* TEBÜK GAZVESİ

 

ـ4304 ـ1ـ عَنْ أبِي مُوسى رَضِيَ اللّهُ عَنْه قَالَ: ]أرْسَلَنِى أصْحَابِى إلى رَسُولِ اللّهِ # أسْألُهُ الْحُمَْنَ لَهُمْ فى جَيْشِ الْعُسْرَةِ وَهِىَ غَزْوَةُ تَبُوكَ. فَوَافَقْتُهُ وَهُوَ غَضْبَانُ وََ أشْعُرُ. فَقُلْتُ:  يَا رَسُولَ اللّهِ أصْحَابِى أرْسَلُونِى إلَيْكَ لِتَحْمِلَهُمْ. فَقَالَ: واللّهِ َ أحْمِلُهُمْ عَلى شَىْءٍ فَرَجَعْتُ حَزِيناً مِنْ مَنْعِ رَسُولِ اللّهِ # وَمِنْ مَخَافَةِ أنْ يَكُونَ قَدْ وَجَدَ فِى نَفْسِهِ

عَلَيَّ، فرَجَعْتُ إلى أصْحَابِى فَأخْبَرْتُهُمْ بِالَّذِى قَالَ؛ ثُمَّ أرْسَلَ إلى َّ فقَالَ: خُذْ هَذَيْنِ الْقَرِينَيْنِ، وَهذَيْنِ الْقَرِينَيْنِ، هذَيْنِ الْقَرِينَيْنِ لِسِتَّةِ أبْعِرَةٍ ابْتَاعَهُنَّ مِنْ سَعْدٍ رَضِيَ اللّهُ عَنْه حِينَئِذٍ فَانْطَلِقْ بِهِنَّ إلى أصْحَابِكَ. فَقُلْ: إنَّ اللّه تَعالى، أوْ إنَّ رَسُولَ اللّهِ # يَحْمِلُكُمْ عَلى هؤَُءِ فَارْكَبُوهُنَّ. فَانْطَلَقْتُ إلى أصْحَابِى بِهِنَّ. فَقُلْتُ: إنَّ رَسُولَ اللّهِ # يَحْمِلُكُمْ عَلى هؤَُءِ، وَلكِنْ واللّهِ َ أدْعُكُمْ حَتَّى يَنْطَلِقَ مَعِى بَعْضُكُمْ إلى مَنْ سَمِعَ مَقَالَةَ رَسُول اللّهِ # حِينَ سَألْتُهُ لَكُمْ وَمَنْعَهُ إيَّاىَ أوَّلَ أمْرِهِ. ثُمَّ إعْطَاؤُهُ إيَّاىَ بَعْدَ ذلِكَ َ تَظُنُّوا أنِّى حَدَّثْتُكُمْ شَيْئاً لَمْ يَقُلْهُ. فقَالُوا: واللّهِ إنَّكَ عِنْدَنا لَمُصَدَّقٌ، وَلْنَفْعَلَنَّ مَا أحْبَبْتَ فَانْطَلَقَ أبُو مُوسى بِنَفَرٍ مِنْهُمْ حَتّى أتُوا الَّذِىنَ سَمِعُوا قَوْلَ النَّبِىِّ # فَحَدَّثُوهُمْ بِمَا حَدَّثَهُمْ بِهِ أبُو مُوسى[. أخرجه الشيخان .

 

1. (4304)- Ebû Musa (radıyallahu anh) anlatıyor: "Ashabım, Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a usre (darlık) ordusu, yani Tebük Gazvesi sırasında yüklerini koyacakları deve hakkında sormam için beni gönderdiler.

Yanına vardığımda meğer öfkeliymiş de ben hissedememişim.

"Ey Allah'ın Resûlü, dedim, arkadaşlarım size, beni gönderdiler, kendilerine yük devesi vermenizi istiyorlar."

"Vallahi ben onlara hiçbir yük devesi veremem!" buyurdular. Ayrıldım, ama üzgündüm, hem yük devesi verilmeyişine, hem de bana kızmış olabileceği korkusuyla üzgündüm. Arkadaşlarımın yanına varıp Aleyhissalâtu vesselâm'ın söylediğini kendilerine haber verdim.

Sonra Resulullah bana birini [Bilâl'i] göndererek beni çağırdı ve:

"Şu çifti, şu çifti, şu çifti al! Bunları arkadaşlarına götür. Ve dedi ki: "Allah -veya Resulullah- sizi  bunlarla taşıyacak, bunlara binin" dedi. Ben onları arkadaşlarıma götürdüm ve:

"Resulullah sizleri bunlarla taşıyacak. Lakin, vallahi sizden biri, sizin için ilk istediğim zaman, Resulullah'ın söylediğini ve vermem dediğini duyan birine gitmedikçe yakanızı bırakmam" dedim. Arkadaşlarım:

"Vallahi sen yanımızda (müttehem değilsin), doğru söylediğine inanıyoruz. Ama sen yine de dilediğini yap!" dediler. Ebû Musa, onlardan bir grupla gitti. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın önce söylemiş olduğu sözü işitenlere, vardılar. Bunlar Ebû Musa'nın kendilerine söylediği şeyleri aynen  söylediler." [Buhârî, Megâzî 78, 74, Humus 15, Zebâih 26, Eymân 1, 4, 18, Kefâret 9, 10, Tevhid 56; Müslim, Eymân 8, (1649).][1]

 

ـ4305 ـ2ـ وَعَنْ وَاثِلَةَ بْنِ ا‘سْقَعِ رَضِيَ اللّهُ عَنْه قَالَ: ]نَادَى رسُولُ اللّهِ # فِى غَزْوَةِ تَبُوكَ فَخَرَجْتُ إلى أهْلى وَقَدْ خَرَجَ أوَّلُ صَحَابَةِ رَسُولِ اللّهِ # فَطَفَقْتُ فِي الْمَدِينَةِ أُنَادِى: أَ مَنْ يَحْمِلُ رَجًُ لَهُ سَهْمُهُ؟ فَنَادَى شَيْخٌ مِنَ ا‘نْصَارِ فقَالَ: لَنَا سَهْمُهُ عَلى أنْ نَحْمِلَهُ عُقْبَةً وَطَعَامُهُ مَعَنَا. فَقُلْتُ: نَعَمْ قَالَ: فسِرْ عَلى بَرَكَةِ اللّهِ تَعالى قَالَ: فَخَرَجْتُ مَعَ خَيْرِ صَاحِبٍ حَتّى أفَاءَ اللّهُ عَلَيْنَا فأصابَنِى قََئِصُ فَسُقْتُهُنَّ حَتّى أتَيْتُهُ فَخَرَجَ. فَقَعَدَ عَلى حَقِيبَةٍ مِنْ حَقَائِبِ إبِلِهِ. ثُمَّ قَالَ: سُقْهُنَّ مُدْبِرَاتٍ ثُمَّ قَالَ: سُقْهُنَّ مُقْبَِتٍ. فَقَالَ: مَا أرَى قََئِصَكَ إَّ كَرَاماً قُلْتُ: إنَّمَا هِىَ غَنِيمَتُكَ الَّتِى شَرَطْتُ لَكَ قَالَ: خُذْ قََئِصَكَ يَا ابْنَ أخِى، فَغَيْرَ سَهْمِكَ أرَدْنَا[. أخرجه أبو داود.يُقَال »حَمَلْتُ فَُناً عُقْبَةً« إذَا أرْكَبْتُه وَقْتاً وَأنْزَلْتُهُ وَقْتاً فَهُوَ يعقب غَيْرَهُ فِي الرُّكُوبِ: أىْ يُجِىءُ بَعْدَهُ .

 

2. (4305)- Vâsile İbnu'l-Eska' (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) Tebük Gazvesine katılmak için çağrıda bulundu. Ben hemen ehlime gittim. Gazveye gitmeye yöneldim. Resulullah'ın ashâbının ilk kısmı yola çıkmıştı bile, Medine'de seslenmeye başladım:

"(Ganimetten gelecek) hissesi taşıyana olacak bir kimseyi (devesiyle) taşıyacak bir kimse yok mu?" diyordum. Ensâr'dan yaşlı bir zât:

"Kendisini münâvebe ile bindirmem ve yiyeceğini de vermem karşılığında (savaştan elde edeceği) hissesi bize olmak kaydıyla götürürüm!"  dedi. Ben:

"Anlaştık!" dedim. Ensârî:

"Öyleyse Allah'ın bereketi üzere yürü!" dedi. Böylece en hayırlı bir arkadaşla yola çıktım. Allah ganimetde nasib etti, hisseme bir miktar deve isabet etti. Bunları sürüp, (beni devesine olan Ensariye) getirdim. Adam çıkıp devesinin havıdındaki çullardan biri üzerine oturdu, ve:

"Bu develeri sen geri sür!"dedi. Sonra tekrar:

"Sen bu develeri ileri sür, (bana getirme)!" dedi ve ilave etti: "Ben senin bu develerini  değerli görüyorum" dedi. Vesile  de:

"Bu başlangıçta anlaştığımız şarta göre senin ganimetin!" dedim. Ama Ensârî:

"Ey kardeşimin oğlu, ganimetini al. Ben senin bu maddi payını istememiştim (sevaba, manevi kazanca iştirak etmeyi düşünmüştüm)" dedi." [Ebû Dâvud, Cihad 123, (2676).][2]

 

AÇIKLAMA:

 

1- Tebük savaşını anlatmazdan önce, son hadisle ilgili bir noktayı açıklayalım:

Bu hadiste bir antlaşma mevzubahis: Cihada giden  kimse emânet binek alacak mukabilinde, ganimetten terettüp edecek kimseyi binek sahibine verecek. Binek veren'in niyeti bu değilmişse de, anlaşılan bu dur. Bu esasa göre anlaşma yapılmıştır. Alimler böyle bir akit caiz mi değil mi? diye ihtilaf etmiştir. Ahmed İbnu Hanbel, atını ganimetin yarısı karşılığında veren kimse hakkında: "Bunda bir beis olmamasını ümid ederim" demiştir. Evzâî: "Ben bunu câiz görürüm" der. İmam Mâlik mekruh addeder. Şafiî mezhebine göre, atı ganimetteki pay karşılığı vermek caiz değildir. Böyle bir şey yaparsa, ona  binme parası ne tutarsa o ödenir.

2- Tebük Gazvesi, hicretin dokuzuncu yılında, Receb ayında ve  Veda Haccı'ndan önce yapılmıştır. Tebük, Medine-Şam şehri arasındaki mesafenin yarı yolunda yer alır. Medine'den ondört merhale uzaklıktadır.

3- Bu gazveye Gazvetü'l-Usre de denmiştir. Usre, sıkıntı, darlık manasına gelir. Bu isim ayet-i kerimeden alınmıştır. Zira, Tebük seferine temas eden âyette "Andolsun ki, Allah, sıkıntılı bir zamanda bir kısmının kalpleri kaymak üzere iken Peygambere uyan Muhacirlerle Ensârın ve Peygamberin tevbelerini kabul etti" (Tevbe 117).

Seferin bu vasıf alışı, son derece sıcak bir mevsimde yola çıkılmış olmasından, bineklerin azlığından kaynaklanıyordu. Ayrıca meyve mevsimi olduğundan, kimse sefere çıkmak istemiyor, meyveleriyle beraber olmak istiyordu. Seferin sıkıntılı olmasının bir sebebi de bu idi. Nitekim Ka'b İbnu Mâlik bu yüzden sefere katılamamıştı. Ordu kalabalıktı, ihtiyaç miktarı suyu ve yiyeceği taşımak müşkil idi. Çok kere susuzluk çekilmiş, develerin kesilip hörgüçlerindeki su sıkılıp içilmiştir. Binme, yiyecek gibi başka sıkıntılar da olmuş, netice itibariyle "sıkıntılı" manasına Gazvetu'l-Usre denilmiştir. Resulullah'ın gerek suyun ve gerekse yiyeceğin bereket kazanmasıyla ilgili mucizeleri bu sefer sırasında fazlaca görülmüştür.

Tebük isminin bir göze ismi olduğu kabul edilir. Ancak suyu pek azdır. Aleyhissalâtu vesselâm abdest alır, suyunu gözeye boşaltır. Göze zengin bir çeşme haline gelir ve bütün ordu su ihtyacını oradan görür.

4- Bu gazveye çıkış sebebi, Medine'ye gelen bir haberdir. Şam'dan Medine'ye zeytinyağı getiren Nebâtiler "Rumların müslümanlara karşı büyük bir ordu hazırladığı, bunlara Lahm, Cüzzâm, Gasân gibi henüz İslâm'a girmeyen diğer Arapların da katıldığı, öncü birliklerin Belkâ'ya kadar geldiği haberini getirirler."

Aleyhissalâtu vesselâm derhal sefer kararı verir ve halka hazırlanmalarını ilan eder. Başta Mekke olmak üzere bütün taşradaki  müslümanlara, kabilelere, sefer hazırlığı yapmalarını bildirir. Nereye gidileceğini, düşmanın azametini açıkca belirtir. Tâ ki ona göre hazırlansınlar. Bazı rivayetlerde, Tebük seferine kadar bütün seferlerde asıl hedefin söylenmediği, hep başka yerler söylenerek gizlendiği kaydedilmiştir. Fakat Tebük seferinde "Düşmanın kuvveti, sıcaklığın şiddeti, mesafenin uzaklığı sebebiyle hedef gizlenmedi.

Seferin sebebini anlamada Taberânî'nin şu rivayetini kadetmede fayda var.

"Hristiyan Araplar Herakliyus'a şöyle yazarlar: "Peygamberlik iddia ederek çıkan şu adam var ya! Helâk oldu. Kıtlığa maruz kaldılar, malları da helâk oldu." Bunun üzerine Herakliyus, Kıbâd adında bir şefin komutasında 40 bin kişilik bir ordu hazırladı.Haber Resulullah'a ulaşınca, harekete geçti."

O sıralarda gerçekten İslâm devleti henüz güçlü değildi. Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm), herkesi imkanı nisbetinde sadaka vermeye, bağışa davet etti. Herkes bir şeyler veriyordu. Zenginler daha çok veriyordu. Hz. Osman Şam'a kervan göndermiş idi. "Ya  Resulullah bu ikiyüz deve semeriyle, çuluyla bağışımdır. İkiyüz okiyye de (para veriyorum" dedi. Bir başka riayette onun bağışı 300 deve, 1000 dinar altın idi. Hz. Ebû Bekr mevcut malının hepsini, Hz. Ömer yarısını bağışladı.

Resulullah bu sefere imkan nisbetinde çok kimsenin katılmasını istiyor, mazereti olmadıkça kimsenin  geride kalmamasını emrediyordu. 80 küsür münafık özür beyan etti, onlara izin verdi. Bedevilerden de bir o kadarı özür beyan ettilerse de onlara izin vermedi. Ciddi bir mazereti olmayan birkaç müslüman da katılmadı. Anak sefer dönüşü bu dört kişiyi Resulullah cezalandırdı, Allah'tan af âyeti gelinceye kadar cemiyetten tecrid etti. Elli gün kadar hayat burunlarından geldi.[3] Bu seferde yedi kişi de bekkâun (ağlayanlar) diye şöhret kazandılar. Bunlar pek  fakir kimselerdi. Resulullah'a müracaatla, katılabilmek için binek istediler. Aleyhissalâtu vesselâm "Yok, veremem" deyince ağlayarak ayrıldılar. Müslümanları, o devrin süperine ezdirmek ümidiyle yahudiler de şamataya, halkın moralini bozmaya başlarlar. Rivayete göre: "Ey Muhammed, derler. Eğer sâdık bir peygambersen, haydi Suriye'ye git! Orası mahşer (kurulacak) yerdir. Peygamberler diyarıdır." Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) bunun üzerine Şam'a (Suriye'ye) gitmek düşüncesiyle sefer açar, Tebük'e gelir. Tebük'e vâsıl olunca şu ayet nazil olur: "Memleketinden çıkarmak için seni neredeyse zorlayacaklardı. O takdirde senin ardından onlar da pek az kalabilirlerdi..."(İsra 76)

5- Resulullah'ın ordusu be seferde 30 bin kişiye ulaşır. Atlıların sayısı da 10 bini bulur.

Resulullah Tebük'te 20 gün kalır, Rumları bekler. Herakliyus o sırada Humus'tadır.

Eyle'nin şefi Yuhanna İbnu Rü'be gelerek Hz. Peygamber'le sulh antlaşması yapar, cizyeye bağlanır. Verecekleri cizye 300 dinardır. Ezruh şefi ile 100 dinara  sulh yapılır. Cerbe, Makma halkı ile, mahsullerinin yarısı karşlığında sulh yapılır.

Resulullah burada iken Hâlid ibnu Velid'i 420 atlı ile Dûmetu'l-Cende şefi Ukaydir İbnu Abdilmelik'e gönderir. Bu, Kinde hıristiyanlarındandır. Hâlid, Resulullah'ın önceden söylediği  gibi, Ukeydir'i öküz avlarken yakalar. Resulullah'a getirir. Onun da hayatı bağışlanır. 2800 deve, 400 mızrak cizye olarak alınır. Resulullah humus aldıktan sonra gerisi askerlere dağıtılır.

Burada yirmi gün kadar beklendiği halde ne Herakliyus, ne de Hıristiyan Araplardan kimse savaşa cesaret edip gelemez. Resulullah Medine'ye döner.

Dönüş sırasında Vâdi'l-Müşakkak'ta, duası bereketine, sızıntı halinde akan bir su, orduya yetecek berekete ulaşır.

Medine'ye yaklaşınca Mescid-i Dırâr'ın haberini alır. Mâlik İbnu'd-Duhşum'u göndererek yaktırır.

6- Tebük seferi, çok kârlı bir sefer olmuştur.

* Sıkça müslümanlara endişe kaynağı olan, Bizans heyulasının korkulacak bir şey olmadığı ortaya çıkmıştır. "Geldik, geliyoruz!" diye hava sıkan veya münâfık ve yahudilerce "Geldiler! Gelecekler, müslümanları ezecekler!" gibi moral bozucu  tesirler hasıl eden propagandalara kaynak olan Bizans'ın ne olduğu anlaşılmış oldu; Bizans süperi, meğerse, artık pençeleri dökülmüş, dişleri sökülmüş, adaleleri çözülüp güçsüz kalmış ve hatta mefluç hale düşmüş bir arslan; arslan postuyla yapılmış bir korkuluk haline gelmiş de bilinmiyormuş. Böylece anlaşılmış oldu. Resulullah'ın Tebük seferiyle meydanlardan kaçtığı görülen Rum'un üzerine müslümanlar cesaretle gidecek, o da çekile çekile İstanbul'un surlarına kadar gerileyecek; Suriye, Irak, Mısır, Anadolu birer birer İslam'ın yed-i beyzâsına teslim olacaktır. Son kalıntılarını da Fatih İstanbul'dan atacaktır.

* Bizans'a karşı yapılan bu seferin ruhlarda  nasıl bir rahatlama hâsıl ettiği şuradan da anlaşılmalıdır: Sefer dönüşü müslümanlar İbnu Sa'd'ın kaydına göre, "Artık cihad bitti!" diye silahlarını satmaya başlarlar. Bu durum Resulullah'a ulaşınca: "Deccal çıkıncaya kadar ümmetimden bir grup Allah yolunda cihâda devam edecektir" buyurarak silahı bırakmayı yasaklar.

Müslümanları bu havaya getiren husus,  kanaatimizce şu idi: Hicaz ve çevresi yani Arap yarımadası şirkten temizlenmiş müşrik korkusu kalmamıştı. Müslümanları yukarıda temas ettiğimiz üzere, Rum korkutuyordu. Tebük seferi'yle Rum'un ne olduğu anlaşılıp, Bizans'ın müslümanlara komşu vilayetleri de cizyeye bağlanınca sanki korkacak bir şey kalmamıştı, İslâm hedefine ulaşmıştı. Ama Resulullah'ın misyonu, insanlığın tamamına mesaj götürmekti. Müslümanlar yeni hedeflere, yeni fetihlere hazırlanmalıydı. Resulullah rahavete düşülmemesi, cihad mevzuunda gevşekliğe sapılmaması için gerekli tedbirleri alacak, yeni hedefler gösterecektir.

* Tebük Seferi, İslam cemiyetinde münafıkların hâla varolmaya devam ettiğini ortaya koydu. Bir kısım ayetler onların bu vesile ile ortaya koydukları haller üzerine inmiştir. Şöyle ki:

** Münafık şeflerden biri sefere katılmamak için, bahane olarak, Resulullah'a: "Gittiğim takdirde Bizans kadınlarına dayanamam. Beni fitneye atma" manasına gerekçeler ileri sürmüştü. Hakkında şu ayet indi (meâlen): "Onlardan, "bana izin ver, beni fitneye düşürme"diyen vardır. Bilin ki onlar zaten fitneye düşmüşlerdi..." (Tevbe 49)

** Bazıları halka, "sıcakta sefere mi çıkılır!" diye mâni olmaya çalışmıştı. Haklarında şu âyet indi: "Allah'ın peygamberinin hilafına (sefere çıkmayıp, Medine'de geri kalanlar, oturup kalmalarına sevindiler. Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihad hoşlarına gitmedi. "Sıcakta savaşa çıkmayın" dediler. De ki: "Cehennem  ateşi daha sıcaktır." Keşke bilseydiler" (Tevbe 81).

** Sefer sırasında da bir kısım fitnelere tevessül ettiler. Birisi şu: "Resulullah'ın devesi kaybolmuştu. Münâfıklardan biri: "Muhammed  size  semadan haber getirdiğini iddia eder, ama devesinin nerede olduğunu bilmez!" der, teşviş çıkarmaya çalışır. Resulullah işitince: "Vallahi ben gaybı bilmem, Allah'ın bana bildirdiğini bilirim. Devem falanca vadide, yuları bir ağaca takılmıştır, gidin getirin" der. Aynen dediği gibi çıkar.

** Medine'de kalan münafıklar, müslümanlardan ayrı olarak bir araya gelebilmek için kendilerine mahsus,  hususi bir mescid yaparlar. Kur'an-ı Kerim ifadesiyle bu, Mescid-i Dırar'dır. Bu hususta şu âyet nazil olur: "Zarar vermek, inkâr etmek, müminlerin  arasını ayırmak, Allah ve peygamberine karşı savaşanlara daha önceden gözcülük (casusluk) yapmak üzere bir mescid kurup, "Biz sadece iyilik yapmak istedik" diye yemin edenlerin yalancı olduklarına şüphesiz ki Allah şâhiddir. Ey Muhammed o mescide hiç girme. İlk gününden beri Allah'a karşı gelmekten sakınmak için kurulan mescidde bulunman daha uygundur.." (Tevbe 107).

** Tebük'le ilgili mühim hadiselerden biri savaşa izinsiz, mazeretsiz katılmayan üç müslümanla ilgili olarak gelen ayettir. Resulullah bu üç kişiyi insanlarla konuşmaktan, insanların herhangi bir hizmetine mazhar olmaktan yasaklamıştı. Bir nevi içtimâî boykota  mahkum edilmişlerdi. Bütün genişliğine rağmen yeryüzünü pek daraltan, çok sıkıntılı bir elli günden sonra onların affını ilan eden ayet gelir: "Bütün genişliğine rağmen yer onlara dar gelerek, nefisleri kendilerini sıkıştırıp, Allah'tan başka sığınacak kimse olmadığını anlayan savaştan geri kalmış üç kişinin tevbesini de kabul etti..." (Tevbe 118) [4]


 

[1] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/279-280.

[2] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/280-281.

[3] Bunların hikayesi Ka'b İbnu Malik'in uzun bir rivayeti olarak daha önce kaydedildi. 654. Hadis (4/14).

[4] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/281-286.