14- "Eğer Medine'nin etrafından üzerlerine saldırılsaydı,
sonra da kendilerinden dinlerinden dönmeleri istense, çok azı
hariç hemen dinlerinden dönerlerdi."
15- "Oysa arkalarına dönüp kaçmayacaklarına
dair Allah'a söz vermişlerdi. Allah'a verilen sözden
sorumluydular."
Düşman henüz Medine'nin dışındayken ve
henüz kendilerine saldırmamışken böyle yapıyorlardı.
Ya birde üzerlerine saldırıp Medine'yi tamamen
kuşatmış olsalardı ne olacaktı
durumları, nasıl bir sıkıntıya ve
paniğe kapılacaklardı? Çünkü olmuş tehlike
beklenen tehlikeye benzemez. "Sonra da kendilerinden
dinlerinden dönmeleri istense..." Dinlerini terk etmeleri
istense "Dinlerinden dönerler." Oyalanmadan, tereddüt
geçirmeden çabucak irtidat ederler. "Çok azı hariç"
çok az zaman beklerlerdi. Ya da çok azı çağrıya
karşılık vermeden, teslim olmadan, küfre dönmeden
önce bir süre oyalanırdı. Çünkü onların inançları
gevşek ve içlerinde tutunamayan bir inançtır. Onlar da
direnç gösteremeyen ödleklerdir.
İşte Kur'an-ı Kerim onları bu şekilde
ortaya çıkarıyor, ruhlarını her türlü
perdeden soyutlayarak, orta yere koyuyor. Sonra da onları
anlaşmayı bozmakla, sözlerinden dönmekle suçluyor.
Hem de kiminle? Bundan önce yüce Allah'a daha değişik
bir söz vermişlerdi, fakat bu sözlerini tutmamışlardı:
İbn-i Hişam tarihçi İbn-i İshak'ın sîretine
dayanarak şöyle der: Burada söz konusu edilenler Beni
Harise kabilesidir. Bunlar Uhud savaşında Beni Seleme
kabilesi ile birlikte bozguna uğrayıp geri kaçmaya yüz
tutmuşlardı. Sonra da bir daha bu şekilde düşman
karşısında bozguna uğrayıp geri kaçmayacaklarına
ilişkin olarak Allah'a söz vermişlerdi. İşte
burada kendiliklerinden verdikleri söz hatırlatılıyor.
Şu kadarı varki Uhud savaşında yüce Allah
rahmetiyle, gözetimiyle onları kuşatmış, içlerine
güven duygusunu akıtmıştı. Böylece onları
yenilginin ağır faturalarından
kurtarmıştı. Uhud savaşında meydana gelen
bu olay, cihad aşamasının haşlarında
yaşanan eğitime yönelik bir dersti. Ama bugün, aradan
uzun bir zaman geçmişken ve yeterli deneyime sahip
olmuşken böyle bir davranışta bulunmak
sorumluluğu gerektirmektedir. İşte bu yüzden
Kur'an-ı Kerim onları bu kadar sert bir ifadeyle
uyarıyor.
Bu bölümün yanı başında -onlar da tehlikeden
kurtulmak, korkudan emin olmak arzusuyla yüce Allah'a verdikleri
sözden dönmüşken- Kur'an-ı Kerim tam zamanında
kalıcı değerlerden birini açıklıyor;
onları anlaşmayı bozmaya ve savaşta düşmandan
kaçmaya iten yanlış düşüncelerini düzeltiyor: