26- "Allah, kitap ehlinden onlara yardım eden Kureyze
yahudilerini de kalelerinden indirdi ve kalplerine korku düşürdü.
Onlardan bir kısmını öldürüyorsunuz, bir kısmını
da esir alıyordunuz."
27- "Topraklarını, evlerini, mallarını
ve henüz ayağınızı dahi basmadığınız
yerleri Allah size miras olarak verdi. Allah'ın gücü her
şeye yeter."
Bu ayetlerin işaret ettiği gelişmeleri
anlayabilmek için yahudilerle müslümanların
ilişkilerine bir göz atmakta yarar vardır...
Medine'de yaşayan yahudiler, müslümanların gruplar
halinde buraya gelişlerinden sonraki kısa bir süre dışında
müslümanlarla barışık bir hayat sürdürmediler.
Peygamber efendimiz Medine'ye gelir gelmez onlarla bir barış
antlaşması imzalamıştı. Bu
antlaşmada Peygamberimiz onlara yardım etmeyi,
onları korumayı garantilemişti. Ancak
antlaşmayı bozmamalarını, bozgunculuk çıkarmamalarını,
başkalarının ayıplarını
araştırmamalarını, düşmana
yardımcı olmamalarını, kimseyi incitecek
davranışlarda bulunmamalarını şart
koşmuştu.
Ne varki yahudiler, çok geçmeden yeni dinin, ilk ehli kitap
toplum olmaları bakımından sahip oldukları
geleneksel ayrıcalıklı konumlarına yönelik
tehlikesini sezdiler. Yahudiler bu niteliklerinden dolayı
Medine'liler arasında sahip bulundukları saygın
konumlarından büyük kazançlar sağlıyorlardı.
Aynı şekilde İslam dininin Peygamber efendimizin
önderliğinde toplum için öngördüğü yeni sosyal
düzenin de kendileri açısından ne denli tehlikeli
olacağını sezmişlerdi. Çünkü yahudiler,
Medine'de en etkin, en yüce söz kendilerine ait olsun diye Evs
ve Hazreç kabileleri arasındaki ihtilafı istismar
ediyorlardı. Fakat İslam Evs ve Hazreç kabilelerini
saygın Peygamberlerinin önderliğinde birleştirince,
artık yahudiler iki grup arasında avlanacakları
bulanık suyu bulamaz oldular.
Onların belini kıran en büyük darbe, bilginleri ve
hahamları olan Abdullah b. Selam'ın müslüman olmasıydı.
Yüce Allah onun göğsünü islama açmış ve müslüman
olmuştu. Ailesini davet etmiş onlar da müslüman olmuşlardı.
Fakat, müslüman olduğunu açıklayacak olursa
yahudilerin aleyhinde dedikodu çıkaracağından
korkuyordu. Bu yüzden Peygamber efendimizden kendisinin
müslüman olduğunu yahudilere bildirmeden önce kendisini
onlara sormasını istedi. Peygamberimiz onun nasıl
biri olduğunu yahudilere sorunca: "Bizim efendimizdir,
efendimizin oğludur. Hahamımızdır,
bilginimizdir" dediler. Bu sırada Abdullah b. Selam
ortaya çıkıp kendisinin inandığı
şeye onların da inanmalarını istedi. Buna çok
bozuldular ve hakkında kötü söz söylediler. Yahudi
ailelere ondan uzak durmalarını tembih ettiler. Dini ve
siyasi egemenliklerine, rejimlerine yönelen gerçek tehlikeyi
sezdiler. Ve Hz. Muhammed'in (s.a.s) işini bitirmek için
kesintisiz komplolar düzenlemeye karar verdiler.
İşte bugüne kadar müslümanlarla yahudiler arasında
bir gün olsun durmayan savaş o günden itibaren başlamış
oldu.
Bu günkü deyimiyle ilk önce soğuk savaş
başladı. Hz. Muhammed (s.a.s) ve islam aleyhine
propaganda savaşı başladı. Yahudiler uzun
tarihleri boyunca geliştirdikleri tüm taktikleri uyguladılar
bu savaşta. Hz. Muhammed'in (s.a.s) Peygamberliği
hakkında kuşku uyandırma, yeni inanç sisteminin
etrafında çeşitli şüpheler yayma taktiğine
başvurdular. Bazı müslümanların
aralarını bozma yolunu tuttular. Bazan Evs ve
Hazreç kabilelerinin, bazan muhacirlerle ensarın
arasını bozmaya çalıştılar. Müşrikler
hesabına müslümanlar aleyhine casusluk yaptılar.
Müslüman görünen bir grup münafıkla
işbirliği yönüne giderek onlar aracılığı
ile müslüman saflar arasına fitne sokmaya çalışırlar...
En sonunda da maskelerini indirip Ahzap savaşında
olduğu gibi müslümanlar karşısında
oluşan düşman saftaki yerlerini aldılar.
En önemli toplulukları Beni Kaynuka, Beni Nadr ve Beni
Kureyze'ydi. Bu toplulukların her birinin gerek Peygamber
efendimizle gerekse müslümanlarla belli bir ilişkisi
vardı.
En cesurları Beni Kaynuka kabilesi idi. Bedir'de büyük
bir zafer elde etmelerinden dolayı müslümanlara kin
besliyorlardı. İğneleyici sözler söylüyor, daha
önce Peygamberimizle yaptıkları antlaşmayı
inkar ediyorlardı. Bu tutumları, Hz. Peygamberin
Kureyş'le yaptığı ilk savaşta galip
geldikten sonra bir daha karşı koyamayacakları
şekilde etkinlik kazanmasından, gücünün artmasından
korktuklarının belirtisiydi.
İbn-i Hişam, İbn-i İshak kanalı ile
onların durumlarını şu şekilde
anlatır: "Peygamber efendimiz Beni Kaynuka kabilesini
pazarda toplayıp onlara şöyle seslendi: "Ey
yahudiler, Kureyşlilerin başına gelen felaketin
aynısını başınıza indirmesi
konusunda Allah'tan sakının ve müslüman olun. Çünkü
siz, benim Allah tarafından gönderilmiş bir Peygamber
olduğumu biliyorsunuz. Bunu kendi kitabınızda ve yüce
Allah'ın sizinle yaptığı sözleşmede görüyorsunuz".
Buna karşılık olarak yahudiler: "Ey Muhammed,
sen bizi kendi kavmine benzetiyorsun. Savaştan anlamayan bir
toplumla karşılaşıp onları yenmiş
olman seni aldatmasın. Allah'a andolsun ki, eğer biz
seninle savaşmış olsaydık, nasıl insanlar
olduğumuzu sana öğretirdik" dediler.
İbn-i Hişam Abdullah b. Cafer'e dayanarak
şunları anlatır: Beni Kaynuka ile ilgili
gelişmelerden biri de şudur: Bir Arap kadını
gidip Beni Kaynuka pazarında süt satar, sonra da bir kuyumcu
dükkanında oturur. Orada bulunanlar kadından yüzünü
açmasını isterler, kadın itiraz eder. Kuyumcu
kadının elbisesinin eteğini elbisenin üst tarafına
düğümler. Kadın ayağa kalkınca ayıp
yerleri görünür. Yahudiler gülüşürler. Kadın
bağırır. Bir müslüman, kuyumcunun üzerine atılır
ve onu öldürür. Kuyumcu yahudi olduğu için diğer
yahudiler hep birlikte o müslümanı öldürürler.
Öldürülen müslümanın ailesi de yahudilere
karşı müslümanları yardıma çağırır.
Bunun üzerine müslümanlar öfkelenirler. Böylece
müslümanlarla Beni Kaynuka kabilesi arasında büyük bir
kavga başlamış olur.
İbn-i İshak bu olayın gelişimini şöyle
tamamlar: Peygamber efendimiz vereceği karara boyun
eğeceklerini bildirene kadar onları ablukaya aldı.
Yüce Allah Peygamberimize yahudilerin aleyhine fırsat
vermişken Abdullah b. Ubeyy b. Selul kalkıp şöyle
dedi: Ey Muhammed, dostlarıma iyi davran -Beni Kaynuka
kabilesi Hazreç kabilesinin müttefiki idi- Peygamberimiz duymazlıktan
geldi. Tekrar "Ey Muhammed, dostlarıma iyi davran"
dedi. Peygamberimiz onu dinlemedi, yüzünü bir tarafa çevirdi.
Bu sefer elini Peygamberimizin zırhının cebine
soktu. Peygamberimiz "Bırak beni" dedi.
Peygamberimizin yüzünün rengi değişecek kadar
öfkelenmişti. "Yazıklar olsun sana, bırak
beni" dedi. "Hayır, vallahi dostlarıma iyi
davranmadığın sürece bırakmam seni. Bunlar dörtyüz
zırhsız, üçyüz zırhlı savaşçıdır.
Kızıla ve karaya karşı korurlardı beni.
Sense bir gün de kılıçtan geçirmek istiyorsun.
Allah'a andolsun ki, ben çıkacak felaketlerden
endişeleniyorum" dedi. Bunun üzerine Peygamber
efendimiz "Onları sana bağışladım"
dedi.
Abdullah b. Ubeyy o güne kadar kabilesi arasında etkinlik
sahibi birisiydi. peygamber efendimiz Beni Kaynuka kabilesi
hakkında aracılık yapmasını kabul ederek,
onların silahları hariç diğer mallarını
yanlarına alarak Medine'yi terk etmelerine izin verdi. Böylece
Medine önemli bir güce sahip yahudilerin bir kısmından
kurtulmuş oldu.
Beni Nadr kabilesine gelince; Peygamber efendimiz Uhud
savaşından sonra Hicri dördüncü senede, daha önce
aralarında vardıkları bir antlaşma
uyarınca öldürülen iki kişinin diyetine katkıda
bulunmalarını istemek üzere yaşadıkları
bölgeye gitti. Peygamberimiz bulundukları yere gelince:
"Tamam ey Ebul Kasım, sana istediğin miktarda
yardımda bulunacağız" dediler. Sonra
aralarında yalnız kalınca: "Bu adamı bir
daha bu durumda bulamazsınız. -Peygamber efendimiz
onların evlerinden birinin duvarının dibinde
oturuyordu- Kim bu evin üzerine çıkıp, üzerine bir
kaya indirerek bizi ondan kurtaracak?
Ardından bu alçakça komployu uygulamaya başladılar.
Peygamber efendimiz onların yapmak istedikleri şeyi
sezdi ve hemen oradan ayrılıp Medine'ye döndü. Onlara
karşı savaş hazırlıklarının
başlatılmasını emretti. Onlarda kalelerine
kapandılar. Münafıklığın
elebaşısı Abdullah b. Ubeyy b. Selul, "Direnin
ve kendinizi savunun, sizi kesinlikle teslim etmeyeceğiz.
Eğer ölürseniz biz de sizinle ölürüz. Eğer sürgün
edilirseniz biz de sizinle şehri terk ederiz" diye
onlara haber gönderdi. Ama münafıklar sözlerinde durmadılar.
Yüce Allah Beni Nudayrlıların içine korku saldı.
Onlar da savaşmadan, direnmeden teslim oldular. Peygamber
efendimizden, şehri terk etmelerine izin vermesini,
canlarını bağışlamasını, silah
hariç yanlarında bir deve yükü mal alıp gitmelerine müsaade
etmesini istediler. Peygamberimiz de bu şekilde hareket etti.
Çıkıp Haybere gittiler. Bazıları da
Şam'a gitti. Haybere giden ileri gelenleri arasında
Selam b. Ebu'l Hukeyk, Kenane b. Rebi b. Ebu'l Hukeyk ve Huyey b.
Ahtab vardı. Ahzap savaşında Kureyş ve Gatafan
müşriklerinin müslümanlara karşı birlik
oluşturup saldırıya geçmeleri gündeme getirildiği
sırada onlardan da söz edilmişti.
Şimdi Beni Kureyze savaşına gelmiş
bulunuyoruz. Daha önce bunların Ahzap savaşındaki
tutumlarına değinilmişti. Başta Huyey b. Ahtap
olmak üzere Beni Nudayr kabilesinin ileri gelenlerinin teşvikleriyle
müşriklerle birlik olup müslümanlar aleyhine oluşan
ittifaka katılmışlardı. Beni Kureyze
kabilesinin bu ortamda Peygamber efendimizle daha önce yaptıkları
saldırmazlık ve savunma işbirliği
antlaşmasını bozmaları, düşman
birliklerinin Medine'nin dışında giriştikleri
saldırılardan daha ağır gelmişti müslümanlara.
Şu rivayet, o sırada müslümanlara yönelen tehdidin
büyüklüğünü ve Beni Kureyze'nin antlaşmayı
bozmasından dolayı duyulan korkunun
boyutlarını çok güzel tasvir ediyor: Peygamber
efendimiz haberi duyunca, Evs kabilesinin lideri Saad b. Muaz,
Hazreç kabilesinin lideri Saad b. Ubade ile birlikte Abdullah b.
Revaha ve Havvat b. Cubeyri r.a. göndererek şöyle buyurdu:
"Gidin bakalım bunlara ilişkin olarak
duyduğumuz şeyler doğru mudur değil midir?
Eğer söylenenler doğruysa, sadece benim
anlayacağım şekilde gizlice anlatın, halka
duyurmayın. Ama eğer bize verdikleri sözde duruyorlarsa
bunu halka duyurun." (Bu sözler, Peygamber efendimizin bu
haberin nefislerde bırakacağı kötü etkilerden
endişelendiğini gösteriyor).
Heyet Beni Kureyze'nin bulunduğu yere gelince, onları
Peygamber efendimizden onlara ilişkin duyduklarından da
beter bir durumda gördüler: "Resulullah da kimdir?
Muhammed'le aramızda herhangi bir antlaşma, bir sözleşme
yoktur" dediler. Bunun üzerine heyet döndü ve durumu
Peygamber efendimize açıklamadan işaretle bildirdiler.
Bunun üzerine Peygamber efendimiz "Allahu ekber, müjdeler
olsun ey müslümanlar" buyurdu. (Kötü haberin saflarda yayılmasına
karşı müslümanlara güven aşılamak için
böyle davranmıştı).
İbn-i İshak diyor ki: "Bundan sonra imtihan
ağırlaştı. Korku gittikçe arttı. Müslümanlar
hem yukarıdan, hem aşağıdan düşmanla
çevrilmişlerdi. Hatta müslümanlar en olmadık
olumsuzlukları düşünmüşlerdi. Bazı münafıklar
da ortalığı
karıştırıyorlardı..."
Ahzap savaşının başlangıcında
durum bundan ibaretti.
Yüce Allah, yardımı ile Peygamberini destekleyince,
düşmanlarını hiçbir sonuç elde edemeden gerisin
geri gönderince ve yüce Allah mü'minleri savaştan
koruyunca, Peygamber efendimiz zaferle Medine'ye döndü.
İnsanlar silahlarını
bırakmışlardı. Peygamber efendimiz Ümmü
Seleme'nin r.a. evinde cephenin tozlarından
yıkandığı bir sırada Cebrail a.s. geldi
ve "Silahını bıraktın mı ya
Resulallah?" dedi. Peygamber efendimiz "Evet" dedi.
Cebrail a.s. "Ama melekler henüz silahlarını
bırakmadılar. Şimdi o kavmin üzerine yürümenin
zamanıdır" dedi. Sonra da şunları ekledi:
"Yüce Allah Beni Kureyze kabilesinin üzerine yürümeni
emrediyor." Beni Kureyze'nin yurdu Medine'den birkaç mil
uzaktaydı. Bu olay öğlen namazından sonra meydana
geliyordu. Peygamber efendimiz "Beni Kureyze'nin yurduna
varmadıkça hiç kimse ikindi namazını
kılmasın" Ardından müslümanlar yola
koyuldular. İkindi namazının vakti onlar yoldayken
girdi. Bazısı namazı yolda kıldı ve
"Resulullah sırf acele etmemiz için böyle söylemiştir"
dediler. Diğerleri de Beni Kureyze'nin yurduna varmadıkça
ikindi namazını kılmayacağız dediler.
Peygamberimiz iki tarafa da sert bir tepki göstermedi.
Peygamber efendimiz Ümmü Mektum'u (Hakkında "Abese
vetevella encaehul'a'ma" =Surat astı ve döndü. Kör
geldi, diye= ayeti inen kör sahabe) Medine'de kendisine vekil bırakarak
peşlerinden gitti. Bayrağı Ali b. Ebu Talib'e
verdi. Sonra Peygamber efendimiz yurtlarının önünde
savaş düzeni alarak yirmibeş gece onları ablukaya
aldı. Bu abluka uzun sürünce Evs kabilesinin lideri Saad b.
Muaz'ın hakemliğini kabul ettiler. Çünkü cahiliye
döneminde Evs kabilesinin müttefikleri idiler. Onlar Saad b.
Muaz'ın kendilerine iyi davranacağına
inanıyorlardı. Nitekim Abdullah b. Ubeyy b. Selul
dostları olan Beni Kaynuka kabilesi için öyle yapmış,
aracılık yaparak onları Resulullah'ın elinden
kurtarmıştı. İbn-i Ubeyy'in Beni Kaynuka için
yaptığı aracılık gibi Saad'ın da
kendileri hakkında aracılık
yapacağını sanmışlardı. Saad b.
Muaz'ın hendek savaşının sürdüğü
günlerde, (koptuğu zaman kolun hareket etmesine engel
oluşturan bir damara) ok isabet etmek suretiyle
yaralandığını bilmiyorlardı. Resulullah
bu damarım dağlamış ve yakından
ilgilenmek için onu mescidin bir tarafına
yatırmıştı. O sırada Saad b. Muaz Allah'a
şöyle dua ediyordu: "Allah'ım eğer
Kureyşle bundan sonra yine savaşmamızı
takdir etmişsen, bizi o güne yetiştir. Eğer
bizimle onlar arasındaki savaşın bitmesini takdir
etmişsen onların birliğini parçala, darmadağın
et. Beni Kureyze kabilesi hakkında da gözlerimi aydın
etmedikçe canımı alma." Yüce Allah Saad'ın
bu duasını kabul etmiş ve kendi kendilerini onun
hakemliğini kabul etmelerini takdir etmişti.
Bu sırada Peygamber efendimiz onların hakkında
hakemlikte bulunması için onu Medine'den çağırttı.
Bindirildiği bir merkebin sırtında çıkagelince
Evs kabilesinden olanlar etrafını sarıp şöyle
demeye başladılar: "Ey Saad, bunlar senin müttefiklerindir,
onlara iyi davran." Onu yumuşatmaya, onlar hakkında
merhametli davranmasını sağlamaya çalışıyorlardı.
O ise sessizce söylenenler i dinliyordu. Fazla ısrar edince:
"Şimdi Saad'ın Allah için yapacağı bir
işte kınayanın kınamasından
korkmayacağı andır" dedi. Bunun üzerine Saad'ın
onları sağ bırakma taraftarı
olmadığını anladılar.
Saad b. Muaz r.a. Peygamber efendimizin içinde bulunduğu
çadıra yaklaşınca, Peygamber efendimiz "Büyüğümüze
yardım edin" dedi. Müslümanlar hemen kalkıp onu
merkebin sırtından indirdiler. Peygamberimizin ona
karşı bu şekilde davranması, vereceği hükmün
daha etkin olması için karar verme yetkisine sahip olduğu
bir ortamda ona saygı gösterilmesini, onurlandırılmasını
sağlama amacına yönelikti.
Saad oturduğu zaman, Peygamber efendimiz ona şöyle
dedi: "Şu adamlar -Beni Kureyze'yi göstererek- senin
hakemliğini kabul ettiler. Onlar hakkında istediğin
kararı verebilirsin." Saad "Benim vereceğim
karar onlar hakkında geçerli midir?" Peygamberimiz
"Ev.;t" dedi. Peki "Şu çadırda
bulunanları da kapsıyor mu?" "Evet" dedi
Peygamberimiz. Bu sefer Peygamber efendimizin bulunduğu
tarafı göstererek, "Bunları da içine alıyor
mu?" dedi. (Peygamberimize bakarken yüzü sevgi ve saygı
ile parlıyordu) Peygamberimiz "Evet" dedi. Bunun
üzerine Saad b. Muaz r.a. "Ben savaşçılarının
öldürülmesine, mallarına ve ocuklarına el
konulmasına hükmediyorum." Peygamber efendimiz "Kuşkusuz
sen, yüce Allah'ın yedi kat göğün üstünden verdiği
hükmün aynısı ile hükmettin" dedi.
Sonra Resulullah s.a.s. yerde çukurların
kazılmasını emretti. Yahudiler bağlı
olarak getirilip boyunları vuruldu. Yediyüz, sekizyüz kişi
civarındaydılar. Tüyü bitmemiş olanları
(yani erginlik çağına ulaşmamış
delikanlıları) kadınlarla birlikte esir
alındı, mallarına el konuldu. Huyey b. Ahtab da
aralarındaydı. Daha önce onlara verdiği sözü
tutarak onlarla birlikte kalelerine sığınmıştı.
O günden sonra yahudiler hep aşağılandılar.
Bunun sonucu Medine'deki münafıklık hareketi
zayıfladı. Münafıkların başları
önlerine eğildi. Yapa geldikleri şeylerin çoğundan
korkmaya başladılar. Bu ve öteki olayların
ardından müşrikler bir daha müslümanlara saldırmayı
düşünecek fırsat bulamadılar. Bundan sonra hep müslümanlar
saldırdılar. Nihayet Mekke ve Taif fethedildi.
Yahudilerin, münafıkların ve müşriklerin
faaliyetleri arasında bir paralellik vardı. Yahudiler
kovulduktan sonra bu paralellik bozuldu. Aynı zamanda bu olay
islam devletinin kurulup oturması açısından iki dönemi
birbirinden ayıran en belirgin gelişmedir.
Yüce Allah'ın şu sözü de bunu doğrulamaktadır:
"Allah, kitap ehlinden onlara yardım eden Kureyze
yahudilerini de kalelerinden indirdi ve kalplerine korku düşürdü.
Onlardan bir kısmını öldürüyorsunuz, bir kısmını
da esir alıyorsunuz."
"Topraklarını, evlerini, mallarını ve
henüz ayağınızı dahi
basmadığınız yerleri Allah size miras olarak
verdi. Allah'ın gücü her şeye yeter."
Ayetin orjinalinde geçen Seyâsî = kaleler demektir.
Müslümanların miras aldıkları ama bundan önce
ayak basmadıkları topraklardan maksat bulundukları
bölgeden uzak Beni Kureyze'ye ait araziler olabilir. Diğer
malları ile birlikte bu araziler de müslümanlara geçmişti.
Öte yandan bununla, Beni Kureyze'nin kendi topraklarını
savaşmadan teslim etmelerine de işaret edilmiş
olabilir. Bu durumda ayetin orjinalinde geçen "Vata'a"
kelimesi savaş anlamında kullanılmış
olur. Çünkü savaşta düşman bölgeleri çiğnenir.
"Allah'ın gücü her şeye yeter"
İşte bu, olayın mahiyetini ve mesajını
somutlaştıran bir değerlendirmedir. Bu
değerlendirmede her mesele Allah'a döndürülüyor. Nitekim,
savaşı anlatan ayetlerin akışı;
olayı bütünüyle Allah'a döndürmek, savaştaki
eylemleri doğrudan doğruya Allah'ın iradesine
dayandırmak biçiminde gelişmişti. Amaç, bu
büyük gerçeği pekiştirmektir. Yüce Allah'ın
yaşanan olaylar ve olayların ardından inen Kur'an
ayetleri aracılığı ile müslümanların gönüllerine
yerleştirdiği bu büyük gerçeği ön plana çıkarmaktır.
Böylece islam düşüncesinin ruhlarda bu büyük gerçeğe
dayanması hedeflenmektedir.
Bu büyük olayın sunuluşu böylece sona erdi. Bu
sunuş, Kur'an-ı Kerim'in hem müslüman toplumun kalbine
hem de pratik hayatına yerleştirmek için geldiği
ilahi yasaları, değerleri, direktif ve kuralları
kapsamıştı.
Böylece olaylar eğitme amacına yönelik birer unsur
işlevini görmüş oluyorlar. Kur'an'da hayata ve
hayattaki gelişmelere, hayatın amaç ve düşüncelerine
rehberlik ve tercümanlık yapmış oluyor. Sonuçta
Kur'an ve imtihanlar aracılığı ile
değerler yerleşir, kalpler yatışır,
huzura kavuşur.
Ahzab, suresinde yer alan bu üçüncü ders, bütün
müslüman erkek ve kadınların alacakları ödüle
ilişkin son açıklamanın dışında bütünüyle
Peygamber efendimizin eşlerine
ayrılmıştır. Peygamber efendimizin
eşlerinin bu surenin başlarında "Mü'minlerin
anneleri" olarak isimlendirildiklerini görmüştük. Kuşkusuz
bu `ana'lığın birtakım yükümlülükleri vardır.
Bu sıfatı hakketmelerine neden olan yüksek derecenin
birtakım yükümlülükleri vardır. Peygamber
efendimizin yanında sahip oldukları yüce mevkinin
birtakım yükümlülükleri vardır. Bu derste bu yükümlülüklerden
bazıları açıklanacaktır. Bunun yanı
sıra yüce Allah'ın, Peygamberin tertemiz evi
tarafından temsil edilmesini, onlara dayalı bir hayat sürdürmesini,
insanların yolunu aydınlatan bir meşale
işlevini görmesini dilediği değerlerde
yerleştirilmektedir.