DÖRDÜNCÜ BAB

 

RESULULLAH VE ASHABININ YEDİGİ YEMEKLER VE ONLARIN MEDHİ

 

ـ3941 ـ1ـ عن جابر رَضِىَ اللّهُ عَنْه: ]أنَّ رَسُولَ اللّهِ # سَألَ أهْلَهُ ا‘دْمَ، فقَالُوا: مَا عِنْدَنَا إَّ الخَلُّ فَدَعَا بِهِ، فَجَعَلَ يأكُلُ وَيَقُولُ نِعْمَ ا“دَامُ الخَلُّ، نِعْمَ ا“دَامُ الْخَلُّ. نعْمََ ا“دَامُ الْخَلُّ[. أخرجه الخمسة إ البخارى .

 

1. (3941)- Hz. Câbir (radıyallahu anh) anlatıyor: " Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) ailesine katık sormuştu. "Yanımızda sirkeden başka bir şey yok!" dediler. Aleyhissalâtu vesselâm onu istedi ve gelince yemeye başladı. Hem yiyor, hem de: "Sirke ne iyi katık! Sirke ne iyi katık! Sirke ne iyi katık!" diyordu."[1] [Müslim, Eşribe 166, (2052); Ebû Dâvud, Et'ime 40, (3820, 3821); Tirmizî, Et'ime 35, (1843); Nesâî, Eymân 21, (7, 14).]

 

AÇIKLAMA:

 

Hadiste Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)  katık olarak sirkeye kanaat etme örneği vermektedir. Hatta Hattâbî burada sirke için ifade edilen övgünün iktisadlı  davranışa övgü olduğunu, hadiste, nefsi lezzetli yemekten men etme ma'nâsı bulunduğunu ve hadisin sanki: "Sirkeyi ve onun gibi te'mini kolay ve külfetsiz olan diğer şeyleri katık yapın, şehevâta tabi olmayın, çünkü bu, dini ifsad eder, sıhhati de bozar" dediğini  de belirtir. Ancak, Nevevî, Hattâbî'ye katılmaz  ve burada Resulullah'ın bizzat sirkeyi övdüğünü söyler, ilaveten der ki: "Yiyecekte iktisad ve şehevâtın terki meselesi zaten başka kaidelerden malumdur."[2]

 

ـ3942 ـ2ـ وعن عمر وأبى أسيد رَضِىَ اللّهُ عَنْهما قا: ]قالَ رَسُولُ اللّهِ #: كُلُوا الزَّيْتَ وَادَّهِنُوا بِه، فَإنَّهُ مِنْ شَجَرَةٍ مُبَارَكَةٍ[. أخرجه الترمذي.

 

2. (3942)- Hz. Ömer ve Ebû Üseyd  (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Zeytinyağını yeyin ve onunla yağlanın. Zira, o mübarek bir ağaçtandır."[3]  [Tirmizî, Et'ime 43, (1852, 1853).]

 

AÇIKLAMA:

 

1- Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) bu hadislerinde, katık olarak, ekmekle birlikte zeytinyağının yenmesini tavsiye  buyurmaktadır. Ayrıca zeytinyağının başa sürülmesini de tavsiye buyurmaktadır.Hadis, emir sigasıyla gelmiş olmakla birlikte, tavsiye olarak ifade ediyoruz. Zira ülemâ bunu, gücü yetenlere ve mizacına uyanlara "ibahe" ve nedb" olarak tevil eder, aksi takdirde vecibe olması gerekirdi. Zeynu'l-Irâkî der ki: "Yağlanmaktan murad, onunla saçı yağlamaktır." Bir rivayette "saçı yağlamak" diye kayıtlanmıştır. Arapların âdeti,  saçlarını yağlamaktı. Bunu, saçlar dağılmasın diye yaparlardı. Bunun emredilmesini, saçın çoğalması veya azalmasına hamletmemeli, sadece dağılmaması ile yorumlamalıdır."

İbnu'l-Kayyim, yağın sıcak memleketlerde bedene faydalı olduğu halde, soğuk memleketlerde zararlı olduğunu, buralarda başa fazla yağ sürmenin göz için muhâtaralı (riskli) olduğunu söyler.

2- Zeytinyağının mübarek olması, faidelerinin çokluğundandır. Fevkalâde bir beslenme kaynağı olmaktan öte, insanlığı aydınlatma işinde tarihin en eski devirlerinden beri hizmet etmiş, kandillerin yakıtı olmuş, Allah'ın müstesna bir nimetidir. Elde edilmesindeki kolaylık ve ucuzluk onu geçmiş devirlerde bu sahalarda rakipsiz kılmıştır. Ancak, yetiştiği beldenin mübarek kılınmış mukaddes bir yer olması sebebiyle de "mübarek" diye tavsif edildiği söylenmiştir. Ağacın mübarek olması, ondan elde edilen yağın da mübarek olmasını gerektirir.

Zeytinyağı üzerine el-Câmi'us-Sağîr'de iki hadis daha kaydedilir: "Zeytinyağını yiyin ve onunla yağlanın, çünkü hoştur, mübarektir. "Zeytinyağını yiyin ve onunla yağlanın, zira onda yetmiş derde  şifa var. Bunlardan biri de cüzzâmdır."[4]

 

ـ3943 ـ3ـ وعن أنس رَضِىَ اللّهُ عَنْه: ]أنَّ خَيَّاطاً دَعَا رَسُولَ اللّهِ # لِطَعَامٍ صَنَعَهُ لَهُ فَذَهَبْتُ مَعَهُ، فَقَرَّبَ خُبْزاً مِنْ شَعِيرٍ وَمَرقاً فِيهِ

دُبَاءٌ وَقَدِيدٌ، فَرَأيْتُهُ # يَتَتَبَّعُ الدُّبَاءَ مِنْ حَوالِى الْقَصْعَةِ، فَلَمْ أزَلْ أحِبُّ الدُّبَّاءَ مِنْ يَوْمَئِذٍ[. أخرجه الستة إ النسائى.»القَدِيدُ«: اللحم المطبوخ الميبس .

 

3. (3943)- Hz. Enes (radıyallahu anh)  anlatıyor: "Bir terzi, Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ı onun adına hazırladığı bir yemeğe davet etti. Beraberinde ben de gittim. (Ev sahibi sofraya) arpa ekmeği, içerisinde kabak bulunan bir çorba ve kadîd (kurutulmuş et) getirdi. Ben, Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın  tabağın etrafından kabağı araştırdığını gördüm. O günden beri kabağı sevmeye devam ediyorum."[5] [Buhârî, Et'ime 33, 4, 25, 35, 36, 37, 38, Büyû 30; Müslim, Eşribe 144, (2041); Muvatta, Nikâh 51, (2, 546, 547); Ebû Dâvud, Et'ime 22, (3782); Tirmizî, Et'ime 42, (1850, 1851).]

 

AÇIKLAMA:

 

1- Bu hadis, Resulullah'ın yemek içerisindeki kabağı seçerek  yediğini ifade etmektedir. Ancak bu hadis, daha önce geçen ve herkesin kendi  önünden yemesini teşri eden hadislere (3876, 3877) muhalefet etmektedir. Şârihler, aradaki muhalefeti bertaraf etmek için  çeşitli yorumlar yapmışlardır:

* Buhârî: "Beraberinde yiyenler razı olursa tabağın her tarafından, dilediğini alabilir."

* "Kirmânî: "Yemek sırf Resulullah için hazırlanmıştı" der. Ancak Hz.Enes'in varlığı düşünülünce bu iddianın isabetsizliği anlaşılır.

* İmâm Mâlik der ki: "Aile ve hizmetçisine müvekkil olan kimseye, onların tiksinmeyeceklerini  bildiği takdirde, dilediği yerden seçerek alabilir. Onların iğreneceklerini bilirse önünden yer. Resulullah'ın elini tabağın her tarafına dolaştırması, beraberindekilerin bu davranışından asla rahatsız olmayacaklarını bildiği içindir. Zira, Ashabı, Resulullah'ın elinin ve tükrüğünün  değmesi ile teberrük ediyorlar, bunu bilhassa istiyorlardı. Dahası, yere balgam atacak olsa onu toplayıp, bedenlerine sürüyorlardı. Aynen bunun gibi, yemekte elini dolaştırmasından tiksinme duyulmayan kimsenin, elini yemek esnasında kabın içerisinde dolaştırması caizdir."

* İbnu't-Tîn de şunları söyler: "Kişi hizmetçisi ile  beraber yiyorsa ve sofrada da tek çeşit yiyecek  varsa, onu yalnız yemesi caizdir." Resulullah'la ilgiliolarak da: "Resulullah öyle hareket etmiştir. Çünkü yalnız başına idi" der. Fakat ev sahibi, bir rivayette gelen sarahate göre, yemeği koyup, işine devam etmiştir, kendisi yememiştir.

2-  Hadisten  Çıkarılan Bazı Faideler:

* Hadis, şerefli kimsenin, dûnundaki kimsenin davetine icabet edip yemeğinden yemesine örnek sunmaktadır. Ayrıca hizmetçinin efendisiyle beraber yemesine de örnektir.

* Rivayet Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın mütevazi olup, Ashabının davetine icabet, onları ziyaret, onlarla beraber yemek gibi mürüvvete müteallik vasıflarını göstermektedir.

* Yemek az da olsa davete icabet edilir.

* Ev sahibi, misafirle birlikte yemeğe iştirak etmeyebilir. Zira terzi işine devam etmiştir. Resulullah'ın takririnden bunun cevazı anlaşılır. Bunu yemeğin azlığına hamletmek, müsafirini kendine tercih ettiğini söylemek mümkündür. Yahut tek olduğu veya oruçlu bulunduğu veya işinin acele bitmesi gerektiği vs. de söylenebilir.

* Hadis, hayır ehline benzeme hususunda hırs ve onları yedirme vs. hususlarında  da taklid etmeye örnektir.

* Hz.Enes'in sünnete uymadaki gayretini güzel bir örnek görmekteyiz. Öyle ki zevkini, hissini bile sünnete göre yönlendirmektedir. Bir rivayette Enes'in  bu hadise sebebiyle kabağı sevdiği tasrih edilir.

* Hadisin bazı vecihlerinde, Hz. Enes'in yemekteki kabak parçalarını Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın önüne koyduğuna dair gelen açıklamayı gözönüne alan şârihler "yemekte beraber olan kimselerin, aynı yemekten de olsa birbirlerine ikram etmelerinin matlub olacağı"nı belirtirler.[6]

 

ـ3944 ـ4ـ وعن أبن عمر رَضِىَ اللّهُ عَنْهما قال: ]أُتِىَ رَسُولُ اللّهِ # بِجُبْنَةٍ فِي تبُوكَ مِنْ عَمَلِ النَّصَارَى. فَدَعَا بِسِكِّينٍ فَسَمّى وَقَطَعَ وَأكَلَ[. أخرجه أبو داود .

 

4. (3944)- İbnu Ömer (radıyallahu anh) anlatıyor: "Tebük'te Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a hristiyanların yaptığı peynir (kalıbı) getirilmişti. Bir bıçak istedi. Besmele çekip kesti ve yedi."[7] [Ebû Dâvud, Et'ime 39, (3819).]

 

AÇIKLAMA:

 

Âlimler, peynirin kuzu  yavrusunun midesinden alınan bir madde ile yapılmış olması sebebiyle bu maddenin temiz olduğuna hükmedildiğini belirtirler. "Eğer o pis olsaydı, peynir de pis olurdu, zira peynir onsuz elde edilmez" derler.[8]

 

ـ3945 ـ5ـ وعن يوسف بن عبداللّهِ بن سم رَضِىَ اللّهُ عَنْهما قال: ]أخَذَ رسولُ اللّهِ # كِسْرَةً مِنْ خَبر شَعِيرٍ، فَوَضَعَ عَلَيْهَا تَمْرَةً، وَقَالَ: هذِهِ[. أخرجه أبو داود .

 

5. (3945)- Yusuf İbnu Adillah İbni Selâm (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm), bir miktar arpa (ekmeği) aldı. Üzerine bir hurma koydu ve: "Bu şuna katıkdır!" buyurdu."[9] [Ebû Dâvud Et'ime 42, (3830).]

 

AÇIKLAMA:

 

Burada hurma, ekmeğe katık olarak takdim edilmektedir. Tîbî der ki: "Hurma, Arap örfünde katık  değil, müstakil bir yemek bilinegelmiş olması sebebiyle, Aleyhissalâtu vesselâm bu hadisleriyle, onun  iyi bir katık da olabileceğini haber vermiş olmaktadır."[10]

 

ـ3946 ـ6ـ وعن عائشة رَضِىَ اللّهُ عَنْها قالت: ]كَانَ رَسُولُ اللّهِ # يَأكُلُ الْبَطِّيخَ بِالرُّطَبِ وَيَقُولُ: نَكْسِرُ حَرَّ هذَا بِبَرْدِ هذَا، وَبَرْدَ هذَا بِحَرِّ هذَا[. أخرجه أبو داود، وهذا لفظه والترمذ ي .

 

6. (3946)- Hz. Âişe (radıyallahu anhâ) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) kavunu taze hurma ile yer ve: "Bunun hararetini  şunun serinliğiyle, şunun serinliğini de bunun hararetiyle  kırıyoruz!" buyurdu."[11] [Tirmizî, Et'ime 36, (1844); Ebû Dâvud, Et'ime 45, (3836).]

 

AÇIKLAMA:

 

1- Bu hadis, yiyeceklerin dengelenmesine bir örnektir. Müteakip bazı rivayetlerde de görüleceği üzere, Aleyhissalâtu vesselâm, yiyecekler arasında dengeleme işine ehemmiyet vermiştir. Hurma tatlıdır, hararet vericidir, onu harareti kırıcı mahiyette kavun (veya karpuzla) dengelemektedir.

2- Bıttîh, kavun ve karpuz için kullanılır. Umumiyetle kavun kastedilir. Karpuz kastedilince yeşil karpuz ma'nâsında bıttîhandar denmektedir. Keza kavun içinde bıttîh-i ahdar (sarı karpuz) denmektedir.

Burada mevzubahis olan karpuz mu, kavun mu ihtilaf edilmiştir. Bazı âlimler "yeşil olan (yani karpuz)" derken, bazıları "sarı olan (yani  kavun)" kastedilmektedir" demiştir. "Karpuz" diyenler "Kavunda da hurmada olduğu gibi hararet var" derler. İbnu Hacer, Nesaî'de gelen bir hadise dayanarak bunun "sarı karpuz" olduğunu ileri sürer,  zira mevzubahis rivayette     خِرْبز (karpuz) tabiri geçmektedir, üstelik bu,  yeşil olanın hilafına Hicaz arazisinde bol bulunur der, öbür görüş sahiplerine şöyle cevap verir: "Sarı olanda taze hurma'ya nisbeten serinlik vardır, her ne kadar tadı sebebiyle harareti olsa da."

Hattâbî der ki: "Hadiste tıb ve ilacın meşruiyyeti, zararlı bir şeye tabiat icabı onun zıddı ile  mukabele etme prensibi mevcuttur. Nitekim tıb ve tedavide esas da böyledir."

Hattâbî, hadisten "yiyecekler hususunda geniş davranmanın ve mubah lezzetlere yer vermenin meşru olduğu" hükmünü de çıkarır. Nevevî, "bu hususta ülemâ ihtilaf etmemiştir" der. Ve ilave eder: "Seleften bunun hilafına yapılan rivayet dînî bir maslahat olmadan bol yemeye ve tereffühe alışmaktan men etmek düşüncesine dayanan kerâhete hamledilir."[12]

 

ـ3947 ـ7ـ وللشيخين وأبى داود عن عبداللّه بن جعفر رَضِىَ اللّهُ عَنْهما قال: ]رَأيْتُ رَسُولَ اللّهِ # يَأكُلُ الْقِثَّاءَ بِالرُّطَبِ[ .

 

7. (3947)- Sahîheyn ve Ebû Dâvud'da, Abdullah İbnu Cafer (radıyallahu anhümâ)'nın şöyle dediği gelmiştir: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ı salatalıkla birlikte taze hurma yerken gördüm."[13] [Buharî, Et'ime 39, 45, 47; Müslim, Eşribe 147, (2043); Ebû Dâvud, Et'ime 45, (3835); Tirmizî, Et'ime 37, (1845).]

 

AÇIKLAMA:

 

Burada da iki ayrı şeyin birlikte yenmesine örnek var. Bunun keyfiyetini açıklayan bir rivayet Taberânî'nin Mu'cemü'l-Evsat'ında gelmiştir: Yine Abdullah İbnu Cafer anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)' ın sağ elinde salatalık, sol elinde de taze hurma gördüm. Aleyhissalâtu vesselâm bir keresinde birinden, bir keresinde öbüründen yiyordu."

Ebû Nuaym'ın et-Tıbb'ında Hz. Enes (radıyallahu anh) da, Resulullah' ın sağ eline taze hurma, sol  eline  kavun alıp hurmayı kavunla birlikte yediğini belirtir ve Resulullah'ın en çok sevdiği meyve taze hurmaydı" der. Nesâî'de de Aleyhissalâtu vesselâm'ın hırbız (kavun) ile taze hurmayı birlikte yediği rivayet edilmiştir. Müteakiben, birini kaydedeceğimiz üzere İbnu Mâce, Nesâî ve Ebû Nuaym'ın Et Tıbb'ında gelen bazı rivayetler, Hz. Âişe'nin Resulullah'la  evlenmezden önce biraz şişmanlaması için -Resulullah'ın tavsiyesi ile- hususi bir beslenme rejimi uyguladığını göstermektedir: "Bana salatalık ve hurma yedirdiler. Bunun üzerine ben en iyi şekilde şişmanladım."

Kurtubî, bu rivayetlere dayanarak der ki: "Hadiste, yiyeceklerin sıfatlarını  ve tabiatlarını gözönüne alarak hareket etmek, tıbbî kaideye uygun olarak onları tabiatlarına uygun şekilde kullanmanın cevazı vardır. Zira, taze hurmada hararet, salatalıkta ise serinlik var. İkisi birlikte yenilirse her ikisi de mûtedil olur. Bu ise  mürekkep ilaçlarda mühim bir esastır."[14]

 

ـ3948 ـ8ـ و‘بى داود عن عائشة رَضِىَ اللّهُ عَنْها قالت: ]أرَادَتْ أُمِّى أنْ تُسَمِّنَنِى لِدُخُولِى عَلى رَسُولِ اللّهِ # فَلَمْ أقْبِلْ عَلَيْهَا بَشَىْءٍ مِمَّا تُرِيدُ حَتّى أطْعَمَتْنِى الْقِثَّاءَ بِالرُّطَبِ، فَسَمِنْتُ عَلَيْهِ. كَأحْسَنَ السِّمَنِ[ .

 

8. (3948)- Ebû Davud, Hz. Âişe (radıyallahu anhâ)'dan şunu kaydeder: "Annem, Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'la evleneceğim zaman beni  şişmanlatmak istedi. Ancak bana hurma ile birlikte salatalık yedirinceye kadar arzu ettiği diğer şeylerden (ilaçlardan) hiçbirine icabet edemedim. O ikisinden (muntazaman yemeye devam edince) güzel bir şişmanlık kazandım."[15] [Ebû Dâvud, Tıbb 20, (3903); İbnu Mâce, Et'ime 37, (3324).]

 

AÇIKLAMA için önceki hadise bakılsın.

 

ـ3949 ـ9ـ ومن ابنى بسر السُّلميِّينَ رَضِىَ اللّهُ عَنْهما قا: ]دَخَلَ عَلَيْنَا رَسُولُ اللّهِ # فَقَدَّمْنَا إلَيْهِ زُبْداً وَتَمْراً، وكَانَ يُحِبُّ الزُبْدَ وَالتَّمْرَ[. أخرجه أبو داود.

 

9. (3949)- Büsr es-Sülemî'nin iki oğlu (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) yanımıza girdi. Biz kendilerine tereyağı ve hurma ikram ettik. Aleyhissalâtu vesselâm yağla hurmayı severdi."[16] [Ebû Dâvud, Et'ime 45, (3837); İbnu Mâce, Et'ime 43, (3334).]

 

AÇIKLAMA:

 

1- Büsr'ün iki oğlu Atiyye ve Abdullah'dır.

2- Bu hadis, Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın hurma ile tereyağını beraber yediğini ifade etmektedir.[17]

 

ـ3950 ـ10ـ وعن عائشة رَضِىَ اللّهُ عَنْها قالت: ]كَانَ رَسُولُ اللّهِ # يُحِبُّ الْحَلْوَى وَالْعَسَلَ[. أخرجه الترمذي .

 

10. (3950)- Hz. Âişe (radıyallahu anhâ) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) helva ve balı severdi."[18] [Tirmizî, Et'ime 29, (1832).]

 

AÇIKLAMA:

 

Hadiste Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın tatlıları ve balı sevdiği ifade edilmektedir. Hadiste geçen helvayı "tatlı" diye çevirmemiz daha uygundur. Çünkü dilimizde helva dedik mi muayyen hammaddelerden yapılmış belli bir tatlıyı anlarız. Arapçada ise, insan emeğinin, san'atın girdiği her çeşit tatlıya denir. Nevevî der ki: "Helva'dan burada murad tatlı olan her şeydir." Nevevî devamla der ki: "Arkadan balın zikri, onun şeref ve meziyyetine dikkat çekmek içindir, âmmdan sonra hass'ın zikri babındandır." İbnu Battal der ki: "Helva ve bal, şu âyette mezkur olan tayyibâta dahildir: "Size verdiğimiz rızkın temizlerinden yiyin..." (Tâ-Hâ 21).

Âlimler,  helva ve bala benzeyen bütün  leziz yiyeceklerin, hadisin ma'nâsına dahil olduğunu belirtirler. Hattâbî der ki: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın tatlılara olan sevgisi onlara fazla iştiha göstermesi, nefsinin onları şiddetle çekmesi ma'nâsında değildir. Sofrasında bulunduğu takdirde  tatlıdan normal şekilde alırdı. Böylece onun bunu sevdiği anlaşılırdı.[19]

 

ـ3951 ـ11ـ وعن ابن عباس رَضِىَ اللّهُ عَنْهما قال: ]كَانَ أحَبُّ الطَّعَام إلى رَسُولِ اللّهِ # الثَّرِيدَ ِمنَ الْخبْزِ، وَالثَّرِيدَ مِنَ الحَيْسِ[.

أخرجه أبو داود .

 

11. (3951)- İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın en çok sevdiği yiyecek ekmekten yapılan tirid ve hays'dan yapılan tirid idi."[20] [Ebû Dâvud, Et'ime 23, (3783).]

 

AÇIKLAMA:

 

1- Tirid, ekmeğin elle ufalanmasından sonra üzerine et suyu dökülerek elde edilen yemeğe Araplar  tirid der. Aynı kelime dilimize tirid olarak girmiş durumda. Biz de biraz bayatlayan ekmek parçalarını biriktirip küçük küçük parçaladıktan sonra üzerine et suyu ve yağ, salça, baharat vs. katkı maddeleri ile  terbiyelenen suyu dökmek suretiyle elde ettiğimiz yemeğe tirid deriz. Belki de sünnetten geldiği ve Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) severek yediği için halkımız tarafından zevkle yenen, yapılması kolay bir yemek çeşididir. Bayatlayan ekmek parçalarını değerlendirerek israfı önlemesi bakımından ayrı bir ehemmiyeti olan bu yemeğin Resulullah'ın takdirine mazhar olması ona ayrı bir  lezzet katmaktadır. Tiridin sünnet olduğunu, Aleyhissalâtu vesselâm'ın övgüsüne sevgisine mazhar olduğunu bilen âileler, onu bir sünnetin ihyası olarak, bir başka niyetle, bir başka hazla yerler. Âfiyet ve nur olsun. Kıyamete kadar mutfaklarımızdan eksik olmasın.

Efendimiz, tiridi o kadar severmiş ki, bazan bir başka şeye olan sevgisinin büyüklüğünü ifade için tiride atıf yaptığı olmuştur. Mesela Hz. Âişe (radıyallahu anhâ) validemizin üstünlüğünü şöyle ifade buyurmuşlardır: "Âişe'nin başka kadınlara üstünlüğü tiridin diğer yemeklere üstünlüğü gibidir." Aleyhissalâtu vesselâm burada, her ikisini de yüceltmiş, her ikisine de ayrı bir muhabbeti olduğunu belirtmiş olmaktadır.

2- Hays: İbnu'l-Esîr, Hays'ı: "Hurma, keş ve yağ veya keşe bedel un veya ekmek ufağı katılarak yapılan  yemek" diye tarif eder

İbnu Raslân da şöyle tarif eder: "Hays'ın sıfatı, hurma alınır, içerisinden çekirdeği ayıklanır, yağ veya benzeri bir şeyle birlikte yoğrulur. Sonra serîd gibi oluncaya kadar elde  ovulur, bazan da içerisine  kavud katılır."

Şu halde, ekmek tiridi deyince et suyuna ekmek parçaları katarak elde edilen tiridi; hays tiridi deyince de hurma, bal, keş ve benzeri şeylere ekmek parçalarını katmakla elde edilen yemeği anlayacağız. Bu katkılı yemeklerin kesin değişmez  belli bir terkibi olmasa gerek. Mutfağın imkanlarına göre et suyu, yağ, bal, hurma, peynir gibi farklı katıklar, un ekmek, kavud gibi ana maddelere katılarak bunları daha lezzetli, daha yenilir hale getirmektedir. İşte bu suretle elde edilen yemeklere serîd (tirid) denmektedir. Serîd, asıl itibariyle batırmak, ıslamak ma'nâsından gelir.[21]

 

ـ3952 ـ12ـ وعن عبداللّهِ المزنى رَضِىَ اللّهُ عَنْه قال: ]قالَ رَسُولُ اللّهِ #: إذَا اشْتَرَى أحَدُكُمْ لَحْماً فَلْيُكْثِرْ مَرَقَتَهُ، فإنْ لَمْ يَجِدْ لَحْماً أصَابَ مَرَقاً وَهُوَ أحَدُ اللَّحْمَيْنِ[. أخرجه الترمذي .

 

12. (3952)- Abdullah el-Müzenî (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Biriniz et satın alınca suyunu biraz fazla kılsın. (Yemek sırasında) yiyenlerin çokluğu sebebiyle ete rastlamayıp suya rastlasa (bu ona yeterlidir), zira su da, iki etten biri olmuştur." [Tirmizî, Et'ime 30, (1833, 1834).][22]

 

AÇIKLAMA:

 

1- Resulullah burada, et suyunun da etin kendisi kadar besleyici ve yemeğe tad verici olduğuna dikkat çekiyor. Bu sebeple et pişerken suyunun fazla konmasını tavsiye ediyor. Bilhassa kalabalık  ailelerde, pişen etten herkesin  kaşığına rastlamayabilir. Şu halde suyun fazla kılınması herkese oldukça eşit bir nasib sağlayabilecektir. Çünkü etteki bir kısım faydalı ve besleyici hasseler suyuna geçecektir.

Hadisin Müslim'de Ebû Zerr (radıyallahu anh) tarafından rivayet edilen bir benzeri şöyledir: "Bir et satın aldın veya pişirdin mi, suyunu artır ve ondan komşuna da bir miktar ver."

2- Resulullah bu hadisle etin suda pişirilerek yenmesini, bu tarzın kızartılarak yenmesinden daha iyi olduğunu irşad etmiş olmaktadır. Hem herkese isabet edecek bir bereket kazanmakta ve hem de -bazı şarihlerin dikkat çektiği üzere- kızartmadan hasıl olacak bir kısım tıbbî zararlar bertaraf edilmiş olmaktadır.

3- Hadisin kaydettiğimiz Ebû Zerr vechi de nazar-ı dikkate alınınca, Aleyhissalâtu vesselâm'ın aynı sofraya oturanlar olsun, diğer komşular olsun, kardeşler arasında bir dayanışma, bir yardımlaşma, bir diğergamlık hislerinin teşkilini, te'sisini de gaye edindiği anlaşılmaktadır. Komşuların birbirlerine bu çeşit ikramları, aralarındaki muhabbeti artırır, dargınlıkları izale eder, dargınlığa götürecek zemin bertaraf  edilmiş olur.

4- Bu hadisin bir diğer yönü, insandaki cimrilik damarının kırılmasına, bencilliğin  izalesine, fakirlik korkusunun dağıtılmasına bakar, şeytanın bu paraleldeki iğvalarını  bertaraf eder.

Rehber-i ekmel olan Efendimizin her tavsiyesi, anlamak ve keşfetmekten aciz kaldığımız nice maslahatlar, menfaatler ve dünyevî faideler taşır.[23]

 

ـ3953 ـ13ـ وعن أبى هريرة رَضِىَ اللّهُ عَنْه قال: ]أُتِىَ رَسُولُ اللّهِ بِلَحْمٍ فَرُفِعَ إلَيْهِ الذِّرَاعُ، وَكَانَتْ تُعْجِبُهُ فَنَهَشَ مِنْهَا[. أخرجه الترمذي.»النَّهْشُ« بمهملة ومعجمة: ا‘كل بمقدم ا‘سنان، وقيل إنه بالمعجمة: ا‘كل با‘ضراس .

 

13. (3953)- Hz. Ebû Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a bir et parçası getirilmişti. Kendisine bunun bud kısmı sunuldu. Aleyhissalâtu vesselâm bud severdi. Bu bud gelince hemen ondan ısırarak yedi." [Tirmizî, Et'ime 34, (1838); İbnu Mâce, Et'ime 28, (3307); Buhârî, Enbiya 3, Tefsir, İsra 5; Müslim, İman 327).][24]

 

AÇIKLAMA:

 

Zirâ koyunun kol kısmıdır, ön bud da denir. Kâmus'da: "Dirsekten orta parmağa kadar olan kısım"  diye tarif edilir. Hadis, Resulullah'ın koyun budunu sevdiğini göstermektedir.

İmam Nevevî, Resulullah'ın kolu sevmesini, çabuk pişmesi, çabuk hazmedilmesi ile izah eder. Isırarak yemesi, tevazuya yorulmuştur. Gerçi ısırarak yemenin sıhhat ve  âfiyete daha uygun olduğu da söylenmiştir.[25]

 

ـ3954 ـ14ـ وعن ابن مسعود رَضِىَ اللّهُ عَنْه قال: ]كَانَ رَسُولُ اللّهِ # تُعْجِبْهُ الذِّرَاعُ، وَسُمَّ فِى الذِّرَاعِ، وَكَانَ يَرَى أنَّ الْيَهُودَ سَمُّوهُ[. أخرجه أبو داود.

 

14. (3954)- İbnu Mes'ud (radıyallahu anh) anlatıyor: "Koyunun ön budu Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın hoşuna giderdi. (Bir defasında) ön buda zehir konuldu. Bu zehiri yahudilerin koyduğu görüşündeydi." [Ebû Dâvud, Et'ime 21, (3781); Buhârî, Megâzî 41, Hibe 28; Müslim, Selam 45, (2190); İbnu Mâce, Tıb 45, (3546).][26]

 

AÇIKLAMA:

 

Bu hadise, Hayber'in fethi sırasında cereyan eden hadiseye  ima etmiş olmalıdır. Zira İbnu İshak'ın daha  tafsilatlı olarak kaydettiğine göre, fetih tamamlanınca Zeyneb Bintu'l-Hâris adında bir yahudi kadını Resulullah'ın koyunun neresini sevdiğini sorar ve bud kısmı olduğunu  öğrenince oraya çokca zehir koyarak, kızartılmış halde ikram eder. Resulullah bir mucize olarak suikastın farkına varıp lokmasını yutmadan tükürür. Ashabtan Bişr İbnu'l-Bera yutar ve zehirin tesiriyle şehid olur. Resulullah "niye yaptın?" diye kadına sorunca: "Peygambersen sana bildirilir, degilsen halk senden  kurtulur diye yaptım" der, müslüman olur. Resulullah cezalandırmaz.[27]

 

ـ3955 ـ15ـ وعن سهل بن سعد رَضِىَ اللّهُ عَنْه قال: ]كُنَّا نَفْرَحُ بِيَوْمِ الْجُمُعَةِ، كَانَتْ لَنَا عَجُوزٌ تَأخُذُ أُصُولَ السِّلْقِ فَتَطْرَحُهُ فِي الْقِدْرِ، وَتُكَرْكِرُ عَلَيْهِ حَبَّاتٍ مِنْ شَعِير، واللّهِ مَا فِيهِ شَحْمٌ وََ وَدَكٌ، فإذَا صَلَّيْنَا الجُمُعَةَ انْصَرَفْنَا، فنُسَلِّمُ عَلَيْهَا فَتُقَدِّمُهُ لَنَا، وَكُنَّا نَفْرَحُ بِيَوْمِ الجُمْعَةِ مِنْ أجْلِهِ[. أخرجه الشيخان.»تُكَرْكِرُ«: أى تطحن .

 

15. (3955)- Sehl İbnu Sa'd (radıyallahu anh) anlatıyor: "Biz cuma günü olunca sevindirdik. Çünkü bizim yaşlı bir kadın akrabamız vardı. Pazı kökü bulur, tencereye koyar, üzerine de arpa öğütüp ilavede bulunurdu. Vallahi, bunun içinde ne kuyruk yağı ne de iç yağı olurdu. Cuma namazını kıldık mı, mescidden ayrılır, o ihtiyar kadına selam verip hanesine girerdik. O da mezkur  yemeği önümüze koyardı. İşte bu sebeple biz cuma olunca sevinirdik." [Buhârî, Et'ime 17, Cuma 40, 41, Hars 21, İsti'zân 16, 39; Müslim, Cuma 30, 32, (859, 860).][28]

 

AÇIKLAMA:

 

1- Bu rivayetin Buhârî'deki vechinde bazı ziyadeler hadisi daha vazıh kılmaktadır. "Bizden bir kadın, tarlasındaki dört  evleklik kısma pazı ekerdi. Cuma günü olunca, pazı köklerinden söker, bir tencereye koyar, üzerine bir avuç çekilmiş arpa ilave eder pişirirdi. Pazı kökleri, yemeğin âdeta etli kemiği yerine geçerdi. Biz cuma namazından çıkar, kadına selam verir, yanına giderdik. O da önümüze bu yemekten getirirdi, biz de yerdik. Biz cuma günlerini bu yemek sebebiyle iple çekerdik."Hadisin bir vechinde, cuma günleri (namaza erken gidebilmek için) sabah yemeği ve kaylûleyi namazdan sonraya bıraktıkları da belirtilir.

2- Hadisten Çıkarılan Bazı Faydalar:

* Kadına selam vermek caizdir.

* Ne kadar değersiz bile olsa bir şeyler ikram etmek müstehabdır.

* Sahabelerin kanaatkârlıkları, geçimdeki darlıkları, namaza olan heyecanlı koşuşmaları gözükmektedir.

* Ahmed İbnu Hanbel bu hadise dayanarak Cuma'nın zevalden önce kılınabileceğini, bunun caiz olduğunu söylemiştir. Ancak Zeyn İbnu'l Münîr, aksine, hadisten cumanın zevaldan sonra kılındığı hükmünün çıkarılması gerektiğini söyler. "Çünkü der, kaylûleden (gündüz uykusu) âdetleri zevalden önce yapmak idi. Sahabî, cuma günleri, cuma  için hususî hazırlıkla meşgul olmaları sebebiyle kayluleyi cuma namazından sonraya tehir ettiklerini haber vermektedir."

 

ـ3956 ـ16ـ وعن جابر رَضِىَ اللّهُ عَنْه قال: ]لَقَدْ رَأيْتُنَا مَعَ رَسُولِ اللّهِ # بِمَرِّ الظَّهْرَانِ نَجْنِى الْكِبَاثَ: وَهُوَ ثَمَرُ ا‘رَاكِ. وَيَقُولُ: عَلَيْكُمْ بِا“سْوَدِ مِنْهُ، فإنَّهُ أطْيَبُ، فَقُلْتُ: أكُنْتَ تَرعَى الغَنَمَ؟ فقَالَ: وَهَلْ مِنْ نَبِىٍّ إَّ رَعاهَا[. أخرجه الشيخان .

 

16. (3956)- Hz. Câbir (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'la birlikte Merrü'z-Zahrân'da erâk ağacının kebâs denilen meyvesinden topladığımızı hatırlıyorum. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) o zaman bize: "Siyahlarını toplayın, onlar daha iyidir!"  tavsiyesinde bulunmuştu. Ben kendilerinden "Siz koyun da güttünüz mü?" diye sordum. "Hiç koyun gütmeyen peygamber var mı?" cevabında bulundu." [Buhârî, Et'ime 50, Enbiya 29, Müslim, Eşribe 163, (2050).][29]

 

AÇIKLAMA:

 

1-  Merrü'z-Zahrân, Mekke'ye bir merhale mesafede bir yer adıdır.

2- Şârihler, "Koyun güttün mü?" sorusunun "Koyun güttün mü ki  kebâs denen meyvenin siyahının daha iyi olduğunu biliyorsun?"  takdirinde olduğunu belirtirler. Bu  ifadeden kebâsın ziraatının yapılmayıp, pazarlarda satılmadığı dağlarda hüdayı  nâbit olarak bittiği ve çobanlar tarafından bilinip istifade edildiği anlaşılmaktadır. Mamafih, lügatçiler kebâs'ı insan, deve ve hatta koyunların da yediğini belirtirler.

3- Âlimler, bu hadisten, dağlarda  sahipsiz olarak yetişen ağaçların meyvelerinden yemenin mübah olduğu hükmünü çıkarmışlardır.

4- Âlimler, peygamberlerin, nübüvvetten önce çobanlıktan geçmelerindeki hikmetler sadedinde  şu açıklamayı yaparlar: "Koyun gütmek, ümmetlerinin işlerini yürütme hususunda temrin yapmak, tecrübe kazanmak içindir. Çünkü koyunlarla haşir neşir olmakla hilm, şefkat gibi duygular gelişir. Zira, koyunları güdüp, onları kırda dağılmalarından sonra toplamaya bir otlaktan diğerine sevketmeye, canavar, hırsız gibi koyun düşmanlarından onları korumaya  sabrettiler, onların tabiatlarındaki farklılıkları, zayıflıklarına ve beraberliğe olan ihtiyaçlarına rağmen şiddetli tefrikalara düştüklerini öğrendiler mi, bu suretle, ümmete karşı sabırlı olmaya  alışırlar ve onların akılca aralarındaki seviye farklarını, tabiatlarındaki çeşitlilikleri anlarlar. Böylece kırgınları  barıştırırlar, zayıflara merhametli olurlar, onlarla muamelelerinde iyi davranırlar. Neticede bu işlerin meşakkatlerine tahammülleri, aynı işlere çobanlık yapmaksızın birden bire verilme durumuna kıyasla çok daha kolay olur. Halbuki bu erdem, koyun çobanlığıyla tedricen kazanılmıştır. Bu işte, bilhassa  koyun zikredilmiştir. Zira o diğerlerine nazaran daha zayıf, dağılmaları da deve veya sığırın dağılmasından daha fazladır. Büyüklerin bağlanması, alışılan âdet üzere, daha çok imkan dahilindedir. Ne varki koyunlar, onlara nazaran daha çok dağılsa da, toplayıp zabt rabt altına alınmaları öbürlerinden daha sür'atlidir."[30]


 

[1] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/181.

[2] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/181.

[3] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/182.

[4] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/182.

[5] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/183.

[6] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/183-184.

[7] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/183.

[8] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/184.

[9] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/185.

[10] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/185.

[11] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/185.

[12] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/185-186.

[13] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/186.

[14] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/186-187.

[15] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/187.

[16] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/188.

[17] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/188.

[18] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/188.

[19] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/188.

[20] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/189.

[21] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/189-190.

[22] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/190.

[23] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/190-191.

[24] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/191.

[25] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/191.

[26] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/192.

[27] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/192.

[28] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/192.

[29] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/193.

[30] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/194.