9- "Ey mü'minler! Allah'ın size yönelik nimetini
hatırlayın, bir zaman üzerinize ordular gelmişti
de, biz onların üzerine rüzgar ve sizin görmediğiniz
ordular göndermiştik. Allah
yaptıklarınızı görüyordu."
Böylece bu kısa girişte, savaşın
başı, sonu ve düşman ordularının
gelişi, yüce Allah'ın rüzgar ve mü'minlerin göremediği
orduları onların üzerine salışı, yüce
Allah'ın mü'minleri bilmesi ve onları görmesi ile bağlantılı
olarak gönderdiği yardımı gibi savaşın
en belirgin unsurları çiziliyor.
Bu özetten sonra savaşın ayrıntılı biçimde
anlatılmasına, en ince noktasına kadar tasvir
edilmesine geçiliyor:
10- "Onlar size yukarınızdan ve
aşağınızdan gelmişlerdi; gözler kaymış,
yürekler ağızlara gelmişti. Allah hakkında türlü
zanlarda bulunuyor-dunuz.'
11- "İşte orada mü'minler denenmiş,
şiddetli bir sarsıntı ile
sarsılmışlardı."
12- "Hani münafıklar ve kalplerinde hastalık
bulunan kimseler: `Allah ve Resulü bize sadece boş vaadlerde
bulundu" diyorlardı."
13- "Onlardan bir grup ta demişti ki; "Ey Medine
halkı, artık tutunacak yeriniz yok, geri dönün':
Onlardan bir topluluk da "Evlerimiz düşmana açıktır"
diye izin istemişlerdi. 0ysa onların evleri düşmana
açık değildi. Sadece kaçmak istiyorlardı."
Burada Medine'yi baştan başa saran korku, şehri
bütünüyle saran ve hiç kimsenin elinden kurtulamadığı
dayanılmaz sıkıntı
tablolaştırılıyor. Şehir Kureyş ve
Gatafan müşrikleri ve Beni Kureyze yahudileri
tarafından her yönüyle; yukarısıyla,
aşağısıyla sarılmıştı.
Aynı korkuyu ve sıkıntıyı duyma
bakımından kalpler arasında bir farklılık
yoktu. Farklı olan nokta bu kalplerin gösterdikleri tepkiydi.
Allah hakkında besledikleri düşünceydi, zorluk anında
sergiledikleri tavırlardı, değerlere, sebep ve sonuçlara
ilişkin düşünceleriydi. Bu yüzden sınav sonuç
bakımından eksiksizdi, imtihan her şeyi en ince
noktasına kadar ölçüyordu. Mü'minlerle münafıklar
arasındaki ayırım kesindi ve hiçbir kuşkuya
yer bırakmıyordu.
Bu gün baktığımızda o anı bütün
karakteristik çizgileri ile, bütün heyecanları ile, bütün
duyguları ile ve bütün hareketleri ile bu kısacık
ifadenin satırları arasında somut olarak görüyor
gibi oluyoruz.
Bakıyoruz ve durumu dışarıdan seyrediyoruz:
"Onlar size yukarınızdan ve aşağınızdan
gelmişlerdi..."
Sonra bakıyoruz ve bu durumun ruhlar üzerindeki
etkilerini görüyoruz: "Gözler kaymış, yürekler
ağızlara gelmişti." Bu, korku,
sıkıntı ve felaket anını yüz ifadeleri
ile kalplerin hareketleri ile çizen tasvirli bir ifadedir. "Allah
hakkında türlü zanlarda bulunuyordunuz" Ama bu
zanların ne olduğu açıklanmıyor. Duygu ve düşüncelerdeki
karmaşık durumu, herkesin bir yol tutmasını,
değişik kalplerde yer eden farklı düşünceleri
tasvir etsin diye bu şekilde kısa bir ifade ile
yetiniliyor.
Sonra durumun karakteristik çizgileri daha da belirginleştiriliyor,
olayın korku ifade eden özellikleri biraz daha netleştiriliyor:
"İşte orada mü'minler denenmiş,
şiddetli bir sarsıntı ile
sarsılmışlardı..." Mü'minleri sarsan
korku, dehşet verici ve çetin bir korku olmalı.
Muhammed b. Mesleme ve başkaları şu rivayette
bulunmuşlar: Hendek savaşı sırasında
gecemiz gündüz olmuştu. Müşrikler aralarında nöbetleşiyorlardı.
Bir gün Ebu Süfyan arkadaşları ile birlikte
saldırıyordu. Öteki gün Halit b. Velid saldırıyordu.
Bir başka gün Amr b. As komutasında saldırıya
geçiyorlardı. Bir diğer gün Hubeyre b. Ebu Vehb müşriklere
komuta ediyordu. Ardından başka bir gün de İkrime
b. Ebu Cehil saldırıyordu. Öteki gün bu sefer Dirar b.
Hattab saldırıyordu. Böylece bela daha da ağırlaşıyor,
halk şiddetli bir korkuya kapılıyordu. Makrizî'nin
"İmta'ul esma" adlı eserinde yer alan bir
rivayet müslümanların o günkü durumunu şu
şekilde tasvir etmektedir:
"Sonra müşrikler gün doğarken aniden
saldırdılar. Peygamber efendimiz ve
arkadaşları savaş durumunu aldılar ve gecenin
geç vakitlerine kadar çarpıştılar. Peygamber
efendimizle birlikte hiçbir müslüman mevzisini terk edemiyordu.
Bu yüzden Peygamberimiz, öğlen, ikindi, akşam ve
yatsı namazlarını kılamamıştı.
Ashab "Ya Resulallah, vallahi namaz kılamadık"
diyorlardı. Peygamberimiz de "Vallahi ben de
kılamadım" diyordu. Nihayet yüce Allah müşrikleri
uzaklaştırdı, her grup karargahına geri döndü.
Useyd b. Hudeyr iki yüz kişiyle birlikte hendeğin
kenarında beklemeye koyuldu. Halit b. Velit
komutasındaki müşrik süvarileri de atlarını
ileri geri sürerek karşı tarafa geçmek istiyorlardı.
Useyd b. Hudeyrin komutasındaki ikiyüz kişilik grup bir
saate yakın onlarla savaştılar. Bu sırada
Vahşi, Tufeyl b. Numan b. Hansa el-Ensari es-Sulemiye bir
mızrak fırlattı ve Uhut'ta Hz. Hamza'yı r.a.
öldürdüğü gibi onu da öldürdü. Peygamber efendimiz
şöyle diyordu: "Müşrikler bizi orta namazı,
ikindi namazını kılmak-tan alıkoydular. Allah
içlerini ve kalplerini ateşle doldursun."(Cabir'den
rivayet edilen hadiste, Peygamber efendimizin sadece ikindi
namazını kılamadığı belirtili-yor.
Oysa bu durum birkaç kere tekrarlanmıştır. Bir
keresinde ikindi namazını kılamamış ve bu
duayı yapmıştır. Bir keresinde de sözü
edilen bütün namazları kılamamıştır.)
Müslümanlardan iki gözcü grup bir gece keşfe çıkmış
ve birbirleri ile karşılaşmışlardı.
Birbirlerini düşman sanmışlardı.
Aralarında çarpışma çıkmış, ölen,
yaralanan olmuştu. Sonra islam ordusunun parolasını
söylemişlerdi: "Ha - mim Lâ ünserûn". Böylece
birbirleri ile savaşmaktan vazgeçmişlerdi. Peygamber
efendimiz "Yaralanmanız Allah yolundadır, sizden
öldürülenler de şehittir" buyurmuştu.
Müslümanların en büyük sıkıntıları,
hendek içinde müşrikler tarafından
kuşatılmışken arkadan Beni Kureyze'nin
kendilerine başkaldırmalarından
kaynaklanıyordu. Çünkü bir an olsun müşriklerin
hendeği aşıp saldırıya geçmeleri ve
yahudilerin üzerlerine yürümeleri endişesinden
kurtulamıyorlardı, kendilerini güvenlikte
hissetmiyorlardı. Çünkü nihai ve sonuç alıcı
bir savaşla köklerini kazmak amacı ile üzerlerine
yürüyen güçler arasında azınlık
durumundaydılar.
Bunun yanı sıra gerek Medine'de gerekse savaşçılar
arasında münafıkların moral bozucu komploları
ve bozguncuların entrikaları da büyük sıkıntılara
neden oluyordu:
"Hani münafıklar ve kalplerinde hastalık
bulunan kimseler: "Allah ve Resulü bize sadece boş
vaadlerde bulundu" diyorlardı."
Onlar, herkesi derinden sarsan bu sıkıntı
anını, insanın dayanma gücünü aşan bu
ağır meşakkati içlerindeki gizli duyguları açığa
vurmak için bir fırsat bilmişlerdi. Çünkü herhangi
bir kimsenin kendilerini kınamayacağından emindiler.
Bu panik havasını Allah , ve Peygamberinin verdiği
sözü küçümsemek, alaya almak, bu konuda insanların içine
kuşku salmak için bir fırsat olarak
değerlendirmişlerdi. Çünkü söyledikleri sözlerden
dolayı herhangi bir kişinin gelip kendilerini sorguya
çekmeyeceğini düşünüyorlardı. Realite de görünüşü
itibariyle gevşeme ve kuşkulanma noktasında
onları doğrular mahiyetteydi. Bunun yanı sıra
onlar kendi ruhları ve duyguları
karşısında da mantıklıydılar;
çünkü korku üzerlerindeki gösterişten ibaret ince
perdeyi ortadan kaldırmıştı. Ruhlarında
öyle bir panik baş göstermişti ki, zayıf
imanlarının tutunmasına imkan
kalmamıştı. Bu yüzden gösterişe ve gizlemeye
gerek duymadan gerçek duygularını açığa
vurmuşlardı.
Bu tip münafıklara ve bozgunculara her toplumda rastlamak
mümkündür. Sıkıntı anında, zorluklar
çepeçevre kendilerini kuşatınca işte bu
kardeşlerinin tutùmunu takınırlar. Onlar zaman
durdukça her kuşakta ve her toplumda ortaya çıkan
birer örnektirler!
"Onlardan bir grup da demişti ki; "Ey Medine
halkı, artık tutunacak yeriniz yok, geri dönün."
Onlar, hendeğin önünde bu şekilde birbirlerine
kenetlenerek dikilmelerinin yersiz ve gereksiz olduğu,
üstelik gerideki evlerinin tehlikeye açık olduğu
bahanesi ile Medine'lileri safları terk etmeye, evlerine dönmeye
teşvik ediyorlardı. Ruhları en zayıf
noktasından; kadınlar ve çocukların
başına bir şeyin gelmesine ilişkin korku
gediğinden yakalayıp içeri sızan son derece
iğrenç bir propagandaydı bu. Tehlike
kapıdaydı, korku ise her tarafı
sarmıştı. Kuşkular ise dur durak bilmiyordu:
"Onlardan bir topluluk da "Evlerimiz düşmana açıktır"
diye Peygamberden izin istemişlerdi."
Evlerinin düşmanın saldırabileceği
şekilde açıkta olduğu ve korumasız olarak
bırakıldığı gerekçesiyle izin
istiyorlardı.
Tam bu noktada Kur'an-ı Kerim gerçeği açıklayarak
mazeretlerini, bahanelerini geçersiz kılıyor:
"Oysa onların evleri düşmana açık
değildi."
Onları yalan, hile, korkaklık ve kaçma girişimi
içinde kıskıvrak yakalıyor: "Sadece kaçmak
istiyorlardı."
Denildiğine göre; Beni Harise kabilesi Evs b. Kayzi'yi
Peygamber efendimizin yanına göndererek "Evlerimiz düşmanın
saldırısına açıktır", Ensardan hiç
kimsenin evi bizimkilere benzemiyor. Bizi Gatafanlıların
saldırısından koruyacak hiç kimse yok. İzin
ver evlerimize dönelim. Çocuklarımızı,
kadınlarımızı koruyalım " diye izin
istemişlerdi. Peygamber efendimiz de onlara izin
vermişti. Sa'd b. Muaz bunu duyunca: "Ya Resulallah
onlara izin verme Allah'a andolsun ki, onlar bu şekilde
davranıp geri dönmezlerse bize de onlara da bir zorluk ulaşmaz"
demişti. Bunun üzerine Peygamber efendimiz bunların
izin isteklerini geri çevirmişti.
Kur'an-ı Kerim'in "Sadece kaçmak istiyorlar"
diye karşılık verdiği bu adamlar işte
böylesine olumsuz bir tavır takınıyorlardı.
Ayetlerin akışı, kargaşa, panik ve korkulu
kaçışmaların egemen olduğu ortamı tasvir
eden bu çarpıcı ve edebi ifadenin yanında duruyor.
Bu münafıkların ve kalplerinde hastalık
bulunanların ruhsal durumlarını yansıtan bir
tablo çizmek üzere duruyor. İnancın
gevşekliğini, kalbin kapaklıyı ve düşmanla
yüz yüze gelinir gelinmez herhangi bir şeyde kararlı
olmaya, ya da etrafa gösteriş yapmaya gerek
duymaksızın saffı terk edebileceğini ortaya
koyan psikolojik ve içe dönük bir tablodur bu: