* HZ. ALİ İBNU EBİ TALİB (RADIYALLAHU ANH)

 

ـ4403 ـ1ـ عَنْ أنس بن مالِكٍ رَضِيَ اللّهُ عَنْه قالَ: ]بُعِثَ رَسُولُ اللّهِ

# يَوْمَ ا“ثْنَيْنِ وَصَلَّى عَلِىٌّ رَضِيَ اللّهُ عَنْه يَوْمَ الثَُّثَاءِ[. أخرجه الترمذي .

 

1. (4403)- Hz. Enes  İbnu Malik (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)  pazartesi günü gönderildi. Hz. Ali (radıyallahu anh) da salı günü namaz kıldı." [Tirmizî, Menâkıb, (3730).][1]

 

AÇIKLAMA:

 

Bazı alimler, bu hadise dayanarak Hz. Ali'nin  erkeklerden müslüman olanların ilki olduğunu söylemişlerdir.[2]

 

ـ4404 ـ2ـ وعن ابْنِ عمر رَضِيَ اللّهُ عَنْهما قال: ]آخَى رَسُولُ اللّهِ # بَيْنَ أصْحَابِهِ فَجَاءَهُ عَلَيٌّ رَضِيَ اللّهُ عَنْه. فقَالَ: آخَيْتُ بَيْنَ أصْحَابِكَ وَلَمْ تُؤاخِ بَيْنِي وَبَيْنَ أحَدٍ. فقَالَ رَسُولُ اللّهِ #: أنْتَ أخِي في الدُّنْيَا وَاŒخِرَةِ[. أخرجه الترمذي .

 

2. (4404)- İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) Ashabının arasını kardeşlemişti. Hz. Ali (radıyallahu anh) yanına geldi ve:

"Ashabınızın arasını birbirleriyle kardeşlediniz, ama beni kimseyle kardeşlemediniz!" dedi. Bunun üzerine (aleyhissalâtu vesselâm):

"Sen dünyada da ahirette de benim kardeşimsin!" buyudular." [Tirmizî, Menâkıb, (3722).][3]

 

ـ4405 ـ3ـ وعن زيد بن أرقَمٍ رَضِيَ اللّهُ عَنْه قالَ: ]قالَ رَسُولُ اللّهِ #: مَنْ كُنْتُ مَوَْهُ فَعَلِيٌّ مَوَْهُ[. أخرجه الترمذي .

 

3. (4405)- Zeyd İbnu Erkam (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) şöyle buyurdular: "Ben kimin dostu (mevlası) isem, Ali de onun dostudur." [Tirmizî, Menâkıb, 3714).] [4]

 

ـ4406 ـ4ـ وعن سَعْدِ بْنِ أبِي وَقّاصٍ رَضِيَ اللّهُ عَنْه قالَ: ]خَلَّفَ النبِىُّ # عَلِيّاً رَضِيَ اللّهُ عَنْه في غَزْوَةِ تَبُوكَ. فقَالَ يَا رَسُولَ اللّهِ: تُخَلِّفُنِى في النِّسَاءِ وَالصِّبْيَانِ؟ فقَالَ: أمَا تَرْضَى أنْ تَكُونَ مِنِّى بِمَنْزِلِةِ هرُونَ مِنْ مُوسى، إَّ أنَّهُ َنَبِيَّ بَعْدِي[. أخرجه الشيخان والترمذي .

 

4. (4406)- Sa'd İbnu Ebi Vakkas (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) Tebük seferine çıkınca Hz. Ali'yi geride (Medine'de) bırakmıştı.

"Ey Allah'ın Resulü, siz beni çocukların  ve kadınların arasında mı bırakıyorsunuz?" dedi (kalmak istemedi). Bunun üzerine (aleyhissalâtu vesselâm):

"Sen, Hz. Harun'un, Hz. Musa yanında aldığı yeri, benim yanımda almaktan razı değil misin? Şu farkla ki, benden sonra peygamber yok!" buyurdular." [Buhârî, Megâzî 78, Fezailu'l-Ashâb 9; Müslim, Fezailu'l-Ashab, 31, (2404); Tirmizî, Menâkıb, (3731).][5]

 

ـ4407 ـ5ـ وفي رواية لمسلم والترمذي: ]قَالَ # يَوْمَ خَيْبَرَ: ‘عْطِيَنَّ الرَّايَةَ غَداً رَجًُ يحِبُّ اللّهَ وَرَسُولَهُ وَيُحِبُّهُ اللّهُ وَرَسُولُهُ. قَالَ: فَتَطَاوَلَ النَّاسُ لَهَا فقَالَ: اِدْعُوا لِى عَلِيّاً رَضِيَ اللّهُ عَنْه. فَأُتىَ بِهِ أرْمَدَ. فَبَصَقَ في عَيْنَيْهِ، وَدَفَعَ إلَيْهِ الرَّايَةَ فَفَتَحَ اللّهُ عَلَيْهِ. قَالَ: وَلَمَّا نَزَلَتْ هذِهِ اŒيَةُ؟ تَعَالَوا نَدْعُ أبْنَاءَنَا وَأبْنَاءَكُمْ دَعَا # عَلِيّاً وَفَاطِمَةَ وَحَسَناً وَحُسَيْناً رَضِيَ اللّهُ عَنْهم. فقاَلَ: اللَّهُمَّ هؤَُءِ أهْلِي[. »الرَّمَدُ« مرض في العين .

 

5. (4407)- Müslim ve Tirmizî'nin bir rivayetinde şöyle gelmiştir: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) Hayber günü buyurdular ki:

"Yarın sancağı öyle bir kimseye vereceğim ki, O, Allah'ı ve Resûlünü sever, Allah ve Resûlü de onu sever."

Ravi devamla der ki: "Bu söz üzerine (beni mi seçer ümidiyle, (aleyhissalâtu vesselâm)'a görünmek için) boyunlarını uzattılar. Ama o:

"Bana Ali (radıyallahu anh)'ı çağırın!" buyurdular. Ali getirildi ama gözlerinden  rahatsız idi. Hemen gözlerine tükürdü ve sancağı ona verdi. Allah Teala  Hazretleri onun eliyle fethi müyesser kıldı."

Ravi devamla der ki: Şu ayet indiği zaman "Gelin, oğullarımızı ve oğullarınızı çağıralım..." (Al-i İmran 61)  Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) hemen Ali'yi, Fatıma'yı, Hasan ve Hüseyin'i (radıyallahu anhüm ecmâin) çağırdı ve:

"Allahım, bunlar benim ailemdir" buyurdu." [Müslim, Fezailu'l-Ashab 32, (2404); Tirmizî, Menakıb, (3726).][6]

 

AÇLIKLAMA:

 

1- Rivayetin birinci kısmında, Hayber'in fethi sırasında zuhur eden fezail-i Ali (radıyallahu anh) açıklanmaktadır.

Resulullah'ın teyidi ile Hz. Ali:

* Allah ve Resulünü samimyetle sevmektedir.

* Allah ve Resulü de onu sevmektedirler. Bu ne büyük bir mazhariyettir. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın böyle bir vak'aya şehadeti bir kulun dünyada elde edebileceği  nimetlerin makamların  en büyüğü olsa gerektir. Bir tane dünya olsa, hepsinin bin yıllık saltanatı verilse bu mazhariyetin binde birine değmez. Çünkü dünyevi olanlar fanidir, ne kadar çok da olsa, büyük de olsa, müddeti  uzun da  olsa fanidir, sonunda bir katre serap olmaktadır.

* Hayber'in fethi Hz. Ali'nin eliyle  müyesser olmuştur. Bununla ilgili bir kısım teferruat 4268 numaralı hadisin sonunda geçti. Burada şunu belirtmekte fayda var: Hayber'in fethi sırasında sancağın Hz. Ali'ye verilmesi hadisesi Ashab nazarında mühim bir vak'adır. Çünkü bu, Allah ve Resulünün  o kimseyi sevdiğinin delili olmaktadır. Çünkü, bu önceden haber veriliyor. Binler dünya saadetine bedel olan bu mazhariyete ermek ümidiyle herkesin, başını uzattığı belirtilir. Hz. Ömer de vak'ayı anlatır ve der ki: "O güne kadar komutanlığı hiç arzu etmediğim halde, o gün acaba  sancağı bana mı verir diye ümitlenerek,  Resulullah'a görünmek için başımı ileriye doğru uzattım."

* Hadisin ikinci kısmında, Hz. Ali'nin bir başka fazileti beyan edilmektedir. Hz. Ali ve evladı. Hz. Peygamber'in evlatları hükmündedir. Şöyle  ki:  Bu ayet, Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a  Necrân'dan gelen hıristiyanlar vesilesiyle nazil olmuştur. Bu hey'etle birkaç gün  müzakereler edilmiş, Hz. İsa'nın şahsiyeti, peygamberliği hususlarında açıklamalar yapılmış, en sonunda onlara bu ayetle mübahale teklif edilmiştir. Yani, şayet bütün bu açıklamlara  rağmen Hz. Muhammed'in  risaletinin hak olduğuna kanaat getiremediyseniz, gelin elbirliğiyle Allah'a dua edelim, kim haksızsa Allah'ın, onlara bela indirmesini taleb edelim. Ayetin tamamı şöyle: "Sana bu ilim geldikten sonra, kim seninle bu hususta mücadele edecek olursa, de ki: "Gelin, çocuklarımızı ve çocuklarınızı, kadınlarımızı ve  kadınlarınızı, kendinizi ve kendimizi çağırıp toplanalım, sonra niyaz edelim ki, Allah'ın laneti yalancılar  üzerine olsun!" (Al-i İmran 61).

Şu halde  Resulullah'ın bu ilahi çağrıya hemen icabet zımnında Hz. Ali, Hz. Fatıma, Hz. Hasan ve Hüseyin'in ellerini tutması, bu sayılanların -ki Ali dahil- Resulullah'ın çocukları yerine geçtiğini ifade eder. Bu durum Hz. Ali için şereflerden bir şereftir, (radıyallahu anh).[7]

 

ـ4408 ـ6ـ وعن زِرِّ بْنِ حُبَيْشٍ قالَ: ]سَمِعْتُ عَلِيّاً رَضِيَ اللّهُ عَنْه يَقُولُ: وَالَّذِى فَلقَ الْحَبَّةَ وَبَرَأ النَّسَمَةَ إنَّهُ لَعَهْدُ النَّبِىِّ ا‘ُمِّى إليَّ أنْ َ يُحِبُّنِي إَّ مُؤْمِنٌ وََ يَبْغَضُنِى إَّ مُنَافِقٌ[. أخرجه مسلم والترمذي والنّسائِِى.»الْحَبَّةُ« بفتحِ الحاء: الحنطةُ والشّعيرُ وَنَحْوَهُمَا، وبكسرها: البُذُورَاتُ.و»فَلَقَهَا« شَقَّهَا لِلنَّبَاتِ.و»النَّسَمَةُ« كُلُّ شَىْءٍ فيهِ رُوحٌ.وَ»بَرْؤُهَا« خلقها .

 

6. (4408)- Zirr İbnu Hubeyş (radıyallahu anh) anlatıyor: "Hz. Ali (radıyallahu anh)'ın şöyle söylediğini işitim. "Daneyi açan, canlıları yaratan Zât-ı Zülcelal'e yeminle söylüyorum: Ümmî peygamberim (aleyhissalâtu vesselâm), bana şu hususu  garantiledi: "Beni mü'min olan sevecek, münafık olan da bana buğzedecektir." [Müslim, İman 131, (78); Tirmizî, Menâkıb, (3737); Nesâî, İman 20, (8, 117).] [8]

 

AÇIKLAMA:

 

1- Daneyi açan, tohumlardan filizi çıkaran demektir. Her gün seyrettiğimiz bu hadise, bize tabii ve normal gelir. Aslında büyük  bir mucizedir. Basit bir danecik toprağa atılınca bazı kimyevi  muamele geçirdikten sonra bir ağacın fabrikasını kendi kendine kurup ondan sonra yaprak, kereste, meyve, renk, koku, tad ve neler neler imal etmeye başlıyor. Bütün bu harikalar "danenin açılması" hadisesinin neticesidir. Bu sebeple Hz. Ali bu hadisenin sahibi Allah'a yeminle söze başlıyor. Esasen bir ayet-i kerimede Cenab-ı Hak: "Tohum ve çekirdekleri açan" diye tanıtılmaktadır (En'am 95).

2- Neseme, can taşıyan her şeye denmektedir. Öncelikle insan ve hayvan gibi mahlukat anlaşılır.

3- Ümmî, "umm"e yani anneye mensup demektir. Bununla okuma yazma bilmemek kinaye edilmiştir. Çünkü insan annesinden doğunca okuma yazma ve hiçbir şey bilmez. Bu hususu ayet-i kerime de teyid eder: "Allah sizi annelerinizin karnından hiçbir şey bilmez olduğunuz halde çıkardı ve şükrediniz diye size kulaklar, gözler ve kalpler verdi" (Nahl 78), Resulullah'ın ümmi olmasına rağmen Kur'an gibi  bir kitap getirmesi, geçmiş ve gelecekten ve  kâinatın mahiyetinden doğru, değiştirilemez, yanlışlığı idia ve ispat edilemez haberler vermesi, O'nun en büyük mucizelerinden sayılmıştır.

4- Hz. Ali (radıyallahu anh)'ı sevmek veya buğzetmek iman ve nifak alameti sayılmıştır. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a yakınlığı, damadı olması İslam'a bunca hizmetleri, Resulullah ve diğer büyük sahabilerin takdirlerinden sonra onu sevmemek, nifaktan, küfürden başka neye delalet edebilir? Asırların gerisinde kalmış öyle bir zatı sevmek de ancak iman sebebiyledir. Sözgelimi, Hint ve ya Çin tahrini ilgilendiren  büyük  şahıslara karşı "kin" ve "sevgi" duymayız, belki takdir ifade edebiliriz. Öyleyse kendimizle ilgi kurduklarımıza sevgi veya buğz hissederiz. Bu açıdan Hz. Ali'ye hissedeceğimiz sevginin imandan, buğzun da nifaktan gelmesi, inkârı mümkün olmayan bir hakikatın ifadesidir.[9]

 

ـ4409 ـ7ـ وعن جابر رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]دَعَا رَسُولُ اللّهِ # عَلِيّاً يَوْمَ الطَّائِفِ فَانْتَجَاهُ. فقَالَ النَّاسُ: لَقَدْ أطَالَ نَجْوَاهُ مَعَ ابْنِ عَمِّهِ. فقَالَ: مَا انْتَجَيْتُهُ، وَلكِنَّ اللّهَ تَعالى اِنْتَجَاهُ[. أخرجه الترمذي.وقال معنى قوله: »ولكِنّ اللّهَ انْتَجَاهُ« أيْ أمَرَنِي أنْ أنْتجى معه .

 

7. (4409)- Hz.  Cabir (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) Taif  günü Hz. Ali (radıyallahu anh)'ı çağırdı ve onunla hususi konuşma yaptı. (Bu görüşme o kadar uzadı ki) halkn: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) amcasının oğluyla görüşmesini  uzattı" dedi. (Resulullah bunu işitince):

"Onunla hususi görüşmeyi ben (kendi arzumla) yapmadım. Allah(ın arzusu ve emri ile Resulü) yaptı" açıklamasında bulundu." [Tirmizî, Menâkıb, (3728).][10]

 

AÇIKLAMA:

 

1- Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm), Tâif seferi sırasında Hz. Ali ile hususi şekilde fikir alışverişi yapar. Bu başbaşa görüşmesi, mutadın fevkinde ve dikkatleri çekecek kadar uzar ve bazılarının "Amcasının oğluyla konuşmasını uzattı" demesine sebep olur. Dikkat edersek bu dedikodu da bir rahatsızlığın ifadesi var: Resulullah'ı, amcasının oğlu ile  risalet vazifesini taşıp hususileşen, hususi tarafı ağır basan bir görüşme yapmış olmakla itham var. Bunu sıkça gördüğümüz, her fırsatı aleyhte istismara tevessül eden nifak ehlinin söylemiş olması kaviyyen mümkündür. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın Ashab'a verdiği "düşüncelerini çekinmeden söyleme terbiyesi"nin sonucu  olarak samimi mü'minler tarafından söylenmiş olması da mümkündür. Şu veya bu hangi sebeple söylenmiş olursa olsun, Aleyhissalâtu vesselâm meseleye tavzih getirmiş, bu hususi uzun görüşmeyi risalet vazifesinin gereği olarak yaptığını ifade etmiştir. Ancak bunu ifade ederken ayet-i kerimede geçen bir üslubu  ihtiyar etmiştir: "(Ey Habiim, Bedir savaşında müşriklerin  her birinin gözüne ayrı ayrı ulaşan bir avuç toprağı) sen atmadın, Allah attı" (Enfal 17). Burada, fiiliyatta atan Resulullah olduğu halde Cenab-ı Hak, rızasına uygun olarak Cebrail'in talimiyle atmış olduğu ve bunun tesirini de bizzat halkettiği için bu atışı kendine  nisbet etmektedir. Aleyhissalâtu vesselâm da sırf risalet hizmetini ilgilendiren bir görüşme yaptığını ve hatta Allah'ın irşadı üzerine bu görüşmeye yer verdiğini ima için: "Onunla ben görüşmedim, Allah görüştü"  buyurmuştur.

Bu ifadede, Hz. Ali (radıyallahu anh)'la ilgili ortaya çıkan şeref ve menkibe açıktır, (radıyallahu anh).[11]

 

ـ4410 ـ8ـ وعن أنس رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]بَعَثَ رَسُولُ اللّهِ # بِبَرَاءَةٍ مَعَ أبِي بَكْرٍ رَضِيَ اللّهُ عَنْه، ثُمَّ دَعَاهُ. فقَالَ: َ يَنْبَغِِى ‘حَدٍ أنْ يُبَلِّغَ هذَا إَّ رَجُلٌ مِنْ أهْلِي فَدَعَا عَلِيّاً رَضِيَ اللّهُ عَنْه فَدَعَاهُ إيَّاهُ[. أخرجه الترمذي .

 

8. (4410)- Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) Berâet (Tevbe) sûresini, (Arafat'ta haçılara tebliğ edilmek üzere) Hz. Ebu Bekir (radıyallahu anh)'ı göndermişti. Sonra onu çağırarak:

"Bunun, ehlimden olmayan bir kimse ile tebliğ edilmesi muvafık değil!" buyurdu. Hz. Ali (radıyallahu anh)'ı çağırarak sûreyi, (Arafat'ta okuması için) ona verdi." [Tirmizî, Tefsir, Tevbe, (3089).][12]

 

AÇIKLAMA:

 

Burada, Berâet sûresinin tebliğ edilme vazifesinin Hz. Ali'ye verilmesi gözükmektedir. Hatta Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm): "Bunun, aileme mensup olmayan biri tarafından tebliği muvafık olmaz" buyurmştur.

Bu ne demektir, niçin böyle yapmıştır? sorusu hatıra gelmektedir. Bu hususun anlaşılması için öncelikle Berâet sûresinin, müşriklere bir ültimatom, yani, onlarla yapılan anlaşmaların müddetleri bitince yenilenmeyeceğinin ilanı olduğunu bilmek gerekir. Sûre: "Müşriklerden aranızda antlaşma bulunanlara bir ihtardır" diye başlar ve: "Dört ay müddetle yeryüzünde dolaşın. Ve bilin ki, Allah'ı âciz bırakacak değilsiniz ve Allah elbette kâfirleri rezil edecektir. Büyük hacc gününde Allah ve Resûlü'nden insanlara şunu ilan edin ki, Allah ve Resûlü müşriklerden uzaktır. Tevbe ederseniz sizin için daha hayırlıdır. Ama yüz çevirirseniz, bilin ki, Allah'ı âciz bırakacak değilsiniz. İnkâr edenleri ise acı bir azapla müjdele" (Tevbe 1-3)

Burada antlaşmaların dört ay sonra muteber olmadığı belirtilmekte, tevbe ederek İslâm'a davet edilmekte, gelmeyecek olanlar ise şiddetle tehdid edilmektedir. Müteakip âyette: "Müşriklerden aranızda antlaşma olup da bunu hiç bir şekilde ihlâl etmemiş ve kimseye, size karşı yardım etmemiş olanlar"a antlaşma müddetinin sonuna kadar dokunulmaması emredilmekte, müddet bitince onlar da diğerleri gibi aynı tehdide maruz bırakılmaktadır.

Şu halde günümüz diplomasisinin diliyle tam bir ültimatom olan bir sûre esas itibariyle antlaşmaların nakzını haber vermektedir.

Ülemâ der ki: "Hz. Ebu Bekir'den sonra Hz. Ali'nin gönderilmesindeki hikmet, bir Arap adeti gereğincedir: Bu adete göre, akdi, ancak onu yapan kimse veya aile yoluyla kendinden olan bir kimse bozabilir. Resûlullah bu davranışıyla mezkur âdete uymuş olmaktadır. Bu sebeple: "Onu sadece ben veya benim ailemden biri tebliğ edebilir" buyurmuştur."[13]


 

[1] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/465.

[2] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/465.

[3] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/465.

[4] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/465.

[5] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/466.

[6] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/466-467.

[7] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/467-468.

[8] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/468.

[9] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/469.

[10] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/470.

[11] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/470.

[12] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/471.

[13] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/471-472.