SEKİZİNCİ FASIL

 

ADALET VE ŞEHADET

 

ـ4908 ـ1ـ عن عمرو بن شعيب عن أبيه عن جدّه قال: ]قَالَ رَسُولُ اللّهِ #: َ تَجُوزُ شَهَادَةُ خَائِنٍ وََ خَائِنَةٍ، وََ زَانٍ وََ زَانِيَةٍ، وََ ذِي غِمْر عَلى أخِيهِ[. أخرجه أبو داود.وللترمذي، عن عائشة بعد قوله، خائنة: و مجلودٍ حداً، وَ مُجرّبٍ شَهَادَةٍ وََ القَانِعِ ‘هلِ الْبَيْتِ، وََ ظَنِينٍ)ـ1( في وَءٍ وََ قَرَابَةٍ.قال الفزارى: »القَانِعُ« التابع.والمراد »بالخائنِ« الخيانة في الدين والمال وا‘مانة فإن من ضيّع شيئاً من أوامر اللّه أو ركب شيئاً من منهياته  يكون عدً.و»القانع« التابع مثل ا‘جير والوكيل تردّ شهادته للتهمة في جر النّفعِ الى نفسه، ‘ن التابع ‘هل البيت ينتفع بما يصير إليهم .

 

1. (4908)- Amr İbnu Şuayb an ebihi an ceddihi anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:

"Hain erkek ve haine kadının, zani erkek ve zaniye kadının, kardeşine kin taşıyan kimsenin şehadeti caiz değildir." [Ebu Davud, Akdiye 16, (3600, 3601) İbnu Mace, Ahkam 30, (2366).]

Tirmizî'de Hz Aişe'den yapılan bir rivayette, haine kelimesinden sonra şu ziyade vardır: "Hadd-i kazf'la celde tatbik edilenin, şehadette (yalanı) tecrübe edilmiş olanın, ev halkına hizmet edenin, kendisini nisbet ettiği mevla ve  akrabaları hususlarında müttehem olan (gerçek nesebini gizleyen)in." [Tirmizî, Şehâdât 1, (2299).][1]

 

AÇIKLAMA:

 

1- İslam'da herkes şahidlik yapamaz. Şahid olabilmek için adalet sahibi olmak gerekir. Bu vasfı taşımayan kimsenin şahitliği makbul değildir. Sadedinde olduğumuz hadis, kimlerin şahidliği kabul edilmiyorsa bunları belirtmektedir:

* Hain kelimesinden öncelikle insanlara karşı, emanetlerde  hiyanetle tanınmış kimseler anlaşılmıştır. el-Kâdı, hadisin daha umumi bir çerçevede anlaşılarak Allah'ın emanetine riayetkâr olmayanla, insanların emanetlerine riayetkâr olmayanların da aynı şekilde kastedilmiş olma ihtimalinin varlığına dikkat çeker.

* Zaniler.

Haddle celde uygulananlar... Bununla öncelikle hadd-i  kazf (iftira) anlaşılmıştır. Ebu Hanife de bu mânada anlamıştır: "Hadd-i kazf suçuyla celde tatbik edilenden  ebediyen şehadet makbul olmaz, tevbe bile etse"  der. el-Kâdî: "Diğer haddlerden ayrı olarak celde uygulananın zikredilmesi, bunun cinayetinin büyüklüğünden dolayıdır. Celde haddi tabiri, gayr-ı muhsan zaniyi, iftira edeni ve şarap içeni de içine alır" der.

Ebu Hanife: "Celde uygulananın, tevbe bile  etse, şehadeti makbul  değil" demiş ise de, ulemanın racih görüşü, tevbe eden kimsenin şehadeti makbul olacağı istikametindedir.

* Kardeşine karşı kin sahibi olanın şehadeti.

* Şehadette yalancılık yapmakla tanınmış olan kimse.

* Ev halkına ücret ve sair yollardan biriyle hizmet eden, tabi olan. Böyle birinin menfaatlendiği yere karşı bîtaraf olamayacağı kabul edilir ve bu sebeple şehadeti reddedilir. Oğlu lehine babanın, baba lehine oğlunun veya alacaklı kimse, müflisin bir  başkasında alacağı var diye şehadet edecek olsa, bunlar makbul değildir.

* Kendisini  nisbette yalan ithamıyla  tanınan, yani: "Ben falancanın azadlısıyım!" dese, fakat o kimseye nisbeti sahih olmasa, fasık  addedilir, şehadeti  de reddedilir. Yalandan akrabalı iddiası  da aynı hükme girer.[2]

 

ـ4909 ـ2ـ وعن أبي هريرة رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]قال رَسُولُ اللّهِ #: َ تَجُوزُ شَهَادَةُ بَدَوِيٍّ عَلى ذِى قَرْيَةٍ[. أخرجه أبو داود.وإنما كره شهادة

البدوي لما فيه من الجفاء في الدين، والجهالة بأحكام الشريعة، ولعدم ضبطه الشهادة في الغالب على وجهها لقلة معرفته بشروطها، وإليه ذهب مالك. والناس على خفه .

 

2. (4909)- Hz. Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:

"Bedevinin, köylü aleyhindeki şehadeti caiz değildir." [Ebu Davud, Akdiye 17, (3602); İbnu Mace, Ahkâm 30, (2367).][3]

 

AÇIKLAMA:

 

Bedevi, çöllerde çadırda yaşayanlara denir. Bunlar göçebe hayatı sürer, belli bir yerleşim yerleri yoktur.

Bedevinin şehadetinin makbul olmayışı, onların dinî bakımdan  eksikliklerinin fazlalığındandır. Onlar şer'î ahkâmı da yeterince bilmezler, çoğu hallerde şehadeti usulüne uygun yapamazlar da. Bu gibi sebeplerle onların şehadeti makbul addedilmemiştir. Ahmed İbnu Hanbel hadisle ameli esas almıştır. İmam Malik ve Ebu Ubeyd de bu görüştedir. Ancak cumhur, bedevinin de şehadetinin makbul olacağına hükmeder. İbnu Raslan: "Bu hadisi, bedevilerden adaleti bilinmeyene hamlettiler. Zaten galib durumda onların adaleti bilinmez" der.[4]

 

ـ4910 ـ3ـ وعن أيمن بن خُرَيْم بن فاتك قال: ]قَالَ رَسُولُ اللّهِ #: عُدِلَتْ شَهَادَةُ الزُّورِ إشْرَاكاً بِاللّهِ تَعالى. ثُمَّ قَرَأ: فَاجْتَنِبُوا الرِّجْسَ مِنَ ا‘وْثَانِ وَاجْتَنِبُوا قَوْلَ الزُّورِ حُنَفَاءَ للّهِ غَيْرَ مُشْرِكِينَ بِهِ[. أخرجه أبو داود والترمذي؛ إ أن أبا داود قال عن خريم بن فاتك، وخريم صحابي؛ وأما ابنه أيمن فقال الترمذي:  نعرف له سماعاً من النبي # .

 

3. (4910)- Eymen İbnu Hureym İbni Fatik anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm):

"Yalan şehadet Allah'a şirkle bir tutulmuştur!" buyurdular ve şu ayeti okudular. (Mealen): "...Putlara tapmak gibi bir pislikten ve yalan sözden de kaçının." (Hacc 30). [Tirmizî, Şehâdât 3, (2300, 2301); Ebu Davud, Akdiye 15, (3599); İbnu Mace, Ahkâm 32, (2372).][5]

 

AÇIKLAMA:

 

Hadiste Aleyhissalâtu vesselâm, yalan şehadeti, günah itibariyle şirke emsal tutmuştur. Çünkü şirk de Allah hakkında bir yalandan ibarettir; söylenmesi caiz olmayan şeyi Allah'a  nisbettir. Aynı şekilde yalancı şahitlik de kula caiz olmayan bir şeyi  söylemektir. Öyleyse her ikisi de, gerçekte olmayan şeylerin iddiasıdır.

Tîbî der ki: "Resulullah  yalan sözü şirke müsavi kıldı. Çünkü şirk de yalan sınıfına girer. Zîra müşrik, putun ibadete müstehak olduğunu zanneder."[6]

 

ـ4911 ـ4ـ وعن زيد بن خالد رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]قَالَ رَسُولُ اللّهِ #: أَ أخْبرُكُمْ بِخَيْرِ الشُّهَدَاءِ؟ الَّذِي يَأتِي بِشَهَادَتِهِ قَبْلَ أنْ يُسْألَهَا[. أخرجه مسلم ومالك وأبو داود والترمذي.قال مالك: هُوَ الَّذِى يُخْبِرُ بِالشّهادةِ الّتِي َ يَعْلَمُ بِهَا الّذِي هِي لَهُ، فَيأتِي بِهَا ا“مَامَ فَيَقْضِي لَهُ بِهَا .

 

4. (4911)- Zeyd İbnu  Halid (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:

"Size  şahidlerin en hayırlısını haber vermeyeyim mi: O kendisine taleb edilmezden önce şehadet etmeye gelendir." [Müslim, Akdiye 19, (1719); Muvatta, Akdiye 3, (2, 720); Ebu Davud, Akdiye 13, (3596); Tirmizî, Şehâdât 1, (2296).][7]

 

AÇIKLAMA:

 

Bu hadis, şahidlik taleb edilmeden, kendiliğinden gidip şahitlikte  bulunmayı takdir etmektedir. Ancak daha önce de geçtiği üzere bazı hadisler, taleb edilmeden şahitlikte bulunanları kötüler. Bir hadis şöyle: "Asırların en hayırlısı benim asrımdır. Sonra onu  takib eden asırdakiler, sonra da onu takib eden asırdakiler gelir. Sonra da bir kavim gelir ki onlar şahidlik taleb edilmeden şehadette bulunurlar."

Aradaki zıtlık (tearuz) şöyle giderilmiştir. Nevevî der ki: "Bu hadiste iki te'vil var: En sahihi, en meşhur olanı İmam Malik ve Ashab-ı Şafiî tarafından yapılan te'vildir. Buna göre, bir  kimsenin nezdinde, bir insanın hakkını ilgilendiren bir şehadet mevcuttur. Fakat hak sahibi onun şahid olduğunu bilmemektedir. İşte bu kimse o adama gidip kendisi için şahid olduğunu haber verir, nezdindeki emaneti eda etmiş olur.

İkinci te'vile göre, bu övülen şehadet, insan hukukuyla değil,  hisbe şehadetiyle ilgilidir: Talâk, köle azadı, vakıf, ammeye yönelik  vasiyetler, hudud gibi meselelere giren şehadetlerdir. Bu çeşitten bir şey bilen kimsenin, bildiğini gidip kadıya söylemesi, haber vermesi,  şahidlik yapması vacibtir.

Üçüncü bir te'vile göre, bundan, talepden önce değil, sonra şehadeti eda hususunda mecaz ve mübâlağa maksuddur. Nitekim: "Cömert, istemeden veren kimsedir" sözünden, istenince hemen çarçabuk vermek kastedilir."[8]

 

ـ4912 ـ5ـ وعن خزيمة بن ثابت رَضِيَ اللّهُ عَنْه: ]أنّ رَسُولَ اللّهِ # اِبْتَاعَ فَرَساً مِنْ أعْرَابِيّ فَاسْتَتْبََعَهُ النّبيُّ # الى مَنْزِلِهِ لَيَقْضِيَهُ ثَمَنَ فَرَسِه. فأسْرَعَ # المَشْىَ وَأبْطأ ا‘عْرَابِىّ، وَطَفَقَ رِجَالٌ يَعْتَرِضُونَ ا‘عْرَابِىّ، فَسَاوَمُوهُ بِالْفَرَسِ، وََ يَشْعُرونَ أنّ النّبىّ # قَدِ ابْتَاعَهُ. فَنَادَى ا‘عْرَابىّ النّبىّ # فقَالَ: إنْ كُنْتَ مُبْتاعاً هذَا الْفَرسَ وإّ بِعْتُهُ. فقَامَ النّبىُّ # حِينَ سَمِعَ نِدَاءَ ا‘عْرَابِىّ فقَالَ أوَلَيْسَ قَدِ ابْتَعْتُهُ مِنْكَ. فقَالَ ا‘عْرَابِىّ: واللّه مَا بِعْتُكَه. فقَالَ #ً بَلْ قَدِ ابْتَعْتُهُ مِنْكَ. فَطَفِقَ ا‘عْرابِىّ يَقُولُ: هَلُمَّ شَهِيداً. فقَالَ خُزَيْمَةُ: أنَا أشْهَدُ أنّكَ بَايَعْتَهُ. فأقْبَلَ # عَلى خُزَيْمَةَ فقَالَ: بِمَ تَشْهَدُ؟ قَالَ: بِتَصْدِيقِكَ يَا رَسُولَ اللّهِ، فَجَعَلَ شَهَادَةَ خُزَيْمَةَ بِشَهَادَةِ رَجُلَيْنِ[. أخرجه أبو داود والنسائي.وزاد رزين: ]فقَالَ ا‘عْرَابِىّ: أهذا رسولُ اللّهِ؟ فقَالَ أبُو هُريرةَ رَضِيَ اللّهُ عَنْه: كَفى بِكَ جَهًْ أنْ َ تَعْرِفَ نَبِيّكَ، صَدَقَ اللّهُ: ا‘عْرَابُ أشَدُّ كُفْراً وَنِفَاقاً وَأجْدَرُ أنْ َ يَعْلَمُوا حُدُودَ مَا أنْزَلَ اللّهُ عَلى رَسُولِهِ، فَاعْتَرَفَ ا‘عْرَابِىُّ بِالْبَيْعِ[.

 

5. (4912)- Huzeyme İbnu Sabit (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) bir  bedeviden bir at satın almıştı. Aleyhissalâtu vesselâm, onu eve kadar getirivermesini ve orada parasını almasını söyledi. Bu sırada kendisi hızlı hızlı yürüdü; bedevi ise ağır ağır yürüyordu. (Aralarında epeyce bir mesafe hasıl oldu. Bu sırada) bazı kimseler bedeviye gelip at üzerinde pazarlık yapmaya başladılar. Onu Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın satın almış olduğunu kimse bilmiyordu. Bedevî, Aleyhissalâtu vesselâm'a seslenip:

"Şu atı alacaksan al, değilse sattım!" dedi. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) bedevinin bu sözünü işitince adama yönelip: "Ben onu zaten senden satın aldım ya!" buyurdular. Ama bedevi:

"(Bu ne demek?) Vallahi ben onu sana satmadım!" dedi. Aleyhissalâtu vesselâm: "Bilakis! Ben onu senden aldım" dedi. Bunun üzerine bedevi:

"Bir şahit getir!" demeye başladı. Hemen Huzeyme alınıp:

"Ben şehadet ederim, siz onu satın aldınız!" dedi.  Aleyhissalâtu vesselâm, Huzeyme'ye gelerek: "Ne ile şehadet ediyorsun?" diye sordu. Huzeyme:

"Sana olan tasdikim ile, Ey Allah'ın Resulü!" dedi. bunun üzerine (aleyhissalâtu vesselâm) Huzeyme'nin şehadetini iki kişinin şehadeti yerine koydu." [Ebu Davud, Akdiye 20, (3607); Nesâî, Büyu 91, (7, 302).]

Rezîn şu ziyadeyi ilave etti: "Bedevi: "Bu, Resulullah mı?" dedi. Ebu Hüreyre kendisine: "Peygamberini tanımaman cahillik olarak sana yeter. Allah Teala Hazretleri doğru söyledi: "Bedeviler küfür ve nifak yönünden daha şiddetli ve Allah'ın Resulü'ne  indirdiği emir ve yasakları bilmemeye daha müsaitdirler" (Tevbe 97). Bedevi bunun üzerine atı sattığını itiraf etti."[9]

 

AÇIKLAMA:

 

1- Hâdise İbnu Sa'd'da daha teferruatlı olarak anlatılmaktadır. Buna göre Resulullah'ın satın aldığı atın adı Mürteciz'dir. Satan bedevi de Benî Mürre kabilesinden Sevâ İbnu Kavs el-Muharibî'dir, Seva İbnu'l-Haris de denmiştir. Anlatıldığı üzere eve kadar atı götürüp, parasını evde alacak olan Sevâ, ağır ağır yürürken, yolda atı almak isteyenler çıkar ve kandisine daha fazla fiyat teklif ederler. Bunun üzerine, Resulullah'a olan satışını inkar cihetine gider.

2- Bir rivayette Resulullah Huzeyme'ye:

"Sen alışveriş esnasında bizim yanımızda değildin. Seni şehadet etmeye sevkeden şey nedir?" diye sorar. Huzeyme: "Ben sizin getirdiğiniz (risaleti) tasdik ettim, bildim ki, haktan başka bir şey söylemezsin!" der. Bunun üzerine (aleyhissalâtu vesselâm): "Huzeyme kimin lehinde veya aleyhinde şehadette bulunursa, bu ona yeter, (iki şahid değerindedir)" buyurur.

3- Bu hâdise son derece hikmetlidir. Zîra,  Resulullah'ın vefatından sonra, Huzeyme (radıyallahu anh), bu vasfıyla mühim bir rol oynamıştır. Kur'an'ın cem'i bahsinde geçtiği üzere Zeyd İbnu Sabit başkanlığındaki Kur'an'ı  tedvin heyeti, ezberlerindeki ayetlere ikişer yazılı şahid istiyorlardı. Son inenlerden iki ayeti yazılı olarak  sadece Huzeyme getirmiş idi. "İki şahid" ünvanı hatırlanarak itirazsız kabul edildi.

Bazı yorumcular: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm), ondan daha üstün, daha efdalleri varken bunlarınkini değil de, Huzeyme'nin şehadetini iki şahidlik kabul etmesi, bir muhassıs sebepten dolayıdır. O sebep de, orada Resulullah'ın lehine şehadet hususunda onun hemen ortaya atılmasıdır" demiştir.  Hülefayı Raşidîn, Huzeyme'yi o vasıf  üzere kabul etmişlerdir. Huzeyme, aslında haklıdır. Bazı rivayetlerde ifade ettiği gibi, Resulullah'ı gaybî ve son derece mühim meselelerde ne demiş ise aynen kabul eden bir kimsenin, böyle basit bir meselede yalan söyleyeceğine ihtimal veremez. Aksini düşünmek kişiyi  tezada atar. Resulullah yine de, şehadet müessesesinin gerekliliği açısından, Huzeyme'nin şehadetini takdir buyurmuştur.  Resulullah'ın sıdkı ve şahsî bilgisi açısından başka bir şahide ihtiyacı yoktur, ama buna rağmen Huzeyme'nin şehadeti onu te'kid etmiş oldu.[10]


 

[1] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 14/110-111.

[2] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 14/111.

[3] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 14/112.

[4] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 14/112.

[5] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 14/112-113.

[6] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 14/113.

[7] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 14/113.

[8] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 14/113-114.

[9] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 14/115.

[10] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 14/115-116.