21- "Andolsun ki, Allah'ın elçisinde sizin için,
Allah'a ve ahiret gününe kavuşmaya inanan ve Allah'ı
çok anan kimseler için en güzel bir örnek vardır."
Peygamber efendimiz dehşetin ürkütücülüğüne, sıkıntının
dayanılmaz boyutlarda olmasına rağmen müslümanlar
için kendilerini güvenlikte hissettikleri bir sığınak
konumundaydı. Bu korkulu ortamda güven, ümit ve huzur kaynağıydı.
Onun bu büyük olay esnasındaki tavrında
toplumları ve davet hareketlerini yönetenlere yollarım
gösterecek dersler vardır. Peygamber efendimiz Allah a ve
ahiret günü ile buluşmayı uman, kendisi için iyi bir
örnek isteyen, Allah ı sürekli hatırlayan vé O'nu
unutmayan kimseler için en güzel bir örnektir.
Burada daha fazla detaya giremeyeceğimiz için, Peygamber
efendimizin o günkü tavrına örnek olsun diye birkaç işaret
aracılığı ile değinmekte yarar görüyoruz.
Peygamber efendimiz müslümanlarla birlikte hendek kazma işinde
çalışıyor, kazma sallıyor, kürekle toprak atıyordu.
Küfelere doldurulan toprağı hendeğin
dışına taşıyordu. Bu çalışma
esnasında şarkı söyleyenlere katılıyordu.
Müslümanlar çalışırken yüksek sesle recez (Aruz
vezninde bir şiir kalıbı.) bahrinden şiirler
okuyorlardı. Peygamber efendimiz de nakarat
kısmında onlara katılıyordu. Meydana gelen
olayların etkisi ile basit şarkılar
mırıldanıyorlardı. Örneğin, ismi Cuayl
olan bir müslüman vardı. Peygamber efendimiz adamın
ismini beğenmemiş, ona `Ömer' demişti. Hendek
kazma işinde çalışanlar da bu olayı şu
basit şiire konu etmişlerdi:
Onu Cuayl'den sonra Ömer diye isimlendirdi.
Bu gün zavallıya yardımcı oldu.
Bu şiiri okurken "Ömer" kelimesini tekrarlarken
Peygamberimiz de tekrarlıyordu. Aynı şekilde "zehran"
kelimesini söylerlerken Peygamberimiz de tekrarlıyordu.
Artık müslümanların çalıştığı,
Peygamber efendimizin aralarında kazma
salladığı, kürekle toprak attığı,
toprağı küfeye doldurup taşıdığı,
onlarla birlikte bu şiiri
mırıldadığı bu atmosferi bugün tasavvur
edebiliyoruz. Bu atmosferin müslüman ruhlara nasıl bir
enerji sağladığını, içlerinde hoşnutluk,
fedakarlık, güven ve onurluluk duygularını
doğuranın nasıl bir kaynak olduğunu düşünebiliyoruz.
Zeyd b. Sabit hendek kazımı sırasında
toprak taşıyanlar arasında bulunuyordu. Peygamber
efendimiz onun için "Ne iyi çocuktur" demişti.
Bir gün uyku ağır gelmiş, hendekte uyuya
kalmıştı. Çok şiddetli bir soğuk ta
vardı. Umare b. Hazm silahını almış, ama
o bunun farkına varmamıştı. Uyanınca çok
korkmuştu. Peygamber efendimiz "Ey uykucu, uyudun
silahın gitti" demişti. Sonra da "Bu çocuğun
silahından haberi olan var mı?" diye sormuştu.
Umare "Ya Resulallah, silahı bendedir" demişti.
Bunun üzerine Peygamber efendimiz "Silahını geri
ver" demiş ve müslümanların
korkutulmasını, şaka olsun diye
eşyalarının alınmasını
yasaklamıştı.
Bu olay da, müslüman saflarda yer alan büyük-küçük
herkesin göz ve kalp uyanıklığını,
ayrıca Peygamber efendimizin şakacı, tatlı,
şefkatli ve yüce ruhunu tasvir ediyor: "Ey uykucu,
uyudun silahın gitti". Son olarak bu olay müslümanların
en ağır koşullarda, Peygamberlerinin koruyucu
kanatları altında yaşadıkları o atmosferi
de tasvir ediyor.
Sonra Peygamber efendimiz uzakta beliren büyük zaferi
seyrediyordu. Kazma darbeleri ile kayalardan çıkan
kıvılcımlardan bu zaferi gözleri ile görüyordu.
Bunu müslümanlara haber veriyor, içlerine güven aşılıyordu.
Korkularını dindirip kesin haberlerle
ruhlarını yatıştırıyordu.
Tarihçi İbn-i İshak Selman-ı Farisi'nin (r.a)
şöyle dediğini anlatır: "Hendeğin bir
tarafını kazmaya çalışıyordum. O
sırada sert bir kaya çıktı karşıma.
Peygamber efendimiz de bana yakın bir yerdeydi.
Toprağı kazdığımı ama çok zorlandığımı
görünce, inip kazmayı elimden aldı. Kayaya bir darbe
indirdi. Kazmanın değdiği yerden bir
kıvılcım parladı. Sonra bir daha vurdu. Yine
bir kıvılcım çıktı. Sonra kayaya
üçüncü bir darbe indirdi. Bu seferde kazmanın
değdiği yerden kıvılcım çıktı.
"Anam, babam sana feda olsun ya Resulallah, sen kayayı
parçalarken kazmanın ağzından çıkan
kıvılcımlar neydi?" dedim. "Yoksa sen
onları gördün mü ya Selman?" diye buyurdu. "Evet"
dedim. "Birinci kıvılcımda yüce Allah bana
Yemeni sundu. İkinci kıvılcımda Şam ve
Mağrib'i, üçüncüsünde ise doğuyu sundu" dedi.
Makrizi'nin "İmta'ul esma" adlı eserinde
anlattığına göre, Peygamber efendimizin bu
dedikleri Hz. Ömer'in halifeliği döneminde ve Selman-ı
Farisi'nin hayatta olduğu sırada gerçekleşmiştir.
Bu gün düşündüğümüzde, tehlike kapıya
dayanmışken, her yandan korku çemberine alınan o
kalpler üzerinde bu tür bir sözün ne büyük etki bıraktığını
görür gibi oluyoruz.
Bu aydınlık tablolara düşman birlikleri
hakkında bilgi toplamaktan dönen Huzeyfe'yi de eklememiz
gerekir. Huzeyfe yolda çok üşümüştü. Peygamber
efendimiz de eşlerinden birine ait bir örtünün altında
namaz kılıyordu. Ama Peygamberimiz namazında, Rabbi
ile iletişim halindeyken, Huzeyfe'nin namazın sonuna
kadar soğuktan titremesine gönlü razı olmuyor. Aksine
tutuyor, ayaklarının arasında ona yer veriyor,
ısınsın diye örtünün bir ucunu üzerine atıyor,
sonra da namazına devam ediyor. Namazı bitirince,
Huzeyfe edindiği bilgileri O'na anlatıyor.
Peygamberimizin kalbinin önceden bildiği haberi müjdeliyor.
Çünkü Peygamberimiz, düşman birliklerinin geri döndüklerini
bildiği halde Huzeyfe'yi olup bitenleri görmesi için
göndermişti.
Peygamber efendimizin bu korkulu atmosferdeki cesaretine,
dayanıklılığına,
kararlılığına ilişkin haberler ise,
hikayenin tümünde son derece belirgindirler. Bizim ayrıca
bunları anlatmamıza gerek yoktur. Hepsi de bilinen ve
yararlanılan şeylerdir.
Hiç kuşkusuz yüce Allah doğruyu söylemiştir: "Andolsun
Allah'ın elçisinde sizin için, Allah'a ve ahiret gününe
kavuşmaya inanan ve Allah'ı çok anan kimseler için en
güzel bir örnek vardır."
Sonra imanın, güven verici ve huzur aşılayıcı
tablosu ile mü'minlerin korku karşısındaki,
tehlike ile yüz yüze geldiklerindeki durumlarını
tasvir eden tablolarına sıra geliyor. Nitekim bu tehlike
mü'min gönülleri sarsmıştı. Ama onlar bu
tehlikeyi güven, bağlılık, müjde ve iç huzuru
için kullanılacak bir etken olarak algılıyorlar: