İKİNCİ FASIL

 

DENİZ AVI

 

ـ3478 ـ1ـ عن جابر رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]بَعَثَنَا رسولُ اللّهِ # وَنَحْنُ ثَثمَائَةِ رَاكِبٍ، وَأمِيرُنَا أبُو عُبَيْدَةَ بن الجَرَاحِ نَرْصُد عِيرَ قُرَيْشٍ، وَزَوَّدَنَا جِرَاباً فِيهِ تَمْرٌ لَمْ يَجِدْ لَنَا غَيْرَهُ، وَكَانَ أبُو عُبَيْدَةَ يُعْطِينَا تَمْرَةً تَمْرَةً. قِيلَ كَيْفَ كُنْتُمْ تَصْنَعُونَ بِهَا؟ قالَ: كُنَّا نَمَصُّهَا كمَا يَمَصُّ الصَّبِي، ثُمَّ نَشْرَبُ عَلَيْهَا المَاءَ فَتَكْفِينَا يَوْمَنَا إلى اللَّيْلِ. فَلَمَّا فَنِي وَجَدْنَا فَقْدَهُ، فَأقَمْنَا بِالسَّاحِلِ نِصْفَ شَهْرٍ فَأصَابَنَا جُوعٌ شَدِيدٌ حَتَّى أكَلْنَا الخَبَطَ، فَسُمِّي جَيْشَ الخَبَطِ. فَألْقَى لَنَا الْبَحْرُ دَابّةً يُقَالُ لَهَا الْعَنْبَرُ. فقَالَ أبُو عُبَيْدَةَ رَضِيَ اللّهُ عَنْه: مَيتةٌ، ثُمَّ قالَ: َ. بَلْ نَحْنُ رُسُلُ رَسولِ اللّهِ #، وَفي سَبِيلِ اللّهِ وَقَدِ اضْطُرِرْنَا. فَأكَلْنَا مِنْهَا نِصْفَ شَهْرِ وَادَّهَنَّا مِنْ وَدَكِهَا حَتَّى ثَابَتْ أجْسَامُنَا فَأخذَ أبُو عُبَيْدَةَ ضِلْعاً مِنْ أضَْعِهَا فَنَصَبَهُ ثُمَّ نَظَرَ إلى أطْوَل رَجُلٍ وَأطْوَلِ جَمَلٍ فَحُمِل عَلَيْهِ فَمرَّ تَحْتَهُ وَجَلَسَ في حِجَاجِ عَيْنِهَا أربَعَةُ نَفَرٍ. وَأخْرَجْنَا مِنْ عَيْنِهِ كَذَا وَكَذَا قُلَّةَ وَدَكٍ وَتَزَوَّدْنَا منْ لَحمِهِ. فلَمَّا قَدِمْنَا المَدِينَةَ ذَكَرْنَا ذلِكَ لِرَسولِ اللّهِ # فقَالَ، هُوَ رِزْقٌ أخْرَجَهُ اللّه تَعالى لَكُمْ! فَهَلْ مَعَكُمْ مِنْ لَحمِهِ؟ فأرْسَلْنَا إلَيْهِ مِنْهُ فَأكَلَ[. أخرجه الستة.»الخَبَطْ« ورقُ شجَرٍ يُخبطُ بِعَصاً أوْ نَحْوِهَا فينتثرُ فتأكلُهُ ا“بلُ.»وَالْوَدَكُ« دَسَمُ اللَّحْمِ وَدُهْنُهُ .

»وَحِجَاجُ الْعَيْنِ« العظمُ المستديرُ حولها الّذِى فيه الحدقةُ وهُوَ وقبُ الْعَيْن.»وَالْقُلّةُ« هيَ الحبُّ العظيمُ معروفةٌ بالحجاز تأخذ القلة منها مزادةً من الماء .

 

1. (3478)- Hz. Câbir (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bizi gazveye gönderdi. Biz üçyüz kişilik bir gruptuk, komutanımız da Ebû Ubeyde İbnu'l-Cerrâh (radıyallâhu anh) idi. Kureyş'in kervanını takip ediyorduk. Azığımız da bir dağarcık içine konmuş hurmadan ibaretti. Başka bir şeyimiz yoktu. Ebû Ubeyde bundan bize [önce avuç avuç veriyordu, sonra] tane tane vermeye başladı. Kendisine:

"Bununla nasıl idare ediyordunuz?"diye soruldu. Şu cevabı verdi:

"Biz hurmayı âdeta emiyorduk, bebeğin emmesi gibi. Sonra da üzerine su içiyorduk. Bu bize geceye kadar yetiyordu. Tükendiği zaman yokluk içinde kaldık. İki hafta sahilde ikâmet ettik, şiddetli açlık geçirdik. Öyle ki ağaç yaprakları yedik. Ordumuza yaprak ordusu dendi. (Bu esnada) deniz bize anber (balinaya benzer bir balık, adabalığı.) denen bir hayvan attı. Ebû Ubeyde (radıyallâhu anh) buna önce, "meytedir (yani leştir, yenmesi haramdır)" dedi. Sonra da: "Hayır, meyte değildir, bizler Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın elçileriyiz, Allah için buradayız, üstelik muzdar durumdayız" dedi.

Ondan iki hafta boyu yedik. Yağından da süründük. Hatta vücudumuz kendine geldi, eski halini aldı. Ebû Ubeyde, hayvanın kaburgalarından bir kemik alıp yere dikti. Sonra en boylu şahsı ve en boylu deveyi aradı. Adam deveye bindirildi ve kaburganın altından geçti. Hayvanın göz  çukurunun içine tam dört kişi oturdu. Gözünden nice kulle[1] yağ çıkardık. Etinden kendimize azık yaptık. Medine'ye gelince durumu Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a anlattık.

"Bu, Allah'ın sizin için (denizden) çıkardığı bir rızıktır. Beraberinizde, etinden hala var mı?" buyurdu. Biz de bir miktar gönderdik. O, bundan yedi."[2]

 

AÇIKLAMA:

 

 Bu hadis, deniz hayvanlarının kendiliğinden ölmüş olanlarının yenilebileceğini göstermek maksadıyla kaydedilmiştir.

Rivayette görüldüğü üzere Ebû Ubeyde önce bunun meyte (leş) olduğuna ve haram olduğuna içtihad eder. Fakat sonradan:

1- Allah yolundasınız;

2- Muzdarsınız diye içtihad ederek helâl olduğuna hükmeder, askerler de yerler. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın o etten taleb edip yemesi, onun helâl olduğunu göstermek, askerlerin gönlünü  o hususta hoş kılmak içindir. Çünkü (aleyhissalâtu vesselâm) muzdar olmadığı halde o etten yemiştir.

Hattâbî der ki: "Bu hadis, denizin bütün hayvanlarının mübah, meytesinin de helâl olduğuna delildir. Zira (aleyhissalâtu vesselâm): "O etten daha var mı, bana da tattırsanız" buyurmuş ve getirileni yemiştir. Bu hal refah halidir, zaruret değil. Hz. Ebû Bekr (radıyallâhu anh)'ın da şöyle söylediği rivayet edilmiştir: "Denizdeki her hayvanı Allah sizin için kesmiş, temiz kılmıştır." Muhammed İbnu Ali'nin, "Denizde olan her şey temizdir" dediği rivayet edilmiştir. Evzâî de şöyle derdi: "Hayatı denizde geçen her canlı helâldir." Kendisine "timsah da mı?" denince "Evet!"  demiştir.

Şâfiî mezhebinin galip görüşü, bütün deniz hayvanlarının helâl olması merkezindedir. O sadece kurbağayı istisna tutar, bu da onun öldürülmesi hakkında yasak geldiği için.

Ebû Sevr: "Suya sığınan her şey helâldir. Kesilenler ancak kesilmekle helâl olur. Balık gibi kesilmeyenin ölüsü de dirisi de helâldir."

Ebû Hanîfe, balık dışındaki deniz hayvanlarını mekruh addeder.

Süfyân-ı Sevrî: "Yengeçte bir beis olmayacağını ümid ederim" demiştir.

İbnu Vehb: "Leys İbnu Sa'd'a su domuzu, su köpeği, su insanı ve bütün deniz hayvanları hakkında sordum. Şu cevabı verdi: "Su insanı, hiçbir halde yenmez. Domuza gelince, insanlar domuz diyorsa yenmez, zîra Allah Teâlâ Hazretleri domuzu haram kıldı. Köpeklere gelince, denizde de karada da onda bir beis yoktur."

Hattâbî, Leys İbnu Sa'd'ın "ism"e ve "benzeme"ye ehemmiyet veren bu görüşüne katılmaz, âlimlerin yılana benzeyen  ve hatta deniz yılanı denilen balığın helal olduğunda ihtilaf etmediklerini belirttikten sonra der ki: "Bu hal, deniz hayvanları hususunda isimlerin ma'nâsına ve benzerliklere itibar etmenin bâtıl olduğuna delâlet eder. Bunların hepsi balıktır, şekilleri suretleri farklı olsa da. Allah Teâlâ Hazretleri "Deniz avı ve onu yemek size de yolculara da geçimlik olarak helâl kılınmıştır" (Mâide 96) buyurmaktadır. Bu âmm hükmün içine deniz hayvanlarından avlananların hepsi girer. İstisna için delil gereklidir. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a denizin suyundan sorulmuştu. Şu cevabı verdi: 

"Suyu temiz, meytesi helâldir." Burada hiçbir istisna yapmadan bütün deniz mahluklarını kasdetti. Kaziyyenin âmm olması, o hususta istisna edilenlerin  dışında kalan her şeyin mubah olmasını gerektirir. İstisna da delille sübût bulur."

İslâm ulemâsının, deniz hayvanları ile alakalı umumî görüşlerini böylece kaydettikten sonra mezhebimiz olan Hanefî mezhebinin daha hususî  bazı kayıdlarını belirtmemizde gerek var. Zira tatbikatta mezheplere göre amel esastır.

Ömer Nasuhi Bilmen, bu hususta şu özetlemeyi yapar:

"Daima suda yaşayan, suda barınan=taayyüş eden hayvanlardan her nevi balık etleri yiyilebilir helâldir.  Kalkan balığı, sazan balığı, yunus balığı, yılan balığı bu cümledendir. Fakat diğer su hayvanları habâisten sayılır. Yenilmeleri caiz olmaz. Meselâ yengeçler, midyeler, istiridyeler, istakozlar helâl değildir, etleri yenilemez.

Kezâlik deniz insanı, deniz aygırı, deniz hınzırı gibi balık suretinde bulunmayan deniz hayvanlarının yiyilmeleri helâl olmadığı gibi avlanmaları da helâl olmadığı görülmektedir.

Suda kendi kendine zâhiren sebepsiz olarak ölüpde suyun yüzüne çıkan balıklar yenilmez. Fakat suyun açılıp kurumasından dolayı ölen, fazla sıcaktan veya soğuktan dolayı ölen veya kuşlar tarafından öldürülen, su içinde bağlı tutulmakla ölen, buz arasında sıkışarak ölen balıklar yenilebilirler. Balıklarda boğazlamak icabetmez.."

Burada hatıra şu soru geliyor: Bugün, deniz ve nehir ve sularının sanayi artıklarıyla kirlenmesinden hâsıl olan zehirlenmeler de balıkların ölümüne sebep olmaktadır. Yukarıda kaydedilen ölüm sebepleri arasında bu gözükmediğine göre, hükmümüz ne olacaktır? Bu balıklar yenmeli mi, yenmemeli mi?

Kanaatimizce bunun kesin cevabını tabiblerin vermesi gerekir. Tabibler insan sağlığına zarar vereceği kanaatindeler. Esasen, iktibasımızın baş kısmında belirtildiği üzere, mezhebimize göre "Suda kendi kendine zâhiren sebepsiz olarak ölüpde suyun yüzüne çıkan balıklar yenilmez" hükmü esastır. Sanayi artıklarıyla zehirlenen balıkları bu gruba dahil ederek yememek ihtiyata muvafıktır. Deniz hayvanlarıyla ilgili bazı teferruat 3493 numarada gelecek.[3]

 

ـ3479 ـ2ـ وعنه رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]قال رسولُ اللّهِ #: مَا ألْقَاهُ الْبَحْرُ أوْ جَزَرَ عَنْهُ فكُلُوهُ، وَمَا مَاتَ فِيهِ وَطفَا فََ تَأكُلُوهُ[. أخرجه أبو داود.ورُوى موقوفا على جابرٍ قال: »َ بَأسَ بِمَا لَفَظَهُ الْبَحْرُ«.»جَزرَ« البحرُ عن السمك بالجيم: إذا نقص عنه وبقي على ا‘رض.»ولَفَظَ البحرُ السمَكَ« بفتح الفاء إذا ألقاه على جانبه .

 

2. (3479) Yine Hz. Câbir (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:

"Denizin dışarı attığı veya yarısından çekildiği balığı yiyin. Denizin içinde ölmüş ve suyun üstüne çıkmış (tâfi) balığı yemeyin."[4]

 

AÇIKLAMA:

 

"Denizin ölüsü helâldir" hükmünü bu hadis kayıtlamaktadır. Eğer ölü, karaya vurmuşsa helal olan budur. Değilse, karaya vurmayan suyun üstünde serbest olan deniz ölüsü "helal" grubuna girmez. Ebû Hanîfe ile Şâfiî mezhebi arasındaki bazı farklar buradan gelir. Suyun üzerinde yüzen ölü balığın yenmeyeceğini söyleyenler buna dayanırlar. Diğer taraftan yüzen ölünün yeneceğine dair Hz. Ebû Bekr, Hz. Ebû Eyyub el-Ensârî'den rivayet gelmiştir. İbnu Ebî Rebâh, Mekhûl, İbrahim Nehâî, Mâlik, Şâfiî, Ebû Sevr hep bu görüşü benimsemişlerdir.

Hz. Câbir ve İbnu Abbâs, Câbir İbnu Zeyd, Tâvus, Ashab-ı Re'y ise yüzen ölmüş balığın kerahetine hükmetmişlerdir.[5]


 

[1] ) Kulle: Takriben ikiyüzelli ve daha fazla rıtl hacminde bir ölçek.

[2] Buhârî, Sayd: 12, Şirket: 1, Cihad: 124, Megâzî: 64; Müslim, Sayd: 17, (1935); Muvatta, Sıfatu'n-Nebiyy: 24, (2, 930); Ebû Dâvud, Et'ime: 47, (3840); Tirmizî, Kıyâmet: 35, (2477); Nesâî, Sayd: 35, (7, 207, 209); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/276.

[3] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/276-278.

[4] Ebû Dâvud, Et'ime: 36, (3815); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/278-279.

[5] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/279.