BİRİNCİ FASIL

 

KARA AVI

 

ـ3471 ـ1ـ عن عدي بن حاتم رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]قُلْتُ يَا رَسُولَ اللّهِ: إنَّا قَوْمٌ نتَصَيَّدُ بِهذِهِ الْكَِبِ. فَمَا يَحِلُّ لَنَا مِنْهَا؟ فقَالَ: إذا أرْسلْتَ كَِبَكَ المُعَلَّمَةَ وَذَكَرْتَ اسْمَ اللّهِ فَكُلْ مَا أمْسَكْنَ عَلَيْكَ إَّ أنْ يَأكُلَ الْكَلْبُ فََ تَأكُلْ فَإنِّي أخَافُ أنْ يَكُونَ إنَّمَا أمْسَكَ عَلى نَفْسِهِ، وَإنْ خَالَطَهَا كَلْبٌ مِنْ غَيْرِهَا فََ تَأكُلْ[. أخرجه الخمسة

 

1. (3471)- Adiyy İbnu Hâtim (radıyallâhu anh) anlatıyor: "(Bir gün): "Ey Allah'ın Resulü! Biz, şu köpeklerle avlanıyoruz. Bunlardan bize helâl olanı hangisidir? diye sormuştum, şu açıklamayı yaptı:

"Muallem (terbiye edilmiş) köpeğini besmele çekerek gönderdin mi, senin için tuttuğunu ye. Ancak köpek kendisi yemeye kalkmışsa onu yeme. Zira bu durumda ben, avı köpeğin kendisi için yakalamış olmasından korkarım. Eğer senin gönderdiğin köpeklere başka bir köpek karıştı da (hangisinin yakaladığı belli değilse) yine yeme."[1]

 

AÇIKLAMA:

 

1- Hadis, değişik vecihlerde rivayet edilmiştir. Birçok veçhinde şu ziyade yer alır: "Resulullah'a mi'razla avlanan hayvandan sordum. Dedi ki: "Demiri değerek öleni ye, enlemesine değerek öleni yeme, bu, vurularak (kan akmaksızın) ölen gibidir."

Burada mi'raz bir ucunda kesici demiri bulunan bir sopadır. Avcı bunu av hayvanına fırlatır, demir kısmı isabet ederse, hayvanı yaralayarak öldürür. Bu durumda av helâldir. Eğer diğer ucu değer veya sopanın orta kısmı değerse, hayvanda yara açmaz, dolayısıyla darbe tesiriyle ölmüş olur. Her ne suretle olursa olsun, kan akmadan ölen hayvan helâl sayılmadığı için bu avın eti yenmez. Ancak darbe tesiriyle sersemleyen hayvana ölmeden yetişilir ve kesilirse o zaman yenilir.

2- Köpeğin terbiye edilmiş (muallem) olması, onun, yakaladığı hayvana göstereceği tavırla bilinir: "Eğer avdan yemişse o muallem değildir, onun yakaladığı yenilmez. Yakaladığı hayvanı olduğu gibi getirmişse, hiç yememişse o muallem sayılır, getirdiği yenilir."

3- Av köpeğinin yanında, onunla salınmayan başka bir köpek görülürse, av yine  yenilmez, çünkü muallem olan mı yakaladı, bu yabancı olan mı yakaladı bilinemez. Âlimler bu mesele vesilesiyle şu kaideyi belirtirler: "Kesilen hayvanı mubah kılan husus "kesme işi"dir, bu hususta şekk hâsıl olursa, o hayvan yenmez." Öyle ise öldüreceği hayvan helâl addedilen muallem köpek tarafından mı öldürüldü, muallem olmayan köpek tarafından mı öldürüldü şeklinde girecek bir şüphe, avı yenmez kılmaktadır.[2]

 

ـ3472 ـ2ـ وعن أبي ثعلبة الخشني رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]قلْتُ يَا رسُولَ اللّه إنَّا بِأرْضِ قَوْمٍ أهْلِ كِتَابٍ. أفَنَأكُلُ في آنِيَتِهِمْ؟ وَبِأرْضِ صَيْدٍ، أصِيدُ بِكَلْبِي المُعَلَّمِ وَبِقَوْسِي، وَبِكَلْبِي الَّذِي لَيْسَ بِمُعَلَّمِ، فَمَا يَصْلُحْ لِي؟ قالَ: أمَّا مَا ذَكَرْتَ مِنْ أهْلِ الْكِتَابِ فإنْ وَجَدْتُمْ غَيْرَهَا فََ تَأكُلُوا فِيهَا، وَإنْ لَمْ تَجِدُوا فَاغْسِلُوهَا وَكُلُوا فِيهَا، وَمَا صِدْتَ بِقَوْسِكَ  وَذَكَرْْتَ اسْمَ اللّهِ  عَلَيْهِ فَكُلْ. وَمَا صِدْتَ بِكَلْبِكَ المُعَلَّمِ فَذَكَرْتَ اسْمَ اللّهِ عَلَيْهِ فَكُلْ. وَمَا صِدْتَ بِكَلبِكَ غَيْرَ مُعَلَّمٍ فَأدْرَكْتَ ذَكَاتَهُ فَكُلْ[. أخرجه الخمسة .

 

2. (3472)- Ebû Salebe el-Huşenî (radıyallâhu anh) anlatıyor: [Bir gün Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a:]

"Ey Allah'ın resulü! Biz Ehl-i Kitab'ın yaşadığı bir diyardayız. Onların kaplarından yiyebilir miyiz? Ve biz av memleketindeyiz; hem muallem (öğretilmiş) köpeğimle ve hem de yayımla avlanıyorum, muallem olmayan köpeğimle de avlandığım olur. Bunlardan hangisi benim için uygundur?" diye sordum. Buna şu cevabı verdi:

"Ehl-i Kitapla ilgili sorundan başlayalım: "Başka bir kap bulabilirseniz, onların kabından yemeyiniz. Başka kap bulamazsanız, onları önce yıkayıp sonra içlerinden yemek yiyin.

(Ava gelince), yayınla avladığın ve üzerine besmele çektiğin avını ye. Muallem köpeğinle avladığın ve üzerine besmele çekmiş bulunduğun avı da ye. Muallem olmayan köpeğinle avladığın hayvana yetişmiş, kesmiş isen onu da ye!"[3]

 

ـ3473 ـ3ـ وعنه رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]قال رسُولُ اللّهِ #: إذَا رَمَيْتَ بِسَهْمِكَ فَغَابَ عَنْكَ فأدْرَكْتَهُ فَكُلْهُ مَالَمْ يُنْتِنْ[. أخرجه مسلم وأبو داود والنسائي .

 

3. (3473)- Yine Ebû Sa'lebe (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Okunu attıktan sonra kaybetmiş olsan ve (üç gece) sonra (okun isabet ettiği ava) erişsen, bu av kokmadıkça onu yiyebilirsin."[4]

 

AÇIKLAMA:

 

Yukarıda kaydedilen iki hadiste, açıklanması gereken birkaç mesele var:

1- Ehl-i Kitab'ın kaplarının yiyecek işlerinde kullanılması: Onların en azından domuz gibi, İslâm'ın necis addettiği şeyi çokça kullandıkları için, kaplarının yıkanmadan kullanılması yasaklanmıştır. Ancak bu meselede fukaha farklı görüşler ileri sürmüştür.

Bu hadisi esas alanlar, ehl-i kitabın kaplarının yıkanmadan kullanılmamasına hükmetmiştir. Ancak bunların kullanılmasını esas alanlarda olmuştur. İbnu Dakîki'l-Îd, buradaki ihtilafın "asıl"la "gâlib"in  ihtilâfından ileri geldiğini belirtir. Ona göre, sadedinde olduğumuz hadisin delâlet ettiği hükmü esas alanlar "galib durum"dan hâsıl olan zannın "asıl"dan hâsıl olan zanna galebe çaldığı  görüşüne dayanmışlardır. "Asıl" olan temizliktir. Gelib durum ehl-i kitabın bizce necis olan şeylere sıkça yer vermeleridir. "Necâset tahakkuk edinceye (yani necâsetin varlığı iyice bilininceye) kadar asıl ile hükmetmek gerekir" diyenler, öbürlerine iki ayrı cevap verirler:

1) Hadiste gelen yıkama emri, istihbâba hamledilir. Böylece ihtiyaten, hem hadisin hükmü ile hem de asıl ile amel edilmiş olur.

2) Ebû Sa'lebe hadisinden murad, Ehl-i kitab'ın kabında necaseti bizzat gören kimsenin halidir. Bu durumda, yıkamadan o kabı kullanamaz. Nitekim bazı rivayetlerde mecusilerin kabının yıkanması mevzubahis edilmiştir. Zira onlar hayvanlarını kesmezler, dolayısıyle kapları necistir. Der ki: "Ebû Sa'lebe hadisinde kastedilen kap, içerisinde domuz eti pişirilmiş veya şarap  içilmiş olan kaptır. Nitekim bu durum Ebû Dâvud'un rivayetinde tasrih edilmiştir:

"Biz ehl-i kitapla komşuyuz. Onlar tencerelerinde domuz pişiriyorlar, kaplarında şarap içiyorlar..."

Aksi görüşü müdafaa eden fakihler, küffârın necis şeylerde kullanılmayan kaplarını kastederler. Onlara göre o kapların kullanılması, yıkanması bile caizdir, ancak yıkanmasını onlar da evlâ görür. Ama bunu, ihtilâftan kurtulmuş olmak için söylerler, kerâhet bulunduğu için değil."

İbnu Hacer der ki: "Birinci cevaba göre, bu kapların yıkanmadan kullanılması mekruh olabilir. Hadisin zâhir hükmü de budur. Başka kap olsa bile, yıkanarak kullanılmaları ruhsattır. Başka kap yoksa kullanılmaları kerâhetsiz câizdir. Zirâ, ondan yemek mutlak olarak yasaklanmıştır. İzin ise, iki şarta bağlı kılınmıştır:

a) Başka kabın yokluğu,

b) Onların yıkanması.

İbnu Hazm ez-Zâhirî, Ehl-i Kitab'ın kaplarının kullanılmasını iki şartın da tahakkukuyla tecviz eder, değilse haram olduğuna hükmeder:

1) Başka kap olmamalıdır.

2) Mutlaka yıkanmalıdır.

2- Hadiste, yayla avlanılan hayvanın besmele çekilmiş olması kaydıyla yenmesine ruhsat verilmektedir. Av  ve zebîhalara yani kesilen hayvanlara besmele çekme -ki tesmiye de denir- işi, ulemâ arasında ihtilaf edilen bir konudur.

Hemen belirtelim ki, av ve zebîhalara tesmiyenin meşruiyeti, bi'l-icmâ sâbittir. Bu hususta ihtilâf yoktur. İhtilâf, yemenin helâl olması için bunun şart olup olmadığı hususundadır.

* Ebû Hanîfe, Mâlik, Sevrî ve ulemanın cumhurları unutarak besmeleyi terkedenin kestiğinin veya avladığının yenmesini caiz görürler, âmmden terkedeninkinin yenmiyeceğini söylerler.

* İmam Şâfiî ve bir grup fakihe göre -ki bu, İmam Mâlik ve Ahmed' den de rivayet edilmiştir- tesmiye sünnettir, bir kimse sehven de, âmmden de terketse kestiği, avladığı yenilir, hayvanın helâl oluşuna zarar vermez.

* Ahmed İbnu Hanbel'in râcih görüşüne, Ebû Sevr ve bir kısım ulemânın tercihine göre, tesmiye vacibtir, çünkü Adiyy hadisinde (3471) tesmiye şart kılınmıştır. Bu hükme gitmede başka karîne ve deliller de ileri sürülmüştür.

Bu mevzuda ulemânın farklı mütâlaaları var, teferruata burada girmeyeceğiz.

3- Ebû Sa'lebe hadisinin son kısmında avcı, okunu attıktan sonra avı zamanında bulamayıp birkaç gün sonra bulması halinde bunun helâl olma şartları belirtiliyor: Av  kokmadıkça helâldir. Ancak, hadisin başka vecihlerinde geldiğine göre, hayvan üzerinde, kendi okundan başka bir okun izine rastlanmamalıdır. Yani hayvanın ölmesine sâdece avcının attığı ok sebep olmuş olmalı, başka bir sebep daha araya girmemelidir. Başka bir sebebin de araya girmesi, hayvanı haram kılar. Nitekim daha önce, muallem olan köpeğe bir başka köpeğin de iştirakiyle, hayvanın yakalanması halinde avın haram olacağı belirtilmişti. Burada şu hususun bilinmesi gerek: Âlimler, ölüme sebep olan bir başka sebep derken, sadece bir başka ok izini kastetmezler, ölüme sebep olucu herhangi bir sebepten gelen bir izi kastederler. Öyle ise tereddüt halinde avın behemahal haram olacağı belirtilir. Hadisin bir başka vechi şöyle: "Hayvanda okunu bulur, herhangi bir vahşi hayvanın eserini görmezsen ve okunla öldüğünü anlarsan onu yersin."

İmam Şâfiî, ölümü avcının nazarından hariçte meydana gelen avın yenmesine hükmetmiş ise de, Nevevî ve Beyhakî gibi Şâfiî ülemâsı bunu sâbit sünnete muhalif bulurlar.

Nevevî, kokmuş yemeği Resulullah'ın haram etmediğini zikrederek, buradaki nehyin tahrimî değil, tenzihî olduğunu belirtir. Bazı âlimler üç değil iki günde geçmiş olsa kokmuşsa, yemenin mekruh olduğunu belirtirler.[5]

 

ـ3474 ـ4ـ وعن سعد بن أبي وقاص رَضِيَ اللّهُ عَنْه: ]أنَّهُ سُئِلَ عِنَ الكَلْبِ المَعَلَّمِ إذَا قَتَلَ الصَّيْدَ؟ فقَالَ:  كُلْ وَإنْ لَمْ يُبْقِ مِنْهُ إّ بَضْعَةً وَاحِدَةً[. أخرجه مالك بغاً .

 

4. (3474)- Sa'd İbnu Ebî Vakkas (radıyallâhu anh)'a öğretilmiş (muallem) bir köpek avı öldürecek olursa, yenilip yenmiyeceği sorulmuştu:

"Ye dedi, ondan sadece bir parça da kalmış olsa."[6]

 

AÇIKLAMA

 

Bu hadis, muallem köpek, üzerine gönderildiği avı yakalamakla kalmayıp, bir miktar yiyecek olsa, köpeğin artığı durumunda olan avın etinin yenilebileceğini ifade etmektedir. Hadis aslında mürsel ise de, daha  önce kaydedilen hadis bunu takviye eder. İmam Mâlik'ten gelen meşhur görüş budur. Şâfiî'nin kavl'i kadîmi de böyledir. Başka âlimler de bu görüşü benimsemiştir. Ayrıca bu görüş şu âyetin zâhirine de uygundur: "...Öğrettiğiniz avcı hayvanların sizin için tuttuklarını yiyin ve üzerine Allah'ın adını anın" [Mâide 4).

Âlimler der ki: "Köpeğin getirdiği artık parça yenir, çünkü, yemesinden sonra bâki kalan, "bize tuttuğu şey"dir, bu da âyetin zâhirine göre helâldir."

İmam Mâlik'e ve yeni görüşünde Şâfiî'ye göre köpeğin artığı yenmez, muallem de olsa. Ancak, nehiy kerâhete hamledilerek bu iki görüş cem edilmiş ve muallem köpeğin öldürdüğü ve hatta ucundan yediği avın helâl olacağı umumiyetle kabul edilmiştir. Nitekim, Ebû Dâvud'da kaydedilen bir rivayetinde, "Ebû Sa'lebe denen bir bedevî sorar:

"Ey Allah'ın Resulü, benim muallem köpeklerim var, onlar(ın avları) hakkında bana fetva ver!" der. Aleyhissalâtu vesselâm: "Senin için yakaladıklarını ye!"der. Adam tekrar sorar: "Yakaladığından yerse?"

"Yakaladığından yese de!" diye cevap verir. "[7]

 

ـ3475 ـ5ـ وعن عمرو بن شعيب عن أبيه عن جده ]أنَّ رَجًُ قالَ يَا رسُولَ اللّهِ: إنَّ لِيَ كَِباً مُكَلَّبَةً، فأفْتِنِي فِيهَا. فقَالَ: مَا أمْسَكَ عَلَيْكَ كَلْبُكَ فَكُلْ. قالَ: وَإنْ قَتَلَ. قالَ: وَإنْ قَتَلَ. قالَ: أفْتِنِي في قَوْسِي؟ قالَ: مَا رَدَّ عَلَيْكَ سَهْمُكَ فَكُلْ. قُلْتُ: وَإنْ تَغَيَّبَ عَلَيَّ؟ قَالَ: وَإنْ تَغَيَّبَ عَلَيْكَ، مَا لَمْ تَجِدْ فِيهِ أثَرَ سَهْمٍ غَيْرِ سَهْمِكَ أوْ تَجِدْهُ قَدْ صَلَّ: أي أنتنَ[. أخرجه النسائي .

 

5. (3475)- Amr İbnu Şu'ayb an ebîhi an ceddihî (radıyallâhu anhümâ) anlatıyor: "Bir adam dedi ki:

"Ey Allah'ın Resûlü, benim öğretilmiş köpeklerim var. Onlar hakkında  bana fetva ver!" Aleyhissalâtu vesselâm:

"Köpeğin senin için tuttuğu şeyi ye!" buyurdular. Adam:

"Köpek, avı öldürmüşse?" dedi.

"Öldürse de!" buyurdular.

"Yayım hakkında da bana fetva ver!" dedi.

"Okunun sana geri getirdiğini ye!" buyurdu.

"Avı gözden kaybetmişsem?"dedim. "Avı gözden kaybetsen de! buyurdu, yeter ki, av üzerinde senin okundan başka bir ok izine rastlamamış olasın. Veya onu kokmuş bulmamış olasın."[8]

 

ـ3476 ـ6ـ وعن عبداللّه بن مغفل رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]نَهَى رسولُ اللّهِ # عَنِ الخَذْفِ، وقالَ: إنَّهُ َ يَقْتُلُ الصَّيْدَ، وََ يَنْكَأُ الْعَدُوَّ. وَإنَّهُ يَفْقَأُ الْعَيْنَ ويَكْسِرُ السِّنَّ[. أخرجه الخمسة إ الترمذي.»الخذف« بالخاء المعجمة: رميك حصاة أو نواة تأخذها بين سبابتيك أو تأخذ خشبة فترمي بها بين إبهامك والسبابة.»وَنَكأتُ العودَ« إذا قشرْتَهُ، والنَّكْءُ في الجُرْحِ مُسْتَعَارُ مِنْهُ .

»وفقأتُ العَيْنَ« إذا شقَقْتَهَا وَبِخَصْتَهَا .

 

6. (3476)- Abdullah İbnu Muğaffel (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) parmakla çakıl atmayı yasakladı ve: "O, avı öldürmez, düşmanı paralamaz; ancak göz patlatır, diş kırar! " buyurdu."[9]

 

AÇIKLAMA:

 

Dilimize umumiyetle sapan diye çevrilen hazf'ı, lügatçiler iki parmak arasından çakıl veya çekirdek gibi küçük cisimleri fırlatmak olarak tarif ederler: Baş parmağın iç kısmı ile şehadet parmağının dış ucu arasında fırlatma. Mihzafe (sapan) denen âletle küçük taşların atılması da aynı masdarla ifade edilir. Bu atışların hiçbirisi av üzerinde yara açacak, kan akıtacak mahiyette değildir. Büyük hayvanlara sadece eziyet verir. Küçükleri öldürse de kan akıtmayacağı için, o av yenmez. Şu halde göz çıkarma, diş kırma nev'inden hasıl edeceği sakatlamalar av hayvanına işkenceden başka bir zarar vermez. Bu sebeplerle Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) parmak ve sapanla çakıl fırlatmayı, taş atmayı yasaklamıştır.

Bazı şârihler, helâl olan avlama tarzını bizzat Kur'an-ı Kerim'in tayin ettiğini belirtirler:

"Ey iman edenler! Gıyabında kendisinden kimin korktuğunu ortaya koymak için (ihramlıyken) elinizin ve mızraklarınızın ulaştığı avdan bir şeyle, Allah andolsun ki sizi imtihan eder" (Maide 94).

Şu halde âyet, avlamada "elle tutmayı" "rimâh" yani "mızraklarla öldürmeyi" esas almaktadır. Mızrağın zikri, avın yaralayıcı aletle olması gereğine işarettir. Taş atmakla, sopa vurmakla öldürülen av helâl olmaz. Bu çeşit öldürülene mevkûze denir, temiz değildir, necistir, yenmez. Mevkûze'nin yenebilmesi için ölmezden önce ayrıca bıçak vurulması, kan akıtılması gerekir. Bıçak yetişmeden, darbe tesiriyle ölen hayvan yenmez.[10]

 

ـ3477 ـ7ـ وعن جابر رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]نَهَى رَسُولُ اللّهِ # عَنْ أكْلِ صَيْدِ كَلْبِ المَجُوسِي[. أخرجه الترمذي .

 

7. (3477)- Hz.Câbir (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm), mecusî köpeğinin avladığı avın etini yemeyi yasakladı."[11]

 

AÇIKLAMA:

 

Begavî, bu hadisi açıklarken der ki: "Müslüman kimsenin mecusinin köpeğiyle avladığı helâldir. Ama mecusinin müslüman köpeğini kullanarak avladığı haramdır, ancak müslüman, hayvan ölmezden önce ona yetişir ve keserse bu takdirde helâl olur. Şayet bir müslüman ve bir  mecusi av üzerine köpek göndermedeortak davransalar ve hayvan avı yakalasa ve öldürse bu hayvan haramdır Aliyyül'l-Kâri der ki: "Hayvanın etinin yenmesi için, ulemânın: "Keseni müslüman olmalıdır" şartını koyması, âyette geçen İmma zekkeytum (Mâide, 3) ibâresine dayanır. Keza kitâbî olması şartı da   "...Kitap verilenlerin yemeği size helâl, sizin yemeğiniz de onlara helâldir" (Mâide 5) âyetine dayanır. Burada helâl olan yemeklerinden murad (şeriatlarının esasına uygun olarak) kestikleridir. Zira, kesilen cinsten olmayan mutlak yiyecek hangi kâfirden olursa olsun helâldir. Kitâbîlerin kestiklerinin helâl olması için, kesim sırasında kitâbînin Allah'ın isminden başka bir isim zikretmemesi şart koşulmuştur. Öyle ki, kesim sırasında Hz. İsa'nın  ismi veya bir azizin ismiyle kesecek olsa, kestiği yenmez. Zira âyette "...Allah'tan başkası için kesilen hayvanı haram kılmıştır" (Bakara 173) buyrulmuştur. Tevhide inanmadıkları için mecûsî ve putperestlerin kestikleri yenmez."[12]


 

[1] Buhârî,  Büyû: 3, Zebâih: 1, 2, 3, 7, 8, 9, 10, Tevhid: 13; Müslim, Sayd: 1, (1929); Ebû Dâvud, Sayd: 2, (2847-2851); Tirmizî, Sayd: 1-7, (1465-1471); Nesâî, Sayd: 1-8, (7, 179-183), 19-23, (7, 193-195); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/267.

[2] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/267-268.

[3] Buharî, Sayd: 4, 10, 14; Müslim, Sayd: 12-14, (1932); Ebû Dâvud, Sayd: 2, (2850, 2855, 2856, 2857); Tirmizî, Sayd: 1, (1464); Nesâî, Sayd: 4, (7, 181); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/268.

[4] Müslim, Sayd: 9, (1931); Ebû Dâvud, Sayd: 4, (2861); Nesâî, Sayd: 20, (7, 193, 194); Buhârî, Sayd: 8; İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/269.

[5] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/269-271.

[6] Muvatta, Sayd: 7, (2, 493); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/271.

[7] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/271-272.

[8] Nesâî, Sayd: 16, (7, 191); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/272.

[9] Buhârî, Edeb: 122, Tefsîr Feth: 5, Zebâih: 5; Müslim, Sayd: 54, (1954); Ebû Dâvud, Edeb: 178, (5270); Nesâî, Kasâme: 37, (8, 47); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/273.

[10] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/273.

[11] Tirmizî, Sayd: 2, (1466); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/273.

[12] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/273-274.