* EBU ZERR EL-GIFÂRÎ (RADIYALLAHU ANH)

 

ـ4445 ـ1ـ عن أبى ذَرٍّ رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]لَقَدْ صَلَّيْتُ قَبْلَ أنْ ألْقَى النَّبِىُّ # بِثََثِ سِنِينَ. قِيلَ لِمَنْ؟ قَالَ: للّهِ. قِيلَ: فَأيْنَ تَوَجَّهْتَ؟ قَالَ: حَيْثُ يُوَجِّهُنِى رَبِّى، أُصَلِّى عِشَاءً، حَتّى إذَا كَانَ آخِرُ اللَّيْلِ أُلْقِيتُ كَأنِّى خِفَاءَ حَتّى تَعْلُونِى الشَّمْسُ. فقَالَ أُنَيْسُ: إنَّ لِى بِمَكَّةَ حَاجَةً فَاكْفِنِى، فَانْطَلَقَ، حَتّى إذَا أتَى مَكَّةَ فَرَاثَ عَلَيَّ، ثُمَّ جَاءَ فَقُلْتُ: مَا صَنَعْتَ؟ قَالَ: لَقِيتُ رَجًُ بِمَكَّةَ عَلى دِينِكَ يَزْعُمُ أنَّ اللّهَ تَعالى أرْسَلَهُ. قُلْتُ: فَمَا يَقُولُ النَّاسُ؟ قَالَ يَقُولُونَ: شَاعِرٌ كَاهِنٌ، سَاحِرٌ؛ وكَانَ أُنَيْسٌ أحَدَ الشَّعَرَاءِ. فَقُلْتُ: مَا تَقُولُ أنْتَ؟ قَالَ: لَقَدْ سَمِعْتُ قَوْلُ الْكَهَنَةِ فَمَا هُوَ بِقَوْلِهِمْ. وَقَدْ وَضَعْتُ قَوْلَهُ عَلى أقْرَاءِ الشِّعْرِ فَمَا يَلْتَئِمْ عَلى لِسَانِ أحَدٍ بَعْدِى أنَّهُ شِعْرٌ. واللّهِ إنَّهُ لَصَادِقٌ وَإنَّهُمْ لَكَاذِبُونَ. قُلْتُ: فَاكْفِنِى حَتّى أذْهَبَ فَأنْظُرَ، قَالَ: فَأتَيْتُ مَكَّةَ. قَالَ: فَتَضَعَّفْتُ رَجًُ مِنْهُمْ. فَقُلْتُ: أيْنَ هذَا الرَّجُلُ الَّذِى تَدْعُونَهُ الصَّابِىءَ؟ فَأشَارَ إليَّ. فقَالَ: الصَّابِئُ الصَّابِئُ. فَمَالَ عَلَىَّ أهْلُ الْوَادِى بِكُلِّ مَدَرَةٍ وَعَظْمٍ حَتّى خَرَرْتُ مَغْشِيّاً عَليَّ. قَالَ: فَارْتَفَعْتُ حِينَ ارْتَفَعْتُ كَأنِّى نُصُبٌ أحْمَرُ. فَأتَيْتُ زَمْزَمَ فَغَسلْتُ عَنِّى الدِّمَاءَ وَشَرِبْتُ مِنْ مَائِهَا، وَلَقَدْ لَبِثْتُ ثَثِينَ مَا بَيْنَ لَيْلَةٍ وَيَوْمٍ، مَا كَانَ لى طَعَامٌ إَّ مَاءُ زَمْزَمَ. فَسَمِنْتُ حَتّى تَكَسَّرَتْ عُكَنُ بَطْنِى وَمَا وَجَدْتُ عَلى كَبِدِى سَخْفَةَ جُوعٍ. فَبَيْنَا أهْلُ مَكَّةَ في لَيْلَةٍ قَمْرَاءَ إضْحِيَانِ، إذْ ضُرِبَ عَلى أصْمِخَتِهِمْ فَمَا يَطُوفُ بِالْبَيْتِ أحَدٌ، وَإذَا اِمْرَأتَانِ مِنْهُمْ تَدْعُوَانِ إسَافاً وَنَائِلَةَ. قَالَ: فَأتَتَا عَلَىَّ في طَوافِهِمَا. فَقُلْتُ: أنْكِحَا إحْدَاهُمَا ا‘ُخْرَى. قَالَ: فمَا

تَنَاهَتَا عَنْ قَوْلِهِمَا حَتّى أتَتَا عَلَيَّ في طَوَافِهِمَا. فَقُلْتُ: هُنٌ مِثْلُ الْخَشبَةِ. فَانْطَلَقَتَا تُوَلْوََنَ وَتَقَوَْنِ: لَوْ كَانَ هَاهُنَا أحَدٌ مِنْ أنْفَارِنَا؟ فَاسْتَقْبَلَهُمَا رَسُولُ اللّهِ # وَأبُو بَكْرٍ رَضِيَ اللّهُ عَنْه وَهُمَا هَابِطَانِ. فَقَاَ: مَا بِكُمَا؟ قَالَتَا: الصَّابِئُ بَيْنَ الْكَعْبَةِ وَأسْتَارِهَا قَاَ: مَا قَالَ لَكُمَا؟ قَالَتَا: إنَّهُ قَالَ كَلِمَةً تَمْ‘ُ الْفَمَ فَجَاءَ رَسُولُ اللّهِ # حَتّى اسْتَلَمَ الْحَجَرَ. فَطَافَ بِالْبَيْتِ هُوَ وصَاحِبُهُ. ثُمَّ صَلّى. فَلَمَّا قَضَى صََتَهُ. قَالَ أبُو ذَرٍّ: فَكُنْتُ أوَّلُ مَنْ حَيَّاهُ بِتَحِيِّةِ ا“سَْمِ فَقُلْتُ: السََّمُ عَلَيْكَ يَا رَسُولَ اللّهِ. فقَالَ: وَعَلَيْكَ وَرَحْمَةُ اللّهِ. ثُمَّ قَالَ: مِمَّنْ أنْتَ؟ قُلْتُ: مِنْ غِفَارٍ قَالَ: فَأهْوَى بِيدِهِ فَوَضَعَ أصَابِعَهُ عَلى جَبْهَتِهِ. فَقُلْتُ في نَفْسِى: كَرِهَ أنْ اِنْتَمَيْتُ إلى غِفَارٍ فَذَهَبْتُ آخُذُ بِيَدِهِ فَقَدعَنِى صَاحِبُهُ، وَكَانَ أعْلَمَ بِهِ مِنِّى، ثُمَّ رَفَعَ رَأسَهُ فَقَالَ: مَتَى كُنْتَ هَاهُنَا؟ قَالَ: قَدْ كُنْتُ هَاهُنَا مُنْذُ ثَثِينَ بَيْنَ لَيْلَةٍ وَيَوْمٍ. قَالَ: فَمَنْ كَانَ يُطْعِمُكَ؟ قُلْتُ: مَا كَانَ لِى مِنْ طَعَامٍ إَّ مَاءُ زَمْزَمَ، فَسَمِنْتُ حَتّى تَكَسَّرَتْ عُكَنُ بَطْنِى، وَمَا أجِدُ عَلى كَبِدِى سَخْفَةَ جُوعٍ. فقَالَ: إنَّهَا مُبَارَكَةُ، وَإنَّهَا طَعَامُ طُعْمٍ. فقَالَ أبُو بَكْرٍ: يَا رَسُولَ اللّهِ، اِئْذَنْ في طَعَامِهِ اللَّيْلَةَ. فَانْطَلَق رَسُولُ اللّهِ # وَأبُوبَكْرٍ وَانْطَلَقْتُ مَعَهُمَا. فَفَتَحَ أبُو بكْرٍ بَاباً فَجَعَلَ يَقْبِضُ لَنَا مِنْ زَبِيبِ الطَّائِفِ. فَكَانَ ذلِكَ أوَّلَ طَعَامٍ أكَلْتُهُ بِهَا ثُمَّ غَبَرْتُ مَا غَبَرْتُ ثُمَّ أتَيْتُ رَسُولَ اللّهِ # فقَالَ:

إنِّى قَدْ وُجِّهْتُ إلى أرْضٍ ذَاتِ نَخَلٍ َ أُرَاهَا إَّ يَثْرِبَ، فَهَلْ أنْتَ مُبْلِغٌ عَنِّى قَوْمَكَ؟ عَسى اللّهُ أنْ يَنْفَعَهُمْ بِكَ وَيأجُرَكَ فِيهِمْ؛ فَأتَيْتُ أخِى أُنَيْساً. فقَالَ: مَا صَنَعْتَ؟ قُلْتُ: صَنَعْتُ أنِّى قَدْ أسْلَمْتُ وَصَدَّقَتُ. فقَالَ: مَا بِى رَغْبَةٌ عَنْ دِينِك، وَانِّى قَدْ أسْلَمْتُ وَصَدَّقْتُ. قَالَ: فأتَيْنَا أُمَّنَا فقَالَتْ: مَا بِِى رَغْبَةٌ عَنْ دِينِكُمَا، وَإِنّى قَدْ أسْلَمْتُ وَصَدَّقْتُ. فَاحْتَمَلْنَا حَتّى أتَيْنَا قَوْمَنَا غِفَاراً فَأسْلَمَ نِصْفُهُمْ، وَكَانَ يَؤُمُّهُمْ أيْمَاءُ بْنُ رَخْضَةَ الْغِفَارىُّ، وَكَانَ سَيِّدَهُمْ؛ وَقَالَ نِصْفُهُمْ. إذَا قَدِمَ رَسُولُ اللّهِ # الْمَدِينَةَ أسْلَمْنَا. فَقَدِمَ رَسُولُ اللّهِ # الْمَدِينَةَ فَأسْلَمَ النِّصْفُ الْبَاقى. وَجَاءَتْ أسْلَمُ فقَالَتْ: يَارَسُولَ اللّهِ! إخْوَانُنَا: نُسْلِمُ عَلى الَّذِى أسْلَمُوا عَلَيْهِ؛ فَأسْلَمُوا. فقَالَ #: غِفَارٌ، غَفَرَ اللّهُ لَهَا، وَأسْلَمُ سَالَمَهَا اللّهُ تَعالى[. أخرجه مسلم، وهذا لفظه .

 

1. (4445)- Hz. Ebu Zerr (radıyallahu anh):

"Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) ile karşılaşmazdan önce üç yıl ibadet ettim" demişti. Kendisine: "(Bu ibadeti) kimin için yaptın?" diye sordular.

"Allah için!" cevabını verdi. Tekrar:

"Pekiyi nereye yönelerek yaptın?" denildi.

"Rabbim beni nereye yöneltmiş idiyse oraya!" dedi ve açıklamaya devam etti: "Akşam vakti namaza başlıyor, gecenin sonuna kadar devam ediyordum. O zaman kendimi bir örtü gibi atıyor, güneş tepeme yükselinceye kadar öyle kalıyordum. ( Bir gün kardeşim) Üneys bana:

"Benim Mekke'de görülecek bir işim var. Sen bana başgöz ol (eksikliğimi duyurma) dedi ve Mekke'ye gitti. Oraya varınca bana dönmekte gecikti. Nihayet geldi.

"Ne yaptın?" dedim.

"Mekke'de bir adama rastladım, senin (gibi farklı bir) din üzerine yaşıyor. Ancak O, kendisini Allah Teâlâ'nın gönderdiğini zannediyor" dedi.

"Halk ne diyor?" diye sordum.

"Halk mı? Halk O'na şair diyor, kâhin diyor, sâhir (sihirbaz) diyor!" dedi. Esasen Üneys şâirlerden biriydi. Tekrar sordum:"Pekâlâ sen ne diyorsun?""Ben dedi, kâhinlerin sözünü işittim, bilirim. Onun ki kâhin sözü değil. Onun söylediklerini şiir çeşitlerine tatbik ettim. Hiçbirine uygun gelmiyor. Benden sonra kimse O'na şiir diyemez. Vallahi O doğru sözlüdür, kâhinler ise hep yalancıdırlar!" dedi. Bu açıklama üzerine ben ona:

"Öyleyse benim işlerime de sen başgöz ol, bir de ben gidip göreyim!" dedim."

Ebu Zerr, gerisini şöyle anlatır:

"Mekke'ye geldim. Halktan zayıf bir adam buldum. Ona: "Şu Sâbî (sapık) dediğiniz adam nerede? diye sormuştum. Adam, beni göstererek:

"Burada bir sâbiî var! Burada bir sâbiî var!" diye bağırmaya baladı. Derken vâdi halkı kesek ve kemiklerle üzerime hücum etti. Bayılarak yığılmış kalmışım.

Kendime gelip kalktığım zaman kırmızı bir dikili taş gibiydim. Zemzem'e kadar gittim. Kanlarımı yıkadım, suyundan biraz içtim.

Böylece otuz gün, gece ile gündüz arası kaldım. Bu esnada zemzem suyundan başka hiçbir taam almadım. Buna rağmen şişmanladım ve karnımın kavrımları arttı. Ciğerimde açlık hissi duymadım. Mekkeliler, ay ışığı olan bir gecede uyurken Beytullah'ı tavaf eden yoktu. Onlardan sadece iki kadar, İsâf ve Naile (adındaki putlarına) dua ediyordu. Tavafları sırasında bana kadar geldiler. (Dayanamayıp):

"Onları birbirlerine nikâhlayıverin bari!" dedim. Onlar dualarından vazgeçmeyip, tavaflarını yaparken yanıma kadar geldiler. Bu sefer:

"Onlar(a niye tapıyorsunuz)? Odundan farkları ne?" dedim. Kadınlar:

"(İmdat!) burada bir adam yok mu?" diye velvele kopararak gittiler. Tam o sırada kadınları Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) ve Ebu Bekr (radıyallahu anh), tepeden inerlerken karşılayıp:"

(Niye bağırdınız) başınıza ne geldi?" derler. Kadınlar (onları daha tanımadan):

"Kâ'be ile örtüsü arasında bir sâbiî (sapık) var!" derler. Onlar sorarlar:

"Size ne dedi?"

"Bize ağzı dolduran (ağza alınmaz) sözler söyledi" derler. Derken Resûlulah (aleyhissalâtu vesselâm) geldi, Haceru'l-Esved'e istilâmda bulundu, arkadaşıyla birlikte Beytullah'ı tavaf etti. Sonra namaz kıldı. Namazını bitirince, -Ebu Zerr der ki: "Aleyhissalatu vesselâm'ı İslâm selâmı ile ilk selamlayan ben oldum.- "Esselâmu aleyke ya Resûlullah. (Ey Allah'ın Resûlü! Selam üzerine olsun)!" dedim. Bana:

"Ve aleyke ve Rahmetullah. (Selam senin üzerine olsun, Allah'ın rahmeti de)!" diye mukabele etti. Sonra:

"Sen kimlerdensin?" diye sordu."

Gıfâr'danım!" dedim. Bunun üzerine eliyle eğilerek parmaklarımı alnına koydu. İçimdem: "Galiba kendimi Gıfâr'a nisbet etmemden hoşlanmadı" dedim. Elinden tutmak üzere ilerledim. Fakat arkadaşı bana mâni oldu. Onu benden iyi biliyordu. Sonra başını kaldırıp sordu:"

Buraya ne zaman geldin ?

"Otuz gündür burdayım!" dedim.

"Sana kim yiyecek verdi?" dedi.

"Zemzen suyundan başka bir yiyeceğim olmadı. Şişmanladım bile. Öyle ki karnımın kıvrımlları arttı. Ciğerimden açlık hissi de duymadım!" dedim

"Zemzem suyu mübarektir. O hakikaten besleyici bir gıdadır!" buyurdu. Hz. Ebu Bekr (radıyallahu anh):

"Ey Allah'ın Resulü! Bana müsaade et, bu geceki yiyeceğini ben ikram edeyim!" dedi. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) ve Ebu Bekr (radıyallahu anh) gittiler, onlarla ben de gittim.

Ebu Bekr bir kapı açtı. Taif kuru üzümünden benim için bir avuç çıkarmaya başladı. Bu, Mekke'de yediğim ilk yemekti. Orada kaldığım kadar kaldım. Sonra Resulullah'a geldim. Bana dedi ki:

"Ben hurmalıklı bir yere sevkedileceğim. Burasının Yesrib olduğu kanaatindeyim. Sen kavmine benden mesaj götür. Umarım, sayende Allah onları hayırla menfaatlendirecek ve onlar sebebiyle de sana sevap verecek."

Bundan sonra ben kardeşim Üneys'e geldim. Bana:

"Ne yaptın? diye sordu. Ben:

"Müslüman oldum ve (Muhammed'in hak bir peygamber olduğunu) tasdik ettim" dedim.

"Ben senin dinine karşı değilim. Ben de müslüman oldum ve tasdik ettim" dedi. Sonra kalkıp annemize geldik. (Durumu anlattık). O da bize:

"Ben sizin dininize karşı değilim. Ben de müslüman oldum ve tasdik ettim!" dedi. Sonra kalkıp hayvanlarımıza binip kavmimiz Gıfar'a geldik. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın mesajını getirdik. İlk  anda) yarısı müslüman oldu. Eyma İbnu Rahza el-Gıfârî müslüman olanların imamlığını yürütüyordu, bu onların efendisi idi. Diğer (müslüman olmayan) yarı:"

Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) Medine'ye gelince müslüman oluruz!"  dediler. Derken (aleyhissalâtu vesselâm) Medine'ye geldi. O geri kalan yarı da müslüman oldu. Bir müddet sonra Eslem kabilesi de gelerek:

"Ey Allah'ın Resûlü! (Gıfarlılar) bizim kardeşlerimizdir. Onların müslüman oldukları şey üzere biz de müslüman oluyoruz!" dediler ve onlar da müslüman oldular. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm):

"Gıfâr'a Allah mağfiretini bol kılsın. Eslem'i de Allah selamete kavuştursun!" diyerek o iki kabileden memnuniyetini ifade buyurdular." [Müslim, Fezâilu's-Sahâbe 132, (2473). Metin Müslim'in metnidir.][1]

 

ـ4446 ـ2ـ وفي رواية له وللبخاري: ]لَمَّا بَلَغَ أبَا ذَرٍّ مَبْعَثُ النَّبِىِّ #. قالَ ‘خِيهِ: اِرْكَبْ الى هذَا الْوَادِى فَاعْلَمْ لِى عِلْمَ هذَا الرَّجُلِ الَّذِى يَزْعَمُ أنَّهُ نَبِىٌّ يَأتِيهِ الْخَبَرُ مِنَ السَّمَاءِ، وَاسْمَعْ مِنْ قَوْلِهِ ثُمَّ ائْتِنِى. فَانْطَلَقَ ا‘خُ حَتّى قَدِمَ وَسَمِعَ مِنْ قَوْلِهِ. ثُمّ رَجَعَ إلى أبِي ذَرٍّ: فقَالَ لَهُ: رَأيْتُهُ يَأمُرُ بِمَكَارِمِ ا‘خَْقِ، وَكََماً مَاهُوَ بِالشِّعْرِ. فقَالَ: مَا شَفَيْتَنِى مِمَّا أرَدْتُ. فَتَزَوَّدَ وَحَمَلَ شَنَّةً لَهُ فِيهَا مَاءٌ حَتّى قَدِمَ مَكَّةَ، فَأتَى الْمَسْجِدَ فَالْتَمَسَ النَّبِىَّ #، وَهُوَ َ يَعْرِفُهُ، وَكَرِهَ أنْ يَسْألَ

عَنْهُ حَتّى أدْرَكَهُ بَعْضُ اللَّيْلِ فَاضْطَجَعَ فَرآهُ عَلِيٌّ رَضِيَ اللّهُ عَنْه فَعَرَفَ أنَّهُ غَرِيبٌ. فَلَمَّا رَآهُ تَبِعَهُ فَلَمْ يَسْألْ وَاحِدٌ مِنْهُمَا صَاحِبَهُ عَنْ شَىْءٍ حَتّى أصْبَحَ. ثُمَّ احْتَمَلَ قِرْبَتَهُ وَزَادَهُ الى الْمَسْجِدِ فَظَلَّ ذلِكَ الْيَوْمَ وََ يَرَاهُ النَّبِىَّ # حَتّى أمْسى. فَعَادَ الى مَضْجَعِهِ. فَمَرَّ بِهِ عَلِيٌّ رَضِيَ اللّهُ عَنْه. فقَالَ: أمَا آنَ لِلرَّجُلِ أنْ يَعْرِفَ مَنْزِلَهُ؟ فَقَامَ وَتَبِعَهُ وََ يَسْألُ وَاحِدٌ مِنْهُمَا صَاحِبَهُ عَنْ شَىْءٍ حَتّى إذَا كَانَ يَوْمُ الثَّالِثِ فَعَمِلَ ذلِكَ فَأقَامَهُ عَلِيٌّ رَضِيَ اللّهُ عَنْه مَعَهُ. ثُمَّ قَالَ: أَ تُحَدِّثُنِى مَا الَّذِى أقْدَمَكَ هذَا الْبَلَدَ؟ قَالَ: إنْ أعْطَيْتَنِى عَهْداً وَمِيثَاقاً لَتُرْشِدَنَّنِى فَعَلْتُ فَفَعَلَ فَأخْبَرْتُهُ فقَالَ: أنَّهُ حَقٌّ، وَهُوَ رَسُولُ اللّهِ فَإذَا أصْبَحْتَ فَاتَّبِعْنِى، فإنِّى إنْ رَأيْتُ شَيْئاً أخَافُ عَلَيْكَ قُمْتُ كَأنِّى أُبِقُ الْمَاءَ، فإنْ مَضَيْتُ فَاتَّبِعْنِى حَتّى تَدْخُلَ مَدْخَلِى. فَفَعَلَ فَانْطَلَقَ يَقفُوهُ حَتّى دَخَلَ عَلِىٌّ عَلى النَّبِىِّ # فَدخَلَ مَعَهُ وَسَمِعَ مِنْ قَوْلِهِ، وَأسْلَمَ مَكَانَهُ. فَقَالَ لَهُ النَّبِيُّ #: ارْجِع الى قَوْمِكَ فَاخْبَرَهُمْ حَتَّى يَأتِيكَ اَمْرِي، فَقَالَ: وَالَّذِى نَفْسِى بِيَدِهِ ‘صْرُخَنَّ بِهَا بَيْنَ ظَهْرَانَيْهِمْ. فَخَرَجَ حَتّى أتَى الْمَسْجِدَ فَنَادَى بِأعَْ صَوْتِهِ: أشْهَدُ أنْ َ إلهَ اللّهُ، وَأنَّ مَحُمَّداً رَسُولُ اللّهِ وَثَارَ الْقَوْمُ فَضَرَبُوهُ حَتّى أوْجَعُوهُ فَأتى الْعَبَّاسُ رَضِيَ اللّهُ عَنْه فَأكَبَّ عَلَيْهِ. فَقَالَ: وَيْلَكُمْ، ألَسْتُم تَعْلَمُونَ أنَّهُ مِنْ غِفَارٍ؟

وَأنَّ طَرِيقَ تُجَّارِكُمْ الى الشَّامِ عَلَيْهِمْ، فضأنْقَذَهُ مِنْهُمْ. ثُمَّ عَادَ مِنَ الْغَدِ لِمِثْلِهَا فَثَارُوا عَلَيْهِ فَضَرَبُوهُ، فَأكَبَّ عَلَيْهِ الْعَبَّاسُ فَأنْقَذَهُ. فَكَانَ هذَا أوَّلَ إسَْمِ أبى ذَرٍّ الْغِفَارِىِّ رَضِيَ اللّهُ عَنْه[.»الخِفَاءُ« بكسر الخاء المعجمة: كساءٌ يُطرَحُ على السِّقَاءِ.وقوله: »فَرَاثَ« أىْ أبْطَأ.و»أقَراءُ الشعر« طرائقهُ وَأنواعه، واحدُها: قَرءٌ بفتح القَافِ.و»المَدَرَةُ« الطِّينَةُ الْمُسْتَحْجَرَةُ.وقوله: »كَأنَى نُصُبٌ أحْمَرُ« أرَادَ أنَّهُمْ ضَرَبُوهُ حَتّى أدَمُوهُ فصَارَ كَأنّهُ نُصُبٌ أحْمَرُ، والنصب الحجر أو الصنم الَّذِى كانُوا يَنْصِبُونَهُ في الجَاهِلِيَّةِ وَيَذْبَحُونَ عَليهِ فَيَحْمَرُّ من دم الْقُرباَنِ والذَّبَائِحِ.و»سَخَفَةُ الْجُوعِ« رِقَّتُهُ وَهَزَالُهُ.و»لَيْلَةُ إضحيَانِ« أى مَضِيئُةُ َغَيْمَ فيها.و»ا‘صْمَخَةُ« جَمْعُ صِمَاخٍ، وَهُوَ ثُقُبُ ا‘ُذْنِ.و»الضَّرْبُ« هَاهُنَا: اَلْمَنْعُ مِنَ اِسْتِمَاعِ، وَكَنّى بِهِ عَنِ النَّوْمِ الْمُفْرِطِ.و»إسَافٌ وَنَائِلَةُ« صَنَمَانِ يَزْعُمُ الْعَربُ أنَّهُمَا كَانَا رَجًُ وَاِمْرَأةً فَزَنَيَا في الْكَعْبَةِ فَمُسِخاً.و»الهَنُ« عُنِىَ بِهِ الذِّكْرُ.و»الْوَلْوَلَةُ« اِسْتِغَاثَةُ والصَّيَاحُ.و»ا‘نْفَارُ« الْجَمَاعَةُ: أىْ مِنْ أصْحَابِنَا وَجَمَاعَتِنَا، وَهُوَ مِنَ النَّفَرِ الَّذِينَ مِنَ الثََّثَةِ الى الْعَشَرَةِ .

وَقَوْلَهُمَا: »كَلِمَةً تَمَ‘ُ الْفَمَ« أرَادَتَا أنَّهَا عَظِيمَةٌ تُقَالُ.و»القَدْعُ« اَلْمَنْعُ وَالْكَفُّ.و»طَعَامُ طُعْمٍ« أىْ شَبْعٍ، يَعْنِى أنَّهُ يُشْبِعُ وَيَكُفُّ الْجُوعَ وَيَكْفى مِنْهُ.و»الغَابِرُ« هَاهُنَا: اَلْبَاقِى وَهُوَ مِنَ ا‘ضْدَادِ.و»ظَهْرَانِى الْقَوْمِ وَا‘مْرِ« أىْ وَسَطُهُ وَفيمَا بَيْنَهُ .

 

2. (4446)- Ebu Zerr'in Buhari'de gelen bir rivayetinde şöyle denmiştir: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın bi'set (peygamber olarak gönderildi) haberi Ebu Zerr (radıyallahu anh)'a ulaşınca, kardeşi (Üneys)'e:

"Devene bin! Şu vadiye (Mekke'ye) git! Kendisini peygamber zanneden ve semadan haber geldiğini söyleyen şu adam hakkında bana bilgi edin, sözlerini dinle ve bana getir!" dedi. Kardeşi gidip, Mekke'ye vardı. Onun sözlerinden dinledi. Sonra Ebu Zerr'in yanına döndü ve şu bilgiyi verdi:"

Onu gördüm. İnsanlara güzel ahlakı emrediyordu. (İnsanlara getirdiği) kelam da şiir değil."

Ebu Zerr (kardeşinin anlattıklarını tatminkar bulmayarak), kardeşine:

"Arzuladığım kadar merakımı gideremedim!" dedi. Azık hazırladı. İçerisine su olan dağarcığını yüklenip yola çıktı. Mekke'ye geldi. Mescide uğrayıp Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ı kolladı. Esasen O'nu tanımıyordu. Doğrudan sormayı da uygun görmedi. Böylece birkaç gece geçirdi. Tutup (bir kuytuya) yattı. Derken Ali (radıyallahu anh) onu görüp, bir yabancı olduğunu anladı. Onu görünce takip etti. Bu ikisinden hiçbiri  diğerine herhangi bir şey sormadı. Bu suretle sabaha erdiler. Sonra kırbasını ve azığını Mescid'e taşıdı. O gün de öyle geçti ve Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ı akşama kadar göremedi. Bunun üzerine yattığı yere döndü. (Az sonra) Ali (radıyallahu anh) ona uğradı ve adama:

"Yerimi öğrenme zamanı gelmedi mi?" dedi. Böylece Ebu Zerr'i kaldırdı ve beraberinde götürdü. (Ebu Zerr onu geriden takip etti.) Birbirlerine hiçbir şey söylemediler. Üçüncü güne ermişlerdi. O gün de aynı şekilde hareket ettiler. Ali onu beraberinde ikamet ettirdi. Ve:

"Seni bu memlekete getiren sebebi bana söylemez misin?" diye sordu. Ebu Zerr:

"Bana yardımcı olup yol göstereceğin hususunda ahd-u misakda bulunur (kesin söz verir)sen açıklarım!" dedi. Ali söz verdi, o da açıkladı. Ali dedi ki:

"O haktır ve Allah'ın Resulüdür. Sabah olunca peşimi takip et. Ben, senin hakkında korktuğum bir şey görürsem, sanki su döküyorum gibi doğrulurum, değilse yürümeye devam ederim. Böylece girdiğim yere sen de girinceye kadar beni takip et!"

Ali böyle yaptı. O da onu takip edip geldi. Ali, Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın yanına girdi. O da onunla birlikte içeri daldı. Resulullah'ın sözünü dinledi ve anında müslüman oldu. Resulullah kendisine:

"Hemen kavmine dön. (Gördüklerini) onlara haber ver. Emrim sana gelinceye kadar (orada kal)" ferman etti. Ebu Zerr de:

"Nefsim  elinde olan Zat'a yemin olsun, ben de haberi  onlar arasında bağırarak söyleyeceğim!" dedi. Oradan çıkıp Mescid'e geldi. Yüksek sesle:

"Eşhedu enlâ  ilâhe illallah ve eşhedü enne Muhammeden Resulullah!" dedi. Halk üzerine atılıp, onu  iyice dövdüler, canını pek yaktılar. derken Abbas (radıyallahu anh) gelip üzerine kapanarak (mani oldu).

"Yazık size! Bunun Gıfarlı olduğunu, Şam'a giden tüccarlarınızın yolunun oradan geçtiğini bilmiyor musunuz?" diyerek onu ellerinden kurtardı.

Ebu Zerr, ertesi günü aynı şeyi tekrarladı. Mekkeliler, üzerine atılıp tekrar dövdüler. Yine Abbas üzerine kapandı ve onu kurtardı

(Ravi der ki): "Bu, Ebu Zerr el-Gıfârî'nin müslüman oluşunun başlangıcı oldu." [Buharî, Menâkıbu'l-Ensar 33, Menâkıb 10.][2]

 

AÇIKLAMA:

 

1-  Hadisi anlatan İbnu Abbas'tır. Ancak İbnu Abbas (radıyallahu anh), vak'ayı Ebu Zerr el-Gıfarî'nin kendisinden naklen anlatmaktadır.

2- Ebu Zerr  el-Gıfârî hazretleri, Ashab arasında müstesna bir şahsiyettir. Kendi anlatımından kaydedilen iki rivayetten  de vazıh olarak anlaşılacağı üzere, herşeyden önce, kendisine islami davet yapılmadan, kendi  kendine, içinden gelen merakla araştırıp, Resulullah'ı bulmuş ve hemen müslüman olmuştur. Onun İslam'a girişi bi'setin ikinci veya üçüncü yılı içerisinde olmalıdır. Bazı rivayetlerde ilk beş müslümandan beşincisi olduğu söylenebilecek kadar, müslümanlığı eskidir.

3- Ebu Zerr'in ismi hususunda çok ihtilaf edilmiştir. Cündeb İbnu Cünâde diyenler daha çoktur. Ancak Büreyr İbnu Adillah, Büreyr İbnu Cünâde, Büreyre İbnu Işrıka, Cündeb İbnu Abdillah, Cündeb İbnu Seken gibi başka isimler de ileri sürülmüştür. Annesi Remle bintu'l-Vukey'a (radıyallahu anhâ)'dır.

Ebu Zerr (radıyallahu anh), Ashab'ın büyüklerindendir. Daha Resulullah'ın bi'setini duymazdan önce kendi kendine ibadete başlamış olması, duyar duymaz, tahkik için kardeşi Üneys'i Mekke'ye yollaması, onun getirdiği haberle tatmin bulmayıp bizzat kendisinin Mekke yollarına düşmesi, onun ne derece manevi bir potansiyel taşıdığını, nasıl bir maneviyat adamı olduğunu göstermektedir. İslam olduktan sonra büyük ekseriyete ters düşen nevi şahsına münhasır bir İslam anlayışına ermesi ve bu münferidlik içinde hayatının sona ermesi, hep onun yaratılıştan sahip olduğu bu manevi potansiyelin kesafet ve sikletinden ileri gelmektedir. Ekseriyete şaz, düşen bu Ebu Zerrî anlayış İslam'a garib mi kalmaktadır. diye bir soruya tereddütsüz verilecek cevap: "Hayır! Asla!"dır. Zira, onun hak olan teferrüdünü,  tavizsizliğini  fıtratbin basîriyle keşfedip okuyan Resululah: "Allah Ebu Zerr'e rahmet buyursun, o tek başına yürür, (tek başına yaşar), tek başına ölür, tek başına haşr olur" diyerek, münferid de olsa o yolun  hak olduğunu beyan etmiş, tebcil buyurmuştur. İslam sünnete ters düşmeyen farklı anlayışların hepsini meşru addeder. Sünnet ise zengin mi zengin.

Ebu Zerr, zahid bir kimsedir. Ashab arasında dünyaya en az kıymet veren odur. Resulullah onun zühdünü: "Ebu Zerr, ümmetim içerisinde Hz.İsa'nın zühdünü yaşayan kimsedir"  sözleriyle ifade buyurmuştur.

Onun şahsiyetinde, ilmin de yüksek mertebede yer aldığını belirtmeliyiz. İlminin Abdullah İbnu Mes'ud'a denk olduğu kabul edilmiştir. Hz. Ali "Ebu Zerr, insanların öğrenmekten aciz kalacağı derecede ilim kesbetti. Ancak sonradan (dağarcığının) ağzını sımsıkı bağlayıp, dışarıya bir şey sızdırmadı" der. Böylece onun geniş ilmine rağmen, bu ilmi neşretme gayretine girmediğine dikkat çeker.

Ebu Zerr'i diğer sahabelerden farklı kılan zühdü, onu, birkaç dinar ve hatta birkaç dirhem biriktirmeyi Tevbe  suresinde zikri geçen "kenz" kabul etmeye itmiştir. Bu sebeple, kendisine beytu'lmaldan  verilen tahsisatı o gün fakirlere dağıtmayı prensip edinmiştir. Ebu Zerr, Resulullah'ın: "Kıyamet günü, makamca bana en yakın olacak kimse, dünyayı terkettiği zaman, benim kendisini bıraktığım  heyette olan  kimsedir" hadisine uyarak, Resulullah zamanındaki heyetini ve hayat standardını değiştirmemeye gayret etmiş ve diğer sahabelerin hiçbiri buna riayet edemedikleri için, Kıyamet gününde Resulullah'a yakınlık kazanacağını ifade etmiştir.

Resulullah'ın vefatından sonra Şam'da yaşayan Ebu Zerr, Hz. Muaviye'nin sultanlar gibi debdebeli yaşayışını tenkid etmiş, bunun sünnete aykırı olduğunu, israf olduğunu söylemiş ve bu sözleri halk üzerinde te'sir halketmişti. Onun bu müessiriyetinden rahatsızlık duyan Hz. Muaviye, Halife Hz. Osman (radıyallahu anh)'a şikayet eder. Halife, Ebu Zerr'i Medine'ye çağırır, oradan da Rebeze'ye gönderir ve orada  ikametini  uygun görür. Hcri 31'de Rebeze'de vefat eder, (radıyallahu anh).

Resululah onun doğru sözlülüğünü  takdiren: "Onun gibi doğru sözlü birisini ne yer taşıdı, ne de gök gölgeledi" buyurur (4370'de açıklandı). Bedir savaşına katılmamıştır ama Hz. Ömer, tahsisatta onu Ashab-ı Bedr'e ilhak etmiştir. İbnu İshak'ın Sire'sinde kaydedildiğine göre, Resulullah'a tebük seferine katılmayanlar haber verilip: "Falan da katılmadı"  denince: "Bırakın onu, eğer onda bir hayır varsa Allah onu size ilhak edecektir! Hayır yoksa, Allah ondan sizi selamette tutuyor demektir"  derdi. Ebu Zerr devesi ile yola çıkar, ancak deve bir türlü sür'at yapamayınca, deveyi  bırakır, malzemesini sırtına alır, geriden tek başına  yaya olarak orduya yetişmeye çalışır. Bir ara, Resulullah'a geriden birinin yaya gelmekte olduğu haber verilir. Efendimiz: "Bu Ebu Zerr ola!" buyururlar.  Yaklaşınca gerçekten onun olduğu anlaşılır ve Aleyhissalâtu vesselâm'a Ebu Zerr diye haber verirler. Aleyhissalâtu vesselâm:"

Allah Ebu Zerr'e rahmet buyursun. O tek başına yaşar, tek başına ölür, tek başına haşrolunur" buyururlar.

Yukarıda belirtildiği üzere, Ebu Zerr pek çok hususta münferid kalmış,  münferid yaşamış ve münferid  ölmüştür. [3]

 


 

[1] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/521-524.

[2] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/527-528.

[3] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/528-530.