BİR PADİŞAH FERMANI

 

Dinimizin çocuklar için getirdiği, bülûğdan önce temel formasyonu alma hakkının ihlal edildiği devirler olmuştur. Ancak, bundan sorumlu olan devlet başkanı duruma müdahale etmiştir.  Bunun en güzel örneğini 1825 yılında II. Mahmud'un bütün vilayet, sancak ve kazalara ta'mim ettiği bir ferman teşkil eder. O, bu fermanda 5-6 yaşındaki çocukların "mektepten alınarak çıraklığa verilmesini" yasaklar. Şöyle der:"

Dinî vecibeleri öğretmek ve seçeceği mesleğin bilgilerine sahip kılmak, babaların evlatlarına karşı ilk vazifesidir. Ne yazık ki, bir zamandan beri birçok ana ve baba bu temel vazifeyi unutarak çocuklarını daha beş-altı yaşında, kazanç hırsı ile zanaat sahiplerinin yanına çırak veriyorlar veya başıboş bırakıyorlar. Çocukluk çağında cahil kalanlar ise, ergenlik çağlarında hem kendileri için, hem  de memleket için dert oluyorlar. Bu, iki dünyada cezayı mucib bir ihmaldir.

Sizlere emir ve irade ediyorum ki, bu ferman elinize değdiği anda, bölgenizde altı yaşını bitirmiş ne kadar çocuk varsa bunları tesbit ediniz, mevcut mahalle mektepleri yetmiyorsa bina ve hoca bularak mektepsiz çocuk bırakmayınız. Mektep çağında olduğu halde bu çocukları yanlarına alıp çalıştıranların şiddetle cezalandırılacaklarını ilan ediniz. Anasız ve babasız olanlarla, okumaya gücü olmayanların tahsilini, devletimin temin  edeceğini ilan ediniz."

Bu ferman, 1854'te Abdülmecid, 1873'de Abdilaziz tarafından tekrarlanır.

Ferman, temel eğitim meselesinde İslam'ın görüşünü ifade ettiği gibi, 19. asırda bunun aksamış olduğunu, çocuğun maddî kaygılarla istismar edildiğini de gösterir.[1]

 

ـ5188 ـ5ـ وعن عائشة رَضِيَ اللّهُ عَنْها قالت: ]كَانَ ‘بِى بَكْرٍ رَضِيَ اللّهُ عَنْه غَُمٌ يُخَرّجُ لَهُ الْخَرَاجَ، وَكَانَ أبُو بَكْرٍ يَأكُلُ مِنْ خَرَاجِهِ، فجَاءَ يَوْماً بِشَىْءٍ فأكَلَ مِنْهُ أبُو بَكْرٍ. فقَالَ لَهُ الْغُمُ: تَدْرِي مَا هذَا؟ فقَال: مَا هُوَ؟ قَالَ: كُنْتُ تَكَهَّنْتُ “نْسَانٍ في الْجَاهِلِيّةِ، وَمَا أُحْسِنُ الْكَهَانَةَ إّ أنّي خَدَعْتُهُ فَلَقِيَنِي فأعْطَانِي بِذلِكَ هذَا الّذِي أكَلْتَ منْهُ. فأدْخَلَ أبُو بَكْرٍ رَضِيَ اللّهُ عَنْه يَدَهُ في فيهِ فقَاءَ كُلَّ شَىْءٍ في بَطْنِهِ[. أخرجه البخاري .

 

5. (5188)- Hz. Aişe (radıyallahu anhâ) anlatıyor: "Hz. Ebu Bekr (radıyallahu anh)'in bir kölesi vardı. Bu köle çalışıp kendisine belli bir haraç ödüyordu. Hz. Ebu Bekr onun kazancından yiyordu. Bir gün yine bir şeyler getirdi. Ebu Bekr (radıyallahu anh) bundan da yedi. Ancak kölesi:

"Bu yediğin nedir, biliyor musun?" dedi. Hz. Ebu Bekir:

"Neymiş o?" deyince köle açıkladı:

"Ben cahiliye devrinde kâhinlik yapardım. Aslında bu işin ehli de  değildim. Bu sebeple (kafadan atıp bir) adam aldatmıştım. (Bugün yolda) bana rastladı ve (kâhinliğimden kalma eski) bir borcunu ödedi. Yediğiniz işte bu idi!"

Bunun üzerine Ebu Bekr elini boğazına atıp, midesinde her ne varsa kusup çıkardı." [Buharî, Menakıbu'l-Ensar, 26.][2]

 

AÇIKLAMA:

 

Haraç: Burada kölenin, efendisine, kazancından vermeyi vaadettiği vergidir. Bu, köle ile efendi arasında karşılıklı olarak tesbit edilen bir miktardır. Günlük, haftalık veya aylık gibi muayyen periyodlara göre ödenirdi.

Rivayetin bir başka veçhinde, Hz. Ebu Bekr'in her gün, bunu neden nasıl kazandığını  sorduktan sonra yediği; bir gün, gece vakti ödemeyi yaptığı, bu defasında sormadan yiyip, bilahare sorunca, yukarıda kaydedilen cevabı aldığı, bunun üzerine kustuğu, vs. belirtilmiştir.[3]


 

[1] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 14/525-526.

[2] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 14/526-527.

[3] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 14/527.