ZIHÂR BÖLÜMÜ

 

UMUMÎ AÇIKLAMA:

 

Zıhâr veya müzâhere, lügat olarak, arka ma'nâsına gelen zahr'dan gelir. İki şey arasında bir mutabakat ve mümâselet vücuda getirmek manasındadır. Boşanma  bahsinin bir ıstılahı olarak: Kocanın, hanımını neseb, reza (süt emme) veya müsâharet (evlenmeden hâsıl olan akrabalık bağı) suretiyle müebbeden mahremi olan bir kadının, kendisince bakılması caiz olmayan arkası, karnı, uyluğu gibi bir uzvuna teşbih etmesidir. Bu muamelede daha ziyade zahr (sırt) kelimesi kullanıldığı için zıhâr denmiştir. Zahr kelimesi çoğu kere, edeb icabı, karın ve tenâsül uzvu yerine kullanılmış olur.

Bu, bir nevi boşamadır. Zira helal olan hanımını, haram olan bir yakınına benzetmek suretiyle, onu kendisine haram kılmış olmaktadır, mezmum bir davranıştır.

Böyle bir benzetme muamelesinde bulunan kimseye, zıhar kefâretinde bulunmadıkça hanımı haram olur. Cinsî temas, öpme, şehvetle kucaklama ve lems (değme) gibi muamelelerde bulunamaz. Mesela bir kimsenin, hanımına: "Sen bana annemin arkası gibisin"; "ben sana zıhâr ettim"; "sen bana anam gibisin"[1] "sen bana anam gibi haramsın" nevinden sözler sarfeden kimse zıharda bulunmuş olur.

Kefâret olarak şunlardan birini yapması gerekir:

* Köle âzad etmek.

* İki ay muttasıl oruç tutmak.

* Altmış fakire sabahlı akşamlı günde iki öğün olmak üzere yemek yedirmek.

Bu üç şıktan birini tercih hakkı yoktur. Maddi imkanı olan köle âzad eder. Olmayan sıhhati elveriyorsa oruç tutar; değilse fakir doyurur.

Teferruat için ilmihal kitaplarına bakılmalıdır.[2]

 

ـ4100 ـ1ـ عن سلمة بن صخر البياضي رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]كُنْتُ امْراً أُصِيبُ مِنَ النِّسَاءِ مَاَ يُصِيبُ غَيْرِى فَلَمَّا دَخَلَ شَهْرُ رَمَضَانَ خِفْتُ أنْ أُصِيبَ مِنِ امْرَأتِي شَيْئاً يَتَتَابَعُ بِي حَتّى أُصْبِحَ فَظَاهَرْتُ مِنْهَا حَتّى يَنْسَلِخَ شَهْرُ رَمَضَانَ فَبَيْنَا هيَ تَخْدُمُنِى ذَاتَ لَيْلَةٍ إذْ تَكَشَّفَ لِي مَنْهَا شَىْءٌ. فَلَمْ ألْبَثْ أنْ نَزَوْتُ عَلَيْهَا. فَلَمَّا أصْبَحْتُ خَرَجْتُ إلى قَوْمِي فَأخْبَرْتُهُمُ الْخَبَرَ. قَالَ: فَقُلْتُ امْشُوا مَعِي إلى رَسُولِ اللّهِ #. قَالُوا: َ وَاللّهِ فَانْطَلَقْتُ إلى رسولِ اللّهِ # فَأخْبَرْتُهُ. فَقَالَ: أنْتَ بِذَاكَ يَا سَلَمَةُ؟ قُلْتُ: أمَا بِذَاكَ يَا رَسُولَ اللّهِ مَرَّتَيْنِ وَأنَا صَابِرٌ ‘مْرِ اللّهِ فَاحْكُمْ فِيَّ بِمَا أرَاكَ اللّهُ قَالَ: حَرِّرْ رَقَبَةً. قُلْتُ: وَالَّذِى بَعَثَكَ بِالحَقِّ نَبِيّاً مَا أمْلِكُ رَقَبَةً غَيْرَهَا، وَضَرَبْتُ صَفْحَةً رَقَبَتِي قَالَ: فَصُمْ شَهْرَيْنَ مُتَتَابِعَيْن. قُلْتُ: وَهَلْ أصَبْتُ الَّذِي أصَبْتُ إَّ مَنَ الصِّيَامِ. قَالَ فَأطْعِمْ وَسْقاً مِنَ تَمْرٍ بَيْنَ ستِّينَ مِسْكِيناً. قُلْتُ: وَالَّذِي بَعَثَكَ بِالْحَقِّ نَبِيّاً لَقَدْ بِتْنَا وَحِشِينَ مَالَنَا طَعَامٌ. قَالَ: فَانْطَلِقْ إلى صَاحِبِ صَدَقَةِ بَنِى زُرَيْقٍ فَلْيَدْفَعْهَا إلَيْكَ. فَأطْعِمْ سِتِّينَ مِسْكِيناً وَسْقاً مِنْ تَمْرٍ وَكُلْ أنْتَ وَعِيَالُكَ بَقِيَّتَهَا. فَرَجَعْتُ إلى قَوْمِي. فَقُلْتُ: وَجَدْتُ عِنْدَكُمُ الضَّيْقَ وَوَجَدْتُ عِنْدَ رسولِ اللّهِ السَّعَةَ وَحُسْنَ الرَّأى وَقَدْ أمَرَ لِي بِصَدَقَتِكُمْ[. أخرجه أبو داود والترمذي .

 

1. (4100)- Seleme İbnu Sahr el-Beyâzî (radıyallahu anh) anlatıyor: "Ben, bir başkasında rastlanmayacak derecede kadın mevzuunda zaafı olan (ve şiddetli ihtiyaç duyan) bir kimseydim.  Ramazan ayı girince (tahammül edemeyip oruçlu iken) hanımına temas ediveririm diye korktum. Ve Ramazan boyu devam edecek bir zıhârda bulundum. Sabah  olunca yakınlarıma gidip durumu haber verdim. Ve: "Benimle Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a gelin (durumumu sorayım)" dedim."

"Vallahi hayır! Gelmeyiz!" dediler.

Resulullah'a tek başıma gittim, durumu haber verdim.

"Yani sen böyle mi yaptın ey Seleme?" buyurdular.

Ben: "Evet ben öyle yaptım! Evet ben öyle yaptım. Ancak Allah'ın emri karşısında sabırlıyım, Allah size her ne göstermişse onu bana  hükmedin!" dedim. "Bir köle âzad et!" emrettiler. Ben: "Sizi hak peygamber olarak gönderen Zât-ı Zülcelâl'e yemin olsun şundan  başka rakabem yok deyip rakabeme elimle  şaplattım."[3] "Öyleyse peş peşe iki ay oruç tutacaksın!" buyurdular. Ben: "Ama ben bu günahı oruç yüzünden işledim, (dayanamam)!" dedim. "Öyleyse buyurdular, altmış fakire bir vask kuru hurma taksim et!"

"Seni hak peygamber gönderen Zât-ı Zülcelâle yemin olsun (ben ve hanım, her) ikimiz aç ve yiyeceksiz olarak geceyi geçirdik" dedim. (Aleyhissalâtu vesselâm bu sözüm üzerine):

"Benî Zureyk'in sadaka mallarına bakan memura git, o miktar (hurma)yı sana versin, sen altmış fakire yedir. Geri kalan bakiyeyi de sen ve iyaliniz yeyin" buyurdular. Ben kavmime döndüm. Onlara: "Sizden zorluk ve bed fikir gördüm. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'da ise genişlik ve güzel fikir buldum. Bana sadakanızdan verilmesini emretti!  dedim." [Ebu Dâvud, Talâk 17, (2213); Tirmizî, Talâk 20, (1200); Tefsir, Mücâdile 3295; İbnu Mâce, Talâk 25, (2062).][4]

 

AÇIKLAMA:

 

1- Burada,  zıhârda bulunduğu halde  yeminini tutmayan bir sahâbîye Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın verdiği hükmü ve bunun tatbikatına bir örnek görmekteyiz.

2- Vask: Altmış sa'dır. Bir sa' ise 2, 20 ile 2,650 litre arasında bir hacim ölçüsüdür.

3- Hadis, kefâret olarak altmış fakirin doyurulmasını âmirdir. Nitekim İmam Şâfiî ve İmam Mâlik hazretleri böyle hükmederler. Ancak Ebu Hanîfe merhum bir  fakiri altmış gün doyurmakla da kefaretin yerine getirileceğine hükmetmiştir.

4- Bu hadisten hareketle Sevrî, Ebu Hanîfe ve Ashâbı bir fakir için hurma, darı, arpa veya  kuru üzümden bir sa', buğdaydan da yarım sa' vermenin vacib olduğuna hükmetmişlerdir.

İmam Şâfiî ise, bu hususta gelen ve vask yerine arâk tabiri geçen başka rivayetleri göz önüne alarak: "Vacib olan, her fakir için bir müdd miktarı vermektir" demiştir. Arâk ise onbeş sa' miktarında bir hacim ölçüsüdür.

5- Hadisin zâhirine göre,  kişi her üç nevini de yerine getirmekten aciz de olsa kefâret yine de sâkıt olmamaktadır. Zira, adam köle âzad edemiyeceğini, üstüste iki ay oruç tutamayacağını, altmış fakiri de doyuramayacağını söyleyince, Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm), ona, kefaretini yerine getirecek miktarda yardımda bulunmuştur. İmam Şâfiî ve Ahmed İbnu Hanbel böyle hükmetmişlerdir.

Bazı âlimler, bu durumda kefâretin düşeceğine hükmetmiştir.

Bazıları da, tafsili esas almış, "Ramazan orucunun kefâreti düşer, diğer kefâretler düşmez" demiştir.

6- Köle âzadı hususunda da ülemânın farklı bir değerlendirmesine dikkat çekmede fayda var: Hadisin ıtlakını esas alan Atâ, Nehâî ve Ebu Hanîfe rahimehumullah: "Kölenin mü'min olup olmamasına bakılmaz, herhangi bir kölenin âzadı yeterlidir" demişlerdir. İmam Mâlik, Şâfiî ve diğer bir kısım ülemâ: "Kâfir kölenin âzad  edilmesi ne câizdir ne de yeterli!" demişlerdir. Bunlara göre, bu mutlak hadis, katille ilgili kefareti beyan eden âyette "iman" şartı ile kayıtlanmıştır. Bu iddiaya: "Bir hükmü diğer bir meselenin hükmüyle kayıtlamak caiz olmaz" diye cevap verilmiştir. Meselede bazı tafsil daha varsa da, bu  kadarını yeterli görüyoruz.[5]

 

ـ4101 ـ2ـ و‘بي داود في أُخرى: ]أنَّ جَمِيلَةَ كَانَتْ تَحْتَ أوْسِ بْنِ الصَّامَتِ رَضِيَ اللّهُ عَنْهما. وَكَانَ رَجًُ بِهِ لَمَمٌ. وكَانَ إذَا اشْتَدَّ لَمَمُهُ ظَاهَرَ مِنَ

امْرَأَتِهِ فَأنْزَلَ اللّهُ فِىهِ كَفَّارَةً الظَّهَارِ[.»التَّتَابُعَ« التهافت في الشر واللجاج فيه و يكون إ في الشر.ومعنى »نَزَوْتُ« وثبت عليها، وأراد به الجماع.وقوله »بتنَا وَحَشينِ« أي طعام لنا، يقال أوحش الرجل: إذا جاع، وتوحش: إذا خ بطنه .

 

2. (4101)- Ebu Dâvud'un bir diğer rivayetinde şöyle denir: "Cemîle, Evs İbnu's-Sâmit (radıyallahu anhümâ)'nın  nikahı altında idi. Evs ise, kendisinde kadına karşı şiddetli istek bulunan birisi idi. Bu duygusu şiddet peyda edince (nefsini frenlemek maksadıyla) hanımına zıharda bulundu. Bunun üzerine, Allah Teâlâ Hazretleri, onun hakkında  kefaret-i zıhâr(la  ilgili âyet)i inzal buyurdu." [Ebu Dâvud, Talâk 17, (2218).][6]

 

AÇIKLAMA:

 

1- Cemîle (radıyallahu anhâ)'nın hikayesi burada özet olarak görülmektedir. Ancak hadise muhtelif rivayetlerde tafsilatlı olarak gelmiştir. Buna göre, bir diğer adı Huveyle olan Cemîle, kocası Evs (radıyallahu anh)'ın zıhârda bulunması üzerine, telaşla Resulullah Aleyhissalâtu vesselâm'a gelir, durumunu anlatır. Cemîle'nin telaşı, zıhâr'ın, cahiliye devrinde talâk sayılmasından ileri geliyordu.

Cemîle'yi dinleyen Aleyhissalâtu vesselâm: "Sen kocana haram oldun!" der. Cemîle: "Ama kocam talâk   kelimesini kullanmadı" derse de Aleyhissalâtu vesselâm: "Sen kocana haramsın" cevabında ısrar eder. Cemîle: "Meselemi Allah'a arzedeceğim!" diyerek Resulullah'a  gider gelir, yüzünü semaya kaldırarak Allah'a şikayetlerde bulunur. Resulullah, kocası hakkında onu teskin etmeye, ikna etmeye çalışır: "Allah'tan kork, o senin amcanın oğludur" buyurur. Ama kadın direnmesine gidip gelmelerine, Allah'a şikayetlerine devam eder. Derken âyet nâzil olur: "(Habibim), zevci hakkında seninle  direşip duran, (nihayet halinden) Allah'a  da şikâyet etmekte olan (kadın)ın sözünü (umulduğu vech ile) Allah dinlemiştir. Allah sizin konuşmanızı zâten işitiyordu. Çünkü Allah,  hakkıyla işitici, kemaliyle görücüdür.

İçinizden zıhâr yapagelenlerin (karıları) onların anaları değildir. Anaları kendilerini doğuranlardan başkası değildir. Şüphe yok ki onlar her halde çirkin ve yalan bir laf söylüyorlar. Muhakkak Allah çok bağışlayıcı, çok mağfiret edicidir. Kadınlardan zıhâr ile  ayrılmak  isteyip de sonra dediklerini geri alacaklar (için), birbirleriyle temas etmezden evvel, bir köle âzad etmek (lazımdır). İşte size bununla öğüt veriliyor. Allah ne yaparsanız hakkıyla haberdardır.

Fakat kim (bunu) bulamazsa, (yine) birbirleriyle temas etmezden evvel, fasılasız iki ay oruç (tutsun). Buna da güç yetiremezse altmış yoksul (doyursun). (Kefaretteki) bu (hafifletme) Allah'a ve peygamberine iman (da sebat) etmekte olduğunuz içindir. Bu (hükümler) Allah'ın (tayin ettiği) hallerdir. (Bunları kabul etmeyen) kâfirler için ise elem verici bir azab vardır" (Mücâdile 1-4).

Âyet üzerine Aleyhissalâtu vesselâm: "Kocan bir köle âzad edecek!"  buyurur. Kadın: "Bunu bulamaz!  der. Aleyhissalâtu vesselâm: "Öyleyse, peşpeşe iki ay  oruç tutar!" buyurur. Kadın: "Ey Allah'ın Resûlü! Kocam yaşlı bir kimsedir, oruç da tutamaz!" der. Aleyhissalâtu vesselâm: "Öyleyse altmış fakiri doyursun!"  ferman eder. Kadın: "Onun tasadduk edecek bir şeyi de yok!" der. Bunun üzerine Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) bir arâk kuru hurma getirir. Kadın: "Ey Allah'ın Resulü! Ben ona bir başka arâkla da yardım ederim" der.

Aleyhissalâtu vesselâm: "İyi yaparsın, git, bununla kocan  adına altmış fakiri doyur ve amca oğluna dön!" emreder.

Ebu Dâvud: "Bu rivayette, Cemîle'nin kocasıyla istişare edip, iznini almadan kocası adına kefâretini ödediği ve Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın da bunu tecviz edip teyid ettiği görülmektedir" der.

2- Bu rivayet, zıhâr yapan kimseye, kefarette bulunmazdan önce hanımına temasın haram olduğunu ifade eder. Ülemâ bu hususta icma etmiştir. Şayet temas etmişse, kefaret düşmediği gibi, cezada artma da olmaz. Salt İbnu Dînâr der ki: "On kadar fakîhe, kefareti yerine getirmeden hanımına temas eden kimsenin hükmü hususunda sordum. Hepsi de: "Tek bir kefaret öder" dedi." Bu hususta dört imam da aynı  görüştedir.

Şunu da belirtelim ki: "Hasan Basrî ve İbrahim Nehâî hazretleri: "Kefaretten önce temas eden erkeğe üç kefaret gerekir" demişlerdir. Diğer taraftan Zührî, Sâid İbnu Cübeyr ve Ebu Yusuf da, "Temasla kefâretin düşeceğine" kâil olmuşlardır. [7]

 


 

[1] Bu söz mutlak olduğu için zıhar niyetiyle söylenmişse tahrimiyete sebep olur. Aksi halde olmaz.

[2] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/474-475.

[3] Rakabe, köle demek ise de lügat olarak boyun demektir. Sahâbî, burada "azad edebilecek başka bir boynum (yani kölem) yok" mânasına kendi boynuna eliyle şaplatıp: "Bundan başka boynum yok!" der.

[4] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/475-476.

[5] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/476-477.

[6] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/478.

[7] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/478-480.