İKİNCİ FASIL

 

İLME TEŞVİK

 

ـ4109 ـ1ـ عن حميد بن عبدالرحمن قال: ]سمعت معاوية رَضِيَ اللّهُ عَنْه يقول: سمعت رسول اللّه # يقول: مَنْ يُرِدِ اللّه بهِ خَيْراً يُفَقِّهْهُ فِي الدِّينِ[. أخرجه الشيخان وأخرجه الترمذي عن ابن عباس .

 

1. (4109)- Humeyd İbnu Abdirrahmân anlatıyor: "Hz. Muâviye (radıyallahu anh)'ı işittim demişti ki: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın şöyle söylediğini işittim: "Allah kimin için hayır murad ederse onu dinde fakih kılar." [Buhârî, Farzu'l-Humus 7, İlm 13, İ'tîsâm 10; Müslim, İmâret 98, (1038), Zekât 98, 100, (1038); Tirmizî, İlm 1, (2647).]

 

AÇIKLAMA:

 

1- Hadisin Buhârî'deki vechi bazı ziyadeler ihtiva eder. Şöyle ki: "Allah kimin için  hayır murad ederse onu dinde fakih kılar. Ben taksim ediciyim, esas veren Allah'tır. Bu ümmet Allah'ın emrini yerine getirmeye (Kıyamete kadar) devam edecektir. Allah'ın emri (Kıyamet) gelinceye kadar muhalifleri, ümmetime zarar veremiyecekler."

2- İbnu Hacer bu hadisin üç hüküm ihtiva ettiğini belirtir.

* Dinde  tefakkuh (ilim sahibi olma)nın fazileti.

* İlmi veren gerçekte Allah'tır.

* Bu ümmetten bazıları kıyamete kadar daima hak üzere olacaktır.

Devamla der ki: "Birincisi ilimle ilgili bölüme muvafıktır, ikincisi, sadakalarla ilgili kısma muvafıktır. Bu sebeple de Müslim,  hadisi Zekât bölümünde tahric etmiştir. Buhârî  de Humus bölümünde tahric etmiştir. Üçüncüsü, Eşrâtu's-Sa'at (Kıyametin Alametleri) ile ilgili bölümde zikredilmeye muvafıktır, nitekim Buhârî, hadisi İ'tîsâm bölümünde de tahric etmiştir, zira hadiste müçtehidin hiçbir vakit eksik olmayacağı hükmü mevcuttur."

3- Kıyamete yakın geleceği belirtilen Allah'ın emrinden murad, kalbinde az da olsa  iman  bulunan herkesin ruhunu kabzedecek olan bir rüzgardır. Kıyamete yakın böyle bir rüzgarla mü'minler teslim-i ruh ettikten sonra geriye  şerirler hayatta kalacak ve Kıyamet onların tepesine yıkılacak, Kıyametin korkunç hadisâtını  ceza olarak onlar yaşayacaklardır.

4- Hadis, fıkıh ilminin sadece  iktisabla olmayacağını, ilaveten Allah'ın lütfunun tecellisiyle olacağını ifade etmektedir. Bu da, her halde ilmin Allah rızası için talebi şartına bağlıdır. Selefi tekzib etmek, dil uzatmak gayesiyle fıkıh öğrenmeye çalışanlara  ilâhî rahmetin hiç bir zaman açılmayacağı söylenebilir, çünkü niyette ihlas mevcut değil.

Âlimlerimizin anladığına göre hadis, ihlasla tefakkuh edip Allah'ın rahmetine mazhar olacakların, bu ümmet-i merhume'den Kıyamete kadar eksik olmayacağını ifade etmektedir.

5- Buhârî, bu grubu, sünneti bilenlerin teşkil ettiğinde  cezmetmiştir. Ahmed İbnu Hanbel: "Bunlar ehl-i hadis değilse, başka kim olur bilemem!" demiştir.  Kadi İyaz: "Ahmed İbnu  Hanbel, bu sözüyle ehl-i sünneti ve ehl-i hadis mezhebine itikad edenleri kastetmiştir" der.

Nevevî  de şu kanaattedir: "Bu taifenin Allah'ın emrini yerine getiren çeşitli mü'min fırkalar olması muhtemeldir: Mesela mücahid, fakih, muhaddis, zâhid, emr-i bi'lmaruf, nehy-i ani'lmünker yapanlar gibi her çeşit hayra koşanlardan her biri bu taife olabilir. Ayrıca, bunların bir mekanda olmaları da şart değil. Bir arada olmaları da, her tarafta dağınık bulunmaları da caizdir. Keza bu taifelerden bir kısmının olup bir kısmının olmaması da caizdir, bu hayır fırkalarının yeryüzünden birer birer tükenerek en sona tek bir fırkanın kalması da caizdir. İşte, bunların hepsi inkıraz buldu mu Alah'ın emri (rüzgar) gelecektir."

6- İbnu Hacer der ki: "Bu hadisin ifade ettiği mefhum şudur: Kim dinde tefakkuh etmezse yani İslam'ın esaslarını ve bu esasların gerektirdiği teferruatı (furû'u) öğrenmezse hayırdan mahrum kalır." Bu ma'nâya delil olarak hadisin Ebu Ya'la'da gelen bir vechindeki ziyadeyi kaydeder: "Kim dinde tefakkuh etmezse Allah ona kıymet vermez." İbnu Hacer, hadisin sened yönüyle zayıf olduğunu, ancak ma'nânın sahih bulunduğunu belirtir ve: Zira der, kim dinin meselelerini bilmezse ne fakih (bilgili) olur, ne de fıkıh tâlibi. Böylece "Onun için hayır murad edilmemiştir" diye tavsif etmek muvafık olur. Bu durumda, ülemânın diğer insanlara karşı üstünlüğünün açık bir şekilde ifade edilmiş olduğu görülmektedir.[1]

 

ـ4110 ـ2ـ وعن أنس رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]قَالَ رَسُولِ اللّهِ #: مَنْ خَرَجَ فِي طَلَبَ العِلْم فَهُوَ فِي سَبِيلِ اللّهِ حَتّى يَرْجِعَ[. أخرجه الترمذي .

2. (4110)- Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "İlim talebi için yola çıkan kimse dönünceye kadar Allah yolundadır." [Tirmizî, İlm 2, (2649); İbnu Mâce, Mukaddime 17, (227).][2]

 

AÇIKLAMA:

 

Resulullah bu hadislerinde ilim talebi için mü'minleri seyahate çıkmaya  teşvik buyurmaktadır. Bilhassa Resulullah devrinin şartlarında seyahat hem meşakkatli  ve hem de hayati muhâtaraları (riskleri) olan bir iştir. Bu zahmet ve muhâtarayı göze aldıracak pek mergub sebeplere, muknî teşviklere ihtiyaç vardı. Hadis, tefsir, siyer, tarih gibi rivayete dayanan ilimlerin gelişmesinde seyahatler zaruri idi. İslam medeniyetinin planlayıcısı ve mimarı mesabesinde olan Aleyhissalâtu vesselâm bu çeşit teşvikleri çokça yapmış ve böylece Sahâbe, Tâbiîn ve Etbâuttâbiîn ve müteakip İslam nesilleri seyahate gereken ehemmiyeti vererek İslamî ilimlerin tedvinini ve İslam medeniyetinin teşekkül ve terakkisini gerçekleştirmişlerdir.

Seyahatin ehemmiyetini müslümanların nazarında tesbit eden bir de Kur'ânî  âmili yeri gelmişken hatırlatabiliriz: Kehf suresi 65-82 âyetleri arasında Hz. Musa'nın Hz. Hızır ile seyahat macerası hikaye edilir. Özetle Hz. Musa, "Sana öğretileni bana, hayra götüren  bir ilim olarak öğretmen için, peşinden gelebilir miyim?" diyerek izin alır; deniz aşırı bir seyahata çıkarlar, gemiye binerler, köylere uğrarlar vs...

Aleyhissalâtuu vesselâm’ın seyahate teşvikleri, ülemânın seyahatleri, seyehatlerle elde edilen neticeler gibi, mevzumuzu ilgilendiren bir kısım tefferruatı birinci cilt 133-144 sayfaları arasında incelediğimiz için burada kısa kesiyoruz.  .[3]

 

ـ4111 ـ3ـ وفي أخرى له عن سخبرة مرفوعاً: ]مَنْ طَلَبَ العِلْمَ كَانَ كَفَّارَةً لِمَا مَضى[.

 

3. (4111)- Yine Tirmizî'nin Sahbere (radıyallahu anh)'tan kaydına göre, Aleyhissalâtu vesselâm: "Kim ilim taleb ederse, bu işi, geçmişteki günahlarına kefaret olur" buyurmuştur." [Tirmizî, İlim 2, (2650).][4]

 

AÇIKLAMA:

 

1- Bazı âlimler, buradaki ilimden maksadın amel edilecek şer'î ilim olduğunu söylemiştir. Hadiste "ilim" mutlak geldiği gibi, "Allah rızası için", "ümmet-i merhumenin maslahatları için" gibi başka kayıtlar da muvafıktır. Sû-i niyetle veya sırf dünyevî niyetle öğrenilen ilim şerî ilim de olsa kişiye fayda getirmez. Esas olan niyettir.

2- Aliyyü'l-Kârî'ye göre, hadiste dikkat çeken bir husus, hadisin, kefaret veya  hudud gerektiren bir kısım günahlara da şâmil olacak bir üslubla mağfireti zikretmiş olmasıdır. Halbuki Kur'an ve bir kısım meşhur sünnetle sabittir ki bazı günahları temizlemenin yolu had cezası veya kısas veya maddî kefarettir. Öyle ise, ilim talebini, "küçük günahlara karşı kefarettir" diye kayıtlı olarak anlamak daha muvafıktır. Nitekim ülemâ: "Zâhire göre, kefâret:

* Ya küçük günahlara,

* Veya tedariki bulunmayan hukukullah'a.

* Veya tedariki mümkün olmayan hukuku'l-ibad'a hastır" demiştir. Bu durumda ma'nânın şöyle olması muvafıktır: "İlim talebi, kişinin günahlarına kefaret olacak, tevbe, işlenen zulmün telafisi vs. gibi şeylerin hepsine vesiledir.[5]

 

ـ4112 ـ4ـ وعن عقبة بن عامر رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]قالَ رَسُولُ اللّهِ #: تَعلَّمُوا قَبْلَ الظَّانِّينَ، يَعْنِي قَبْلَ الَّذِينَ يَتَكَلّمُونَ بِالظَّنِّ[. أخرجه رزين وعلقه البخاري .

 

4. (4112)- Ukbe İbnu Âmir (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Zancılardan önce, ilim öğrenin yani zanlarıyla konuşanlardan önce." [Rezin tahric etmiştir. Buharî de bunu bir bab başlığında muallak (senetsiz) olarak kaydetmiştir. (Ferâiz 2).][6]

 

AÇIKLAMA:

 

1- Hadisin Buhârî'deki aslında, bu söz merfu değil, Ukbe İbnu Âmir'inşahsî sözü olarak    )قَال عُقْبَةُ بْنُ عَامِر(  kaydedilmiştir.

2- İbnu Hacer, bu rivayeti açıklama sadedinde der ki: "Bu rivayette şu hususa işaret vardır: O asrın insanları, nass karşısında duruyorlar, onu tecâvüz etmiyorlardı. Bazılarından re'ye dayanan fetva nakledilse de bu, nisbeten azdı. Hadiste, re'ye göre konuşanların çoğalmasından hâsıl olacak fenalıklara karşı bir ihbar, bir inzar (korkutma) mevcuttur." Şu da söylenmiştir. "Bu hadisin muradı, "Daha ilim indirâs etmemiş ve bir ilme dayanmadan zannına göre konuşanlar çıkmamış iken..." demektir.[7]

 

ـ4113 ـ5ـ وعن أبي هريرة رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]قَالَ رَسولُ اللّهِ #: تَعَلّمُوا الْفَرَائِضَ وَالْقُرآنَ وَعَلّمُوا النَّاسَ فَإنِّي مَقْبُوضٌ[. أخرجه الترمذي، وعن ابن مسعود بمعناه.وزاد رزين: »وإنَّ مَثَلَ الْعَالِمِ الَّذِي َ يَعْلَمُ الْفَرَائِضَ كَمَثَلِ البُرْنُسِ الَّذِي َ رَأسَ لَهُ« .

 

5. (4113)- Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Ferâizi ve Kur'an'ı öğrenin ve halka da öğretin, zira benim ruhum kabzedilecek (ve ben aranızdan gideceğim)." [Tirmizî, Ferâiz 2, (2092).] İbnu Mes'ud (radıyallahu anh)'tan aynı ma'nâda bir rivayet yapılmıştır.Rezin şu ziyadede bulunmuştur: "Ferâizi bilmeyen âlimin misâli, baş kısmı olmayan bürnus gibidir."[8]

 

AÇIKLAMA:

 

1- Ferâiz, "farîza"nın cem'idir. Kesmek ma'nâsına olan farz kelimesinden alınmadır. Âyet-i kerimede geçen   نصِيباً مَفْرُوضاً   ibaresinden alınarak, mirastaki pay ma'nâsına kullanılmıştır. Şu halde Ferâiz miras taksiminde vârislere düşen paylar demek olur. Böylece Ferâiz  ilmi deyince, bu payların miktarlarını belirleyen, tesbit eden, bu meselelerle meşgul olan ilmi anlamak gerekecek.

2- Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) bu hadiste ferâiz ilmini öğrenmeye teşvik buyurmaktadır. Buna teşvik eden başka hadisler de var. İbnu Mes'ud'un bir rivayetinde Aleyhissalâtu vesselâm şöyle devam eder: 

"Ben gidici bir kimseyim. Bu ilim kaldırılacak. Öyle ki iki kişi ferâiz hususunda ihtilafa düşecek. Ancak, aralarında ihtilafı halledecek bir kimse bulamayacaklar." Bir başka hadiste: "Ferâizi öğrenin. Zira o, ilmin yarısıdır. Bilesiniz ümmetimden ilk çekip alınacak ilim de odur."

Ferâizle ilgili bölümde fazla açıklama gelecek (4706-4757. hadisler).[9]

 

ـ4114 ـ6ـ وعن أبي سعيد رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]قالَ رَسولُ اللّهِ لَنْ يَشْبَعَ مُؤْمِنٌ مِنْ خَيْرٍ يَسْمَعُهُ حَتّى يَكُونَ مُنْتَهَاهُ الْجَنَّةَ[. أخرجه الترمذي .

6. (4114)- Ebu Sâid (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Mü'min, sonu cennet oluncaya kadar hayır işitmekten asla doymayacak." [Tirmizî, İlm 19, (2687).][10]

 

AÇIKLAMA:

 

Bu hadis, kâmil mü'minin bir vasfını beyan ediyor: Öğrenmeye doyamamak...   لَنْ Arapçada devam  üzere nefy ifade eder.  Müntehası cennet olmak, "ölmek" demektir. Yani, "mü'min-i kâmil, ölüp cennete girinceye kadar hayır işitmekten asla doymayacak, hayatta kaldığı müddetçe, son ânına kadar hayır işitmekten zevk almaya devam edecek" demektir.[11]

 

ـ4115 ـ7ـ وعن أبي هريرة رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]قَالَ رسولُ اللّهِ #: الْكَلِمَةُ الْحِكْمَةُ ضَالَّةُ الْمُؤْمِنِ فَحَيْثُ وَجَدَهَا فَهُوَ أحَقُّ بِهَا[. أخرجه الترمذي .

 

7. (4115)- Hz. Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Hikmetli söz mü'minin yitiğidir. Onu nerede bulursa, onu hemen almaya ehaktır." [Tirmizî, İlm 19, (2688).][12]

 

AÇIKLAMA:

 

1- Hikmet, birçok ma'nâya gelen câmi  bir sözdür. Burada da farklı anlamalar mümkündür. Mesela İmam Mâlik    اَلْفِقْهُ فِى الدِّينِ  "din ilmi"  olarak anlar. Âyet-i kerime'de Cenâb-ı Hakk:  "Allah hikmeti dilediğine verir" (Bakara 269)  buyurur. Hikmeti: "Temelleri nakil ve akılla sağlam kılınmış, içerisinde dakik hakikatlar bulunan ve ma'nâları  kargaşa, hata ve fesaddan korunmuş söz" diye de tarif etmişlerdir.

2- Hikmetli söz diye tercüme ettiğimiz tabir, aynı ma'nâda olmak üzere    كَلِمَةُ الْحَكْمَةُ  veya   اَلْكَلِمَةُ اْلحِكْمَةُ  gibi farklı şekillerde rivayet edilmiştir.

Bu hadisten şu ma'nâlar çıkarılmıştır:

* Hakîm, hikmeti arar, bulursa, hikmete ehaktır, başka bir deyişle onunla amel edip, ona uymaya ehaktır.

* Hikmetli sözü, bazan ona ehil olmayan bir kimse de söyleyebilir. Sonra bu kelime ehil olana rastlar, işte bu kimse, o kelimeye -yanında bulmuş olduğu kimsenin hasisliğine iltifat etmeksizin- söyleyenden ehaktır.

* İnsanlar, ma'nâları anlamada, gizli hakikatları ortaya çıkarmada, rümuzlarla ifade edilen  esrarı açmada farklılıklar arzederler. Öyleyse, âyetlerin hakikatlarını ve hadislerin inceliklerini anlamakta nâkıs kalanların, Allah'ın anlayış fehmettiği ve tahkik ilham ettiği kimseleri inkara kalkışmamaları gerekir. Tıpkı, kaybolan bir mal bulunacak olsa, kayıp sahibi ile o mal hususunda ihtilaf edilmediği gibi. Zira malı, sahibi alır, itiraz edilmez.

Veya bir kayıp mal bulunsa, bu terkedilmez, alınır, ancak sahibi araştırılır ve kendisine iade edilir. İşte dinleyici de böyledir. Ma'nâsını anlamadığı, künhüne vâkıf olamadığı bir söz işitse, o kimseye buna zayi etmemesi, bilakis kendinden  daha anlayışlı olana ulaştırması gerekir, ola ki o bunu anlar, veya onun anlamadığı ma'nâlar istinbat eder.

Veya nasıl ki, yitik sahibini yitiğini almaktan alıkoymak helal olmaz, zira o buna ehaktır. Aynı şekilde âlime bir şeyin ma'nâsı  sorulduğu zaman gizlemesi buna helal olmaz, yeter ki soranda bunu anlama kapasitesi görmüş olsun.[13]

 

ـ4116 ـ8ـ وعن ابن عمرو بن العاص رَضِيَ اللّهُ عَنْهما قال: ]قَالَ رَسُولُ اللّهِ #: الْعِلْمُ ثََثَةٌ، وَمَا سِوَى ذلِكَ فَهُوَ فَضْلٌ: آيَةٌ مُحْكَمَةٌ، أوْ سُنَّةٌ قَائِمَةٌ، أوْ فَرِيضَةٌ عَادِلَةٌ[. أخرجه أبو داود .

»اŒية المحكمةُ« هي التي  اشتباه فيها و اختف وما ليس بمنسوخ.»وَالسُّنَّةُ الْقَائِمَةُ« هي الدائمة المستمرة التي العمل بها متصل  يترك.»وَالفَرِيضَةُ العَادَلَةُ« هي التي جور فيها و حيف في قضائها .

 

8. (4116)- İbnu Amr İbni'l-Âs (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "İlim üçtür. Bunlardan fazlası fazilettir. Muhkem âyet, kâim sünnet, âdil taksim." [Ebu Dâvud, Ferâiz 1, (2285); İbnu Mâce, Mukaddime 8, (54).][14]

 

AÇIKLAMA:

 

1- Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) sağlam ve gerçek ilmin üç olduğunu ifade buyuruyor:

* Muhkem âyet:  Kur'an-ı Kerim'in müteşâbih olmayan, ma'nâsı zâhir olan âyeti. Bu âyette herhangi bir iştibah, ihtilaf olmadığı gibi mensuh da değildir. Bu çeşit âyetler kesin ilim ifade eder.

* Kâim sünnet: Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'dan beri fâsılasız amel edilegelmekte olan, herkesçe fiilen tatbik edilmekte, yaşanmakta olan sünnet, "Resulullah'tan sıhhatli bir senetle sahih ve sâbit olan sünnet" diye de tarif edilmiştir.

* Adil farîza'dan maksad, Kur'an-ı Kerim'de belirtilen nisbetlere uygun olarak taksim edilen miras payıdır. Burada ilâhî ölçüye uyulduğu için haksızlık mevzubahis olamaz. Herkese  layık olduğu hakkı Allah vermiştir. Bazı âlimler şöyle der: "Hadiste geçen farîza'dan murad kendisiyle amel  vacib olan her şeydir, âdile'den murad daKur'an ve sünnetten alınan şeylere vücub-i amel hususunda müsâvî olan şeylerdir. Bununla, icma ve kıyas'a işaret edilmiş olmaktadır."

2- "Fazlası fazilettir" ibaresi, geri kalan ilimlerin öğrenilmesi zaruret değil, öğrenilmese de olur, öğrenilirse fazilet sağlar demektir.

3- Hattâbî der ki: "Bu hadiste ferâiz öğrenmeye teşvik var ve onun öğrenilmesinin öncelikle  ele alınması istenmektedir. Muhkem âyet, Kitabullah'tır. Bu hususta ihkam (sağlamlık) şart koşmuştur. Zira âyetlerden bir kısmı mensuhtur, onlarla amel edilmez, nâsih olanlarla  amel edilir. Kâim sünnet Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'dan rivayet edilenlerden sâbit olanlardır." el-Farîzatu'l-âdile hakkında az önce kaydettiğimize yakın bir açıklama kaydetmiştir.[15]

 

ـ4117 ـ9ـ وعن أبي واقد الليثي قال: ]بَيْنَا رسولُ اللّهِ # جالِسٌ في المَسْجِدِ إذْ أقْبَلَ ثََثَةُ نَفَرٍ فَأقْبَلَ اثْنَانِ إلى رسولِ اللّهِ # فَوَقَفَا عَلى رَسولِ اللّهِ #، فَرَأى أحَدُهُمَا فُرْجَةً فِى الْحَلْقَةِ فَجَلَسَ، وَجَلَسَ اŒخَرُ خَلْفَهُمْ، وَأمَّا الثَّالِثُ فَذَهَبَ مُدْبِراً فَلَمَّا فَرَغَ رسولُ اللّهِ # قَالَ: أَ أُخْبِرُكُمْ عَنْ النَّفَرِ الثََّثَةِ؟ أمَّا أحَدُهُمْ فَآوَى إلى اللّهِ فَآوَاهُ اللّهُ، وأمَّا اŒخَرُ فَاسْتَحْيَا فَاسْتَحْيَا اللّهُ مِنْهُ، وَأمَّا اŒخَرُ فَأعْرَضَ فَأعْرَضَ اللّهُ تَعالى عَنْهُ[. أخرجه الثثة والترمذي.الفصل الثالث: في آداب العلم

 

9. (4117)- Ebu Vâkid el-Leysî (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) mescidde otururken üç kişi çıktı geldi. İkisi Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a yönelerek önünde  durdular. Bunlardan biri, bir aralık bularak hemen oraya oturdu. Diğeri de onun gerisine oturdu. Üçüncü kimse ise, geri dönüp gitti.

Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) (dersinden) boşalınca buyurdular:

"Size üç kişiden haber vereyim mi? Bunlardan biri Allah'a iltica etti, Allah da onu himayesine aldı. Diğeri istihyada bulundu, Allah da onun istihyasını kabul etti. Üçüncüsü ise geri döndü, Allah da ondan yüz çevirdi." [Buhârî, İlm 8, Salât 84; Müslim, Selam 26, (2176); Muvatta, Selam 4, (2, 960, 961); Tirmizî, İsti'zan 29, (2725).][16]

 

AÇIKLAMA:

 

1- Hadisin bazı vecihlerinde Resulullah'ın önünde bir halka olduğu tasrih edilir. Ve buna dayanılarak ilim ve zikir meclislerinin halka şeklinde olmasının müstehab olduğuna hükmedilmiştir.

2- Hadisten, önde olanın, boş yere oturmaya ehak olduğu, halkadaki boşlukları kapamanın müstehab olduğu istinbat edilmiştir. Nitekim namazda da saflardaki açıklıkların kapatılması emredilmiştir. Öndeki boşlukların kapatılması için arkadakilerin cemaati yararak ilerlemesi caiz görülmüştür, yeter ki oturanlar rahatsız edilmesin. Nitekim ikinci zat, cemaat edebine uyarak, yer aramamış, arka kısma oturuvermiştir. Aleyhissalâtu vesselâm da onu: "O, Allah'tan istihya etti (utanarak edeb tavrı takındı). Allah da onun  bu utanma halini rızasına muvafık bularak kabul etti." ma'nâsında beyanıyla takdir etmiştir.

İbnu Hacer, birinci zâtın davranışı ile ilgili olarak: "Hayır arama yolunda müzâheme (sıkıştırma) yapana övgü vardır" der. Ancak müzâheme yapmayıp arkadaşının gerisindeki müsait yere oturan da takdir edilmiştir.

Hadiste takbîh edilen davranış  üçüncü şahsın davranışıdır: İlim (veya zikir) meclisini terketmek. O meclisten, Allah da ondan yüz çevirmiştir. Allah'ın ondan yüz çevirmesi, ona gadab etmesi, rahmetini esirgemesidir.

Âlimler: "Bu ayrılış özürsüz ise, ayrılan müslüman ise..." diye kayıtlar. Ancak o kimsenin münafıklardan biri olabileceği belirtilmiştir.

3- Âlimler, hadisten: "Günahkarın halini, ondan zecretmek maksadıyla, haber vermenin caiz olduğu" hükmünü de çıkarırlar ve bunun gıybet sayılması gerektiğini belirtirler.

4- Hadis, âlimlerin mescidde zikir ve  ilim halkaları kurmalarının,  halkın da bu halkalara devam etmesinin faziletli bir amel olduğunu ifade edip teşvikte bulunmaktadır.[17]


 

[1] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/491-493.

[2] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/493.

[3] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/493.

[4] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/494.

[5] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/494.

[6] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/494.

[7] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/494-495.

[8] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/495.

[9] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/495-496.

[10] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/496.

[11] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/496.

[12] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/496.

[13] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/496-497.

[14] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/498.

[15] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/498-499.

[16] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/499.

[17] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/499-500.