İKİNCİ FASIL

 

FERAİZİN AHKÂMI VE VARİSLER

 

* DEDE VE NİNE

 

ـ4713 ـ1ـ عن ابْنِ الزبير رَضِيَ اللّهُ عَنْهما قال: ]أنَّهُ كَتَبَ إلَيْهِ أهْلُ الْكُوفَةِ فِي الْجَدِّ فَقَالَ: أمَّا الّذِي قَالَ فيهِ رَسُولُ اللّهِ #: لَوْ كُنْتُ مُتَّخِذاً مِنْ هذِِهِ ا‘مَّةِ خَلِيً َتَّخَذْتُهُ فإنَّهُ نَزَّلَهُ مَنْزِلَةَ ا‘بِ. يَعْنِي أبَا بَكْرٍ رَضِيَ اللّهُ عَنْهُ[. أخْرَجه البخاري. ومعناه: جعل الجدّ في منزلة ا‘ب، وأعطاه ما يأخذ ا‘ب من الميراث.

 

1. (4713)- İbnu'z-Zübeyr (radıyallahu anhümâ)'in anlattığına göre: Ehl-i Kûfe, kendisine yazarak dede hakkında sormuşlardı. O da şu cevabı vermişti: "Hakkında Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın: "Ben bu ümmet içerisinde birini kendime halil seçseydim, onu seçerdim"  dediği kimse, yani Ebu Bekr, dedeyi (miras meselesinde) baba yerine koymuştu." [Buhârî, Fezâilu'l-Ashab 5.][1]

 

AÇIKLAMA:

 

Görüldüğü  üzere, Abdullah İbnu Zübeyr'e dedenin mirastan alacağı pay sorulmuş, o da Hz. Ebu Bekr'in bu meseledeki kanaatini yazarak cevap vermiştir. Bu cevaba göre, Hz. Ebu Bekr: "Dede, baba gibi mirastan pay almalıdır. Büyük babanın varlığı halinde kardeşler mirasa iştirak etmemelidir, miras tamamiyle dedeye kalmalıdır" diye fetva vermiştir.[2]

 

ـ4714 ـ2ـ وَعَنْ عِمْرَانِ بْنِ حُصَين رَضِيَ اللّهُ عَنْهُمَا قَالَ: ]جَاءَ رَجُلٌ الى رَسُولِ اللّهِ #: فقاَل: إنَّ ابْنَ ابْنِي مَاتَ، فَمَالِي مِنْ مِيرَاثِهِ؟ قَال: لَكَ السُّدُسُ، فَلَمَّا وَلَّى دَعَاهُ. فَقَالَ: لَكَ سُدُسٌ آخَر؛

 فَلَمَّا وَلّى دَعَاهُ وَقَالَ: إنَّ السُّدُسَ اŒخَرَ طُعْمَةٌ[. أخرجه أبو داود والترمذي.وقال أبو داود: قالَ قَتَادَةُ: فََ يَدرون مع أيّ شئ ورثه. قال قتادة: وأقلّ شئٍ ورث الجدّ السدس.يُقَال أعطاه هذا الشئ »طُعْمَةً« إذا أعطاه زائداً على حقه، أو أعطاه شيئاً  يعطى غيره مثله .

 

2. (4714)- İmrân İbnu Husayn (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a bir adam gelerek: "Oğlumun oğlu vefat etti. Ondan miras hakkım nedir?" diye sordu. Aleyhissalâtu vesselâm:

"Sana altıda biri var!" buyurdu. Adam dönüp gidince geri çağırdı ve:

"Sana diğer bir altıda bir daha var!" buyurdu. Adam dönüp gidince tekrar çağırdı ve:

"Diğer altıda bir, (hak değil) fazladan bir ikramdır!" buyurdu." [Ebu Davud, Feraiz 6, (2896); Tirmizî, Feraiz 9, (2100).]

Ebu Davud der ki: "Katade şunu söyledi: "(Sahabe, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın bu kimseyi, başka) hangi varisler olduğu halde varis kıldığını bilmiyor." Katâde devamla der ki: "Dedenin tevarüs ettiği en az miktar, altıda birdir."[3]

 

AÇIKLAMA:

 

Şarihler, bu taksim sırasında, ölen torunun herkesçe bilinen iki kızı olması gerektiğini belirtirler. Böylece o iki kız evlada üçte iki düşecek, geriye üçte bir kalacaktır. Bu üçte birin yarısı -ki altıda bir eder- büyükbabaya kalmıştır. Bu altıda bir, büyükbabanın normal hissesidir. Geriye ikinci altıda bir kalmaktadır. Resûlullah, başka ehl-i feraiz (hisse düşen varis) olmadığı için bunu da dedeye tahakkuk ettirmiş. Ancak bunu, kanuni bir hisse sayılmasını önlemek için ikinci kere çağırarak vermiş; onun asabelikten gelen ziyade bir bağış olduğunu da ayrıca belirterek: "Diğer altıda bir tu'medir (ikramdır)" demiştir.

Tîbî der ki: "Bu meselenin şekli şöyledir: "Ölen  kimse, geride iki kızla bu soru sahibini bırakmıştır. İki kıza üçte  iki düşer, geriye üçte bir kalır. Aleyhissalâtu vesselâm, soru sahibine  miras payı olarak altıda biri verdi. Çünkü o, ölenin dedesi idi. Adam bıraktı, o da çekip gitti. Sonra adamı geri çağırıp, ona diğer altıda biri de verdi. Böyle yapması, adamın kendisine düşen payın üçte biri olduğu zannına düşmesin diye idi. Hadiste geçen tu'menin burada, manası ta'sibdir, yani asabe olmaktan düşen bir ikram, yani "sana farz suretinde pay olmayan bir  rızk"dır. Diğer altıda bire  tu'me demiş, birinci altıda bire dememiştir. Çünkü birincisi "farz", yani sabit  miras payı idi. Pay, ikram gibi değildir. Muayyen olan miktarı değişmez, hep sabit kalır. Halbuki ikram sabit bir nisbet üzere değildir, değişir. Bu sebeple ona tu'me  denmiştir."

2- Katâde, "dedenin torundan en az altıda bir alacağını, bu altıda birin, onun normal payı (farz) olduğunu, duruma göre kanuni hakkı dışında bazı ikramlarda daha fazla olabileceğini" belirtiyor. Nitekim sadedinde olduğumuz hadiste Resûlullah ikinci bir altıda bir daha vermiştir.[4]

 

ـ4715 ـ2ـ وعن معاوية رَضِيَ اللّهُ عَنْه: ]أنَّّهُ كَتَبَ الى زَيْدِ بْنِ ثَابِتٍ يَسْألُهُ عَنْ الجَدِّ. فَكَتَبَ إلَيْهِ: كَتَبْتَ تَسْألُنِى عَنِ الجَدِّ، واللّهُ أعْلَمُ. فإنْ ذلِكَ مِمَّا لَمْ يَكُنْ يَقْضِى فيهِ إَّ ا‘ُمَراءُ، يَعْنِى الْخلفاءُ، وقَدْ حَضَرْتُ الْخَلِيفَتَيْنِ قَبْلَكَ يُعْطِيَانِهِ النِّصْفَ مَعَ ا‘خِ الْوَاحِدِ، وَالثُّلُثَ مَعَ ا“ثْنَيْنِ فَصَاعِداً، َ يَنْقُصُ مِنَ الثُّلُثِ وَإنْ كَثُرَ ا“خْوَةُ[. أخرجه مالك .

 

3. (4715)- Hz. Muaviye (radıyallahu anh)'nin anlattığına göre: "Kendisine dedenin miras payından soran Zeyd İbnu Sabit'e şöyle yazmıştır: "Bana yazarak dededen soruyorsun. Doğruyu Allah bilir. Bu mesele, ancak umeranın -yani halifelerin- hükmedeceği meselelerden biridir. Ben sizden önce iki halifeyi gördüm. Onlar ölenin tek bir kardeşi ile verasete iştirak eden dedeye malın yarısını veriyorlardı. İki ve daha fazla kardeş olması halinde üçte bir veriyorlardı. Erkek kardeşler çok da olsa  dedenin payı üçte birden aşağı düşmezdi." [Muvatta, Feraiz 1, (2, 510).][5]

 

ـ4716 ـ3ـ وعن بُرَيْدَةٍ رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]جَعَلَ النَّبِىُّ #: لِلْجَدَّةِ السُّدُسَ إذَا لَمْ يَكُنْ دُونَهَا أُمٌّ[. أخرجه أبو داود.

 

4. (4716)- Büreyde (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), büyükanneye, önünde, (ölenin) anne(si) olmadığı takdirde, altıda bir pay koydu." [Ebu Davud, Feraiz 5, (2895).][6]

 

AÇIKLAMA:

 

Ölen torunun annesi olmadığı takdirde büyükanneye torundan altıda bir  miras düşmektedir. Eğer ölen torunun annesi hayatta ise, büyükanneye mirastan pay düşmemektedir. Burada büyükanne anneanne veya babaanne olmuş farketmez, hükümleri birdir.[7]

 


 

[1] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 13/312.

[2] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 13/312.

[3] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 13/313.

[4] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 13/313-314.

[5] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 13/314.

[6] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 13/315.

[7] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 13/315.