15- Biz insana, ana babasına iyilik etmesini tavsiye ettik.
Annesi onu zahmetle taşıdı ve zahmetle doğurdu.
Taşınması ile sütten kesilmesi otuz ay sürdü.
Nihayet insan güçlü çağına erip kırk
yaşına varınca: "Ya Rabbi, dedi, beni, bana ve
anama, babama verdiğin nimete şükretmeye razı
olacağın yararlı işler yapmaya sevk eyle.
Benim içinde zürriyetim içinde iyiliği devam ettir. Ben
sana döndüm ve elbette ki ben müslümanlar-danım."
O, insan olmanın ötesinde başka herhangi bir nitelik
aranmaksızın, insan cinsinin tümüne yönelik, insanlık
temeli üzerine oturan bir tavsiye. O hiçbir kayd ve şarta
bağlamadan iyilik etmeyi öngören bir tavsiyedir. Başka
bir niteliğe gerek olmaksızın salt annelik
niteliği, kendisi bu iyiliği gerektirir. Bu o
insanın yaratıcısından gelen tavsiye olup
belki de sadece bu türe özgüdür. Nitekim; kuşlar veya
hayvanlar ya da böcekler, haşereler dünyasında küçüklerin,
büyüklerini koruyup gözetmekle yükümlü olduğu
bilinmiyor. Gözlemlenen hayvanların, kimi türlerde bu yaratıkların
fıtratının büyüklere küçükleri gözetip
korumayı yüklemesinden ibarettir. Dolayısı ile bu
tavsiyenin insan cinsine özgü olması muhtemeldir. .
Kur'an-ı Kerim ve Peygamberimizin hadislerinde ana babaya
iyilik emretme çokca yinelenir. Ana babaya çocuklara iyi
davranmaları konusundaki tavsiyeler i e; özel durumlarla sınırlı
olmak üzere pek nadir görülür. Çünkü fıtrat, ana
babanın bir özendiriciye gerek olmaksızın özden
kaynaklanan yapısal bir güdü ile çocukları koruyup gözetmelerini
tek başına güvenceye alır. Onlar bu koruyuculuk görevini;
sıkıntı çekmelerini geçin, çoğunlukla
ölüm sınırına ulaşan ilginç mükemmel soylu
bir özveri ile ikilemeden, karşılık beklemeksizin
hatta teşekkür bile ummaksızın yerine getirirler.
Doğmakta olan kuşak ise; arkada kalanlar ve tüm varlığını
kurban edip yokolmaya yüz tutmuş olan kuşakla pek az
ilgilenir. Çünkü o, ileriye itici rolü gereği
varını yoğunu kurban ederek gözetip koruyacağı
kendisinden oluşacak bir kuşak istediğindedir!
Hayat sürecinin karakteri budur!
İslam aileyi; yapısının ilk kerpici, yeni
yavruların adım adım gelişip büyüdükleri ve
yapıları gereği beklentisi içinde oldukları
sevgi, yardımlaşma, birlikte yaşama ve
yapıcılık mefhumlarıyla
karşılaştıkları yuva olarak görür. Aile
yuvasından mahrum kalan çocuk -aile kapsamı
dışında eğitim ve rahat etme olanakları
ne derece sağlanırsa sağlansın- birçok
yönden anormal olarak büyür. Aile yuvasının
dışında hangi yuvada olursa olsun ilk
kaybettiği de sevgi hissidir. Nitekim çocuğun
fıtratı gereği, ömrünün ilk iki yılında
annesine yalnız başına kendisi sahip olmak
istediği kanıtlanmıştır. Onu
başkasıyla paylaşmaya katlanama-maktadır.
Çocuk yuvalarında bunun sağlanması mümkün değildir.
Çünkü bir çocuk bakıcısı çok sayıda çocuğun
bakımını yürüttüğünden, çocuklar çok
çocuk bakıcı karşısında birbirlerine
kinlenmekte kalplerine kin tohumları ekilmektedir.
Dolayısıyla sevgi tohumu hiçbir zaman gelişememektedir.
Ayrıca çocukta sarsılmaz kişilik
oluşması için, hayatının bir bölümünde
kendisini kontrol edecek değişmez bir yöneticiye
ihtiyaç duyar. Bu ortam da doğal olarak aile
yuvasının dışında sağlanamaz. Çocuk.
yuvaları, çocuk bakıcılarının nöbetleşe
değişmeleri zorunluluğundan ötürü değişmez
yönetici sağlayamıyorlar. Bunun sonucu da çocukların
kişilikleri sağlıksız gelişiyor,
sarsılmaz kişilik oluşumu imkanından mahrum
kalıyorlar. Çocuk yuvalarındaki deneyimler;
islamın sağlam fıtrat temeli üzerine oturtmayı
hedeflediği, tutarlı toplum yapısında ailenin
ilk tuğla olarak görülmesinin üstün hikmetini günbe gün
ortaya çıkarmaktadırlar.
Kur'an burada, analığın gerçekleştirdiği
karşılık beklemeyen saygın soylu özveriyi
tasvir ediyor. Öyle ki; çocuklar Allah'ın ana babaya
ilişkin tavsiyesi konusunda ne ölçüde özen gösterirlerse
göstersinler hiçbir şekilde onun
karşılığım ödeyemeyeceklerdir:
"Anası onu zahmetle taşıdı ve zahmetle
doğurdu. Taşınması ile
sütten kesilmesi otuz ay sürdü."
Kelimelerin dizimi ve verdiği ses neredeyse; zorluk çekme,
emek harcama, zayıflık ve yorgunluğu
somutlaştırmaktadır: "Anası onu
zahmetle taşıdı ve zahmetle doğurdu.
"
Sanki, ağır bir yük yüklenmiş, zorlukla nefes
alıp veren, nefes alıp vermeden ötürü dili dışarıya
sarkmış gamlı bir çilekeşin ahları ile
karşı karşıyayız! Başka değil,
özellikle son günleri olmak üzere hamilelik, doğum ve
doğum sancılarının görüntüsünün ta
kendisi!
Döl bilimi ilerliyor. Hamileliğin içerdiği
özveriye ilişkin verdiği bilgilere
baktığımızda olayın insanı etkin biçimde
duygulandırıcı görünümü ile karşılaşıyoruz.
Yumurta sperme ile birleşir birleşmez, yeteneği ile
donatılmış olarak çeperine tutunmak için döl
yatağına koşuyor.
Yapıştığı döl yatağının
çeperini yiyerek deliyor, hemen o noktaya anne kanı
akın ediyor. Öyle ki; bu döllenmiş yumurta, sürekli
besleyici anne kanı bolluğu içinde yüzüyor ve canlanıp
gelişmek için onu emiyor. O sürekli döl yatağı
çeperini yemekte, hayat suyunu emmektedir. Zavallı anne ise;
temiz besleyici olarak bu yeme hırslısı, doymaz,
obur yumurtaya sunmak için yer içer sindirir ve özümler.
Ceninin kemik oluşumu döneminde, anne kanından kireç
alımının artmasından ötürü anne kireç açısından
zayıflar. Çünkü o, bu küçüğün kemiklerinin oluşması
için kemiklerinin eriğini vermektedir. Bütün bu
söylediklerimiz söylenebileceklerin yanında az kalır.
Sonra doğum. O, zor ve yıpratıcı bir
iş, fakat yolaçtığı korkunç
ızdırapların tümü de ne fıtratın
önüne geçebiliyor ne de anneye meyvenin çekiciliğini
unutturabiliyor. Cazibesi unutulmayan meyve, fıtratın
emrine uyma ve hayata yaşayan gelişen bir fidan vermeden
ibarettir. Bu arada kendisi solup ölürken!
Sonra annenin süt içinde kemiğinin etinin öz soyunu
sunduğu emzirme ve gönlünün sinirlerinin enerjisini
sarfettiği koruyup gözetme. Bununla birlikte o ferah mesut
olup merhamet ve sevgi doludur. Ne usanır ne de bu çocuğun
verdiği zorluğu kötü görür. Yaptıklarına
karşılık olmak üzere en büyük arzusu onu sağlıklı
ve gelişir görmektir. Onun beklediği biricik sevgili
karşılık işte budur!
İnsan bu özveriye karşılık verme
ölçüsüne nasıl ulaşacak? Ne yaparsa yapsın,
onun yapacağı azın azı olmanın ötesine
geçemeyecektir.
Resulullah, -salât ve selâm üzerine olsun- annesini omuzunda
taşıyarak tavaf ettiren biri gelip Hakkını
ödedim mi?" diye sorduğunda; "Hayır bir nefes
soluğun hakkını bile ödeyemedin" (Hafız
Ebu Bekr El-Bezzaz, Bureyde'den ve babasından bu hadisi
rivayet eder.) karşılığını
verdiğinde ne kadar doğru söylemiş.
ANA-BABAYA SAYGI
Ana babaya iyi davranmanın emredilip, annenin ortaya
koyduğu soylu özveride görülen özelliklerle vicdanların
uyarıldığı bu bölümden, fıtratın
dengelendiği ve kalbin doğru yolu bulduğu
olgunlaşma aşamasına geçiyor:
"Nihayet insan, güçlü çağına erip kırk
yaşına varınca: `Ya Rabb'i dedi; beni, bana ve ana
babama verdiğin nimete şükretmeğe, razı
olacağın yararlı işler yapmağa sevkeyle
Benim için zürriyetim için de iyiliği devam ettir. Ben
sana döndüm ve elbette ki ben müslümanlardanım".
Güçlü çağına erme otuzla kırk yaşlar
arasında gerçekleşir. Kırk yaş
olgunlaşmanın son sınırıdır. Ona
ulaşıldığında tüm güçler tamamlanır;
insan olgunluk
ve
dinginlik içinde ölçüp biçme ve düşünmeye hazır
duruma gelir. Doğru yoldaki sağlam fıtrat bu
yaşta, hayatın ötelerine, hayattan sonrası ve dönüp
varacağı yeri araştırmaya yönelir.
Kur'an burada, ömrün arkasını dönüp giden yarısı
ile başlamak üzere olan diğer yarasının
ayrım noktasında bulunan, Allah'a yönelmiş
doğru yolda olan nefsin içinden geçen duyguları tasvir
ediyor:
"Ya Rabb'i beni, bana ve anama, babama verdiğin
nimete şükretmeye sevk eyle."
Rabb'inin nimetini algılayan, o ve önceden de ana babasının
nasiblenmesi dolayısı ile eski vefalısı olan
bu nimeti büyük görüp onun şükrü konusundaki abasını
küçük görüp azımsayan kalbin yakarışı. Tüm
gücüyle O'na yönelmesi konusunda yardım etmesi için yakarıyor
Rabb'ine: "Bana ilham et". Dileği; her şeyden
soyutlanıp şükür görevine yönelerek güç ve
dikkatini bu devasa görevin dışında başka bir
uğraşa bölmemek.
"Ve razı olacağın yararlı iş
işlememi..."
Diğer bir dileği... Görüldüğü gibi,
mükemmellik ve iyilik açısından Rabb inin ondan
razı olmasın sağlayacak düzeye ulaşan
yararlı iş işlemede başarı elde etmesi için
yardım diliyor. Yani istediği Rabb'inin
rızası. Umulan sadece o.
"Benim zürriyetim içinde de iyiliği devam
ettir."
İşte üçüncü dileği de bu. Mü'min kalbin,
salih amelinin zürriyeti yoluyla etkisini sürdürmesi ve arkasında
Allah'a kulluk eden, rızasını dileyenler
olduğu konusunda içinde rahat olması arzusu. Salih zürriyet
salih kulun amelidir, O, onun katında hazinelerden daha
değerli ve dünyanın tüm güzelliklerinden daha çok
huzur veren şeydir. Allah'a itaatin gelecek kuşaklarda
da sürmesine yönelik ana babadan soya uzanan dua.
Dileğini Rabb'ine yöneltiyor. Bu içtenlikli duanın
önüne aldığı dileğini. Ki o, tevbe ve
teslimiyetten ibarettir:
"Ben sana döndüm. Ve elbette ki ben müslümanlardanım.
"
İşte doğru yolda olan, sağlam fıtrat
sahibi salih kulun tutumu. Rabb'inin ona olan tutumuna gelince
Kur'an ona açıklık getiriyor: