Sevginin Mahiyeti:

 

İslâm alimleri, bu vesile ile sevginin mahiyetini tahlil ederek derler ki:"Muhabbet:

* Ya menfaata itikat etmektir;

* Veya buna tabi olan meyildir;

* Ya da iki taraftan birine vaki olarak hususiyet kazanan  bir sıfattır.

Meyl'e gelince, bu da:

* bazan duyulardan birinin lezzet  almasıyla hasıl olur; güzel bir surete meyil gibi;

* Bazan aklıyla lezzet aldığı şeyedir; fazilet ve kemâle olan sevgi gibi;

* Bazan kendisine yapılan ihsan (iyilik) veya kendisine gelecek bir zararı defetme gibi bir sebeple olur.

Şurası açık ki Resulullah'a meyledip sevmede bu üç sebebin üçü de mevcuttur. Zahiri ve batınî güzellikler ondadır, kemâlatın envaı ondadır, bütün mü'minlere sırat-ı mustakim hidayetini ihsan eden, ebedi cehennem belasından vikaye eden odur."

Aynî der ki: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) sevgisi, O'na itaatte bulunma ve muhalefeti terketme iradesidir. Bu ise İslam'ın vaciblerindendir." Nevevî de şöyle demiştir: "Hadiste kötülükleri emreden nefisle, mutmainne nefis  arasında hüküm vermeye bir telmih var. Zira, kim mutmainne cihetini tercih ederse, Resulullah sevgisini üstün tutmuş olur. Kim de nefs-i emmare canibini tercih ederse onun hükmü bilakistir." [1]

 

ـ4357 ـ11ـ وَعَنْ أبِي هريرة رَضِيَ اللّهُ عَنْه قَالَ: ]قَالَ رَسُولُ اللّهِ #: وَالَّذِى نَفْسُ مُحَمّدٍ بيَدِهِ لَيَأتِيَنَّ عَلى أحَدِكُمْ يَوْمٌ وََ يَرَانِى، ثُمَّ ‘نْ يَرَانِى أحَبُّ إلَيْهِ مِنْ أهْلِهِ وَمَالِهِ مَعَهُمْ فَأوَّلُوهُ عَلى أنَّهُ # نَعَى نَفْسَهُ إلَيْهِمْ وَعَرَّفَهُمْ بِمَا يَحْدُثُ بَعْدَهُ مِنْ تَمَنِّى لِقَائِهِ عِنْدَ فَقْدِهِمْ مَا كَانُوا يُشَاهِدُونَ مِنْ بَرَكَاتِهِ، صَلَواتُ اللّهِ عَلَيْهِ وَسََمُهُ[. أخرجه الشيخان، وهذا لفظ مسلم .

 

11. (4357)- Hz. Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:

"Muhammed'in nefsi yed-i kudretinde bulunan Zât-ı Zülcelâl'e yemin olsun ki, sizden birine, beni görmeyeceği bir gün gelecek ki, o gün beni beraberlerinde görmek, ona ehlinden ve malından daha makbul olacak." Resulullah'ın bu sözünü, Ashab, kendilerine ölümünü haber veriyor diye yorumladılar. Bunun üzerine, ölümüyle kendisini kaybedince getirmiş olduğu bereketleri müşahede ettikleri müddetçe duyacakları, Aleyhissalatu vesselam'a kavuşma  temennisini kasdettiğini bildirdi." [Müslim, Fezail 142, (2364).][2]

 

ـ4358 ـ12ـ وَعَنْهُ رَضِيَ اللّهُ عَنْه قالَ: ]قيلَ يَا رَسُولَ اللّهِ: مَتَى وَجَبَتْ لَكَ النُّبُّوَّةُ؟ قَالَ: وَآدَمُ بَيْنَ الرُّوحِ وَالْجَسَدِ[. أخَرجه الترمذي وصححه .

 

12. (4358)- Yine Ebu Hureyre (radıyallahu anh) hazretleri anlatıyor: "Ey Allah'ın Resûlü! dendi. Sana peygamberlik ne zaman vacib oldu?

Şöyle cevap verdi:

"Hz. Adem ruhla cesed  arasında iken!" [Tirmizî, Menakıb 1, (3613).][3]

 

AÇIKLAMA:

 

1- Ulemanın açıklamasına göre, burada, Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) şöyle demek istemektedir:  "Hz. Adem yeryüzüne suret olarak atılmış, henüz cesed giymemiş bir halde iken bana peygamberlik vacib oldu." Yani, "Hz. Adem'in ruhu, henüz cesedine girmemiş iken..." Ahmed İbnu Hanbel'in Müsned'de, Buharînin el-Tarihu'l-Kebir'de, Ebu Nu'aym'ın ed-Delail'de ve diğer birçok alimlerce tahric edilen ve Hakim tarafından sahih olduğu tasrih edilen bir hadis şöyledir: "Ben yaratılışta peygamberlerin ilki, gönderilişte ise sonuncusuyum."

Ancak halkın dilinde bu hadis şöyle bilinmektedir: "Adem su ile toprak arasında iken ben peygamberdim."

Kitaplarda hadisin başka değişik şekillerine de rastlanır. Esas olan Tirmizî'de yer alan sadedinde olduğumuz hadistir. İbnu Sa'd'ın kaydettiği bir rivayette "Ben yaratılışta insanların ilki, peygamber olarak gönderilişte sonuncusuyum"  buyrulmuştur.

2- Münavi, sadedinde olduğumuz hadiste Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın, kendisinin "ilk insan" veya "ilk mevcut" olduğunu değil, "ilk nebi" olduğunu söylemiş olmasına dikkat çeker ve bu ifade ile Aleyhissalatu vesselâm'ın, zamanın yaratıldığı ilk sıralarda "nübüvvetin varlığına işaret ettiğini" söyler. Aynen şöyle der: "Aleyhissalâtu vesselam, "Ben  ilk insandım veya ilk var olan mevcuttum" demiyor. Bununla, nübüvvetinin, zamanın yaratılışının başında, âlem-i şehadette değil, alem-i gaybta mevcud olduğuna işaret etmiş olmaktadır. İsm-i Batın'daki zaman, cisminin varlığına ve ruhunun cisme irtibatına ulaşınca cereyan etmekte olan zamanın hükmü, İsm-i Zahir'e intikal etti. Böylece Aleyhissalatu vesselam,  ruhuyla, cismiyle bizzat ortaya çıktı. Batında hüküm O'na aitti. Yani, nebiler ve resuller eliyle gelmiş olan bütün şeriatlerde hüküm batınen O'na aitti. Sonra hüküm zahirde de O'nun oldu. Böylece, İsm-i Bâtının ibraz etmiş olduğu her bir şeriat, İsm-i Zahir'in hükmüyle neshedildi; tâ ki, şeriat bir dahi olsa, iki ismin hükmünün ayrı olduğu beyan edilsin."

Münavi, "Hz. Adem ruhla cesed arasında iken" ibaresini şöyle açıklar: "Yani Allah Teâla Hazretleri, Resulullah'a, daha insani bedenler icad edilmezden önce, henüz o ruh iken haiz olduğu mertebeyi haber vermiş olmalı, tıpkı insanoğlundan, daha cesedleri yaratılmazdan önce, misak almış olması gibi." Bu mütâlaayı serdeden İbnu Arabî, -bazı alimlerce benimsenerek tekrar edilen- şu görüşe de yer vermiştir: "Allah Teâla Hazretleri Benî Adem'in sırtlarından zürriyetlerini alıp, onları nefislerine karşı şahit kılıp, "Rabbiniz değil  miyim?" deyince, şu istişhada "Evet!" diye ilk cevap veren Muhammed (aleyhissalâtu vesselâm) olmuştur. İşte bu surette O, en son gönderilen olduğu halde, bütün peygamberlerin önüne geçmiş oldu."

Bu sadedinde dense ki: Hz. Adem'in hakikatte topraktan kalıb halinde yaratıldıktan sonra ruh üflenmiş olan varlıktır, yani Adem deyince, ruh ve cesedin birleşmiş olduğu halde ortaya çıkan varlık anlaşılmaktadır. Bu durumda "Adem ruhle cesed arasında iken" sözü ne mâna taşır?

Buna cevaben deriz ki: "Burada  mecaz mevzubahistir. Yani, yaratılışı tam orlarak ortaya çıkmazdan öneki ve fakat tamamlanmaya yaklaşmış  bulunan halinden mecazdır. Nitekim falanca "hastalıkla, sağlık arasındadır" deriz. Bu sözümüzle her iki hale de yakınlığını kasdetmiş oluruz.

Bu  hadisle ilgili olarak Taceddin Subkî de şöyle bir açıklama yapar: "Şayet: Nübüvvet bir vasıftır, vasfın olabilmesi için onunla muttasıf olan mevsufun mevcut olması gerekir. Fiiliyatta da,  doğumundan kırk yıl sonra peygamber olduğu halde varlığından ve irsalinden önce nasıl bu sıfatla tavsif edilebilir?" dersen, derim ki: Naslarda, Allah'ın, ruhları cesedlerden önce yarattığı gelmiştir. Öyle ise "Ben peygamberdim" sözüyle, Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm), ruh-u şeriflerine, yahut da hakikat-ı Muhammediye'ye işaret etmiş  olabilirler. Bilindiği üzere,  hakikatlerin  künhüne akıllarımız vakıf olamaz. Onları ancak yaratıcıları veya ilahî nurdan nasibedar olanlar anlayabilir. Alkamî, Ali İbnu'l-Hüseyin'den  o da babası tarikiyle ceddinden merfu olarak şunu nakleder:

"Ben, Hz. Âdem aleyhisselam yaratılmazdan ondörtbin yıl önce, Rabbimin yanında bir nur olarak mevcuttum..."[4]

 

ـ4359 ـ13ـ وَعَنِ ابْنِ مَسْعودٍ رَضِيَ اللّهُ عَنْه قالَ: ]قَالَ رَسُولُ اللّهِ #: مَا مِنْكُمْ مِنْ أحَدٍ إَّ وَقَدْ وُكِّلَ بِهِ قَرِينُهُ مِنَ الْجِنِّ وَقَرِينُهُ مِنَ الْمََئِكَةِ. قَالُوا: وَإيَّاكَ يَا رَسُولَ اللّهِ. قَالَ: وإيَّاىَ إَّ أنَّ اللّهَ أعَانِنى عَلَيْهِ فأسْلَمَ، فََ يَأمُرُنِى إَّ بِخَيْرٍ[. أخرجه مسلم، وقد تقدّم في كتاب الغيرة من حديث عائشة بمعناه.»القرينُ« المصاحبُ، وكلُّ إنسانٍ فمعهُ قرينٌ من المئكة يأمرهُ بالخير ويُحَثَّهُ عليه، وقرينٌ من الشيطان يأمرهُ بضّدِ ذلك ويحثُّهُ عليه.

 

13. (4359)- İbnu Mes'ud (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:

"Sizden hiç kimse yoktur ki ona, biri şeytandan diğeri melekten olmak üzere yanından ayrılmayan iki "karin" tevkil edilmemiş olsun!"

"Size de mi ey Allah'ın Resûlü!" denildi.

"Bana da!" buyurdular. Ancak, Allah ona karşı bana yardım etti de o müslüman oldu. Artık o bana hayırdan başka bir şey emretmiyor!" [Müslim, Münâfıkûn 69, (2814).][5]

 

AÇIKLAMA:

 

Burada, Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın mümtaz  hususiyetlerinden biri açıklanıyor. Şeytanının müslüman olması. Hadisin, Müslim' de Hz. Aişe (radıyallahu anhâ)'dan rivayet edilen vechi daha açıktır. Hadisin mezkur vechi 4309 numarada kaydedildi. Gerekli bazı açıklamalar da orada sunuldu.

Burada şunu ilave edelim ki, başka hadislerde daha sarih olarak geldiği üzere insanın, biri şeytan diğeri melek olmak üzere iki  karini vardır. Melek daima iyi şeyler, hayırlar telkin eder. Şeytan da kötü şeyler, şerler, küfürler, isyanlar ve hevâ telkin eder. Şu halde mü'min, içinden gelen iyi sesleri, melekten bilip onlara uymalıdır, kötü şeyleri de şeytandan bilip onlara uymamalıdır. Müslüman, bu  seslerden birine, birinden diğerine uyup uymamakla imtihan edilmektedir.

Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın şeytanın müslüman olması ve hayırdan başka bir şey emretmemesi, tebligatına olan güvenimiz  bakımından mühim bir hadisedir. Böylece, Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'dan varid olan hadisler hakkında suizan atmaya çalışacaklar, cevapları peşin almış oluyorlar. Esasen Aleyhissalâtu vesselâm, Abdullah İbnu Amr İbnu'l-As'a, hangi halde, ne suretle  konuşursa konuşsun fem-i mübareklerinden Hak'tan başka bir şey çıkmayacağını yeminle söylemiştir (Bakınız 1. cilt sayfa 27).[6]

 

ـ4360 ـ14ـ وَعَنْ أنسٍ رَضِيَ اللّهُ عَنْه قالَ: ]قَالَ رَسُولُ اللّه #: مَا مِنْ مُسْلِمٍ يُسَلِّمُ عَليَّ إّ رَدَّ اللّهُ تَعالى عَليَّ رُوحِي حَتّى أرُدَّ عَلَيْهِ السََّمَ[. أخرجه أبو داود.

 

14. (4360)- Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:

"Bana bir mü'min selam verdi mi, kendisine mukabele etmem için Allah ruhumu bedenime iade eder. Ben de mutlaka selama mukabele ederim." [Ebu Davud, Menasik 100, (2041).][7]

 

AÇIKLAMA:

 

1- Bu hadis, Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a ait bir başka hususiyeti daha beyan etmektedir: Herhangi bir mü'min kabrini ziyaret edip selam verdiği takdirde bu selam vesilesiyle Cenab-ı Hak, Aleyhissalâtu vesselâm'ın mübarek ruhlarını cesedine göndermekte ve Resulullah da bu selama mukabelede bulunmaktadır.

2- Hadisi bu zahiri manada anlayınca bazı müşkiller ortaya çıkacaktır. Şöyle ki: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın ruhunun cesede her selam verişte girip çıkması gerekecek, bu hal  bir meşakkat olmaktan öte, ölme ve dirilme hadiselerinin tekerrür etmeyeceğini ifade eden ayetlere de muhaliftir.[8] Ayrıca bu anlayış, peygamberlerin kabirlerinde diri olduklarını ifade eden mütevatir hadislere de muhalefet eder Öyle ise, zahir murad olamaz, te'vil edilmesi gerekir. Beyhakî der ki: "Nebilerin ruhu kabzedildikten sonra, ruhları tekrar kendilerine iade edilir. Onlar Rableri indinde, tıpkı şehidler gibi diridirler."

Ortadaki müşkili çözmek sadedinde alimler muhtelif te'vil ve açıklamalar yaparak "redd" kelimesinin, hadiste "geri gönderme" yani "diriltme" manasında olmadığını gösterirler ve bu hususta ittifak ederler. Bu tevillerin hepsini burada zikretmek uzun kaçar. Bu sebeple sadece Suyutî merhumun açıklamasını kaydedeceğiz. Der ki:

"Redd lafzı bazan müfarakata (ayrılığa) delalet etmez, bilakis onunla, "mutlak oluş" ve "bu oluşun güzelliği" kinaye edilir. Bu, onunla arkadan gelen "ona selamı reddederim (mukabele ederim)" ifadesi arasındaki lafzî münasebeti müraattır. Şu halde redd kelimesinin hadisin başında gelişi, sonradan gelecek olan ikinci redd kelimesiyle münasebeti sebebiyledir. Öyleyse, burada bedenden ayrıldıktan sonra ruhun tekrar bedene gelmesi murad değildir. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) Berzah'ta melekut ahvaliyle meşguldür. Cenab-ı Hakk'ın müşahedesi ile müstağrıktır, tıpkı dünyada iken vahy hâletinde olduğu gibi. Şu halde haletten ifakatını redü'rruh (ruhun iadesi) tabiriyle ifade buyurmuştur."

3- Aleyhissaltu vesselam, bu hadislerinde, kendisine  salat-u selam okumaya teşvikte bulunmaktadır. Ebu Dâvud'un, hadisi "Kabirlerin Ziyareti" adlı bir babta kaydettiği de nazar-ı dikkate alınınca, kabrini ziyarete ve bu ziyaret esnasında selam vermeye teşvik manasının esas olduğu anlaşılır. Esasen bu sadedde başka rivayetler de var. Şöyle ki: "Kim bana kabrimin başında salat okursa, onu işitirim. Kim de bana uzaktan salat okursa o bana ulaştırılır." "Yeryüzünde Allah Teala hazretlerinin seyyah melekleri vardır. (Ümmetimin selamını bana ulaştırırlar."

İbnu Beşşar gibi bir kısım büyüklerden, Resulullah'ın kabri başında selam verdikleri vakit içeriden ve aleyke'sselam mukabelesini işittiklerine dair itiraflar rivayet edilmiştir.[9]

 

ـ4361 ـ15ـ وَعَنْهُ رَضِيَ اللّهُ عَنْه قَالَ: ]لَمَّا كَانَ الْيَوْمُ الَّذِى دَخَلَ فِىهِ النَّبِىُّ # اَلْمَدِينَةَ أضَاءَ مِنْهَا كُلُّ شَىْءٍ، فَلَمَّا كَانَ الْيَوْمُ الَّذى مَاتَ فِيهِ أظْلَمَ مِنْهَا كُلُّ شَىْءٍ، وَمَا نَفَضْنَا أيْدِيَنَا مِنْ دَفْنِهِ حَتّى أنْكَرْنَا قُلُوبَنَا[. أخرجه الترمذي .

 

15. (4361)- Yine Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın Medine'ye girdiği gün, şehirdeki her şeyi aydınlık bürüdü, vefat etiği günde ise her şey karardı. Defin işinden çıktığımız zaman hepimiz kalplerimizi (vahyin inkıtaı sebebiyle) üzüntülü bulduk." [Tirmizî, Menakıb 3, (3622).][10]

 

ـ4362 ـ16ـ وَعَنِ ابْنِ عَمْرِو بْنِ الْعَاصِ رَضِيَ اللّهُ عَنْهما قَالَ: ]تََ رَسُولُ اللّهِ #: رَبِّ إنَّهُنَّ أضْلَلْنَ كَثِيراً مِنْ النَّاسِ فَمَنْ تَبِعَنِى فإنَّهُ مِنِّى وَمَنْ عَصَانِى فإنَّكَ غَفُورٌ رَحِيمٌ وَقَوْلَهُ إنْ تُعَذِّبْهُمْ فإنَّهُمْ عِبَادُكَ وَإنْ تَغْفِرْ لَهُمْ فإنَّكَ أنْتَ الْعَزِيزُ الْحَكِيمُ فَرَفَعَ يَدَيْهِ وَقالَ: اللَّهُمَّ أُمَّتِي،

وَبَكَى. فقَالَ اللّهُ عَزَّ وَجَلَّ: يَا جِبْرِيلُ اذْهَبْ إلى مُحَمّدٍ، وَرَبُّكَ أعْلَمُ فَأسْألْهُ مَا يُبْكِيهِ؟ فَأتَاهُ جِبْرِيلُ فَسَألَهُ، فَأخْبَرَهُ بِمَا قَالَ، وَهُوَ أعْلَمُ. فقالَ اللّهُ تَعالى: يَا جِبْرِيلُ، اِذْهَبْ الى مُحَمّدٍ فَقُلْ لَهُ: إنَّا سَنُرْضِيكَ في أُمَّتِكَ وََ نَسُوءُكَ[. أخرجه مسلم .

 

16. (4362)- İbnu Amr İbni'l-As (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) (Hz. İbrahim'in duası olan): "Ey Rabbim şüphesiz ki o putlar insanlardan pek çoğunu saptırmıştır. Kim bana uyarsa muhakkak ki o bendendir. Kim de emirlerine karşı gelirse, şüphesiz ki sen çok bağışlayıcı, çok merhamet edicisin" (İbrahim 36) mealindeki ayeti ile, Hz. İsa'nın duası olan: "Eğer onlara azab edersen onlar senin kullarındır. Eğer onları bağışlarsan, elbette sen dilediğini yapmayı kadirsin ve sen herşeyi hikmetle yaparsın" (Maide 113) mealindeki ayeti tilavet buyurdu ve ellerini kaldırdı, şöyle yalvardı: "Allahım! Ümmetimi (mağfiret et), ümmetimi (mağfiret et!)" ve ağladı. Allah Teala Hazretleri:

"Ey Cibril, Muhammed'e git! dedi, -Rabbin bildiği halde- niye ağladığını sor!" diye emretti: Cebrail aleyhisselam, O'na gelip niye ağladığını sordu. (Rabb Teâla'ya dönüp Muhammed'in) ne söylediğini -O çok iyi bildiği halde- haber verdi. Bunun üzerine Allah Teâla Hazretleri:

"Ey Cebrail! Muhammed'e git ve ona söyle ki: "Biz seni ümmetin hususunda razı edeceğiz, asla kederlendirmeyeceğiz." [Müslim, İman  346, (202).][11]

 

AÇIKLAMA:

 

1- Bu rivayet, ümmet hakkında müjde dolu bir hadistir. Bu müjdeyi, Duha suresindeki şu ayet teyid eder:   "Ve elbette Rabbin sana razı olacağın ihsanlarda bulunacaktır" (Duha, 5). Bu ayet indiği zaman Resulullah: "O halde ümmetimden tek kişi cehennemde kaldığı müddetçe ben de razı olmam" buyurarak, ümmetten cehenneme gidecek olanları da haber vermiştir. Bu ve benzeri hadisler bizi itikâle sevketmemeli, bilakis ümmetine karşı bu kadar müşfik ve merhametkar bir peygambere layık olma gayretine sevketmelidir. Bu da O'nun sünnetine sıkı yapışmakla mümkündür. Çokça salat ve selam okumakla mümkündür.

2- Hadis, Cenab-ı Hakk'ın yanında Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın mertebesinin ne kadar yüce olduğunu, Cenab-ı Hakk'ın O'nu razı etmek için her istediğini vereceğini ifade eder. Bu husus ümmet için son derece mühimdir. Zira Resulumüz, ümmetinin affını ısrarla isteyeceğini bildirmiştir: "Her peygamberin ümmeti hakkında yaptığı bir duası var. Ben duamı Kıyamet günü ümmetime şefaat için sakladım. " Şu halde bu ve diğer şefaat hadisleriyle, sadedinde olduğumuz hadisler birleştirilince Muhamed ümmetinin, Kıyametin dehşetli anında Rab Teala'nın affına mazhar olmak gibi büyük bir bahtiyarlığa ereceği anlaşılır.   هذا مِنْ فَضْلِ رَبِّى

3- Hadis, dua ederken el kaldırmanın müstehab olduğunu da ifade eder. [12]


 

[1] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/401.

[2] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/402.

[3] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/402.

[4] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/402-404.

[5] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/405.

[6] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/405.

[7] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/406.

[8] "Onlar da, "Ey Rabbimiz derler, bizi iki defa öldürdün, iki defa dirilttin...""(Mü'min 11) âyeti ile ölme ve dirilme hadisesi "iki" ile sınırlıdır.

[9] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/406-407.

[10] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/407.

[11] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/408.

[12] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/408-409.