ALTINCI FASIL

 

KÖLE VE CARİYENİN TALAKI

 

ـ4070 ـ1ـ عن عائشة رَضِيَ اللّهُ عَنْها قالت: ]قَالَ رَسُولُ اللّهِ #: طََقُ ا‘مة تَطْلِيقَتَانِ وَعِدَّتُهَا »وفي نسخة وقُرؤُها« حَيضتانِ[. أخرجه أبو داود والترمذي .

 

1. (4070)- Hz. Âişe radıyallahu anhâ anlatıyor: Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Cariyenin talakı iki talaktır, iddeti de -bir nüshada: "kurû'u da"- iki hayız müddetidir." [Ebu Dâvud, Talâk 6, (2189); Tirmizî, Talâk 7, (1182); İbnu Mâce, Talâk 30, (2080).][1]

 

AÇIKLAMA:

 

Hür olanlarda talâk üç olduğu halde, hadis, kölelerde bunun iki talâk olduğunu takrir etmektedir. Hattâbî der ki: "Ulema bu meselede ihtilaf etmiştir. Bir grup, "talak erkeğe, iddet kadına âittir" der. Bu hüküm, İbnu Ömer ve Zeyd İbnu Sâbit ve İbnu Abbâs radıyallahu anhüm'den rivayet edilmiştir. Atâ da bu görüşü benimsemiştir. Bu aynı zamanda İmam Mâlik, Şâfiî, Ahmed ve İshak'ın da kavlidir. Bunlara göre, câriye şâyet hür bir kimsenin nikâhında ise, bunun talakı üçtür, iddeti de iki kurû'dur. Eğer hür bir kadın, kölenin nikahında ise bu kadının talâkı ikidir ve iddeti üç kurû'dur.

Ebu Hanîfe ve Ashâbı'na ve Süfyân-ı Sevrî'ye göre, "hür kadın üç kurû" müddetince iddet bekler, hür veya kölenin nikahı altında olmuş farketmez, talakı da üçtür iddette olduğu gibi câriye ise, hür veya kölenin nikahında olduğuna bakılmaksızın iddeti iki kurû, talakı iki talaktır. Hadîs, sâbit ise Ehl-i Irak için hüccettir, ancak hadîs ehli, bunu zayıf addederler. Hatta, kocasının köle olmasıyla da te'vil ettiler."[2]

 

ـ4071 ـ2ـ وعن ابن عمر رَضِيَ اللّهُ عَنْهما، أنَّهُ كانَ يَقُولُ: ]إذَا طَلَّقَ الْعَبْدُ امْرَأتَهُ اثْنَتَيْنِ حَرُمَتْ عَلَيْهِ حَتّى تَنْكِحَ زَوْجاً غَيْرَهُ، حُرَّةً

كَانَتْ أوْ أمةً، وَعِدَّةُ الْحُرَّةِ ثََثُ حِيَضٍ، وَعِدَّةُ ا‘مةِ حَيْضَتَانِ[. أخرجه مالك .

 

2. (4071)- İbnu Ömer radıyallahu anhümâ derdi ki: "Köle, hanımını iki talakla boşadı mı artık kadın, başka bir kocaya var(ıp ondan boşan)madıkça ona haram olur. Bu kölenin hanımı hür de olsa, köle de olsa hüküm böyledir. Hür kadının iddeti üç hayız müddeti, köle kadının iddeki iki hayız müddetidir." [Muvattâ, Talâk 50, (2, 574).][3]

 

AÇIKLAMA:

 

Bu hadîs boşama meselesinde öncelikle kocanın nazar-ı itibara alındığını, iddet müddeti meselesinde ise kadının nazar-ı itibare alındığını  göstermektedir.[4]

 

ـ4072 ـ3ـ وعن أبي حسن مولى بني نوفل قال: ]قلتُ بن عباس رَضِيَ اللّهُ عَنْهما، مَمْلُوكٌ كَانَتْ تَحْتَهُ مَمْلُوكَةٌ فَطَلَّقَهَا تَطْلِيقَتَيْنِ ثُمَّ عُتِقَا بَعْدَ ذلِكَ، هَلْ يَصْلُحُ لَهُ أنْ يَخْطُبَهَا. قَالَ: نَعَمْ بَقِيَتْ لَهُ وَاحِدَةٌ، وَقَضى بِذلِكَ رَسُولُ اللّهِ #[. أخرجه أبو داود والنسائي .

 

3. (4072)- Ebu Hasan Mevlâ Benî Nevfel anlatıyor: "İbnu Abbâs radıyallahu anhümâ'ya dedim ki: "Bir köle, nikahı altında bulunan köle bir kadını iki talakla boşasa, sonra bunlar âzad edilseler, onunla yeniden evlenmek istemesi caiz olur mu?"

İbnu Abbas radıyallahu anhüma şöyle cevapladı: "Evet! Ona bir talâk daha kalmıştır, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) böyle hükmetti." [Ebu Dâvud, Talâk 6, (2187, 2188); Nesaî, Talâk 19, (6, 154, 155).][5]

 

AÇIKLAMA:

 

Hattâbî der ki: "Bildiğim kadarıyla âlimlerden hiç kimse bu hadîse uygun fetva vermedi. Hadîsin isnadı zayıftır. Ulemanın bu husustaki görüşü şöyledir: Köle kadın, bir kölenin nikahında ise ve kocası bunu iki talakla boşamışsa, bu kadın ona, bir başka kocaya gitmedikçe helal olmaz."[6]

 

ـ4073 ـ4ـ وعن نافع قال: ]كَانَ ابنُ عُمَرَ رَضِيَ اللّهُ عَنْهما يقولُ:

مَنْ أذِنَ لِعَبْدِهِ أنْ يَنْكِحَ فَالطََّقُ بِيَدِ الْعَبْدِ. لَيْسَ بِيَدِ غَيْرِهِ مِنْ طََقِهِ شَىْءٌ فَأمَّا أنْ يَأخُذَ الرَّجُلُ أمةَ غَُمِهِ أوْ أمةَ وَلِيدَتِهِ فََ جُنَاحَ عَلَيْهِ[. أخرجه مالك .

 

4. (4073)- Nâfi rahimehullah anlatıyor: "İbnu Ömer radıyallahu anhüma derdi ki: "Kim kölesine evlenme izni verirse, boşama yetkisi kölenin elinde olur. Onun boşama yetkisinden hiç biri başkasının elinde olamaz. Ancak, kişi kendi kölesinin cariyesini veya câriyesinin cariyesini almasında bir günah yoktur." [Muvattâ, Talâk 51, (2, 575).][7]

 

AÇIKLAMA:

 

Efendi kölesinin evlenmesine izin verince boşama yetkisi köleye ait olmaktadır. Fakat efendi kölesinin cariyesini alabilir, çünkü efendi, kölesinin malını alma yetkisine sahiptir.[8]

 

ـ4074 ـ5ـ وعن سليمان بن يسار: ]أنَّ نُفَيْعاً مُكَاتَباً كَانَ “مِّ سَلْمَةَ زَوْجِ النَّبيِّ #، أوْ عَبْداً كَانَ تَحْتَهُ امْرَأةٌ فَطَلَّقَهَا ثِنْتَيْنِ ثُمَّ أرَادَ أنْ يُرَاجِعَهَا فَسَألَ عُثْمَانَ وَزَيْدَ بنَ ثَابِتٍ رَضِيَ اللّهُ عَنْهما فقَاَ: حَرُمَتْ عَلَيْكَ حَرُمَتْ عَلَيْكَ[. أخرجه مالك .

 

5. (4074)- Süleyman İbnu Yesâr rahimehullah anlatıyor: "Nüfey' Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın zevce-i pakleri Ümmü Seleme'nin mükâtebi idi veya, nikahında hür bir kadın olan bir köle idi. Nüfey' bu kadını iki talakla boşadı. Sonra kadını geri almak istedi. Durumu Hz. Osmân ve Zeyd İbnu Sâbit radıyallahu anhümâ'ya sordu. Bunlar: "O artık sana haram oldu, o artık sana haram oldu!" dediler. [Muvatta, Talâk 47, (2, 574).][9]

 

AÇIKLAMA:

 

Mûkâteb, kazanacağı para ile hürriyetini satın almak üzere efendisiyle anlaşma yapmış bulunan köleye denir. Borcunu tamamen ödemedikçe hür sayılmaz. Öyleyse Nüfey' köledir. Köle olması haysiyetiyle, 4070 numaralı hadîste görüldüğü üzere, iki talak hakkı bulunan Nüfey', hanımını iki talâkla boşayınca bir üçüncü talâka hakkı olmadığı için Hz. Osman ve Zeyd İbnu Sâbit radıyallahu anhümâ, kendisine, zevcesini geri alamayacağını söylemiştir.[10]

 

ـ4075 ـ6ـ وعن ابن عباس رَضِيَ اللّهُ عَنْهما قال: ]طَقُ ا‘مةِ خَمْسٌ: عِتْقُهَا وَطََقُ زَوْجِهَا، وَبَيْعُ سَيِّدِهَا، وَهِبَتُهُ لَهَا، وَمِيرَاثُهَا[. أخرجه رزين .

 6. (4075)- İbnu Abbâs radıyallahu anhümâ demiştir ki: "Cariyenin boşanması beş suretle vukûa gelir: Âzad edilmesi, kocasının boşaması, efendisinin satması, efendisinin hibe etmesi, miras olmasıyla." [Rezîn tahric etmiştir.][11]

 

ـ4076 ـ7ـ وعن عائشة رَضِيَ اللّهُ عَنْها قالت: ]أرَدْتُ أنْ أعْتِقَ عَبْدَينِ لِي زَوْجَيْنِ فَأمَرَنِي رَسولُ اللّهِ # أنْ أبْدَأ بِالرَّجُلِ قَبْلَ الْمَرْأةِ[. أخرجه أبو داود والنسائي.وزاد رزين: »لِئََّ يَكُونَ لَهَا خِيارٌ« .

 

7. (4076)- Hz. Âişe (radıyallahu anhâ) anlatıyor: "Ben, karıkoca iki kölemi âzad etmek istemiştim. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) önce erkekten başlayıp sonra da kadını âzad etmemi emretti." [Ebu Dâvud, Talâk 22, (2237); Nesâî, Talâk 28, (6, 161).]

Rezîn, (Resûlullah'ın bu emrinin sebebini belirtmek üzere) şu ziyâdede bulunmuştur: ".kadına hakk-ı hıyâr (erkeği kabul veya reddetme muhayyerliği) olmasın diye."[12]

 

AÇIKLAMA:

 

Önceki rivayet, câriyelerin kocalarından boşanma durumlarını ifâde etmektedir. Yani cariyeler evli iseler sadece kocalarının "boşamaları" ile değil, sayılan diğer durumlarda da kocalarından boşanmış sayılacaklarını ifade ediyor. Bu hadîs mevkuf ise de, Hz. Âişe'nin rivâyeti (4076), âzad etme şıkkına merfu bir örnek teşkil etmektedir: Eğer önce kadın âzad olursa ve rızası alınmadan efendisinden başkasıyla evlendirilmiş ise hür olmakla kalmayıp kocasından boşanmada muhayyer olacaktır. Bu durumda cariye kocasından ayrılmayı tercih edebilecektir. Bu sebeple Aleyhissalâtu vesselam, Hz. Âişe'ye önce erkeği âzad etmesini tavsiye eder. Erkeğin âzad olması, nikahın feshini getirmez. Aliyyu'l-Kârî: "uygun olanı önce erkeği âzad etmektir, çünkü erkek ekmel ve efdaldir veya, çoğunlukla kadın köle bir kocaya razı olmaz, erkek ise bilakisdir" diye açıklar. Hattâbî der ki: "Bu hadis, câriyenin, bir kölenin nikahında olması halinde, âzadlık sonunda, kadına muhayyerlik hakkının doğduğunu göstermektedir. Câriye, hür bir erkeğin nikahı altında iken, muhayyerlik hakkı bulunmuş olsaydı, "kocasının ondan önce âzad edilmesi'nin bir ma'nâsı ve faidesi olmazdı.[13]

 

ـ4077 ـ8ـ وعنها رَضِيَ اللّهُ عَنْها قالت: ]كَانَ فِي بَرِيرَةَ رَضِيَ اللّهُ عَنْها ثََثُ سُنَنٍ أُعْتِقَتْ فَخُيِّرَتْ فِي زَوْجِهَا، وَقَالَ النَّبيُّ # فِيهَا: الْوََءُ لِمَنْ أعْتَقَ، وَدَخَلَ والْبُرْمَةُ تَفُورُ فَقُرِّبَ إلَيْهِ خُبْزٌ وَأُدْمٌ مِنْ أُدْمِ الْبَيْتِ فقَالَ: ألَمْ أرَ الْبُرْمَةَ تَفُورُ؟ قَالُوا: إنَّهُ لَحْمٌ تُصُدِّقَ بِهِ عَلى بَرِيرَةَ، وَأنْتَ َ تَأكُلُ الصَّدَقَةَ. فقَالَ: هُوَ عَلَيْهَا صَدَقَةٌ، وَلَنَا هَدِيَّةٌ[. أخرجه الستة .

 

8. (4077)- Yine Hz. Âişe radıyallahu anhâ anlatıyor: "Berîre radıyallahu anhâ'da üç sünnet vardı:

1- Âzad edildi ve kocasını tercih edip etmemede muhayyer kılındı.

2- Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) onun hakkında: "Velâ, âzad edenedir" buyurdu.

3- Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm), tencere kaynarken eve girmişti. Kendisine ekmek ve evde bulunan katıktan bir sofra kuruldu."

Galiba bir tencerenin kaynadığını görüyorum" buyurdu." Oradakiler "Evet ama, bu Berîre'ye tasadduk edilen bir ettir. Sen ise sadaka yemiyorsun?" dediler. Aleyhissalâtu vesselâm: "Bu ona sadakadır, (ama ondan) bize hediyedir!" buyurdu. [Buhârî, Talâk 14, Nikâh 18, Et'ime 31, Itk 10, Ferâiz 22, 23, 19, 25; Müslim Itk 14, (1504); Muvatta, Talâk 25, (2, 562); Ebu Dâvud, Talâk 19, (2233, 2235, 2236); Tirmizî, Radâ' (1154, 1155); Nesâî, Talâk 29, 30 (6, 162, 163).][14]

 

AÇIKLAMA:

 

1- Berîre (radıyallahu anhâ) Hz. Âişe'nin cariyesi idi ve Muğis adında bir köle ile evli idi. Hz. Âişe, Berîre'yi âzad etmiştir. O âzad olunca hakk-ı hıyârını kullanarak köle kocasından boşanmayı tercih etmiştir. Kocası ise, müteakip hadiste görüleceği üzere Berîre'yi hayret uyandıracak şiddetli bir sevgi ile sevmektedir. Ancak Berîre, Resulullah'ın Muğis'le evlenmesi hususundaki şefâatini kabul etmeyecek derecede  kocasını sevmemektedir.

2- Hz. Âişe radıyallahu anhâ, bu hadîslerinde, Berîre vesîlesiyle üç ahkâmın teşrî edildiğini belirtir:

* Âzad edilince muhayyerlik hakkı tanınmış, o da bunu kullanmış ve köle olan kocasından ayrılmıştır. Bir rivayette, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın Berîre'ye "(Muhayyer olduktan sonra hakkını hemen kullanmalısın. Aksi takdirde hıyâr hakkını kullanmadan önce kocan) sana temasta bulunursa muhayyerliğin kalmaz" der.

* Hz. Âişe'nin belirttiği ikinci teşriat, Resûlullah'ın: "Velâ âzad edene aittir" sözüdür. Velâ, hükmî ve hukukî bir akrabalıktır. Verâsete sebeptir. Velâ akidle te'sis edilirse velâ-i muvâlât denir. Âzad etme ile hâsıl olursa velâ-i atak denir.

Şu halde hadîs, Berîre'nin velâ'sının Hz. Âişe'ye ait olduğunu, onun hükmen Hz. Âişe ile akraba sayılacağını, şartlar tahakkuk ettiği takdirde veli olarak Hz. Âişe'nin Berîre'ye mirasçı olabileceğini belirtmektedir. Ancak bu hüküm sâdece Berîre-Hz. Âişe arasındaki bir mesele olmayıp köle- âzad eden arasında umumî bir hükümdür, Aleyhissâlatu vesselam bu vesile ile teşrî buyurmuştur.

* Hz. Âişe'nin belirttiği üçüncü teşrîat bir kimseye sadaka olarak verilen bir mal, o kimse tarafından hediye, bağış vs. tarzında tasarrufu hâlinde sadaka olma vasfını kaybedeceğidir. Bilindiği üzere Resûlullah'a ve âl-i beyt-i mükerremîne sadaka kesin bir haramdır. Bu sebeple onlara devlet gelirlerinden zekatsadaka bölümüne giren kısımdan maaş verilmez, pay ayrılmaz. İşte durumu bu olan Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), Berîre'ye sadaka olarak gelen etten yiyor. Bunun ona sadaka olarak geldiği hatırlatılınca, "Bu, Berîre'ye sadaka ise de, bize değil. Çünkü o, bize sadaka olarak vermiyor, kendi malından hediye etmiş olmaktadır..." açıklamasında bulunuyor.

2- Berîre'nin kocası hür müdür, köle midir, rivayetlerde ihtilâf var. Bazısı hür, bazısı da köle olduğunu belirtir. Ancak köle olduğunu ifâde eden rivayetler esahh kabul edilmiştir.

Kocanın köle olduğunu esas alan bir kısım ülemâ: "Cariye, hür kocanın nikâhında ise, âzad olunca hakk-ı hıyârı olmaz, hakk-ı hıyâr köle kocanın nikahında ise doğar" diye hükmetmiştir. Şâfiî, Ahmed, Mâlik, İshak ve cumhur bu görüştedir.

Berîre'nin kocasının hür olduğunu ifade eden rivayetleri esas alan bir kısım âlimler ise, câriye, hür kocanın nikahında olsa da, eğer efendisi tarafından cariyenin rızası hilafına zoraki evlendirilmiş ise âzad edilince hakk-ı hıyar'a sahip olduğuna hükmetmiştir. Ebu Hanîfe ve Ashabı, Süfyân-ı Sevrî bu görüştedir.

Delillerin münakaşasını gereksiz görüyoruz.[15]

 

ـ4078 ـ9ـ وعن ابن عباس رَضِيَ اللّهُ عَنْهما قال: ]إنَّ زَوْجَ بَرِيرَةَ كَانَ عَبْداً يُقَالُ مُغِيثٌ، كَأنِّي أنْظُرُ إلَيْهِ خَلْفَهَا يَطُوفُ، وَدُمُوعُهُ تَسِيلُ عَلى لِحْيَتِهِ. فَقَالَ رَسُولُ اللّهِ # لِلْعَبَّاسِ: أَ تَعْجَبُ مِنْ حُبِّ مُغِيثٍ بَرِيرَةَ، وَمِنْ بُغْضِ بَرِيرَةَ مُغِيثاً؟ فقَالَ لَهَا # لَوْ رَاجَعْتِيهِ؟ فقَالَتْ: يَا رَسُولَ اللّهِ يَأمُرُنِي؟ قَالَ: َ. إنَّمَا أُشْفَعُ قالَتْ: َ حَاجَةَ لِى فِيهِ[. أخرجه الخمسة إ مسلماً .

 

9. (4078)- İbnu Abbâs radıyallahu anhümâ anlatıyor: "Berîre'nin kocası, Muğis adında bir köle idi. Ben onu, Berîre'nin etrafında ağlayarak tavaf edercesine dolaştığını görür gibiyim. Gözyaşları sakallarını ıslatmıştı. Hatta Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bir ara amcası Abbâs radıyallahu anh'a: "Muğîs'in Berîre'ye olan sevgisine mukabil, Berîre'nin Muğîs'e olan nefreti seni hayrete sevketmiyor mu?" buyurdu. (Muğis'in haline acıyarak) Berîre'ye "Muğîs'e ric'at etmez misin?" diye şefaatte bulundu. Ancak Berrîre kararlı idi: "Ey Allah'ın Resûlü, bunu emir mi buyuruyorsunuz? (Eğer, emirse hayhay. Hemen ayrılma kararımdan döneyim!)" dedi. Resûlullah: "Hayır! ben sâdece onun lehine şefaatte bulunuyorum!" deyince, Berîre: "Öyleyse ona ihtiyacım yok!" cevabını verdi." [Buhârî, Talâk 15, 16; Ebu Dâvud, Talâk 31, (2231, 2232); Tirmizî, Radâ' 7 (1156); Nesâî, Kudât 27, (8, 245).][16]

 

AÇIKLAMA

 

Bu hadisten, bâzı âlimler, hâkimin hüküm vermezden önce -veya sonra- hasımlar arasında şefaatte bulunarak meselelerini sulh yoluyla halletmeye çalışmasının cevazına hükmetmişlerdir.

Rivayet ayrıca, Resûlullah'ın her ricasının kesin bir emir olmayıp, bazan Ashab tarafından kabul veya reddedilebilecek bir şefaat mâhiyetinde olduğunu, Ashab'ın, kesinlik ifâde eden nebevî talebleri reddetmekten kaçındığını da göstermektedir.[17]

 

ـ4079 ـ10ـ وعن مالك قال: ]بَلغَنِي أنَّ حَفْصَةَ أُمّ الْمُؤْمِنِينَ زَوْجَ النّبيِّ # رَضِيَ اللّهُ عَنْها: أعْلَمَتْ زَبْرَاءَ، أمةً كَانَتْ لِبَنِي عَدِيٍّ؛ عَتَقَتْ تَحْتَ عَبْدٍ، أنَّهُ إنْ سَكَتِّ فََ خِيَارَ لَكِ. فقَالَتْ: هُوَ الطََّقُ ثُمَّ الطََّقُ ثُمَّ الطََّقُ. فَفَارَقَتْهُ ثَثاً[ .

 

10. (4079)- İmam Mâlik'e ulaştığına göre: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın zevce-i pâkleri, ümmü'lmü'minîn Hafsa radıyallahu anhâ, Benî Adiyy'e ait bir câriye olan Zebrâ'ya -ki bir kölenin nikahı altında idi ve efendisi âzad etmişti- haber salıp yanına çağırttı ve dedi ki: [Şimdi sen, zevcin sana temas etmedikçe muhayyersin.] Eğer sükût edersen, muhayyerliğin kalmaz."

Böyle bir hakkın varlığını öğrenen kadın derhal: "O boştur, yine boştur, yine boştur" diyerek kocasını üç talakla boşadı." [Muvattâ, Talâk 27, (2, 563).][18]

 

AÇIKLAMA:

 

1- Bu hadisin Muvattâ'daki aslı daha uzundur. İbnu Deybe, buraya aktarırken rivayet-i bilma'nâ sûretiyle, ahkâm kısmını özetleyerek aktarmış. Ma'nânın bütünlüğü için gerekli gördüğümüz bir ibâreyi köşeli parantez içerisinde aktardık.

2- Rivayet, âzad edilen câriyeye, Hz. Hafsa'nın yeni durumda sâhip olduğu hak hususunda bilgi verdiğini göstermektedir.

3- Hafsa validemiz, Zebrâ'yı uyarırken "Kocan sana temas etmedikçe muhayyersin, temas etti mi bu hakkın düşer (artık onu kullanamazsın)" der. Zebrâ bunu öğrenince beraberliği arzu etmez ve üç talakla boşar.

İbnu Abdilberr der ki: "Bu hususta Hz. Hafsa ve kardeşi İbnu Ömer radıyallahu anhüm'e Ashab arasında muhalefet eden var mı bilmiyorum. Berîre kıssasında, açık bir şekilde buna merfu bir delil rivayet edilmiştir."

Esasen İmam Mâlik de bu görüşü benimser ve âzad edilen câriye, fikrini, kocasının temasından sonra beyan ederse kabul edilmeyeceğini, "ben bilmiyordum, sonradan öğrendim" gibi getireceği mâzeretin de mûteber addedilmeyeceğini söyler.[19]


 

[1] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/442.

[2] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/442.

[3] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/443.

[4] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/443.

[5] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/443.

[6] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/443.

[7] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/444.

[8] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/444.

[9] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/444.

[10] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/444.

[11] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/445.

[12] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/445.

[13] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/445-446.

[14] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/446.

[15] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/446-448.

[16] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/448.

[17] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/448-449.

[18] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/449.

[19] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/449-450.