İKİNCİ FASIL

 

DUHÛLDEN (GERDEKTEN) ÖNCE BOŞAMA

 

ـ4058 ـ1ـ عن طاووس: ]أنَّ أبَا الصَّهْبَاءِ قَالَ بْنِ عَبَّاسٍ رَضِيَ اللّهُ عَنْهما: أمَا عَلِمْتَ أنَّ الرَّجُلَ كَانَ إذَا طَلَّقَ امْرَأتَهُ ثَثاً قَبْلَ الدُّخُولِ بِهَا جَعَلُوهَا وَاحِدَةً؟ قَالَ ابنُ عَبَّاسٍ: بَلَى، كَانَ الرَّجُلُ إذَا طَلَّقَ امْرَأتَهُ قَبْلَ أنْ يَدْخُلَ بِهَا جَعَلُوهَا وَاحِدَةً عَلى عَهْدِ رَسُولِ اللّهِ # وَأبِى بَكْرٍ، وَصَدْراً مِنْ إمَارَةِ عُمَرَ، فَلَمَّا رَأى النَّاسَ تَتَابَعُوا فِىهَا. قَالَ: أجِيزُوهُنَّ عَلَيْهِمْ[. أخرجه مسلم، وأبو داود والنسائي .

 

1. (4058)- Tâvus rahimehullah anlatıyor: "Ebu's-Sahbâ [adında birisi] İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ)'ya [sık sık sualler sorardı]. Bir defasında: "Bir kimsenin, hanımını duhûlden (temastan) önce üç kere boşaması halinde,  âlimlerin bunu, bir talak addetiklerini bilmiyor musunuz?" dedi. İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ) şu cevabı verdi: "Elbette biliyorum. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm), Hz.Ebu Bekr devirlerinde  ve Hz. Ömer (radıyallahu anh)'ın hilafetinin de ilk yıllarında, bir erkek hanımını,  daha onunla temastan önce boşayacak olsa, bu bir tek talak addediliyordu. Hz. Ömer, insanların talaka düşkünlüklerini görünce: "Erkeklerin aleyhine olarak  bu talaklara müsaade ediyorum" dedi." [Müslim, Talâk 17, (1472); Ebu Dâvud, Talâk 10, (2199, 2200); Nesâî, Talâk 8, (6, 145).][1]

 

AÇIKLAMA:

 

1- Bu hadis, "kadına duhûlden sonra boşanma vâki oldu ise bunun üç talak, duhûlden önce vâki oldu  ise tek talak olacağı"na hükmedenler nezdinde hüccettir.

2- Bu hadis, başka rivayetlere ve ülemânın umumiyetle benimsedikleri hükme muhalefet ettiği için bir kısım itirazlara sebep olmuştur. Üç talak bahsinin günümüzde de zaman zaman münâkaşa edildiği, ve hatta bir anda verilen üç talâkın, Hz. Ömer'den sonra "üç ayrı talak" kabul edilmeye başlandığı yanlış inancının hâlen mevcudiyeti sebebiyle, meseleye Nevevî'nin getirdiği açıklamayı tavzih edici küçük tasarruflarla aynen kaydediyoruz: Bu  hadis, müşkil hadislerden sayılmıştır. Ülemâ, hanımına: "Sen üç talakla boşsun" diyen şahıs hakkınd ihtilaf etmiştir. Şâfiî, Mâlik, Ebu Hanîfe, Ahmed ve selef ve haleften cemâhiru'l-ülemâ: "Üç talak da vâki olur" demişlerdir. Tâvus ve Ehl-i Zâhir'den bazıları: "Bununla tek talak vâki olur" demişlerdir. Bu görüş, Haccâc İbnu'l-Ertât, Muhammed İbnu İshâk'dan da rivayet edilmiştir. Haccâc İbnu'l-Ertât'tan meşhur olan görüş: "Bununla hiç bir şeyin vâki olmayacağı"dır. Bu, İbnu Mukâtil'in de kavli, Muhammed İbnu Ömer'in hanımını hayızlı iken üç talakla boşayıp buna itibar etmediğine dair rivayetle, Rükâne hadisinde, onun hanımını üç kere boşamasına rağmen Resulullah'ın hanımına dönmeyi emrettiğine dair gelen rivayetlerle de ihticac ederler. Cumhur ise: "Boşanma iki defadır. Ya iyilikle tutma ya da iyilik yaparak bırakmadır..." Bunlar Allah'ın hudududur. Kim bunları aşarsa onlar zalimlerdir" (Bakara 229) âyetiyle amel etmiştir. Âyetin başında, karılarını boşamak isteyenlere bunun usûlü anlatılır, sonunda ise belirtilen usule uymayanların zalimler olduğu ifade edilir. Cumhur der ki: "Âyette temas edilen hududu aşıp nefse zulmetmenin ma'nâsı şudur: "Hanımını üç kere boşayan, sonradan pişmanlık duyar. Ancak beynunet (kesin ayrılık) hâsıl olduğu için, bunun düzeltilmesi, dolayısiyle karısına dönmesi mümkün değildir. Eğer üç talak bir sayılsa  idi, boşayan adam karısına dönebilir, pişmanda olmazdı."  Rükâne  hadisine gelince,[2] cumhur onu bir başka tarikten gelen vechiyle değerlendirir. Bu vechine göre: "O, hanımını talâku'lbette ile boşamıştı. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) ona: Sen bir talak kastettiğine yemin eder misin?" dedi. O da: "Vallahi tek talak kastettim" dedi.

Bu da gösterir ki, kişi üçe niyet edince, üçü birden vâki olmaktadır. Aksi takdirde Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın Rükâne'ye yemin teklif etmesinin  bir ma'nâsı olmazdı.

Muhalif görüşte olanların kaydettikleri rivayete gelince, buna göre, "Rükâne hanımını üç talakla boşadı ve bu üç talak bir sayıldı." Bu rivayet zayıftır. Zira râvileri arasında meçhul  olanlar var. Bu meseleyle ilgili rivayetlerden sahih olanı, Rükâne'nin hanımını talâku'lbette ile boşadığını ve elbette kelimesinin "bir", "iki" ve "üç"e  de delâlet edecek mahiyette olduğunu ifade eden rivayettir. Bu zayıf rivayeti yapan kimsenin, elbette lafzının, "üç"ü de iktiza ettiğine  itikad edip, anladığı ma'nâyı esas alan bir rivayette bulunmuş olması mümkündür, ancak burada bir galata düştüğü de açıktır.

İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ) hadisine gelince,[3] Müslim'in ve diğerlerinin zikrettiği sahih rivayetler onun hanımını bir defada boşadığını ifade etmektedir. İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ)'nın rivayetiyle[4] ilgili olarak verilen cevap ve tevilinde ülemâ ihtilaf eder. Esahh olan şu  ki: İslam'ın başında (yani Aleyhissalâtu vesselâm  zamanında) bir kimse karısına "sen boşsun, sen boşsun, sen boşsun" der, ikinci ve üçüncü "boşsun" cümleleriyle tekid düşünmüş ve ayrı bir boşamaya niyet etmemişse, tek bir boşamanın vukû bulduğuna hükmedilirdi. Nitekim Resulullah devrinde bu çeşit ifadelerde ayrı bir boşama kasdı pek az olurdu, dolayısıyla bunun tevilinde galib durum esas alınmış olmaktadır ki bu da kasd-ı tekid'dir, kasd-ı talak değil. Ancak Hz. Ömer zamanında, insanlar değişti ve bu siganın kullanımı arttı. Ayrıca bu sigada geçen müteakip "sen boşsun"larla çoğu durumda "yeni bir boşama" kastedildi. Bundan ötürü, o zamanda mutlak bir şekilde kullanılmış olan "sen boşsun"larla, galib durum esas alınarak "üç ayrı boşama"ya  hamledildi. Çünkü o  asırda böyle bir söz işitilince akla ilk gelen, üç talâkın kastedilmiş olduğu idi.

Şöyle bir izahda yapılmıştır: "Hadisten maksad şudur: Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) devrinde, umumî adet tek bir talakın verilmesi idi. Halbuki Hz. Ömer (radıyallahu anh) zamanında âdet değişti, insanlar bir defada üç talâkı birden vermeyi âdet edindiler. Hz. Ömer de bunu infâz  etti. Durum bu olunca, rivayetler, aynı meseleye ait hükümdeki değişmeyi değil, aksine insanların âdetlerindeki değişmeyi haber vermiş olmaktadırlar."

Mazirî der ki: "Gerçeği bilmeyen kimse, başlangıçta, bir defada  verilen üç talakın bir sayıldığını, sonradan bu tatbikatın neshedildiğini zanneder. Bu çok yanlış bir anlayıştır. Çünkü Hz. Ömer (radıyallahu anh) nesihde bulunmamıştır. Haşa huzurdan,  kazara neshe tevessül etmiş olsaydı, Ashab (radıyallahu anhüm), ona (bu  usule aykırı davranışı sebebiyle)[5] şiddetle reddedip, karşı çıkarlardı. Nesh iddiasını ileri süren kimse buradaki neshin Resulullah devrinde cereyan etmiş bulunduğunu söyleyecek olsa, bu iddia daha makul olur, ancak, hadisin zâhirinden dışarı çıkar. Zira, böyle bir şey olsaydı, ravinin "bu hükmün, Hz. Ebu Bekr devri ile Hz. Ömer devrinin ilk yıllarına kadar devam ettiğini" söylemesi caiz olmazdı."

Şöyle denecek olursa: "Ashab nesh hususunda icma ederse, bu onlardan kabul edilir." Cevabımız şu olur: "Evet Sahâbenin icmaı makbuldür, ancak onların icmaları ile nâsihe istidlal edilir. Kendi arzularıyla neshetmeleri meselesi mevzubahis olursa, maazallah bu düşünülemez. Zira böyle bir kabul, onların hata üzerine icma etmeleri ma'nâsına gelir. Halbuki onlar böyle bir duruma düşmekten masumdurlar.

Şöyle denecek olursa: "Böyle bir neshin varlığını Ashabın önceleri bilemeyip, Hz. Ömer zamanında farkına  varmış olması da mümkündür?" Deriz ki: "Bu düşünce de yanlıştır. Çünkü bu durumda Hz. Ebu Bekr zamanında hata üzerine icmanın vâki  olmuş bulunduğu m'nâsı çıkar. Halbuki usulcü muhakkikler, icmanın sıhhati için, o asrın inkırazını şart koşmazlar.

Ebu Davud'un Sünen'inde gelen: "Bu hüküm henüz gerdek  yapılmamış olan kadın hakkındadır" ifadesine gelince, bu hükmü, İbnu Abbas'ın ashabından  bazıları ileri sürmüştür. Onlar dediler ki: "Temas edilmemiş olana üç talak vâki olmaz, çünkü böyle bir kadın bir defa  "Sen boşsun" denmekle talakı bâin ile boş olur, ve "üç talakla" sözü,  beynunet (yani kesin ayrılık) vukua geldikten sonra söylenmiş olur, ayrılığın  husulünden sonra söylenen üç talakla sözüne yeni bir hüküm terettüp etmez." Cumhur bu  iddiaya karşı demiştir ki: "Bu ifade yanlıştır. Bilakis, üç talakla sözü üzerine üç talak vâki olur. Çünkü   اَنْتِ طَالِقٌ  "sen boşsun"  sözünün ma'nâsı sen talak sahibisin demektir. Bu söz bir talak için geçerlidir ve aded ifade eder. Ama ondan sonra söylenen "üç" rakamı bunu tefsir eder ve adedin üç olduğunu açıklar.  Ancak Ebu Dâvud'da geçen bu rivayet zayıftır. Bunu Eyyub es-Sahtiyâni meçhul şahıslar yoluyla Tâvus'tan, o da İbnu Abbâs'tan rivayet etmiştir. Bu  vasıftaki bir hadisle ihticac edilmez." Doğrusunu Allah bilir." (Nevevî'nin açıklaması bitti.)[6]

 

ـ4059 ـ2ـ وعن محمد بن إياس بن البُكَير قال: ]طَلَّقَ رَجُلٌ امْرَأتَهُ ثَثاً قَبْلَ أنْ يَدْخُلَ بِهَا، ثُمَّ بَدَا لَهُ أنْ يَنْكِحَهَا، فَجَاءَ يَسْتَفْتِي فَذَهَبْتُ مَعَهُ فَسَألَ ابنَ عَبَّاسٍ وَأبَا هُرَيْرَةَ رَضِيَ اللّهُ عَنْهم فَقَاَ: َ نَرَى أنْ تَنْكِحَهَا حَتّى تَنْكِحَ زَوْجاً غَيْرَكَ، فقَالَ إنَّمَا طَقِي إيَّاهَا وَاحِدَةٌ، فقَالَ ابنُ عَبَّاسٍ رَضِيَ اللّهُ عَنْهما: إنَّكَ أرْسَلْتَ مِنْ يَدِكَ مَا كَانَ لَكَ مِنْ فَضْلٍ[. أخرجه مالك، وهذا لفظه، وأبو داود .

 

2. (4059)- Muhammed İbnu İyâs İbnu'l-Bukeyr anlatıyor: "Bir adam karısını, temastan (gerdekten) önce üç talakla boşadı. Sonra da onunla nikahının devamını uygun gördü. Fetva sormaya gitti, ben de beraberinde idim." İbnu Abbâs ve Ebu Hüreyre radıyallahu anhüm'ün yanlarına geldi. Onlar: "Senden başka  bir erkekle evlenmedikçe o hanımla evlenmen mümkün değil!" dediler. Adam, "İyi ama ben  onu bir talakla boşadım" dedi. İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ): "Sen, kendine ait fazlalığı elinden bırakmışsın!" buyurdu." [Muvatta, Talâk 37, 39, (2, 570, 571); Ebu Dâvud, Talâk 10, (2198), Bu metin, Muvatta'daki metindir.][7]

 

AÇIKLAMA:

 

Bu rivayet, İbnu Abbâs'ın bir anda verilen üç talak'ın bir değil, üç talak sayılacağı kanaatinde  olduğunu gösteren rivayetlerdendir. Dolayısıyle 4045 numaralı hadiste ifade edilen görüşe muârızdır. İşte Ebu Dâvud, bu çeşit rivayetleri gözönüne alarak, İbnu Abbâs'ın bidayette bir defasında verilen üç talakın bir talak sayılacağı kanaatini taşıdığı halde, sonradan fikir değiştirerek "üç sayılacağı" kanaatini benimsediğini söylemiştir.[8]

 

ـ4060 ـ3ـ وعن عطاء بن يسار قال: ]سَألَ رَجُلٌ ابنَ عَمْرو بنِ الْعَاصِ رَضِيَ اللّهُ عَنْهما عَنْ رَجُلٍ طَلَّقَ امْرَأتَهُ ثَثاً قَبْلَ أنْ يَمَسَّهَا، فقَالَ عَطَاءٌ رَحِمَهُ اللّهُ فَقُلْتُ إنَّمَا طََقُ الْبِكْرِ وَاحِدَةٌ: فقَالَ لِي عَبْدُاللّهِ: إنَّمَا أنْتَ قَاصٌّ. الْوَاحِدَةُ تَُبِينُهَا وَالثََّثُ تُحَرِّمُهَا حَتّى تَنْكِحَ

زَوْجاً غَيْرَهُ[. أخرجه مالك .

 

3. (4060)- Atâ İbnu Yesâr rahimehullah anlatıyor: "Bir adam Abdullah İbnu Amr İbni'l-Âs (radıyallahu anhümâ)'ya, temastan (gerdekten) önce hanımını üç talakla boşayan kimsenin durumunu sordu. Atâ rahimehullah der ki: "Ben bakirenin talakı birdir" dedim. Ancak Abdullah bana dedi ki: "Sen hikâyecisin (kafadan attın). Bir talak, talâk-ı bâinle kadını boş kılar, üç ise, kadını bir başkasıyla evlenip ondan boşanıncaya kadar eski kocasına haram kılar." [Muvatta, Talâk 33, (2, 570).][9]

 

AÇIKLAMA:

 

1- Bu rivayet Abdullah İbnu Amr İbni'l-Âs (radıyallahu anhümâ)'nın da bir anda verilen üç talâkın, temas edilmiş olsun olmasın, kadını üç talakla boş kılacağı kanaatinde olduğunu gösteriyor.

2- Abdullah'ın, Atâya sarfettiği: "sen  hikayecisin" sözü, "Sen bu meselenin fıkhî hükmünü  bilmiyorsun. Kulağına gelen rastgele sözle fetva verdin" ma'nâsına gelir. Kâss, "kıssa anlatan" demektir. Dilimizde hikayeci tabiriyle karşılamamız  uygundur. Bilenlerin, yaşlıların meydanlarda, köşe başlarında, çarşıpazarda halkalar teşkil edip tarihi kıssalar eyyâmu'l-Arap vs. anlatmaları, Tâha Hüseyin'in bir nevi otobiyografisi olan el-Eyyâm'dan anlaşıldığına göre, yakın zamana kadar devam etmiş olan eski bir Arap geleneğidir.[10]


 

[1] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/423.

[2] Bununla 4049 numarada geçen rivayet kastedilir.

[3] Bununla 4061 numaralı hadîsi kastetmektedir.

[4] Bununla 4045-4046 numaralı hadîs kastedilir.

[5] Usûle aykırı diyoruz, çünkü nesh yetkisi sadece Hz. Peygamber'e aittir. Başka kimse neshe yeltenemez.

[6] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/423-426.

[7] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/427.

[8] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/427.

[9] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/428.

[10] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/428.