BEŞİNCİ FASIL

 

KADERİYE'NİN ZEMMİ

 

ـ4846 ـ1ـ عن حُذيفة رَضِيَ اللّهُ عَنْهُ قال: ]قَالَ رَسُولُ اللّهِ #: لِكُلِّ أُمَّةٍ مَجُوسٌ، وَمَجُوسُ هذِهِ ا‘ُمَّةِ الَّذِينَ يَقُولُونَ أنْ َ قَدَرَ فَمَنْ مَاتَ مِنْهُمْ فََ تَشْهَدُوا جَنَازَتَهُ، وَمَنْ مَرِضَ مِنْهُمْ فََ تَعُودُوهُ؟ وَهُمْ شِيعَةُ الدَّجَّالِ، وَحَقٌّ عَلى اللّهِ أنْ يُلْحِقَهُمْ بِالدَّجَّالِ[. أخرجه أبو داود .

 

1. (4846)- Huzeyfe (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:

"Her ümmetin Mecusileri vardır. Bu ümmetin Mecusileri "kader yoktur!" diyenlerdir. Bunlardan kim ölürse cenazelerinde hazır bulunmayın. Onlardan kim hastalanırsa ona ziyarette bulunmayın. Onlar Deccal bölüğüdür. Onları Deccal'e ilhak etmek Allah üzerine bir haktır." [Ebu Davud, Sünnet 17, (4692).][1]

 

AÇIKLAMA:

 

1- Bagavî, Şerhu's-Sünne'sinde kader meselesini şöyle özetler: "Kadere iman farzdır. Bu, kulların hayır ve şer bütün fiillerini Allah'ın yarattığına, bunları yaratmazdan önce Levh-i Mahfuz'da yazdığına, her şeyin O'nun kazası ve kaderiyle, irade ve meşietiyle olduğuna; ancak iman ve taate razı olduğuna ve bunlara sevap vaadettiğine, küfre ve masiyete razı olmadığına ve bunlar için ikab vaadettiğine inanmaktır. Kader, Allah'ın sırlarından bir sırdır. Buna ne mukarreb bir melek, ne de mürsel bir peygamber muttali olmamıştır. Bu meseleye akıl yoluyla gidip araştırma yapmak caiz değildir. Gerekli olan, bütün mahlukatı Allah'ın yaratıp onları iki gruba ayırdığına inanmaktır; bu gruplardan birini cennet için yaratmıştır ki, bu, fazlındandır, bir grubu da cehennem için yaratmıştır, bu da onun adaletindendir."

2- Kaderiye fırkası Mecusilere benzetilmiştir. Hattabi'ye göre bunun sebebi, onların iki asıl meselesindeki sözlerinin Mecusilerin sözlerine  benzemesidir. Çünkü onlar hayrı nurun fiilinden, şerri de zulmetin (karanlığın) fiilinden bilirler.

Kaderiyeciler de hayrı Allah'a, şerri de O'nun gayrına izafe ederler. Halbuki hayrı da şerri de yaratan Allah'tır. O'nun meşieti olmadan ne hayır ne de şer meydana gelir. Allah hikmetiyle şerri şer olarak yaratmıştır, tıpkı  hayrı da hayır olarak yarattığı gibi, zira her ikisi de  halk ve icad cihetiyle Allah'a; fiil ve kesb cihetiyle de failine muzaftır.

Hadis, ittisal yönüyle munkatı' bulunmuş, zayıf olduğuna dikkat çekilmiştir, mevzu diyen de olmuştur.[2]

 

ـ4847 ـ2ـ ولَهُ في رواية عن ابْنِ عُمَرَ مَرْفُوعاً: ]الْقَدَرِيَّةُ مَجُوسُ هذِهِ ا‘ُمَّةِ، إنْ مَرِضُوا فََ تَعُودُوهُمْ، وَإنْ مَاتُوا فََ تَشْهَدُوهُمْ[ .

 

2. (4847)- Ebu Davud'un İbnu Ömer'den gelen merfu bir rivayetinde şöyle buyrulmuştur:

"Kaderiye fırkası, bu ümmetin Mecusileridir. Eğer hastalanırlarsa ziyaret etmeyin, ölürlerse cenazelerine katılmayın." [Ebu Davud, Sünnet 17, (4691).][3]

 

ـ4848 ـ3ـ وَلَهُ أيْضاً في روايةٍ عَنْهُ مَرْفُوعاً: ]َ تُجَالِسُوا أهْلَ الْقَدَرِ، وََ تُفَاتِحُوهُمْ بِالْكََمِ[ .

 

3. (4848)- Yine Ebu Davud'da İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ)'den gelen merfu bir rivayette:

"Kader ehli ile düşüp kalkmayın, onlara dava açmayın" buyurulmuştur. [Ebu Davud, Sünnet 17, (4720).][4]

 

AÇIKLAMA:

 

1- Teysir, bu hadisin İbnu Ömer rivayeti olduğunu söylüyor. Ancak, Ebu Davud'da hadis Hz. Ömer'den rivayet edilmektedir.

2- "Onlara dava açmayın" demek, "İhtilaflarınızın çözümü için onların hakimlerine başvurmayın" demektir. Bazı alimler de: "İtikadla ilgili meselelerde onlarla münakaşa ve münazara başlatmayın. Ta ki içinize yersiz şekler girmesin. Çünkü onlar haksız mücadelede  münazara ve güç sahibi kimselerdir (size yersiz şek atabilirler)" diye anlamışlardır. Ancak   "Rabbimiz, kavmimizle bizim aramızda hak ile sen hüküm ver. Hakkı açığa çıkaranların en hayırlısı  sensin" (A'raf 89) ayetini esas alan alimler, önceki te'vilin daha münasip olduğunu söylerler. Mamafih, o  ibareyi "Onlara ilk selamı siz vermeyin" şeklinde anlayanlar da olmuştur.[5]

 

ـ4849 ـ4ـ وعن ابْنِ عَبّاسٍ رَضِيَ اللّهُ عَنْهُما: ]قَالَ رَسُولُ  اللّهِ #: صِنْفَانِ مِنْ أمَّتِي لَيْسَ لَهُمْ في ا“سَْمِ نَصِيبٌ: الْمُرْجِئَةُ، وَالْقَدَرِيَّةُ[. أخرجه الترمذي.»القَدريةُ« الذين يقولون: الخير من اللّه، والشر من ا“نسان، وأن اللّه  يريد أفعال العصاة.و»الْمُرجِئَةُ« الذين يقولون  يضر مع ا“يمان معصية، وهم أضداد القدرية، فإن من مذهبهم تخليد صاحب الكبيرة في النار إذا لم يتب منها وإن كان مؤمنا. وكهما مخالف ‘هل السنة والجماعة .

 

4. (4849)- İbnu Abbas (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:

"Ümmetimde iki sınıf vardır ki, onların İslam'dan nasipleri yoktur: Mürcie ve Kaderiye." [Tirmizî, Kader 13, (2150).][6]

 

AÇIKLAMA:

 

Mürcie, fırak-ı dalleden biridir. Temel görüşlerini "İman olunca günahın bir zararı yoktur; tıpkı küfür oldukça, taatin faydası olmadığı gibi"  diyerek ifade etmişlerdir. Gerçi küfür olduktan sonra amelin, taatin faydası yoktur, bu doğru. Ancak buna kıyasla "İman olunca günah zarar etmez" şeklinde çıkarılan hüküm batıldır. Böyle bir iddiayı benimsemek her çeşit haramın helal sayılması demek olan ibahe'ye kapı açar. Bu düşüncedeki bir insan, "Ben mü'minim günah zarar vermez" diyerek her aklına gelen haramı işleyebilir. Bu düşünce Kaderiye düşüncesinin tam zıddında yer alır. Onlar: "Büyük günah işleyen kimse bu günahtan tevbe  etmeden ölürse ebediyen cehennemde kalır" derken, bunlar "büyük de olsa günahın insana, -imanı olduğu takdirde- zarar vermeyeceğini" iddia etmişlerdir.

Görüldüğü üzere batıl mezhepler ifrat ve tefrit arasında bocalamaktadır. Ehl-i Sünnet ve'l-Cemaat, orta yolu tercih eder.

2- Bu fırkaya Mürcie denmiş olmasının sebebi hususunda ihtilaf edilmiştir:

* Bazılarına göre: Bu fırka, Hz. Osman (radıyallahu anh)'ın şehadeti üzerine Müslümanlar arasında çıkan gruplaşmalardan doğmuştur. Şöyle ki: Medine'de Müslümanlar:

1- Hz. Osman'ı mazlum  bilip onun intikamının  alınmasını isteyenler.

2- Hz. Ali'yi hilafete  layık görenler, olmak üzere başlıca iki gruba ayrılmışlardır.

Bunlar dışında üçüncü bir grup, her iki tarafla da münasebetlerini devam ettiriyordu. Bu gruba  mensup olanlar  aradaki ihtilafta bir taraf tutmuyorlar, hükmü Allah'a bırakıyorlardı. Geriye bırakma manasına gelen irca'dan, bunlara  Mürcie denmiştir.

* Bir başka tahmine göre, Hz. Ali'nin hilafette birinci sıradan dördüncü sıraya düşmesine onlar sebep olduğu için, onlara Mürcie  denmiştir. Bu manada Mürcie, Şia'nın zıddıdır.

* Bir başka açıklamaya göre, bunlar büyük günah işleyenler hakkındaki hükmü kıyamete bıraktıkları  için bunlara Mürcie denmiştir. Yani onlara göre günah işleyen cennetlik mi cehennemlik mi bu dünyada bilinemez, hükümlerini ahirete bırakmak gerekir.

* Bir başka izaha göre, Mürcie, ümit vermek  mânasına gelen ircadan gelmektedir. Yani onlar, "iman sahibine büyük günah zarar vermez" diyerek böylelerine ahirette cennete gitme hususunda ümit verdikleri için kendilerine Mürcie denmiştir.

* Son bir tahmine göre, bunlar ameli imandan te'hir ettikleri, yani imana çok ehemmiyet verip, ameli imandan ayırarak onun değerini ve ehemmiyetini çok gerilerde bıraktıkları için bunlara te'hir eden manasında Mürcie denmiştir.

Bütün bu Mürciî iddialar Kur'an ve sünneti  esas alan Ehl-i Sünnet ve'l-Cemaat'in görüşüne aykırıdır.[7]

 

ـ4850 ـ5ـ وعن نافعٍ قال: ]جَاءَ رَجُلٌ الى ابْنِ عُمَرَ رَضِيَ اللّهُ عَنْهُما فقالَ: إنَّ فَُناً يَقْرَأُ عَليْكَ السََّمَ، لِرَجُلٍ مِنْ أهْلِ الشَّامِ. فقَالَ ابْنُ عُمَرَ رَضِيَ اللّهُ عَنْهُما: إنَّهُ بَلَغَنِى أنَّهُ قَدْ أحْدَثَ التَّكْذِيبَ بِالْقَدَرِ، فإنْ كَانَ قَدْ أحْدَثَ فََ تَقْرَأْ مِنّي عَلَيْهِ السََّمَ، فإنِّي سَمِعْتُ رَسُولَ

اللّهِ # يَقُولُ: يَكُونُ في هذِهِ ا‘ُمَّةِ خَسْفٌ أوْ مَسْخٌ، وذلِكَ في الْمُكَذّبينَ بِالْقَدَرِ[. أخرجه أبو داود والترمذي .

 

5. (4850)- Nafi rahimehullah anlatıyor: "Bir adam İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ)'e gelerek:

"Falan kimse sana selam ediyor!" diyerek, Şamlı birisinden selam getirdi. İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ):

"Bana ulaştığına göre, o kimse kaderi inkar ediyormuş. Eğer o böyle bir bid'a fikre saplandı ise, sakın ona benden selam söyleme! Zîra ben, Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ı işittim:

"Bu ümmette hasf (yere batırma), mesh (suret değişmesi) [ve kazf= (taş yağması)] olacak. Bu musibetler kaderi inkar edenlere gelecek." [Ebu Davud, Sünnet 7, (4613); Tirmizî,Kader 7, (2153, 2154).][8]

 

AÇIKLAMA:

 

1- Ebu Davud'un bir rivayetinde, İbnu Ömer'e selam gönderen Şamlı zatın, İbnu Ömer'le mektuplaşan tanış birisi olduğu belirtilir. İbnu Ömer ona şöyle yazmıştır: "Kulağıma geldiğine göre sen kader hakkında (rastgele) konuşuyormuşsun. Bundan böyle  sakın benimle mektuplaşmaya yeltenme. Zîra ben Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın: "Ümmetim içinden kaderi inkar eden kimseler çıkacak!" dediğini işittim."

Hadiste musibetler sayılırken bazı rivayetlerde "veya" mânasına gelen "ev" denmiştir. Alimler umumiyetle, bunu "ve" mânasına anlamışlardır.

2- Bid'ayı çeşitli vesilelerle açıkladık. Tekrar etmek gerekirse: Dinde olmadığı halde sonradan ihdas edilip, dine sokulan şeydir. Kamus'ta: "Din tamamlanmış olduktan sonra onda ihdas edilen şeydir" dendikten sonra şu açıklama yapılır: "Bid'at küfürden küçük, fıskdan  büyüktür. İlim ve amel gerektiren bir delile muhalefet eden bir bid'at "küfür"dür. Zahiren amel gerektiren bir delile muhalefet eden bid'a ise küfür değil, fakat dalalettir."

Cürcânî, et-Ta'rifat'da: "Sünnete muhalif olan fiildir. Buna bid'at denmesi, bunu söyleyen kimse, dinde örneği olmayan bir şeyi ibda (ihdas) etmesindendir" der.

3- Taş yağması diye tercüme ettiğimiz kazftan murad, Lut kavminin maruz kaldığı çeşitten bir beladır. [9]

 

ـ4851 ـ6ـ وعن ابْنِ عَمْرِو بْنِ العَاصِ رَضِيَ اللّهُ عَنْهُما قال: ]قَالَ رَسُولُ اللّهِ #: كَتَبَ اللّهُ مَقَادِيرَ الْخََئِقِ قَبْلَ أنْ يَخْلُقَ السَّموَاتِ وَا‘رْضَ بِخَمْسِينَ ألْفَ سَنَةٍ وَعَرْشُهُ عَلى الْمَاءِ[. أخرجه مسلم والترمذي .

 

6. (4851)- İbnu Amr İbni'l-As (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:

"Allah mahlukatın miktarlarını, semavat ve arzı yaratmazdan elli bin sene evvel, arşı da su üzerinde iken yazdı." [Müslim, Kader 16, (2653); Tirmizî, Kader 18, (2157).][10]

 

ـ4852 ـ7ـ وعن أبُو عزة قال: ]قَالَ رَسُولُ اللّهِ #: إذَا قَضَى اللّهُ تَعالى لِعَبْدٍ أنْ يَمُوتَ بِأرْضٍ جَعَلَ لَهُ إلَيْهَا أوْ قَالَ بِهَا حَاجَةً[. أخرجه الترمذي .

 

7. (4852)- Ebu Azze anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Allah bir kulunun bir memlekette ölmesini takdir etti mi, onu oraya -veya orada bulunan bir şeye dedi- muhtaç kılar." [Tirmizî, Kader 11, (2148).][11]

 

AÇIKLAMA:

 

Hadis, kişinin nerede öleceğinin bilinemeyeceğini  takrir etmektedir. Kaderinde nerede ölmek varsa, Allah onu o memlekete muhtaç kılmakta veya oraya bir ihtiyaç hasıl etmekte; bu hacetini görmek üzere oraya giden kimse, eceline orada kavuşmakta ve vefat etmektedir. Bu hususu ifade eden ayette Rab Teala "Hiç kimse nerede öleceğini bilmez" (Lokman 34) buyurmaktadır.[12]

 

ـ4853 ـ8ـ وعن مالِكٍ: ]أنَّهُ بَلَغَهُ أنَّهُ قِيلَ “يَاسٍ: مَا رَأيُكَ في الْقَدَرِ؟. فقَالَ: رَأْىُ ابْنَتِي. يُرِيدُ َ يَعْلَمُ سِرّهُ إَّ اللّهُ. وَكَانَ يُضْرَبُ بِهِ الْمَثَلُ في الْفَهْمِ، وَسَألَهُ رَجُلٌ عَنِ الْقَدرِ فقَالَ: ألَسْتَ تُؤْمِنُ بِهِ؟ قَالَ: بلَى. قَالَ: فَحَسْبُكَ، حَدّثَنِي عَلِيُّ بْنُ حُسَيْنٍ عَنْ أبِيهِ رَضِيَ اللّهُ

عَنْهُما أنَّ رَسُولَ اللّهِ # قَالَ مِنْ حُسْنِ إسَْمِ الْمَرْءِ تَركُهُ مَا َ يَعْنِيهِ، وَبَلَغَهُ أيْضاً أنَّهُ قِيلَ لِلُقْمَانَ: مَا بَلَغَ بِكَ مَا  تَرى؟ قَالَ أدَاءُ ا‘مَانَةِ، وَصِدْقُ الْحَدِيثِ، وَتَركى مَا َ يَعْنِينِي[. أخرجه رزين .

 

8. (4853)- İmam Malik'e ulaştığına göre, İyas İbnu Muaviye'ye,

"Kader hakkında fikrin nedir?" diye sorulmuş da o şu cevabı vermiştir:

"(Benim fikrim)  kızımın fikridir!" Bu sözle, onun sırrını ancak Allah'ın bildiğini söylemek istemiştir. İyas, anlayışta darb-ı mesel olmuştu. (Bir gün) bir adam ona kader hakkında sordu:

"Kadere inanmıyor musun?" dedi. Adam:

"Elbette inanıyorum!" deyince:

"Bu  kadarı sana yeter! (Fazlası senin için mâlâyanidir). Zîra Ali İbnu Hüseyin, babası (Hz. Ali İbnu Ebi Talib) (radıyallahu anhümâ)'dan bana  nakletti ki, Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) şöyle  buyurmuşlardır:

"Kişinin mâlâyani şeyleri terketmesi, onun Müslümanlığının güzelliğindendir!"

Yine ona ulaştığına göre Lokman'a: "Sende gördüğümüz (bu fazilet)in sebebi nedir?" diye sorulunca şu cevabı vermiştir:

"Emaneti eda, doğru söz ve beni ilgilendirmeyen şeyleri terketmem!" Rezin tahric etmiştir. (Rivayette geçen "Kişinin mâlâyaniyi terketmesi İslam'ının güzelliğindendir" şeklindeki Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın bu sözü şu kaynaklarda geçer: [Muvatta, Hüsnü Hulk 3, (2, 903); Tirmizî, Zühd 11, (2318, 2319); İbnu Mace, Fiten 12, (2976); Rivayetin sonundaki "Yine ona ulaştığına göre Lokman'a..." kısmı da, Muvatta'da gelmiştir (Kelam 17, 2, 990).][13]

 

AÇIKLAMA:

 

Hadiste, Hz. Lokman'ın zikri geçmektedir. Kur'anda zikri geçen bu zatın şahsiyeti, milliyeti, peygamber midir, değil midir, hangi devirde yaşamıştır gibi pekçok yönü ihtilaflıdır. Bazısını Zürkani'den aynen kaydediyoruz. Der ki: "Lokman'ın Habeşi olduğu, Nubi olduğu söylenmiştir. Çoğunluk der ki: "Lokman salih bir kimseydi. Kendisine hikmet verilmiştir, peygamber değildi." Katade: "Lokman hikmetle nübüvvet arasında muhayyer bırakıldı. O hikmeti tercih etti. Sebebi sorulunca: "Peygamberlik yükünü taşımaktan acze düşerim diye korktum" cevabını verdi" der.

Süheylî der ki: "Babasının ismi Anka İbnu Şirvan'dır: "Başkası: "O, Lokman İbnu Baura İbni Nasır İbni Azer'dir. Hz. İbrahim'in kardeşinin oğlu" der. Vehb, Mübtede'de, "Onun Hz. Eyub'un kızkardeşinin oğlu olduğu"nu zikretmiştir. "Teyzesinin oğlu" da denmiştir. Gerçek olanı, onun Hz. Davud aleyhisselam'ın muasırı olmasıdır. Denir ki: "Lokman (nebi olarak) gönderilmezden önce fetva  verirdi." Hz. İbrahim'in muasırı olduğu da söylenmiştir. "Bin sene yaşamıştır" diyen galata düşmüştür, zira Lokman İbnu Ad'la iltibas etmiştir." [14]


 

[1] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 14/34.

[2] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 14/34-35.

[3] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 14/35.

[4] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 14/35.

[5] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 14/35-36.

[6] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 14/36.

[7] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 14/36-37.

[8] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 14/38.

[9] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 14/38.

[10] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 14/39.

[11] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 14/39.

[12] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 14/39.

[13] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 14/40.

[14] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 14/40.