MUDARABE BÖLÜMÜ

 

UMUMİ AÇIKLAMA

 

Teysir'in aslında Kırâz diye isimlendirilmiş olan bu  bölümün ismini mudarebe diye değiştirdik. Çünkü kırâz kelimesi dilimizde bilinmez. Esasen kırâz da mudarebe demektir. Hicaz ulemasının kırâz dediği şeye Irak ulemâsı mudarebe demiştir.

Zürkânî'nin açıkladığı üzere, Irak uleması, kelimeyi "Yeryüzünde sefere çıktığınız zaman..." (Nisa 101) ve "Bir kısmınız, Allah'ın lütfundan rızkını aramak için  yeryüzünde dolaşacak..." (Müzzemmil 20) ayetlerinden almıştır. Hadiste   لَوْ جَعَلْتُهُ قِرَاضاً ibaresinin  gelmiş olması da, bu tabirin Hicaz'da müsta'mel bir lügat olduğunu gösterir.

Mudarebe (kırâz) cahiliye devrinde cârî olan ticârî bir ortaklık çeşidi idi. İslam aynen benimsemiştir.  Hatta Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) kendisine henüz peygamberlik gelmezden önce, Hz. Hatice (radıyallahu anhâ) ile mudarebede bulunmuştur. Tıpkı diyet gibi, bu tatbikat herkes tarafından rivayet edilmiştir. Meşruiyyetinde herhangi bir şüphe mevzubahis değildir.

Bu kısa açıklamadan sonra mudarebeyi kısaca: "Bir taraftan sermaye, diğer taraftan say ve amel (çalışma) olmak üzere akdedilen bir nevi şirket, ticârî   bir ortaklık" diye tarif edebiliriz. Bu  şirkette sermayeyi kullanıp çalışan ortağa mudarib denir.

İbnu Abdilberr: "Mudarebenin amel edilmiş olan bir sünnet olduğu hususunda ulema icma etmiştir" dedikten sonra, Hz. Ömer, Abdullah İbnu Ömer, Hz. Aişe, İbnu Mes'ud gibi büyük sahabilerin: "Yetimlerin mallarını ticarette çalıştırın, zekat yiyip tüketmesin" dediklerini ve onların, yetimlerin mallarını mudârebe usulüyle çalıştırdıklarını belirtir.[1]

 

ـ4990 ـ1ـ عن زيد بن أسلم عن أبيه قال: ]خَرَجَ عَبْدُاللّهِ وَعُبَيْدُاللّهِ ابْنَا عُمَرَ رَضِيَ اللّهُ عَنْهم في جَيْشٍ الى الْعِرَاقِ. فَلَمَّا قَفََ مَرّا

عَلى أبِي مُوسى ا‘شْعَرِيِّ رَضِيَ اللّهُ عَنْه وَهُوَ أمِيرُ الْبَصْرَةِ فَرَحّبَ بِهِمَا وَسَهّلَ. ثُمَّ قالَ: لَو أقْدِرُ لَكُمَا عَلى أمْرٍ أنْفَعُكُمَا بِهِ لَفَعَلْتُ؟ ثُمَّ قَالَ: بَلى، ههُنَا مَالٌ مِنْ مَالِ اللّهِ أُرِيدُ أنْ أبْعَثَ بِهِ الى أمِيرِ الْمُؤْمِنينَ فاسْلِفَكُمَاهُ، فَابْتَاعَا بِهِ مِنْ مَتَاعِ الْعِرَاقِ ثُمَّ تَبِيعَانِهِ بِالْمَدِينَةِ، فَتُؤَدِّيَانِ رَأسَ الْمَالِ الى أمِيرِ الْمُؤْمِنِينَ وَيَكُونُ لَكُمَا الرِّبْحُ. فقَاَ: وَدِدْنَا، فَفَعَلَ. وَكَتَبَ الى عُمَرَ رَضِيَ اللّهُ عَنْه أنْ يَأخُذَ مِنْهُمَا الْمَالَ. فَلَمّا قَدِمَا بَاعَا فأرْبَحَا فَلَمَّا دَفَعَا ذلِكَ الى عُمَرَ، قَال: ألِكُلِّ الْجَيْشِ أسْلَفَ مِثْلَ مَا أسْلَفَكُمَا. أدّيَّا الْمَالَ ورِبْحَهُ. فأمَّا عَبْدُاللّهِ فَسَكَتَ، فأمَّا عُبَيْدُاللّهِ فقَالَ: مَا يَنْبَغِي لَكَ يَا أمِيرَ الْمُؤْمِنِينَ هذَا؛ أرَأيْتَ لَوْ نَقَصَ الْمَالُ أوْ هَلَكَ ضَمَنَّاهُ. فقَالَ: أدِّيَا الْمَالَ وَرِبْحَهُ فَسَكَتَ عَبْدُاللّهِ. فَرَاجَعَهُ عُبَيْدُاللّهِ فقَالَ رَجُلٌ مِنْ جُلَسَائِهِ: يَا أمِيرَ الْمُؤْمِنِينَ؛ لَوْ جَعَلْتُهُ قِراضاً؟ فَقَالَ: عُمَرُ قَدْ جَعَلْتُهُ قراضاً، أدِّيَا الْمَالَ وَرِبْحَهُ. فَسَكَتَ عَبْدُاللّهِ فَأخَذَ رَأسَ الْمَالِ وَنِصْفَ رِبْحِهِ. وَأخَذَ عَبْدُاللّهِ وَعُبَيْدُ اللّهِ نِصْفَ رِبْحِ الْمَالِ[. أخرجه مالك .

 

1. (4990)- Zeyd İbnu Eslem (radıyallahu anh) babasından  naklen anlattığına göre, "Ömer İbnu'l-Hattab'ın iki oğlu Abdullah ve Ubeydullah (radıyallahu anhümâ), Irak'a giden bir orduya katılıp  sefere çıktılar. Bu seferde, Basra emîri olan Ebu Musa el-Eş'arî (radıyallahu anh)'ye uğradılar. Ebu Musa onlarla merhabalaşıp, kolaylık diledikten sonra:

"Size faydası dokunacak bir şey yapabilmeyi ne kadar isterdim!" dedi ve az sonra hatırladı: "Evet evet! Şurada Allah'ın malından mal var. Onu Emîrü'lmü'minîn (Hz. Ömer)'e göndermek istiyorum. Ben onu size karz olarak vereyim. Siz onunla Irak mallarından satın alın, sonra da Medine'de satın. Sermayeyi emîru'lmü'minîn'e ödeyin,  kâr da sizin olsun!" dedi. Abdullah ve Ubeydullah:

"Bunu yapmak isteriz" dediler ve yaptılar. Ebu Musa, Hz. Ömer (radıyallahu anhümâ)'e onlardan malı almasını yazdı.

Medine'ye geldikleri vakit malı sattılar, kâr ettiler. Parayı Hz. Ömer'e verdikleri zaman:

"Ebu Musa, her askere size yaptığı gibi borç veriyor mu?" diye sordu. Oğulları, "Hayır!" dediler. Bunun üzerine Hz. Ömer:

"Emîru'lmü'minînin iki oğlu olduğunuz için borç vermiş. (Olmaz böyle şey!) Sermayeyi de, kârı da getirin!" diye gürledi. Abdullah  sükût etti. Ubeydullah ise:

"Ey Emîru'lmü'minîn, bu davranış sana yakışmaz! Eğer bu sermaye noksanlaşsa veya kaybolsa idi, biz tazmin edecektik" dedi. Fakat Hz. Ömer:

"Kârı da getirin!" diye ısrar etti. Abdullah yine sesini çıkarmadı. Ubeydullah (önceki söylediklerini tekrar ederek) karşılık verdi. Bunun üzerine Hz. Ömer'in meclis arkadaşlarından bir adam:

"Ey Emîru'lmü'minîn! Bunu mudarebe saysan!" teklifinde bulundu. Hz. Ömer de:

"Evet, onu mudarebe kıldım!" deyip, sermayeyi ve kârın yarısını aldı. Abdullah'la Ubeydullah da diğer yarısını aldılar." [Muvatta, Kıraz 1, (2, 687, 688).][2]

 

ـ4991 ـ2ـ وعن العء بن عبدالرحمن عن أبيه عن جده: ]أنّ عُثْمَانَ بْنَ عَفّانَ: أعْطَاهُ مَاً قَراضاً يَعْمَلُ فيهِ عَلى أنّ الرِّبْحَ بَيْنَهُمَا[. أخرجه مالك .

 

2. (4991)- Alâ İbnu Abdirrahman babası vasıtasıyla dedesi (Yakup el-Medenî)'den naklediyor: "Osman İbnu Affan kendisine, çalıştırması için, mudarebe olarak mal verdi ve kâr ikisinin oldu." [Muvatta, Kırâz 2, (2, 688).][3]

 

AÇIKLAMA:

 

1- Sermaye birinden, onu çalıştırıp ticaret yapma işi bir diğerinden olmak suretiyle teşkil edilen ve mudarebe (veya kıraz) denilen ticarî şirkete Ashab'tan iki örnek görmekteyiz. İmam Malik, bunları, mudarebeye sahabe devrinden örnek göstermek maksadıyla kaydetmiş olmalıdır. Çünkü bu meseleye ayet  ve merfu sünnette rastlanmaz.

2- Hz. Ömer (radıyallahu anh), Ebu Musa'nın davranışından, kendi çocuklarına hususi muamele ile kayırma gördüğü için devlet malıyla elde edilen kârı da hazineye almak istiyor. Ancak Ubeydullah, bunu borç olarak almış olduklarını, kaybı veya ziyana uğraması halinde tazmin edeceklerini, dolayısıyla kârının kendilerinin olması gerektiğini istidlal ediyor. Zürkânî, Ubeydullah'ın, babasına yaptığı itirazın ukuk ve saygısızlık olmadığını, dolayısıyla bu itiraz ve ihticacda ne babalık  ne de halifelik hakkına bir halel gelmediğini belirtir. "Nass olmayan yerde ihticaca cevaz vardır" der.

3- Meseleyi çözüme kavuşturan zatın Abdurrahman İbnu Avf (radıyallahu anh) olduğu belirtilmiştir. O, kendisine sorulmadan fetva vermiş ve fetvası kabul görmüştür. Bu kabul, Hz. Ömer'in müdarebe tarzındaki şirketin meşruluğunu te'yid etmesi demektir. Hâdisenin birçok sahabenin hayatta oldukları bir zamanda cereyan etmesi, buna herhangi bir itiraz da gelmemesi mudarebenin meşruluğuna delil kabul edilmiştir.

* Bazı alimler: "Bu muamele İslam'da ilk mudarebedir" demiştir. Bazıları da bunun değil, bir başka hâdisenin ilk olduğunu söyler. Şöyle ki: Hz. Ömer, ticaretten anlamayan kimseleri çarşıdan çıkarır. Bunlar arasında Ya'kub Mevla'l-Huraka da vardı. Onun halini yakinen bilen Hz. Osman (radıyallahu anh) kendisine sermaye verip çarşıya oturtur ve ortak olarak ticaret yaptırır. İşte bu hâdisenin ilk mudarebe örneğini teşkil ettiği de söylenmiştir. [4]


 

[1] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 14/213.

[2] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 14/214-215.

[3] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 14/215.

[4] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 14/215-216.