23- "Mü'minler arasında öyleleri varki, Allah'a
verdikleri sözde dururlar. Kimileri sözünü yerine getirip o
yolda canını vermiştir; kimileri de şehitlik
beklemektedir. Onlar hiç sözlerini değiştirmediler."
Bu, daha önce işaret edilen ve savaşta düşman
karşısında geri dönüp kaçmayacaklarına
ilişkin olarak Allah'a söz veren, ama Allah'a verdikleri bu
sözü tutmayan kimselerin durumunu anlatan örneğe
karşılık olarak yer alıyor: "Allah'a
verilen sözden sorumluydular."
İmam Ahmed, Sabit'ten şunları aktarır:
Amcam Enes b. Nadr Peygamber efendimizin yanında Bedir
savaşma katılmamıştı. Bu durum zoruna
gidiyordu. "Hz. Peygamberin yaptığı ilk
savaşa katılmadım. Eğer yüce Allah bundan
sonra bana Peygamber efendimizle birlikte bir savaşa
katılmayı nasip ederse neler yapacağımı görecektir"
diyordu ve bundan fazlasını söylemekten de korkuyordu.
Nihayet Peygamber efendimizin yanında Uhud savaşına
katıldı. Savaşın devam ettiği bir
sırada Saad b. Muaz'a "Ey Ebu Amr, cennetin kokusu ne
hoş. Uhud'un ötesinden bu kokuyu duyuyorum" dedi ve
öldürülene kadar müşriklerle savaştı. Cesedinde
seksen küsür ok, kılıç ve mızrak yarası
tespit edilmişti. Kız kardeşi -Hâlâm Rubbiy binti
Nadr- "Kardeşimi ancak parmaklarından
tanıyabildim" demişti. Bunun üzerine şu ayet
inmişti: "Mü'minler arasında öyleleri
varki, Allah'a verdikleri sözde durdular". Sahabeler bu
ayetin Enes ve arkadaşları hakkında indiği düşüncesindeydiler.
(Müslim, Tirmizi ve Nesai)
Mü'minler arasında yer alan bu tiplerin
aydınlık portreleri burada, münafıklık, zaaf
ve sözlerinden dönenlerin tablolarına
karşılık yer alan iman tablosunu bütünlemek için
sunuluyor. Bunda, olaylar ve Kur'an aracılığı
ile eğitme sahnesindeki
karşılaştırmanın gerçekleşmesi
amacı güdülüyor.
Bunun üzerine imtihanın hikmetini, verilen sözü tutmanın
ya da dönmenin akıbetini açıklamak ve bütün bunlarda
meseleyi Allah'ın iradesine bağlamak suretiyle bir
değerlendirme yapılıyor:
24- "Bu sebeple Allah, doğruları
doğrulukları ile mükafatlandırır; münafıkları
da dilerse azaplandırır veya tevbelerini kabu1 eder.
Şüphesiz Allah çok bağışlayan, çok
esirgeyendir."
Bu değerlendirme cümlesi, olaylar ve sahnelere ilişkin
tasvirli anlatımın arasında yer alıyor. Amaç,
bütün meseleyi Allah'a bağlamak, olaylar ve gelişmeler
üzerindeki perdeyi kaldırıp ilahi hikmeti ortaya
koymaktır. Şu halde, bu olay ve gelişmelerin hiçbiri
boşuna değildir. Raslantı sonucu meydana
gelmemiştir. Hepsi de önceden planlanan bir hikmet ve belli
bir amaç doğrultusunda meydana gelmektedir ve yüce Allah'ın
dilediği sonuçlara varacaklardır. Bunun yanı
sıra tüm olaylarda ve gelişmelerde yüce Allah'ın
kullarına yönelik rahmeti belirginleşmektedir. Çünkü
onun merhameti ve bağışlaması daha yakın
ve daha büyüktür: "Şüphesiz Allah çok bağışlayan,
çok esirgeyendir."
Büyük olaya ilişkin bu açıklama olayın, mü'minlerin
Rabbleri ile ilgili düşüncelerini doğrulayan, münafık
ve bozguncuların sapıklıklarını,
yanlış düşüncelerini ortaya koyan sonuç kısmı
ile noktalanıyor. Aynı zamanda pratik bir sonuçlandırma
ile imani değerler yerleştiriliyor:
25- "Âllah, o kafirleri hiçbir şey elde edemeden
öfkeleriyle geri çevirdi. Allah'ın yardımı
savaşta mü'minlere yetti. Allah güçlüdür, mutlak
galiptir."
Savaş başlamış, gelişmiş ve bir
sonuca ulaşmıştı. Ama savaşın
dizgini Allah'ın elindeydi, istediği gibi yönlendiriyordu.
Kur'an-ı Kerim bu gerçeği kendine özgü ifade yöntemi
ile vurguluyor. Bu gerçeği pekiştirmek, onu kalplere
yerleştirmek, gerçek islami düşünceyi açığa
kavuşturmak için meydana gelen tüm olayları ve sonuçları
doğrudan doğruya yüce Allah'a dayandırıyor.
Savaş sadece Kureyş ve Gatafan müşriklerinin
yenilgisi ile sonuçlanmamıştı. Müşriklerin müttefiki
olan yahudi Beni Kureyze kabilesi de hezimete uğramıştı: