* TAİF GAZVESİ

 

ـ4295 ـ1ـ عَنِ ابْنِ عُمَرَ رَضِيَ اللّهُ عَنْهما قَالَ: ]لَمَّا حَاصَرَ النَّبىُّ # الطَّائِفَ فَلَمْ يَنَلْ مِنْهُمْ شَيْئاً. قَالَ: إنَّا قَافِلُونَ غَداً إنْ شَاءَ اللّهُ فَثَقُلَ عَلَيْهِمْ. فَقَالُوا: نَذْهَبُ وََ نَفْتَحُهُ، وَقَالَ مَرَّةً: نَقْفُلُ. فقَالَ: اِغْدُوا عَلى الْقِتَالِ. فَغَدَوْا فَأصَابَهُمْ جِرَاحٌ. فقَالَ: إنَّا قَافِلُونَ غَداً إنْ شَاءَ اللّهُ. فَأعْجَبَهُمْ فَضَحِكَ #[. أخرجه الشيخان .

 

1. (4295)- İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) Tâif'i kuşatınca hiç bir netice elde edemedi. Bunun üzerine:

"İnşaallah yarın yolcuyuz (muhasarayı kaldıracağız)" dedi. Bu Ashabın pek ağrına gitti:

"Yâni Tâif'i fethetmeden gidecek miyiz? -bir rivayette "dönecek miyiz" dediler. Aleyhissalâtu vesselâm da:

"Sabahleyin saldırın!" buyurdular. Sabahleyin saldırdılar ve birçokları yaralar aldı. Resulullah tekrar:

"Yarın inşaallah gideceğiz!" buyurdular. Bu sefer askerler memnun kaldılar. Aleyhissalâtu vesselâm (onların haline) güldü." [Buhârî, Megâzî 56, Edeb 68, Tevhid 31; Müslim, Cihâd 82, (1778).][1]

 

ـ4296 ـ2ـ وَعَنْ عُثْمَانَ بْنِ أبِي الْعَاصِ رَضِيَ اللّهُ عَنْه قَالَ: ]لَمَّا قَدِمَ وَفدُ ثَقِىفٍ نَزَلُوا عَلى رسُولِ اللّهِ # فَأنْزَلَهُم الْمَسْجِدَ لِيَكُون أرَقَّ لِقُلُوبِهِمْ: فَاشْتَرَطُوا أنْ َ يُعَشَّرُوا وََ يُحْشَرُوا وََ يُجَبُّوا. فَقَالَ # لَكُمْ أنْ َ تُعَشَّرُوا وََ تُحْشَرُوا وََ خَيْرَ فِي دِينٍ لَيْسَ فِيهِ رُكُوعٌ[. أخرجه أبو داود.و»المُرَادُ بِالْحَشْرِ« جَمْعُهُمْ إلى الْجِهَادِ وَالنَّفِيرِ إلَيْهِ .

وَبِقَوْلِهِ: »تُعَشَّرُوا« أخَذَ الْعُشُورَ مِنْ أمْوَالِهِمْ صَدَقَةً.وَبِقَوْلِهِ: وَ»َ يُجَبُّوا« بِفَتْحِ الْجِيمِ وَضَمِّ الْبَاءِ الْمُوَحَّدَةِ الْمُشَدَّدَةِ وَأصْلُ التَّجْبِيَةِ أنْ يَقُومَ ا“نْسَانُ مَقَامَ الرَّاكِعِ وَأرَادُوا أنَّهُمْ َ يُصَلّونَ قَالَ الْخَطَابِي: وَيُشْبِهُ أنْ يَكُونَ إنَّمَا سَمَحَ لَهُ بِالْجِهَادِ وَالصَّدَقَةِ ‘نَّهُمَا لَمْ يَكُونَا بَعْدَ وَاجِبِينِ فِي الْعَاجِلِ ‘نَّ الصَّدَقَةَ إنَّمَا تَجِبُ بِاَنْقِضَاءِ الْحَوْلِ، وَالْجِهَادَ إنَّمَا يَجِبُ بِحُضُورِهِ، وَأمَّا الصََّةُ فَهِىَ رَاتِبَةٌ فَلَمْ يُجْزَ أنْ يَشْتَرِطُوا تَرْكَهَا .

 

2. (4296)- Osman İbnu Ebi'l-As (radıyallahu anh) anlatıyor: "Sakif hey'eti geldiği zaman, Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın yanına indiler. Aleyhissalâtu vesselâm onları mescidde ağırladı, tâ ki kalplerini daha bir rikkate getirip müessir olsun.

Onlar (müslüman olup bey'at yapmak için) öşür alınmamasını, cihada çağrılmamalarını ve namazın kendilerine farz kılınmamasına şart koştular. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm):

"Sizden öşür alınmasın, cihada da çağrılmayın. Ama rükusuz (namazsız) bir dinde hayır yoktur" buyurdu." [Ebû Dâvud, Harâc 26, (3026).][2]

 

ـ4297 ـ3ـ وَعَنْ وَهْبِ بْنِ مُنَبِّهِ قَالَ: ]سَألتُ جَابِراً رَضِيَ اللّهُ عَنْه عَنْ شَأنِ ثَقِيفٍ إذْ بَايَعَتْ. فقَالَ: اِشْتَرَطَتْ أنْ َ صَدَقَةَ عَلَيْهَا وََ جِهَادَ، وَأنَّهُ سَمِعَ رَسُولَ اللّهِ # يَقُولُ: سَيَصَّدَّقُونَ وَيُجَاهِدُونَ إذَا أسْلَمُوا[. أخرجه أبو داود .

 

3. (4297)- Vehb İbnu Münebbih anlatıyor: "Bey'at yaptıkları zaman Sakif'in durumu ne idi?" diye sordum.

"Sadaka (zekat=vergi) vermemeyi, cihad etmemeyi şart koştular"  dedi ve Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın: "(Onlar gerçek manada müslüman olunca, kendiliklerinden) zekat da verecekler, cihâda da katılacaklar!" dediğini işittiğini söyledi." [Ebû Dâvud, Harâc 26, (3025).] [3]

 

AÇIKLAMA:

 

1- Taif gazvesi, Hevazin seferinin peşinden yapılan gazvelerdendir. Hevazin'de bozguna uğrayan müşriklerin bir kısmının Taif'e sığındığını belirtmiştik. Bunların peşine bizzat Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) düşerek Şevval ayı içerisinde Taif önlerine gelir. Müstahkem kaleler içinde yer alan Taifliler, bir yıllık ihtiyaçlarını tedârik  etmiş olarak kapılrını kapayıp, müdafaaya geçerler. Müslümanları çekirge sürüsü gibi çok kesif ok yağmuruna tutarlar. Birçok müslümanlar oklara hedef olup yaralanırlar, oniki kişi de şehid düşer. Said İbnu'l-Âs ve Abdullah İbnu Ebî Ümeyye şehidler arasında yer alır. Bir ara ordugâhın yeri değiştirilir.

Hiçbir netice alınmadan 18 gün kuşatma sürdürülür, mancınıklarla taş atılır. Resulullah üzüm bağlarının kesilip yakılmasını emreder.

Taifliler, Allah ve aradaki rahm (akrabalık) adına yakma işini terketmelerini rica ederler. Resulullah: "Allah ve rahm adına o işi bırakıyorum" cevabını verir, ricayı kabul eder.

Müslümanlara katılacak kölelerin azad edileceği ilan edilir. Bir kısım köleler iltica ederler. Bunları müslümanların yanına vererek İslâm'a öğrenmeleri sağlanır.[4]

Taif kuşatmasının devamı veya kaldırılması için, Resulullah Ashabıyla istişare eder. Nevfel ibn Muaviye (radıyallahu anh): "Bunlar bir deliğe tıkılmış tilki gibidir. Beklersen fethedersin, beklemezsen de bir zarar yapacakları yok, (Çünkü her taraf İslam'a girdi, tek ve yalnız kaldılar, mecburen sana gelecekler)" der.

Resulullah muhasarayı kaldırmaya karar verir ve Hz. Ömer'le ilan ettirir. Ashab "Fethetmeden gidilir mi!" diye itiraz eder. Sadedinde olduğumuz birinci hadis, bu itirazı aksettirir. Bunun üzerine Resulullah, "öyleyse sabah mukatele edelim, saldıralım" der ve saldırırlar, hiç bir müsbet netice alınmaz, üstelik yaralananlar olur. Bundan sonra gitme emri Ashabı da sevindirir, böylece kuşatma kaldırılır.

Üçüncü rivayet (4297), bir müddet sonra Resulullah'la bey'at yapmak, müslüman olmak üzere kendiliklerinden gelen heyetin hikayesini aksettirir. Görüldüğü üzere bu hey'et mağlublar olarak gelmedikleri için nazlanmak, bir kısım tavizler koparmak havasındadırlar. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm),onların taleblerinden, henüz imanın yeteri ölçüde kalblerine girmediğini, daha ziyade siyasi bir itaat manasında bir antlaşma, bir İslamlaşma peşinde olduklarını anlar. Gerçek imanın girmesiyle kendiliğinden ortadan kalkacak imtiyazlar tanır: Cihada katılmamak, Öşür vermemek gibi. Halbuki cihad bir mü'min çin en çok arzu edilen şeydir. Öşür de öyle. Bunlar başka suretle telafi edilemeyicek kıymetli ibadetlerdir. Ancak Resulullah "namaz kılmamak", "zina etmek" gibi talebleri reddeder.

Şunu da belirtelim ki, Taiflilerin taleb ettikleri tavizlerin hepsini sadedinde olduğumuz rivayet aksettirmiyor. Başka rivayetlerde onların şu şartları ileri sürdükleri belirtilir:

1- Namazdan muaf olmalıdırlar.

2- Zekattan muaf olmalılar.

3- Tâif şehri haram olmalı.

4- Cihada katılmamalılar.

5- Putları yıkılmamalı.

6- Zina yasak olmamalı.

7- Faizli alışveriş serbest olmalı.

8- Alkollü içkiler yasak olmamalı.

Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) bu tekliflerle gelen bir heyeti mescidde misafir eder. Hatta bir kısım müslümanlar, "Bunlar müşriktir, necistir, mescide nasıl sokulur?" gibi itirazlarda bulunurlar.  Aleyhissalâtu vesselâm "Allah'ın arzını hiç bir şey kirletmez" cevabında bulunur. Taiflileri mescidde ağırlamasının sebebi, sadedinde olduğumuz hadiste "kalplerine daha müessir olmak için" denmiştir. Yani, orada okunan Kur'ân'ı dinleyecekler, Resûlullah'ın vaazlarını dinleyecekler, müslümanların konuşmalarına ve davranışlarına şahid olup bir şeyler öğrenecekler. Böylece İslâm'ı daha yakından, daha mükemmel öğrenme fırsatı bulacaklar. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselam)'ın onları mescidde ağırlamaktan maksadı budur. Resûlullah onları bir müddet Medine'de tutar. Bu esnada her akşam, hiç aksatmadan belli bir saatte gelir, onlarla meşgul olur onlara İslâm'ı öğretirdi.

Sonunda, "Putu siz yıkmayın, biz yıktırırız; zina insanın şerefine yakışmaz; namazsız dinde hayır yoktur" diyerek tekliflerin bir kısmını hemen reddetmiş, cihada katılma ve zekat verme mecburiyetini kaldırmış, Tâif şehrini haram ilan edebileceklerini söylemiştir. İçki hususunda cevabı ne idi kaynaklarımız temas etmez. Faiz hususunda geçici müddet için ruhsat tanıdığı yapılan yirmiiki maddelik antlaşmadan anlaşılmaktadır.[5]

Ashab, cihad ve zekat gibi iki mühim esastan nasıl muaf tutulabilecekleri hususunda hayrete düşmüş ise de, hadiste görüldüğü üzere, Resûlullah tarafından "...kendiliklerinden." bu vecibe ifa edilecektir diye açıklanır. Gerçekten de bir müddet sonra isteyerek zekatlarını ödediler, cihâda katılmak için müracaatta bulundular: Hz. Ebû Bekir'in mürdetlere karşı çıkardığı orduda Taifli bir gönüllüler birliği mevcut idi.[6]


 

[1] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/263.

[2] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/264.

[3] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/264.

[4] Bu meselede geniş bilgi 1. ciltte geçti: S. 456-457. 

[5] Bunların hikayesi Ka'b İbnu Mâlik'in uzun bir rivayeti olarak daha önce kaydedildi. 654. Hadis (4,14).

[6] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/265-267.