* HUNEYN GAZVESİ

 

ـ4288 ـ1ـ عَنْ أبِي هريرة رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]قَالَ رَسُولُ اللّهِ # حِينَ أرَادَ حُنَيْناً: مَنْزِلُنَا غَداً إنْ شَاءَ اللّهُ بِخَيْفِ بَنِي كِنَانَةَ حَيْثُ تَقَاسَمُوا عَلى الْكُفْرِ[. أخرجه الشيخان.»الخَيْفُ« مَا انْحدر عن غليظ الجبل وارتفع عن مسيل الماء .

 

1. (4288)- Hz. Ebû Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) Huneyn Gazvesine çıkmayı arzu edince:

"Yarınki konaklama yerimiz inşallah Beni Kinâne Hayfı'dır. Onlar küfür üzerine orada yeminleşmişlerdi" buyurdu." [Buhârî, Megâzî 48, Hacc 45, Fedâilu'l-Ashâb 39, Tevhid 31; Müslim, Hacc 345, (1314).][1]

 

AÇIKLAMA:

 

1- Hayf, dağ eteği demektir, Beni Kinâne Hayfı'ndan maksad el-Muhasseb denen yerdir. Müslim'de gelen bir açıklamaya göre, "Kureyş ve Beni Kinâne, orada bir araya gelip kendilerine Resulullah'ı teslim edinceye kadar Benî Hâşim ve Benî'l-Muttalib'e karşı, kız alıp vermeme, mal alıp satmamak şeklinde boykot kararını burada vermişler, burada yeminleşmişler, ahd-ı mîsakta bulunmuşlardı."

2- Bu hadise Habeşistan hicretinden sonra cereyan etmişti. Müslümanları Necâşî'nin korunması üzerine, onları teslim almak üzere Habeşistan'a giden Kureyş heyetinin boş çevrilmesi karşısında fazlaca öfkelenen Mekkeli müşrikler, müslümanları akrabalık gayretiyle himaye eden Hâşimoğulları ile Abdulmuttaliboğulları'nı bu himayeden vazgeçirmek için bir antlaşma yaparlar. Bu antlaşmaya göre, alışveriş, nikâh, hatta sohbet gibi her çeşit beşeri münasebetlerden bunlar tecrid edilecekti. Antlaşma metni yazılır ve Ka'be'ye asılır.

Bu boykot hadisesi üç yıl devam eder.Müslümanlar çok sıkıntı çekerler. Öyle ki, yollarda bulunan kuru deri parçalarını kaynatıp yemek mecburiyetinde kalırlar. Çocukların feryadları çok uzaklardan işitilir olur.

Bu zulüm tahammülü aşan bir raddeye varınca, Cenab-ı Hak, ahidnâmeye kitap kurtlarını musallat eder. Allah kelimelerinin geçtiği yerler hariç, yazıyı tamamen yiyip bitirirler. Durumdan vahyen Resulullah haberdar olur. O da bunu amcası Ebû Talib'e söyler. Ebû Talib, o yazıyla imza atan müşrikleri görerek "Kardeşimoğulunun bana haber verdiğine göre, Allah Teâla Hazretleri sizin ahidnamenize kurtları musallat etmiş, onlar yazıdaki zulüm ve haksızlık ifade eden yerleri tamamen yemiş, sadece Allah Teâla'nın anıldığı yerler baki kalmıştır. Yeğenim bana hiç yalan söylemez. Eğer dediği gibiyse bu kötü işten vazgeçin, şayet yalan söylüyorsa ben onu size teslim edeceğim, dilediğiniz gibi öldürün" der.

Müşrikler tekliften memnun kalırlar ve "söylediği doğru ise boykotu kaldıracağız" diye söz verirler. Bakılınca görülürki, ahidnamenin hali aynen Resulullah'ın söylediği gibidir. Birçoğu Ebû Talib'e verdikleri söze pişman olsa da, vicdan sahipleri boykotu kaldırırlar. Bu hadisenin, risaletin onuncu yılı olduğu kabul edilir.

3- Bazı alimler bu hadiseye dayanarak, Resulullah'ın el-Muhassab'a inmesini, o günleri hatırlayarak Allah'ın lütfuna karşı bir şükran izharı diye değerlendirmiştir. Bu davranışta Mekkelilere de: "Sizin burada aldığınız kararlarla yaptıklarınızı bilerek siza af ve hoşgörülü davranmada nasıl mübâlağa ettiğimizi de bilin" şeklinde bir mesajın olduğuna da dikkat çekilmiştir.

4- Burada belirtmemiz gereken mühim bir husus, hadiste geçen Huneyn'le kastedilen vakittir. Bazı alimler bununla fetih seferi'nin kastedildiğini, çünkü Huneyn seferinin Fethin akabinde olduğunu söylerler. Nitekim hadisin başka vechinde "Mekke'ye gtimek istediği zaman" denmiştir. Hatta, bu ifadenin fetih sırasında değil, hacc sırasında söylenmiş olma ihtimali -dolayısiyle iki ayrı vak'aya delalet edecek iki ayrı hadis olma ihtmali de- belirtilmiştir. Nitekim Vâkıdî'nin bir kaydı Fetih sırasında söylendiğine sarâhat kazandırır: Hz. Cabir anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) dedi ki: "Allah bize fethi nasib ederse, menzilimiz (konaklama yeri), müşriklerin ahidleştikleri Hayf' tır: Ebû Talib şı'bı'nın, bizi muhâsara  ettikleri yerin karşısı olacaktır."[2]

 

ـ4289 ـ2ـ وَعَنْ سَهْلِ بْنِ الْحَنْظَلِيَّةَ رَضِيَ اللّهُ عَنْه قَالَ: ]سِرْنَا مَعَ رَسولِ اللّهِ # يَوْمَ حُنَيْنِ. فَأطْنَبْنَا السَّيْرَ حَتّى كَانَتْ عَشِيَّةٌ. فَحَضَرَتْ صََةُ الظُّهْرِ وَجَاءَ فَارِسٌ. فقَالَ: يَا رَسُولَ اللّهِ! إنِّى اِنْطَلَقْتُ بَيْنَ أيْدِيكُمْ حَتّى طَلَعْتُ عَلى جَبَلِ كَذَا وَكذَا. فإذَا أنَا بِهَوَازِنَ عَنْ بَكْرَةِ أبِيهِمْ بِظُعُنِهِمْ وَنَعَمِهِمْ وَشَائِهِم، اِجْتَمِعُوا إلى حُنَيْنٍ. فَتَبَسَّمَ # وَقَالَ: تِلْكَ غَنِيمَةُ الْمُسْلِمِينَ غَداً إنْ شَاءَ اللّهُ. ثُمَّ قَالَ: مَنْ يَحْرُسُنَا اللَّيْلَةَ فقَالَ: أنَسُ بْنُ أبِي مَرْثَدٍ الْغَنَوِىُّ: أنَا يَا رَسُولَ اللّهِ. قَالَ: ارْكَبْ، فَرَكِبَ فَرَساً لَهُ وَجَاءَ إلى رَسُولِ اللّهِ #. فقَالَ لَهُ: اِسْتَقْبِلْ هذا الشِّعْبَ حَتّى تَكُونَ فِي أعَْهُ وَ نُغَرَّنَّ مِنْ قِبَلِكَ اللَّيْلَةَ. فَلَمَّا أصْبَحْنَا خَرَجَ # إلى مُصََّهُ. فَرَكَعَ رَكْعَتَيْنِ. ثُمَّ قَالَ: هَلْ أحْسَسْتُمْ فَارِسَكُمْ؟ قَالُوا: يَا رَسُولَ اللّهِ، مَا أحْسَسْنَا. فَثُوِّبَ بِالصََّةِ. فَجَعَلَ # يُصَلِّى وَهُوَ يَلْتَفِتُ إلى الشِّعْبِ، حَتّى إذَا قَضى صََتَهُ وَسَلَّم قَال: أبْشِرُوا فَقَدْ جَاءَ فَارِسُكُمْ. فَجَعَلْنَا نَنْظُرُ إلى خَِلِ الشَّجَرِ فِي الشِّعْبِ. فإذَا هُوَ قَدْ جَاءَ حَتّى وَقَفَ عَلى رسولِ اللّهِ # فقَالَ إنَّنِى انْطَلَقْتُ حَتّى كُنْتُ فِى أعَْ هذَا الشِّعْبِ، حَيْثُ أمَرَنِى رَسُولُ اللّهِ #. فَلَمَّا أصْبَحْتُ اطلَعْتُ الشِّعْبَيْنِ كِلَيْهِمَا فَنَظَرْتُ فَلَمْ أرَ أحَداً فقَالَ لَهُ رَسُولُ اللّهِ #: هَلْ نَزَلْتَ اللَّيْلَةَ؟ قَالَ: َ إَّ مُصَلِّياً أوْ قَاضِىَ حَاجَةٍ. فقَالَ لَهُ #: قَدْ أوْجَبْتَ فََ عَلَيْكَ أنْ َ تَعْمََلَ بَعْدَهَا[. أخرجه أبو داود .

»جَاءَ الْقَوْمُ عَنْ بَكْرَةِ أبِيهِمْ« إذا لَمْ يَتَخَلَّفْ مِنْهُمْ أحَدٌ.و»ثَوَّبَ بِالصََّةِ« نَادَى إلَيْهَا وَأقَامَهَا.و»أوْجَبَ فَُنٌ« إذا فَعَلَ مَا يُوجِبُ لَهُ الْجَنَّةَ أوِ النَّارَ، وَالْمُرَادُ هُنَا الْجَنَّةُ .

 

2. (4289)- Sehl İbnu Hanzaliyye (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'la Huneyn günü beraber yürüdük. Öğle sonrası oluncaya kadar yürümeyi uzattık. Öğle namazı(nın vakti) girdi. Derken bir atlı geldi.

"Ey Allah'ın Resulü! dedi. Ben sizin önünüzden ilerledim. Hatta falan falan dağa çıktım. Bir de ne göreyim! Havâzin kabilesi toptan karşımda. Kadınları, develeri, davarları toptan Huneyn'de toplanmışlar"  dedi. Aleyhissalâtu vesselâm tebessüm buyurdu ve:

"İnşallah, yarın bunlar müslümanların ganimetidir!" dedi ve sordu:

"Bu gece bizi kim bekleyecek?"

Enes İbnu Ebî  Mersed el-Ganevi atılıp:

"Ben, ey Allah'ın Resulü!" dedi. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm):

"Öyleyse bin!" buyurdular. Enes atına bindi ve Aleyhissalâtu vesselâm'ın yanına geldi. O zaman:

"Şu geçide yönel, en yüksek yerine kadar çık. [Gece boyu atından inme.] Sakın senin cihetinden geceleyin aldatılmayalım!" tenbihinde bulundu. Sabah olunca Aleyhissalâtu vesselâm namazgâhına geçti. İki rek'at namaz kıldı. Sonra:

"Atlıdan bir haberiniz var mı?" diye sordu.

"Bir haberimiz yok!" dediler. Namaza duruldu. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) namaz kılarken geçide doğru (bazan) göz atıyordu. Namazı kılıp selam verince:

"Müjde, atlınız geldi!"  buyurdu. Biz de geçidin ağaçları arasına baktık, gerçekten o idi. Geldi, Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın yanında durdu. (Selam verdi ve):

"Ben dedi, gittim bu geçidin en yüksek yerine, Resulullah'ın emrettiği şekilde vardım. Sabah olunca iki geçit daha  tırmandım. Baktım, kimseyi görmedim!" dedi. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) ona:

"Gece (attan) indin mi?"diye sordu:

"Namaz veya kazâyı hacet dışında inmedim!" dedi. Aleyhissalâtu vesselâm:

"(Bu amelinle cenneti kendine) vacib kıldın. Bundan böyle ameli terketmenin sana bir günahı yok. (Bu amelin cennete girmen için kâfidir)" buyurdular." [Ebû Dâvud, Cihâd 17, (2501).][3]

 

ـ4290 ـ3ـ وَعَنْ أنَسٍ رَضِيَ اللّهُ عَنْه قَالَ: ]لَمَّا كَانَ يَوْمُ حُنَيْنٍ أقْبَلَتْ هَوَازِنُ وَغَطَفَانَ وَغَيْرُهُمْ بِذَرَارِيِّهِمْ وَنَعَمِهِمْ؛ وَمَعَ رسُول اللّهِ # يَوْمَئِذٍ عَشْرَةُ آَفٍ. وَمَعَهُ الطَّلَقَاءُ. فَأدْبَرُوا عَنْهُ حَتّى بَقِيَ وَحْدَهُ. فَنَادَى يَوْمَئِذٍ نِدَاءَيْنِ، لَمْ يَخْلِطْ بَيْنَهُمَا شَيْئاً. قَالَ: اِلْتَفَتَ عَنْ يَمينِهِ. فقَالَ: يَا مَعْشَرَ ا‘نْصَارِ. فقَالُوا لَبَّيْكَ يَا رَسُولَ اللّهِ، نَحْنُ مَعكَ، أبْشِرْ. ثُمَّ الْتَفَتَ عَنْ يَسَارِهِ. فقَالَ يَا مَعْشَرَ ا‘نْصَارِ فقَالُوا: لَبَّيْكَ يَا رَسُولَ اللّهِ، أبْشِرْ نَحْنُ مَعَكَ، وَهُوَ عَلى بَغْلَةٍ بَيْضَاءَ. فَنَزَلَ فقَالَ: أنَا عَبْدُاللّهِ وَرَسُولُهُ. فَانْهَزَمَ الْمُشْرِكُونَ، وَأصَابَ غَنَائِمَ كَثِيرَةً فَقَسَّمَهَا بَيْنَ الْمُهَاجِرِينَ وَالطُّلَقَاءِ، وَلَمْ يُعْطِ ا‘نْصَارَ مِنْهَا شَيْئاً. فَقَالُوا: إذَا كَانَتِ الشِّدَّةُ فَنَحْنُ نُدْعَى، وَيُعْطِي الْغَنَائِمَ غَيْرَنا. فَبَلَغَهُ ذلِكَ فَجَمَعَهُمْ وَقالَ: يَا مَعْشَرَ ا‘نْصَارِ، مَا شَىْءٌ بَلَغَنِي عَنْكُمْ؟ فَسَكَتُوا. فقَالَ: يَا مَعْشَرَ ا‘نْصَارِ، أمَا تَرْضَوْنَ أنْ يَذْهَبَ النَّاسُ بِالدُّنْيَا وَتَذْهَبُونَ بِمُحَمَّدٍ # تَحُوزُونَهُ إلى بُيُوتِكُمْ. قَالُوا: بَلى يَا رَسُولَ اللّهِ رَضِينَا. فَقَالَ #: لَوْ سَلَكَ النَّاسُ وَادِّياً وَسَلَكَتِ ا‘نْصَارُ شِعْباً لَسَلَكْتُ شِعْبَ ا‘نْصَارِ[. أخرجه الشيخان والترمذي.»اَلْطُّلَقَاءُ« جَمْعُ طَلِيقٍ هُوَ الَّذِى خَلّى سَبِيلَهُ، وَهُمْ أهْلُ مَكَّةَ الَّذِينَ

أسْلَمُوا بَعْدَ الْفَتْحِ قَالَ # ‘هْلِ مَكَّةَ يَوْمَئِذٍ: اِذْهَبُوا فَأنْتُمُ الطُّلَقَاءُ .

 

3. (4290)- Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: "Huneyn gününde, Hevâzin, Gatafân ve diğerleri çocukları ve develeriyle birlikte (savaş yerine) geldiler. O gün Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın ordusunda da 10 bin kişi vardı. Mekkeli Tulekâ[4] da Resulullah'ın safında idi. (Savaş başlar başlamaz) hepsi geri kaçtı. Aleyhissalâtu vesselâm yalnız kaldı. O gün iki defa nidâ etti. İkisi arasına bir başka söz karıştırmadı. Şöyle ki:

Sağ tarafına yönelip: "Ey Ensâr cemaati!" diye  bağırdı. O taraftakiler:

"Buyurun ey Allah'ın Resûlü! Bizseninle beraberiz! Müjde" dediler. Aleyhissalâtu vesselâm sonra da soluna döndü:

"Ey Ensâr cemaati!" dye bağırdı. O taraftakiler de:

"Buyur ey Allah'ın Resûlü! Müjde, biz seninleyiz!" dediler. Aleyhissalâtu vesselam beyaz bir katırın üstünde idi. Katırdan indi ve: "Ben Allah'ın kulu ve elçisiyim!" dedi. (Müslümanlar toparlanıp mukabil hücuma geçince) müşrikler hezimete uğradı. Aleyhissalâtu vesselâm çok ganimet elde etti. Onu Muhâcirler ve Tulekâ arasında taksim etti. Ondan Ensâr'a hiçbir şey vermedi. Bunun üzerine Ensârîler (radıyallahu anhüm) (serzenişte bulunup): "Sıkıntı olunca biz çoğalıyoruz: Ama ganimeti bizden başkasına veriyor!" dediler. Bu sözleri Aleyhissalâtu vesselâm'ın kulağına ulaşmıştı, hemen Ensârı topladı.

"Ey Ensar cemaati! Herkes dünyalıkla dönerken, siz Muhammed (aleyhissalâtu vesselâm)'la dönmekten, evinizde onunla beraber olmaktan razı ve memnun değil misiniz?" dedi. Ensâr:

"Elbette ey Allah'ın Resulü, razıyız, memnunuz!" dediler. Aleyhissalâtu vesselâm: "İnsanlar bir vadiye yürüseler, Ensar da bir geçide yürüse, ben Ensar'ın geçidinde giderim" buyurdular." [Buhârî, Megâzî 56, Humus 19, Menâkıb 14, Menâkıbu'l-Ensâr 1, Ferâiz 34; Müslim, Zekât 135, (1059); Tirmizî, Menâkıb, (3897).][5]

 

ـ4291 ـ4ـ وَعَنْ أبِي إسْحَاقَ قَالَ: ]جَاءَ رَجُلٌ إلى الْبَرَاءِ بْنِ عَازِبٍ رَضِيَ اللّهُ عَنْهما فقَالَ: أكُنْتُمْ وَلَّيْتُمْ يَوْمَ حُنَيْنٍ يَا أبَا عِمَارَة. فقَالَ:

أشْهَدُ عَلى نَبِيّ اللّهِ # أنَّهُ مَا وَلَّى. وَلَكِنِ انْطَلَقَ أُخَفَّاهُ مِنَ النَّاسِ وَحُسَّراً إلى هذَا الْحَىِّ مِنْ هَوَازِنَ وَهُمْ قَوْمٌ رُمَاةٌ فَرَمَوْهُمْ بِرَشْقٍ مَنْ نَبْلٍ كَأنَّهَا رِجْلٌ مِنْ جَرَادٍ فَانْكَشَفُوا. فَأقْبَلَ الْقَوْمُ إلى رسولِ اللّهِ # وَأبُو سُفْيَانَ بْنُ الْحَرِثِ بْنِ عَبْدِ الْمُطّلِبِ رَضِيَ اللّهُ عَنْه يَقُودُ بِهِ بَغْلَتَهُ فَنَزَلَ وَدَعَا وَاسْتَنْصرَ، وَهُوَ يَقُولُ:أنَا النَّبىُّ َ كَذِبْ أنَا ابْنُ عَبْدٍ الْمُطَّلِبْاللَّهُمَّ أنْزِلْ نَصَرَكَ. ثُمَّ صَفَّهُمْ قَالَ الْبَرَاءُ رَضِيَ اللّهُ عَنْه: كُنَّا وَاللّهِ إذَا اِحْمَرَّ الْبَأسُ نَتَّقِى بِرَسُولِ اللّهِ #، وَإنَّ الشُّجَاعَ مِنَّا لِلَّذِى يُحَاذِى بِهِ[. أخرجه الشيخان والترمذي.»ا‘خِفَّاءُ« جمع خفيفٍ وهو المسرع الّذى ليس له شئٌ يعوقه.و»الحُسَّرُُ« جمع حاسرٍ وهو الّذى  درع عليه.و»الرَّشْقُ« الرَّمىُ.و»الرِّجْلُ من الجراد« القطعةُ الكبيرة.و»انْكَشَفُوا« أى انهزموا.و»البَأسُ« الشِّدَّةُ والخوف.ومعنى »اِحْمَرَّ البأسُ« اِشْتَدَّ الحَربُ .

 

4. (4291)- Ebû İshâk rahimehullah anlatıyor: "Bir adam Berâ İbnu Âzib (radıyallahu anh)'a geldi ve:

"Ey Ebû İmâre! Huneyn gününde hepiniz geri mi kaçtınız?" diye sordu. Berâ: "Ben, Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın kaçmadığına şehâdet ederim! Ancak, askerlerden yükü hafif olan (aceleciler) ile zırh taşımayanlar Hevazin'in bir  kanadına yürüdüler. Halbuki buradakiler okçu kimselerdi: Onları çekirge sürüsü gibi hep birden ok yağmuruna tuttular. Bunun üzerine dağılmak zorunda kaldılar. Böylece düşman, Resulullah'a yöneldi. (aleyhissalâtu vesselâm)'ın katırını Ebû Süfyân İbnu'l-Haris İbni Abdilmuttalib (radıyallahu anh) yediyordu. Aleyhissalâtu vesselâm katırından indi, dua etti, (Allah'tan) yardım taleb etti. Şöyle diyordu:

"Ben Peygamberim yalan değil!

Ben Abdulmuttalibin Oğluyum!

Allahım yardımını indir."

Sonra askerleri düzene koydu. Berâ devamla der ki: "Vallahi, biz savaş kızıştı mı Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a sığınırdık.Bizim cesurumuz Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'la aynı hizada durabilendi." [Buhârî, Megîzî 54, Cihâd 52, 61, 97, 167; Müslim, Cihâd 79, (1776); Tirmizî, Cihâd 15, (1688).][6]

 

ـ4292 ـ5ـ وَعَنْ سَلَمَةَ بْنِ ا‘كْوَعِ رَضِيَ اللّهُ عَنْه قَالَ: ]أتَى النَّبِىَّ # عَيْنٌ مِنَ الْمُشْرِكِينَ وَهُوَ في سَفَرٍ فَجَلسَ عِنْدَ أصْحَابِهِ يَتَحَدَّثُ. ثُمَّ اِنْفَتَلَ. فقَال رَسُولُ اللّهِ #: اِطْلُبُوهُ فَاقْتُلُوهُ، فَقَتَلْتُهُ. فَنَفَّلَنِى رَسُولُ اللّهِ # سَلَبَهُ[. أخرجه الشيخان وأبو داود .

 

5. (4292)- Seleme İbnu'l-Ekva (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) bir seferde iken yanına bir düşman gözcüsü uğradı. Ashabla konuşmaya oturdu. Sonra birden sıvıştı:

Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm):

"Onu yakalayın ve öldürün!" emir buyurdu. Ben (yakalayıp) öldürdüm. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) seleb'ini bana verdi." [Buhârî, Cihâd 173; Müslim, Cihâd, 45, (1754); Ebû Dâvud, Cihâd 110, (2654).][7]

 

ـ4293 ـ6ـ وَعَنْ أنسٍ رَضِيَ اللّهُ عَنْه قَالَ: ]اِتَّخَذَتْ أُمُّ سُلَيْمٍ خَنْجَراً أيَّامَ حُنَيْنٍ فَكَانَ مَعَهَا. فقَالَ لَهَا النَّبىُّ #: مَا هذَا يَا أُمَّ سُلَيْمٍ فقَالَتِ: اِتَّخَذْتُهُ إنْ دَنَا مِنِّى أَحَدٌ مِنَ الْمُشْرِكِينَ بَقَرْتُ بَطْنَهُ. فَجَعَلَ

# يَضْحَكُ. فَقَالَتْ يَا رَسُولَ اللّهِ أقْتُلْ مَنْ يَعُدُّنَا مِنَ الطُّلَقَاءِ الَّذِىنَ انْهَزَمُوا بِكَ. فقَالَ رَسُولُ اللّهِ #: يَا أُمَّ سُلَيْمٍ إنَّ اللّهَ قَدْ كَفى وَأحْسَنَ[. أخرجه مُسلم وأبو داود .

 

6. (4293)- Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: "(Annem) Ümmü Süleym, Huneyn savaşı sırasında bir hançer temin etmişti, yanından ayırmıyordu. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) [hançeri görünce] sordu:

"Ey Ümmü Süleym, şu da ne?"

"Bunu, müşriklerden biri bana yaklaşacak olursa karnına saplamak için temin ettim!" dedi. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) bu söz üzerine gülmeye başladı. Ümmü Süleym:

"Ey Allah'ın Resûlü, sizinle olup da şu Tulekâ'dan hezimete uğrayan bizim dışımızdakileri öldür!" dedi. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm):

"Ey Ümmü Süleym, şurası muhakkakki Allah bize kâfi geldi ve iyi yaptı" buyurdu." [Müslim Cihâd 134, (1809); Ebû Dâvud, Cihâd 147, (2718).][8]

 

AÇIKLAMA:

 

Huneyn Gazvesi, Mekke Fethi'nin hemen akabinde vukua geliştir. Yani sekizinci hicri yılın şevval ayının 13'ünde, Huneyn, Mekke'ye üç gece mesâfede bir vadinin adıdır.

Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) Mekke'yi fethedince, Hevâzin ve Sakif eşrafı birbirlerine ziyaretler yaparak, müslümanlara karşı tedbire ve ordu hazırlamaya karar verirler. Sorumluluk, otuz yaşlarındaki Havazin lideri Mâlik İbnu Avf en-Nasrî'ye tevdi edilir.

Onun emriyle bütün malları, kadınlar, çocuklar savaş meydanına getirilecektir. Böylece Evtâs'a toplanırlar. Diğer imdad kuvvetleri de gelir ve Resulullah'ın üzerine yürümeye karar verirler. Resulullah haberlerini alınca Şevval'ın yedisinde onikibin kişi Mekke'yi terkeder. Bunun onbini Medine'den gelenler, ikibini de Mekkelidir. İslam ordusunda çok sayıda müşrik de vardır.

Hz. Ebû Bekir bu büyük kitleyi görünce:

"Bugün azlıktan dolayı bize galebe çalınamaz" der.

Hüneyn savaşının ilk karşılaşmasında en önde yer alan Benî Süleym süvarileri bozguna uğrar. Onları Mekkeli Tulekâ takip eder, bunlar da dağılır. Çünkü Hevazinliler dar bir geçitte müslümanların görmeyeceği şekilde  saklanıp hep birlikte ok yağmuruna tutarlar. Neye uğradığını şaşıran atlılar birden dağılır. Derken onları takiben diğer askerler de bozguna uğrarlar. Savaş meydanını terketmeyen, Uhud'da olduğu üzere, yine Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) ve birkaç yakını, Huneyn'de Resulullah'ın yanından ayrılmayanları İbnu'l-Esir ismen verir: "Abbas İbnu Abdilmuttalib, Ali İbnu Ebi Talib, Fadl İbnu Abbâs, Ebû Süfyân İbnu'l-Haris İbni Abdilmuttalib, Rebi'a İbnu'l-Haris İbni Abdilmuttalib, Ebû Bekr, Ömer, Üsâme İbnu Zeyd  radıyallahu anhüm.

Resulullah şöyle seslenir: "Ey Allah'ın ve Rüsûlünün yardımcıları! Ben Allah'ın kulu ve Resûlüyüm!" Ayrıca sesçe gür olan Abbâs (radıyallahu anh)'a emrederek  bağırtır: "Ey Ensâr, ey (Hudeybiye'de) Semüre (ağacı altında)  bey'at edenler! Ey Bakara suresi ashabı!

Bu çağrıya ashab icabet  eder, yavaş yavaş (aleyhissalâtu vesselâm)'ın etrafında toparlanıp müşriklerin üzerine saldırırlar. Resulullahda Abbas'tan bir avuç çakıl ister, "Yüzleriniz sürtülsün!" diyerek müşriklerin suratına fırlatır. Hepsinin gözüne eser-i mucize olarak bir avuç toprak isabet eder. O gün Cenab-ı Hak melekten askerlerle yardım gönderir. Meleklerin başlarına, bir ucu iki omuz arasına sarkan kırmızı sarıklar koymuş olarak göründükleri rivayet edilir.

Kalplerine korku çöken müşrikleri münzehim olarak dağılırlar. Resulullah kaçanların peşini takip ettirir: "Kim birisini öldürür ve de isbatlarsa seleb'i  onundur" buyurur. Sonradan on kişiyi öldürdüğünü isbatlayanlar çıkar. Kaçanlar kovalanır. Kovalıyanlardan biri Seleme İbnu'l-Ekva'dır. Onun hikayesi 4268 numaralı hadiste uzunca, kendi ağzından anlatıldı.

Bu savaşta çok miktarda mal ve esir ele geçirildi. Esir sayısı 6 bin kadardı. 24 bin deve, 40 bin koyun, 4 bin okiyye gümüş vardı.

Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm), bu ganimeti daha ziyade müellefe-i kulûb'a verdi. Yani, Mekke'nin fethiyle müslüman olmuş, kalplerine İslâm gerçek manada girmemiş olan Tulekâ'ya verdi. Onları tam olarak İslâm'a kazanmak istiyordu. Resulullah'ın nazarında Mekkelilerin ehemmiyeti vardı. Onların gerçek şekilde kazanılması gerekiyordu.  Bizans ve diğer hârici düşmanlara karşı yapılacak savaşlarda başarı için merkezin sağlam olması gerekiyordu. Merkez de öncelikle Kureyş'e, Mekkelilere bağlı idi. Bunların ileri gelenlerine daha çok olmak üzere bol bol verdi. Gerçekten birkaç gün öncesine kadar İslam'ın en azılı düşmanları olan bu Kureyşliler, mağlub edilmiş olmalarına rağmen affedilmiş, malları ve canları bağışlanmış olmaktan başka şimdi de servete garkediliyorlardı:

Ebû Süfyân İbnu Harb'e 40 okiyye gümüş, 100 deve;

Hakîm İbnu Hizâm'a 200 deve;

Nasr İbnu Hâris İbni Kelde'ye 10 deve;

Esîd İbnu Câriye'ye 100 deve;

Alâ İbnu'l-Hârise'ye 50 deve;

Mahreme İbnu Nevfel'e 50 deve;

Hâris ibnu Hişâm'a 100 deve;

Sa'îd İbnu Yerbû'a 50 deve;

Safvân İbnu Ümeyye'ye 100 deve;

Kays İbnu Adiyy'e 100 deve;

Süheyl İbnu Amr'a 100 deve...

Bu liste uzundur. İbnu'l-Esir bu verilenin humus'tan olduğu görüşünü tercih eder. Ayrıca her askere dört deve, kırk koyun pay düşer. Atlı olanlar 12 deve, 120 koyun alır. Çünkü atları için iki hisse daha alıyorlar.

Havazin'den bir hey'et gelerek, esirlerin bağışlanmasını taleb eder. Heyette Resulullah'ın süt amcası Bürkan da var. Resulullah mal veya  kadın ve çocuklardan birini tercih etmelerini söyler. Kadın ve çocuklarını tercih ettiklerini bildirirler. Aleyhissalâtu vesselâm "Bana ve Abdulmuttaliboğullarına ait olanları bağışladım" der. Diğer müslümanlardan bir kısmı Resûllerinin sünnetine ittibaen kendilerine düşen köleleri bağışlarlar.  Bağışlamayanlarınkini de Resulullah, en kısa zamanda  ödemek üzere borç mukabili bağışlatır. Böylece Hevazinliler de İslam'a dahil olurlar.

Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın, bu bedevî ve Kureyşlilere bol bol verdiğini, kendilerni ihmal etmiş olduğunu gören Ensar duruma üzülür ve bazı hoş olmayan değerlendirmelerde bulunurlar. Bu durum kulağına gelince, Aleyhissalâtu vesselâm Ensarı toplayarak onlara dokunaklı bir hitabede bulunur. Ensar gözyaşları dökerek pişmanlık izhar ederler. Resulullah konuşmasında, bunların gönlünü alarak İslâm'a kazandırmak için "dünyalık" verdiğini, kendileri için Allah ve Resûlü'nün sevgi ve rızasının daha üstün olduğunu ifade eder. 4290 numaralı hadiste bu hadiseye temas edilir.

Huneyn savaşının bidayetindeki mağlubiyetin -Kur'an'ın teyidiyle- sayı çokluğuna  güvenmek ve kesretle övünmekten ileri gelmiştir. Ayet-i Kerime şöyle buyurur. (Meâlen): "Andolsun ki, Allah size birçok yerlerde ve çokluğunuzun sizi böbürlendirdiği, fakat bir faydası da olmadığı yeryüzünün geniş olmasına rağmen size dar gelip de bozularak arkanıza döndüğünüz Huneyn gününde yardım etmişti. Bozgundan sonra Allah, Peygamberine, mü'minlere güvenlik verdi ve görmediğiniz askerler indirdi, inkar edenleri  azâba uğrattı. İnkârcıların cezası budur" (Tevbe 25-26).Bu ayetle ilgili olarak yüce Tâbiî Mücahid şu açıklamayı yapmıştır: "

Bu ayet, Allah'ın mü'minlere olan fazlını, onlara gönderdiği ihsanını, peygamberleriyle beraber yaptıkları savaşlarda birçok yerlerde tecelli eden nusretini bildiren ilk ayettir. Ayet, zaferin Allah nezdinden ve O'nun te'yidi ve takdiri ile olduğunu müslüman askerlerin sayılarıyla olmadığını belirtmekte, müslümanlara, zaferin Allah indinden geldiğini, bunun gelmesine azlığın çokluğun tesir etmediğini, nitekim Huneyn gününde çokluklarının, onların hoşuna gitmesine rağmen bir işlerine yaramadığını, Resulullah'la sebat eden az bir miktarı hâriç,  hepsinin arkalarına dönüp bozguna uğradıklarını, sonra Allah'ın Resûlüne ve O'nunla sebat eden mü' minlere gelen yardımıyla zafere ulaştıklarını ifade etmektedir."

İbnu Kesir bir de ayet zikrederek bu meseleyi vurgular: "Evet, zafer sadece ve sadece Allah'ın katındandır ve O'nun yardımıyladır. Savaşanlar az da olsa zafer gelebilir, nice az cemaat Allah'ın izni ile çok  cemaate galebe çalmıştır. Allah sabredenlerle beraberdir" (Bakara 249). Ahmed İbnu Hanbel'in bir rivayetinde Resulullah şöyle buyurmuştur: "En hayırlı arkadaş grubu dörttür, en hayırlı askeri birlik dörtyüzdür, en hayırlı ordu dörtbindir. Onikibin kişiye azlığı sebebiyle galebe çalınmayacaktır."[9]


 

[1] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/249.

[2] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/249-251.

[3] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/252-253.

[4] Tulekâ: Talîk'in cem'idir. Mekke fethedilince esir durumuna düştüğü halde Hz. Peygamber'in esir muamelesi yapmayıp, azad ettiği Mekke halkı. İçinde müslüman olmayanlar da vardı.

[5] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/254.

[6] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/255-256.

[7] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/256.

[8] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/257.

[9] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/257-260.