* MUZDAR

 

ـ3921 ـ1ـ عن جابر بن سمرة رَضِيَ اللّهُ عَنْه: ]أنَّ رَجًُ نَزَلَ الحَرَّةَ وَمَعَهُ أهْلُهُ وَوَلَدُهُ، فقَالَ رَجُلٌ: إنَّ نَاقَةً لِى ضَلَّتْ، فَإنْ وَجَدْتَهَا فَامْسِكْهَا، فَوَجَدَهَا وَلَمْ يَجِدْ صَاحِبَهَا فَمَرِضَتْ، فَقَالَتِ امْرَأتهُ: انْحَرْهَا فَأبَى، فَنَفَقَتْ، فَقَالَتْ: اسْلُخْهَا حتّى نُقَدِّدَ لَحْمَهَا وَشَحْمَهَا وَنَأكُلُه، فقَالَ: حَتّى أسْألَ رسولَ اللّهِ # فَأتَاهُ فَسالَهُ، فقَالَ: هَلْ عِنْدَكَ غِنىً يُغْنىكَ؟ قالَ: َ قَالَ: فَكُلُوهَا قالَ: فَجَاءَ صَاحِبُهَا فَأخْبَرَهُ الخَبَر، فقَالَ: هََّ كُنْتَ نَحْرتَهَا؟ قَالَ: اسْتَحْيَيْتُ مِنْكَ[. أخرجه أبو داود .

 

1. (3921)- Câbir İbnu Semüre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Bir adam beraberinde ailesi ve çocukları olduğu halde Harra'ya indi. Bir adam: "Bir devem kayboldu, onu bulacak olursan yakalayıver" dedi. Adam onu buldu ama sahibini bulamadı. Deve hastalandı. Adamın karısı: "Onu kes (de mundar ölmesin) dedi. Ama erkek kabul etmedi. Deve öldü. Kadın bu sefer: "Derisini soy da etini, yağını kadid yapalım (güneşte kurutalım) ve yiyelim" dedi.

Adam: "Hele, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a bir soralım (da söylediklerini sonra yapalım!)"dedi. Ona gelip sordu. Aleyhissalâtu vesselâm:

"Seni ondan müstağnî kılacak bir zenginliğin var mı?"diye sordu. Adam: "Hayır! yok" dedi. Resûlullah da:

"Öyleyse onu yiyin" buyurdu. Ravi der ki: "Sonra devenin sâhibi geldi. Durum kendisine anlatıldı.

"Deveyi kesmedin mi?" dedi. Adam: "Senden utandım!" cevabında bulundu."[1] [Ebû Dâvud, Et'ime 37, (3816).]

 

AÇIKLAMA:

 

1- Harra: Medine'nin çevresinde siyah taşlarla kaplı olan kısım.

2- Harra'ya inen âilenin muzdar olduğu belirtilmiştir. Resulullah, bu maddi sıkıntı içinde olan aileye kendiliğinden (tezkiyesiz = kesilmemiş) ölen hayvanı yemelerine izin vermiştir. Bazı âlimler: "Muzdar kalan kimsenin meyteyi yiyebileceğine bu hadiste delil var" demiştir.[2]

 

ـ3922 ـ2ـ وعن الفجيع العامري رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]قُلْتُ يَا رَسُولَ اللّهِ #: مَا يَحِلُّ لَنَا مِنَ المَيْتَةِ؟ قَالَ: مَا طَعَامُكُمْ؟ قُلْنَا: نَعْتَبِقُ وَنَصْطَبِحُ. قالَ أبُو نُعَيْمٍ مَوْلى عُقْبَةَ: فَسَّرَهُ لِى عُقْبَةُ: قَدَحٌ غُدْوَةً، وَقَدَحٌ غَشِيَّةً قَالَ: ذَاكَ؛ وَأبي الجُوعُ، فَأحَلَّ لَهُمْ الْمَيْتَةَ عَلى هذِهِ الحَالِ[. أخرجه أبو داود .

 

2. (3922)- el-Fucey' el-Âmirî (radıyallahu anh) anlatıyor:

"Ey Allah'ın Resûlü dedim,  meyteden bize helal olan (miktar) nedir?"

"Yiyeceğiniz ne (miktarda)dır" diye sordu. Biz: "Akşam ve sabah yiyoruz" diye cevap verdik."

Ebû Nuaym Mevlâ Ukbe der ki: "Ukbe  bana bu ifadeyi açıkladı: "Bir bardak sabahleyin, bir bardak da akşam vakti demektir." Dedi ki: "Durum bu, babamın hayatına yemin olsun bu yetmez!" Bunun üzerine Aleyhissalâtu vesselâm mezkur durumda meyteyi yemelerine ruhsat tanıdı."[3][Ebû Dâvud, Et'ime 37, (3817).]

 

AÇIKLAMA:

 

1- Bu hadis de, meyte'nin yenmesine ruhsat tanıyacak fakirlik derecesini belirtiyor: Hattâbî der ki: "Sabahleyin bir kadeh, akşamleyin bir kadeh (süt), bedeni, yeterince beslemese, tam bir doyum sağlamasa da açlığı örter ve kişinin belini doğrultur. Resulullah bu miktar imkana rağmen meyteden alıp  yemelerine ruhsat tanıdı. Böylece hadis, nefsin gıda ihtiyacını meyteden olmasını mübah kılmaktadır. İmam Mâlik ve iki görüşünden birinde Şâfiî bunu iltizam etmiştir." Şevkânî der ki: "Şâfiî indinde râcih görüş, açlığı örtecek kadarla yetinmektir. Ebû Hanîfe ve iki kavlinden birinde Mâlik de bu görüştedir."

Âyet-i kerîme de meyteyi haram kılmış fakat muzdar kalma halini istisna etmiştir: "Açlıktan darda kalan , günaha kaymaksızın yiyebilir" (Maide 3). Ancak zaruret hali kalkınca meytenin yenmesi helal olmaz. Açlığın örtülmesi, zarureti ortadan kaldırır (daha fazla yemeyi helal kılmaz). Ancak bazı âlimler: "Muzdar kimse ızdırar halinde, ızdırarın olmadığı zamandaki mutadı ne ise o miktarda yiyebilir" demişlerdir.

İbnu Hacer der ki: "Âyetin ıtlakına göre, bu râcih görüştür. Ülemâ, ızdırâr deyip, meytenin yenmesini helal kılacak halin tavsifinde ihtilâf etmiştir."

* Cumhur'a göre bu açlığın helak etme  noktasına veya helaka götürecek  hastalığa ulaşma noktasına gelmesidir.

* Bazı  Mâlikîlere göre, "Açlığın üç gün devam  etmesidir."[4]


 

[1] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/160-161.

[2] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/161.

[3] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/161.

[4] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/161-162.