28- "Ey Peygamber! Eşlerine söyle: "Eğer dünya
hayatını ve süslerini istiyorsanız gelin size
boşanma bedelinizi vereyim ve güzellikle salıvereyim."
29- "Eğer Allah'ın Peygamberini ve ahiret
yurdunu istiyorsanız bilin ki, Allah içinizden iyi
davrananlara büyük mükâfat hazırlamıştır."
Peygamber efendimiz hem kendisi hem de ailesi için sade bir
hayat seçmişti. Kuşkusuz bu sadelik dünya
nimetlerinden yararlanamamaktan kaynaklanmıyordu. Nitekim
Peygamber efendimiz henüz hayattayken geniş araziler
fethedilmiş, çok sayıda ganimet ve bol zenginlik
kaynakları elde edilmişti. Bu sayede daha önce malı
ve serveti bulunmayan birçok kişi zengin olmuştu. Buna
rağmen bir ay boyunca Peygamberimizin evlerinde ateşin
yanmadığı olurdu. Bununla birlikte sadaka vermede,
bağışta bulunma ve hediye etmede son derece eli açıktı.
Ancak bu tavır dünya hayatının nimetlerinin
üstüne çıkma ve içtenlikle yüce Allah'ın
katındaki nimetleri arzulama duygusundan kaynaklanıyordu.
Mal mülk elde etme imkanına sahip bulunduğu halde
sakınan, yeryüzünün nimetlerini geride bırakan, Allah
katındaki sonsuz ve kalıcı nimetleri seçen birinin
arzusuydu bu. Peygamber efendimiz inancı ve
inancının öngördüğü şeriatı açısından
hem kendisine hemde aile fertlerine böyle bir hayat yaşatmakla
yükümlü değildi. Çünkü onun inancına ve
şeriatına göre güzel ve temiz şeyler haram
değildi. Nitekim peşlerine düşmeden, arzuyla
kavrulmadan, tamamen içine dalmadan, onlarla uğraşmadan,
zorlanmaksızın kendisine sunulan şeyi, beklenmedik
bir şekilde tesadüfen eline geçen şeyi kendisine haram
kılmazdı. Ayrıca kendisi için seçtiği bu
sade hayatı yaşamaya da ümmetini zorlamazdı. Ancak
dileyen bunu seçebilirdi. Dünya zevklerini ve nimetlerini aşmak,
onların ağırlıklarından kurtulmak, nefsin
istek ve eğilimlerinden bağımsız tam bir
özgürlük elde etmek isteyenler bu yolu seçebilirdi.
Ancak, Peygamberimizin eşleri de kadındılar,
insandılar. Her insanda bulunan duygulara onlar da sahipti.
Üstünlüklerine, saygınlıklarına ve yüce
Peygamberlik kaynağına olan
yakınlıklarına rağmen dünya nimetlerine
yönelik doğal arzu içlerinde canlılığını
korurdu. Yüce Allah'ın Peygamberine ve mü'minlere bol
nimetler bahşettiğini görünce; kendilerine verilen
nafakanın arttırılması konusunda Peygamber
efendimize başvurdular. Ne varki Peygamberimiz bu
başvuruyu memnunlukla karşılamadı. Tam tersine
üzüldü ve hoşnutsuzluğunu belirtti. Çünkü O,
kendisi için tercih ettiği hayat biçimi ile serbest, yüce
ve hoşnutluk içinde yaşamak istiyordu. Dünya
nimetlerinden yararlanmak gibi bir mesele ile en alt düzeyde
ilgilenmek, hem kendi hayatının hemde
yakınlarının hayatının, dünyanın
her türlü gölgesinden ve lekesinden arı, yüce ve aydınlık
ufuklara yükselmesini istiyordu. Peygamber efendimiz bu olaya
helal ve haram açısından yaklaşmıyordu. -Çünkü
helal ve haram olan şeyler açıklanmıştır-
Basit yeryüzünün baştan çıkarıcı
cazibesine kapılmadan, özgür, serbest ve bağımsız
bir hayat sürdürme meselesidir bu.
Peygamber efendimiz eşlerinin kendisinden nafaka
istemelerinden dolayı o kadar üzülmüştü ki, arkadaşları
ile görüşmek istememişti. Hz. Peygamberin onlarla görüşmek
istememesi ashabın ağırına gidiyordu. Hiçbir
mesele bu kadar önemli değildi onlara göre. Yanına
gitmek istiyorlardı ama izin verilmiyordu. İmam Ahmed,
Cabir r.a.'den şöyle rivayet eder: Ebubekir kalkıp
Resulullah'ın yanına gitmek için izin istedi. -O sırada
sahabeler Peygamberimizin kapısında oturuyorlardı.
Peygamberimiz de içerde oturuyordu- Ama Ebu Bekir'e girmek için
izin verilmedi. Sonra Ömer geldi izin istedi, ona da izin
verilmedi. Ardından Ebubekir ve Ömer'e -Allah onlardan razı
olsun- birlikte izin verildi. Onlar da içeri girdiler.
Peygamberimiz sessizce oturmuş, eşleri de çevresinde
toplanmışlardı. Hz. Ömer: "Ben, Peygamber
efendimize bir şey söyleyeyim de belki onu güldürebilirim"
dedi. Sonra şunları söyledi: "Ya Resulallah, eğer
Zeyd'in kızı -Ömer'in karısı biraz önce
benden nafaka istemiş olsaydı, kesinlikle boynunu
koparırdım." Bunun üzerine Peygamber efendimiz azı
dişleri görünecek kadar güldü. Ve şöyle dedi:
"Şu etrafımdakiler de benden nafaka istiyorlar."
Hz. Ebubekir r.a. Hz. Aişe'yi dövmek için Hz. Ömer r.a. de
Hz. Hafsa'yı dövmek için kalkıp şöyle dediler:
"Yanında olmayan bir şeyi mi Hz. Peygamberden
istiyorsunuz?" Peygamber efendimiz onların
kızlarını dövmelerine engel oldu. Sonra
Peygamberimizin eşleri: "Allah'a andolsun ki, bundan
sonra, sahip olmadığı bir şeyi Resulullah'tan
istemeyeceğiz" dediler. Bunun üzerine yüce Allah eşlerini
dünya nimetleri ile kendisi arasında dilediklerini seçmekte
serbest bırakmasını emrettiği ayetleri indirdi.
Peygamber efendimiz önce Hz. Aişe r.a.'den başladı:
"Sana bir şey söyleyeceğim, ama anne ve babana
danışmadan acele ile karar vermeni istemiyorum"
dedi. Hz. Aişe: "Ne söyleyeceksin?" dedi.
Peygamber efendimiz: "Ey Peygamber! Eşlerine söyle.."
ayetini okudu. Hz. Aişe: "Senin hakkında anne
ve babama mı danışacağım, kesinlikle,
Allah'ı ve Peygamberini tercih ediyorum. Bir de benim
hangisini tercih ettiğimi diğer eşlerine söylememeni
istiyorum" dedi. Bunun üzerine Peygamber efendimiz:
"Allah beni güçlük çıkarmam için göndermedi. Beni
bir öğretici, kolaylaştırıcı olarak gönderdi.
Onlardan biri senin hangisini seçtiğini sorarsa söyleyeceğim"
dedi. (Müslim, Zekeriyya bin İshak'tan
aktarmıştır)
Buhari doğrudan Ebu Seleme b. Abdurrahman'dan şu
hadisi aktarır. Ebu Seleme der ki: "Peygamber
efendimizin eşi Hz. Aişe r.a. şöyle dedi: Yüce
Allah Peygamberimize eşlerini serbest
bırakmasını emredince, Peygamberimiz önce benden
başladı ve şöyle dedi: Sana bir şey söyleyeceğim,
anne-babana danışmak için acele karar vermemende bir
sakınca yok. -Kuşkusuz Peygamberimiz anne babamın
kendisinden ayrılmanı istemeyeceklerini biliyordu- Sonra,
Peygamber efendimiz yüce Allah'ın "Ey Peygamber!
Eşlerine söyle..." diye başlayan iki ayeti
indirdiğini söyledi. Ben de "Bunlardan hangisi için
ana-babama danışacağım? Ben Allah'ı,
Peygamberini ve ahiret yurdunu istiyorum" dedim.
Kuşkusuz Kur'an-ı Kerim, islamın hayat düşüncesinin
temel değerlerini belirlemek için inmiştir. Bu
değerlerin pratik ve canlı tercümelerinin Hz.
Peygamberin evinde ve özel hayatında bulunması, en ince
ve açık şekliyle bu evde gerçekleşmesi gerekir.
Çünkü bu ev, islam ve müslümanlar için bir meşaledir ve
yüce Allah içindeki her şeyle birlikte tüm yeryüzüne
varis olana kadar öyle kalacaktır.
İki şıktan birini tercih etmeye ilişkin bu
iki ayet izlenecek yolu belirliyor: ya dünya hayatı ve bu
hayatın göz alıcı süsleri... Ya da Allah,
Peygamberi ve ahiret yurdu. Ama bir kalp iki hayat görüşünü
birden barındıramaz. Çünkü yüce Allah bir insanın
göğüs boşluğunda iki kalp
yaratmamıştır.
Peygamber efendimizin eşleri "Bu andan itibaren,
sahip bulunmadığı bir şeyi Resulullah'tan
istemeyeceğiz" demişlerdi. Ama sorunun
esasının açığa kavuşması için
Kur'an ayetleri indi. Çünkü bu, bir şeyin onun
yanında bulunması ya da bulunmaması meselesi
değildi. Mesele, ya Allah'ı, Peygamberini ve ahiret
yurdunu seçmek ya da süs ve zevkleri seçmekti. Yoksa tüm
yeryüzü hazinelerinin ellerinin altında olması ile
evlerinde yiyecek bir şeyin bulunmaması arasında
bir fark yoktur. Nitekim onlar kesin olarak iki şıktan
birini tercih etme durumunda bırakıldıktan sonra
Allah'ı, Peygamberini ve ahiret yurdunu tercih ettiklerini açıkça
bildirmişlerdi. Böylece onlar Peygamberin yanındaki
saygın yerlerine, o büyük Resulün evine yaraşır
yüce ufuktaki yerlerine layık olduklarını
kanıtlamışlardı. Bazı rivayetlerde,
Peygamber efendimizin eşlerinin bu tercihinden dolayı
sevindiği belirtilmektedir.
Bu olayın üzerinde bir miktar durup değişik açılardan
irdelemek istiyoruz: Bu olay, islamın değer
yargılarına ilişkin düşüncesini net bir
şekilde ortaya koymaktadır. Dünya ve ahiretin algılanış
yöntemini çizmektedir. Müslümanın kalbinde dünya değerleri
ile ahiret değerleri; toprağa yöneliş ile göğe
yöneliş arasındaki tüm tereddütleri, tüm
yalpalanmaları durdurmaktadır. Bu kalbi, onu sırf
Rabbine yönelmekten, başkasına değil sadece
Rabbine özgü olmaktan alıkoyan her türlü yabancı
bağdan kurtarmaktadır.
Olayın bir yanı bu. Öte yandan bu olay, Peygamber
efendimizin ve onunla birlikte yaşayanların, ona
bağlananların yaşadıkları hayatın
gerçek mahiyetini bize tasvir etmektedir. Bu gerçeğin en güzel
yanı da Peygamberimizin yaşadığı
hayatın bir insanın hayatı olduğunu, onunla
birlikte bulunanların diğer insanlar gibi
yaşadıklarını, insanlıklarından,
duygularından ve insan olmalarından kaynaklanan
özelliklerinden soyutlanmadıklarını ortaya
koymasıdır. Bununla beraber onlar yüce, eşsiz ve büyük
bir zirveye ulaşmışlardır, kendilerini her yönüyle
Allah'a adamış, ondan başkasından
soyutlanmışlardır. Çünkü bu ruhlardaki insani
duygular ve beşeri arzular ölmemiştir. Sadece yücelmiş,
dış etkenlerden arınmışlardır.
Geride insanlığın kendine özgü tatlı
tabiatı kalmıştır. Ama bu beşeri tabiat
bu insanların, bir insan için önceden planlanan en yüksek
olgunluk-kemal derecesine yükselmelerine engel oluşturmamıştır.
Bizler Peygamber efendimizi ve sahabelerini gerçek dışı
ya da eksik bir tabloda tasavvur ettiğimizde çoğu zaman
yanılırız. Onları her türlü insani duygudan
ve beşeri arzudan soyutlarız. Bununla onları yücelttiğimizi,
bizim eksiklik ve zaaf olarak
algıladığımız şeylerden
arındırdığımızı zannederiz.
Bu yanlış algılama, onlar için realiteye
uymayan bir tablonun çizilmesine neden olur. Bu tablo birtakım
anlaşılmaz, karmaşık hallerle örtülmüş
bir görünümdedir. Bunların arasından onların
temel insani belirtilerini görmemiz imkansızlaşıyor.
Bu yüzden bizimle onlar arasındaki insanlık
bağı kopuyor. Onların bu hallerle çevrilmiş
kişilikleri bizim kafamızda dokunulmaz, elle tutulmaz
hayallere yakın efsanevi varlıklar olarak kalıyor.
Onları bizden farklı, değişik bir varlık
türü, melekler veya her halükarda onlar gibi beşeri
duygulardan ve arzulardan uzak bir varlık olarak düşünürüz.
Bu hayal ürünü tablo şeffaf olmakla birlikte, onları
bizim çevremizin dışına çıkarmaktadır.
Artık onları örnek almaz, onlardan etkilenmeyiz. Onlara
benzeme, onlara pratik hayatta uyma ümidimiz kalmaz. Bu yüzden
Peygamber efendimiz ve arkadaşlarının hayatı
harekete dönük en önemli unsurunu, dinamizmini yitirir.
Duygularımızın onları örnek almaya, onları
taklit etmeye yönelik olarak harekete geçmesi durumu ortadan
kalkar. Bunun yerini hayranlık duymak ve büyülenmek gibi,
pratik hayatımızda somut hiçbir etkinliği
bulunmayan, anlaşılmaz, kapalı ve büyüleyici bir
duygusallık alır. Sonra bizimle bu büyük kişilikler
arasındaki canlı iletişimi de kaybederiz. Çünkü
iletişim ancak, onların gerçek insanlar olduklarını,
tıpkı bizim sahip olduğumuz duygu, arzu ve
heyecanlar gibi gerçek duygu, arzu ve heyecanlara sahip olduklarını
algıladığımız an gerçekleşebilir.
Şu kadarı varki, onlar sahip oldukları bu
beşeri özellikleri yüceltmiş, bizim
duygularımıza bulaşan lekelerden
arındırmışlardır.
Yüce Allah'ın Peygamberlerini, melekler veya insanlardan
başka bir varlık türü arasından seçmeyipte
insanlar arasından seçip göndermesindeki hikmeti açıktır.
Amaç Peygamberlerin hayatı ile onlara uyanların
hayatları arasındaki gerçek bağın sürekli
olmasıdır. Peygamberlere uyanların, Peygamberlerin
kalplerinin de daha temiz daha arı ve daha yüce olmakla
beraber normal insanlarınki gibi duygu ve arzularla dolu
olduklarını bilmeleridir. Böylece onları, bir
insanın diğer bir insanı sevmesi gibi severler. Küçük
bir insanın büyük bir insanı taklit etmesi gibi
onları izlemeye koyulurlar.
Peygamber efendimizin eşlerinin iki şıktan
birini tercih etme durumunda bırakılmaları meselesi
çerçevesinde, Peygamberimizin eşlerinin içlerindeki dünya
nimetlerine yönelik doğal arzu karşısında
biraz duruyoruz. Bu arada Peygamber efendimizle eşlerinin ev
hayatın yansıtan tabloyu gözlemliyoruz; burada
gördüklerimiz nafakalarının
arttırılması için kocalarına başvuran
kadınlardır! Bu başvuruları
kocalarının canını sıkıyor ama, bu
baş vurudan dolayı Hz. Ebubekir'le Hz. Ömer`in Hz. Aişe
r.a. ile Hafsa r.a.'ı dövmelerini kabul etmiyor. Çünkü
mesele, beşeri duygu ve eğilimlerin
arındırılması ve yüceltilmesi meselesidir,
uyuşturulması ya da öldürülmesi değil. Peygamber
efendimizle eşleri arasında baş gösteren bu mesele
yüce Allah'ın Peygamber efendimize eşlerini iki
şıktan birini tercih etmeleri durumunda
bırakmalarını emretmesine kadar bu şekilde
kalıyor. Bu emirden sonra onlar da Allah'ı, Peygamberini
ve ahiret yurdunu tercih ediyorlar. Ama herhangi bir zorlama, bir
şiddet, bir baskı söz konusu olmadan bu kararı
veriyorlar. Eşlerinin kalplerinin bu aydınlık ve yüce
ufka erişmiş olmasından dolayı Peygamberimizin
de gönlü neşeleniyor, seviniyor.
Ayrıca, Peygamber efendimizin kalbinde yer eden tatlı
beşeri arzuya da değinmek istiyoruz:
Peygamberimiz açıkça Aişe'yi seviyor ve yüce Allah'ın
hem kendisi hem de ev halkı için dilediği değerli
düzeye yükselmesini istiyor. Bu yüzden eşlerinin iki
şıktan birini tercih etmeleri meselesini önce Aişe'ye
açıyor. Yücelmesi ve arınması için ona yardım
etmek istiyor; anne ve babasına danışmadan karar
vermede acele etmemesini tavsiye ediyor. -Aslında
Peygamberimiz, Hz. Aişe'nin de dediği gibi onun anne ve
babasının kocasından ayrılmasını
istemeyeceklerini biliyor- Hz. Aişe, Peygamber efendimizin gönlündeki
bu tatlı arzunun farkındadır. Bunun için seviniyor
ve sözleri ile bu sevgiye önem verdiğini ortaya koyuyor. Bu
konuşma esnasında Peygamber efendimiz küçük eşini
seven, kendisinin yaşadığı yüce ufka onun da
yükselmesini, hep birlikte orada kalmayı, duygularında
yer eden ve yüce Allah'ın hem kendisi hem de ev halkı için
dilediği asil değerleri onunla paylaşmak isteyen
bir insan olarak ön plana çıkıyor. Aynı
şekilde Hz. Aişe de eşinin kalbindeki yerinin
sağlam oluşundan dolayı sevinen bir insan olarak
beliriyor. Peygamberimizin kendisine yönelik arzusundan,
kendisine duyduğu sevgiden ve yüce ufku tercih etmesi
dolayisiyle kendisiyle birlikte aydınlık ufukta
kalması için anne ve babasının yardımına
başvurmasını istemesinden dolayı duyduğu
sevinci gizlemiyor Bu arada onun kadınlık
duygularını da gözlüyoruz: Peygamberimizden, diğer
eşlerine bu meseleyi açınca kendisinin
yaptığı tercihi onlara söylememesini istiyor! Onun
bu isteğinin altında tercih meselesinde yalnız
kalma, diğer eşlerinden ayrıcalıklı olma,
en azından bu konumda bazısından farklı olma
duygusu yatıyor. Öte yandan Peygamber efendimizin Hz. Aişe'ye
verdiği cevapta Peygamberliğin yüceliğini gözlemliyoruz.
Şöyle diyor Peygamber efendimiz: "Allah beni güçlük
çıkarmam için göndermedi. Beni bir öğretici,
kolaylaştırıcı olarak gönderdi. Onlardan biri
senin hangisini seçtiğini sorarsa kesinlikle söyleyeceğim".
Çünkü Peygamberimiz herhangi bir eşinden kendisini iyi bir
sonuca götürecek şeyi gizlemek, onu
şaşırtacak, işini zorlaştıracak bir
imtihana sokmak istemiyor. Tam tersine, nefsinin isteklerini
aşmak, yeryüzünün çekici güzelliklerinden ve dünya
nimetlerinin aldatıcı görünümlerinden kurtulmak için
yardım isteyen herkese yardım elini uzatıyor.
Peygamber efendimizin ve ashabının
hayatlarını sunarken insanlara özgü bu gibi önemli
belirtileri örtbas etmemeliyiz, onları ihmal etmemeliyiz,
değerlerini küçümsememeliyiz. Bunları gerçek
mahiyetleriyle kavramamız, bizimle Peygamber efendimizin ve
seçkin sahabelerinin şahsiyetleri arasında canlı
bir bağ kurar. Bu bağda, insan kalbini fiili örnek
olmaya, pratik olarak izlemeye yönelten karşılıklı
etkileşim ve iletişim mevcuttur.
Bu kısa ayrılıktan sonra tekrar Kur'an
ayetlerine dönüyoruz. Dünya ve ahiret meselelerine ilişkin
değerlerin belirlenmesinden ve yüce Allah'ın
"Allah bir insanın göğüs boşluğunda iki
kalp yaratmamıştır" sözünün Peygamber
efendimizin ve ehli beytinin hayatında pratik olarak gerçekleşmesinden
sonra... Evet bundan sonra, Kur'an ayetlerinin bu açıklamanın
ardından, Peygamber efendimizin eşleri için hazırlanan
ödülü, açıkladığını görüyoruz.
Onların yüce makamlarına ve Allah'ın seçkin
Peygamberinin yanındaki saygın yerlerine uygun düşecek
şekilde hem lehlerine hemde aleyhlerine olan özellikleri
vurguladığını görüyoruz