açılıp-saçılması
gibi açılıp-saçılmayın."
Bu yasaklama, evlerinde oturmalarına ilişkin emirden
sonra, dışarı çıkmak zorunda
kaldıkları durumlar içindir. Cahiliye döneminde kadınlar
açılıp saçılırlardı. Ne varki, cahiliye
dönemi kadınlarının açılıp saçılmasına
ilişkin olarak tüm anlatılanlar günümüzün çağdaş
cahiliyesindeki açılıp saçılmalarla
karşılaştırıldığında çok
basit kalıyor veya daha iffetli gibi görünüyor.
Mücahid şöyle der: Kadın evinden çıkar
erkekler arasında dolaşırdı. İşte
cahiliye döneminin açık sapıklığı
buydu.
Katade ise şöyle der: Kırıtan ve şivekâr
bir yürüyüşleri vardı. Yüce Allah bunu yasakladı.
Mukatil b. Hayyan ise "Açılıp-saçılmaktan
maksat şudur: Onlar başlarına örtülerini atarlardı
ama uçlarını bağlamazlardı. Böylece gerdanlıkları,
küpeleri ve boyunları bütünüyle görünecek şekilde
açıkta kalırdı. İşte ayette söz konusu
edilen açılıp saçılma budur."
İbn-i Kesir de tefsirinde şöyle der: Cahiliye
döneminde kadın göğsünün üzerinde herhangi bir
örtü olmaksızın erkekler arasında
dolaşırdı. Bazan boyun, saçlarının uçları
ve kulağındaki küpeler açıkta kalırdı.
Bu yüzden yüce Allah mü'min kadınlara bedenlerini
örtmelerini ve dikkat çekici davranışlardan kaçınmalarını
emretti.
İşte Kur'an-ı Kerim'in ele alıp düzelttiği
cahiliye dönemi açılıp saçılmalarına
bazı örnekler. Bununla islam toplumunun cahiliyenin kalıntılarından
arındırılması, tahrik edici unsurların,
baştan çıkarıcı etkenlerin toplumdan
uzaklaştırılması, aynı şekilde
toplumun âdâbının, düşüncesinin, duygu ve
zevkinin yükseltilmesi hedeflenmiştir.
Zevkini diyoruz, çünkü çıplak bir bedenin baştan
çıkarıcı çekiciliğinden duyulan insani zevk
ilkel ve kaba bir zevktir. Hiç kuşkusuz bu zevk, huzur veren
utanmanın, güzelliğinden, ruh güzelliğinden,
iffet ve duygu güzelliğinden alınan zevkin yanında
çok aşağı bir düzeyde kalır.
Bu ölçü, insanlık düzeyinin yüceliğini ve
ilerlemişliğini öğrenmek bakımından
yanılmazdır. Çünkü utanma, haya duyma güzeldir. Hem
de gerçek ve yüce bir güzelliktir. Ancak bu üstün güzelliği
kaba cahili zevke sahip kimseler algılayamaz. Onlar çıplak
etin güzelliğinden başkasını göremezler, açık-saçık
etin baştan çıkarıcı
fısıldamasından başkasını
duyamazlar.
Kur'an-ı Kerim cahiliyenin açık-saçıklığına
işaret ediyor ve bu açık-saçıklığın
bir cahiliye kalıntısı olduğu
mesajını veriyor. Cahiliye dönemini geride bırakanların
bunları aşmalarının gerektiğini duygu, düşünce
ve davranış biçimlerinin cahiliyeninkinden üstün
olması gerektiğini vurguluyor.
Cahiliye zaman içindeki belli bir dönem değildir.
Cahiliye belli bir hayat düşüncesi olan belli bir toplumsal
durumdur. Bu düşünce ve bu durum herhangi bir zamanda
herhangi bir yerde ortaya çıkabilir. Bir yerde bunların
ortaya çıkması cahiliyenin
varlığının kanıtıdır.
Bu ölçüden hareketle anlıyoruz ki, şu anda biz,
insanlık bakımından aşağının
aşağısı bir bataklığa
yuvarlanmış, kaba duygulu, hayvan düşünceli, kör
bir cahiliye döneminde yaşıyoruz. Böyle bir hayatı
yaşayan ve yüce Allah'ın insanlar için kirden,
pislikten arınma, ilk cahiliye hayatından kurtulma
aracı kıldığı temizlik ve arınma yöntemlerine
başvurmayan bir toplumda temizliğin, bereketin ve
arınmışlığın söz konusu olamayacağını
anlıyoruz. Bu yüzden yüce Allah -temiz, arı ve
aydınlık bir hayat yaşamalarına rağmen-
en başta Peygamber efendimizin ehl-i beytinin bu yöntemleri
uygulamasını istiyor.
Kur'an-ı Kerim Peygamber efendimizin
hanımlarını bu yöntemlere yöneltiyor, ardından
kalplerini yüce Allah'a bağlıyor,
bakışlarını aydınlık ufka yükseltiyor.
Onlar yollarını aydınlatan nuru, bu
aydınlık ufkun merdivenlerini tırmanmaları için
gerekli olan yardımı buradan alıyorlardı:
"Namaz kılın, zekat verin, Allah'a ve
Peygamberine itaat edin."
Allah'a kulluk, toplumsal hayat tarzından ve hayatta
uyulan ahlâk kurallarından soyutlanamaz. Allah'a kulluk sözünü
ettiğimiz aydınlık düzeye yükselmenin yoludur,
yolcu için gerekli olan yol azığıdır. Şu
halde insana destek ve yol azığı bahşeden
Allah'a bağlılık kaçınılmazdır.
Kalbin arınıp temizlenmesi için Allah'a bağlanmak
şarttır. Ferdin insanların geleneklerinin, toplumun
göreneklerinin, çevrenin baskısının üstüne çıkabilmesi;
insanlardan, toplumdan ve çevreden daha üstün ve daha doğru
bir yolda olduğunu düşünmesi için Allah'a bağlılık
zorunludur. Bu durumdaki bir fert kendisinin gördüğü
nura doğru başkalarına öncülük etmeye layıktır.
Yoksa başkalarının onu karanlıklara ve
cahiliyeye sürüklemeleri uygun değildir. Çünkü Allah'ın
yolundan saptıkça hayat, cahiliye bataklığında
boğulur.
İslam, bir çok ibadet şekillerinden,
davranış ve ahlâk kurallarından, yasa ve düzenlemelerden
oluşan bir bütündür. Ama bütün bunları inanç
çerçevesi içinde birleştirir. Bunların her birinin
inanç sisteminin gerçekleşmesinde üstlendiği bir rolü
vardır. Hepsi de aynı amaca yönelik olarak bir ahenk
oluştururlar. İşte bu bütünlük ve ahenk bu dinin
genel yapısını meydana getirirler. Bunlar
olmaksızın bu dinin yapısı meydana gelmez
çünkü.
Peygamber efendimizin saygın ev halkına (ehl-i beyt)
yönelik duygusal, ahlaki ve davranış kuralları ile
ilgili direktiflerin sonunda namaz kılmaya, zekat vermeye ve
Allah'a ve Peygamberine uymaya ilişkin bir,emrin yer
alması da bu yüzdendir. Çünkü ibadet ve itaat olmaksızın
bu direktiflerin hiçbiri yerine gelmez, amacına
ulaşmaz. Kuşkusuz bütün bunlar bir hikmete, bir amaca
ve bir hedefe yöneliktir:
"Ey ehl-i beyt! Şüphesiz Allah sizden pisliği
giderip sizi tertemiz yapmak ister."
Bu ifadede bir çok mesaj var. Hepsi de şefkat, sevgi ve
dostluk yüklü. Burada yüce Allah evi nitelendirmeden, kime ait
olduğunu belirtmeden "ehl-i beyt" diye
isimlendiriyor onları. Sanki şu yeryüzünde bu
nitelendirmeyi hakkeden tek ev buymuş gibi. Bu yüzden
"el-beyt" dendimi tanınmış,
bilinmiş, belirtilmiş demektir. Kâbe için de böyle
denir. Beytullah, Allah'ın evi. O da el-beyt, Beytul haram
(dokunulmaz ev) olarak isimlendirilmiştir. Peygamber
efendimizin evinin bu şekilde nitelendirilmiş
olması, yüce Allah'ın ona
kazandırdığı büyük bir saygı, onur ve
seçkinliktir.
Yüce Allah şöyle diyor: "Ey ehl-i beyt!
Şüphesiz Allah sizden pisliği giderip sizi tertemiz
yapmak ister." İfadede, yükümlülüğün
nedeninin ve hedefinin açıklanmasından dolayı
Peygamberimizin ehl-i beytine yönelik bir iltifat vardır. Bu
iltifat, onlara şu mesajı veriyor: Yüce Allah bizzat
onlarla ilgileniyor, onları temizlemek, pisliği gidermek
istiyor. Bu, doğrudan doğruya şu evin halkına
yönelik yüce bir gözetimdir. Bu sözleri söyleyenin kim olduğunu
düşündüğümüz zaman... Şu evrenin Rabbi... Bütün
evrene "Ol" deyince, hemen "olu-veren"... Ulu
ve kerem sahibi Allah... Her şeyi boyunduruğu
altına alıp kont-rol eden... Her şeyden üstün
olan... Caydırıcı güce sahip olan... Her
şeyden büyük olan Allah... Bu sözleri söyleyenin kim olduğunu
düşündüğümüz zaman, ehl-i beyte yönelik bu büyük
lütfun boyutunu kavrarız.
Yüce Allah bunu, yüceler aleminde, şu yeryüzünde; her
bölgede ve her an, her saniye okunan, milyonlarca kalbin onunla
ibadet ettiği, milyonlarca dudağın onunla hareket
ettiği kitabında söylüyor.
Sonu itibariyle yüce Allah bu emir ve direktifleri ehl-i
beytten pisliğin giderilmesi ve onların
arınması için araç olarak sunuyor. "Tathir"
kelimesi "Tatahhur kelimesinden gelir. Pisliği gidermek
ise, insanların bizzat başvurdukları pratik
hayatlarında uyguladıkları yöntemlerle gerçekleşir.
İslamın yolu budur. Vicdanda bilinç ve takva... Hayatta
da davranış ve hareket... Bunların ikisi bir araya
gelince islam tamamlanır. İslam'ın bu hayattaki
hedef ve amaçları bunların ikisi ile gerçekleşir.
Peygamber efendimizin eşlerine yönelik bu direktiflerin
sonu başlangıçta-ki gibi bağlanıyor. Burada
da tıpkı başlangıçtaki gibi bulundukları
saygın yerleri, başka kadınlardan
ayrıcalıklı oluşları, Peygamber
efendimizin yanındaki yerleri, yüce Allah'ın
kendilerine büyük bir nimette bulunarak evlerini Kur'an Ve
hikmetin indiği, nur, hidayet ve imanın
parladığı bir makam haline getirmesi
hatırlatılıyor:
"Evlerinizde okunan Allah'ın ayetlerini ve hikmeti
hatırlayın."
Kuşkusuz bu, büyük ve onurlu bir nimettir.
İnsanın bu nimette somutlaşan yüce kadri
hissetmesi, buradaki Allah'ın
bağışını hayal etmesi, hiçbir nimetin değerine
ulaşamadığı eşsiz nimetin kıymetini
algılayabilmesi için hatırlatılması
yeterlidir.
Aynı şekilde bu hatırlatma da, Peygamber
efendimizin hanımlarının dün-ya hayatının
nimetleri ve süsleri ile Allah, Peygamberi ve ahiret yurdu arasında
tercih yapmaları durumunda bırakılmaları
hususu ile başlayan kitabın sonunda yer alıyor. Böylece
yüce Allah'ın onlara ayrıcalıklı
kıldığı nimetin büyüklüğü ile bütün
güzellik ve süsleri ile birlikte dünya hayatının
basitliği, değersizliği gözler önüne seriliyor.
İslam toplumunun temizlenmesinden ve toplum
hayatının islamın getirdiği değerlere
dayandırılmasından söz edilmişken -ki bu
konuda kadın-erkek arasında bir fark yoktur. Çünkü
onlar bu noktada eşittirler- bu değerleri gerçekleştirecek
nitelikler büyük bir dikkatle, bir sıralama içinde ve ayrıntılı
olarak hatırlatılıyor: