ONALTINCI FASIL

 

İNSANLARIN KUSURLARINI ARAŞTIRMAK VEYA ÖRTMEK

 

ـ3429 ـ1ـ عن ابن عمر رَضِيَ اللّهُ عَنْهما قال: ]صَعِدَ رَسُولُ اللّهِ # المِنْبَرَ فَنَادَى بِأعَْ صَوْتِهِ: يَا مَعْشَرَ مَنْ أسْلَمَ بِلِسَانِهِ وَلَمْ يُفْضِ ا“يمَانُ إلى قَلْبِهِ، َ تُؤْذُوا المُسْلِمِينَ، وََ تُعَيِّرُوهُمْ، وََ تَتَبَّعُوا عَوْرَاتِهِمْ، فإنَّهُ مَنْ تَتَبَّعَ عَوْرَةَ أخِيهِ المُسْلِمِ تَتَبَّعَ اللّهُ عَوْرَتَهُ، وَمَنْ تَتَبَّعَ اللّهُ عَوْرَتَهُ يَفْضِحَهُ وَلَوْ في جَوْفِ رَحْلِهِ، وَنَظَرَ ابنُ عُمَرَ يَوْماً إلى الْكَعْبَةِ فقَالَ: مَا أعْظَمَكَ! وَمَا أعْظَمَ حُرْمَتَكَ! وَالمُؤْمِنُ أعْظَمُ حُرُمَةً عِنْدَ اللّهِ مِنْكَ[. أخرجه الترمذي .

 

1. (3429)- Hz.Abdullah İbnu Ömer (radıyallâhu anhümâ) anlatıyor: "(Bir gün) Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) minbere çıkıp yüksek sesiyle şöyle nidâ etti:

"Ey diliyle müslüman olupda kalbine iman nüfuz etmemiş olan (münafık)lar! Müslümanlara eza vermeyin, onları kınamayın, kusurlarını araştırmayın.  Zira, kim müslüman kardeşinin kusurunu araştırırsa, Allah da kendisinin kusurlarını araştırır. Allah kimin kusurunu araştırırsa, onu, evinin içinde (insanlardan gizli) bile olsa rüsvay eder."

İbnu Ömer bir gün Ka'be'ye nazar etti ve:

"Şânın ne yüce, hürmetin ne yüce! Ancak mü'minin Allah yanındaki hürmeti senden de yüce!" dedi."[1]

 

AÇIKLAMA:

 

1- Burada Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) insanların kusurlarını araştırmayı münâfıklık olarak ifâde buyurmaktadır. Zîra diliyle müslüman olup kalbine iman ulaşmayanlar münafıktır. Ancak imanı "kemaliyle" diyerek kayıtlayacak olursak  müslümanın da kastedildiği anlaşılır ve böylece hitaba müslüman ve münâfık her iki grup da dâhil olur. Şârihler hadisi böyle anlarlar. Nitekim hadisin devamında "kim müslüman kardeşinin kusurunu araştırırsa"tabiri için, müslüman kardeşi tabiri geçmektedir. Münâfık müslümana kardeş olamayacağına göre, Resûlullah, hitabında fâsık müslümanı da kastetmiş olmaktadır. Şu halde, hadiste sadece münâfıkların kastedildiğini söyleyenler hadisin zâhirine muhalefet etmiş olur. Hadisin daha âmm olan vechiyle hükmetmek daha doğru, daha isâbetli olur.

2- Müslümanlara eza vermeyin ibâresindeki müslümanlar'la "kâmil müslümanlar", yâni diliyle ikrar eden ve kalbiyle de inanmış bulunan müslümanlar kastedilmiş olmaktadır.

3- Müslümanın kınanması demek, geçmiş zamanda işlediği günahları, hataları, kusurları sebebiyle ayıplanması geçmişinin başına kakılması demektir. Âlimler, müslüman kişi hâlini düzeltmiş ise, eski günahlarından tevbe ettiğinin bilinmesi ile bilinmemesi arasında fark görmezler, her iki halde onların başına kakılmasının câiz olmayacağını söylerler.

Ancak, işlemekte olduğu esnada görülen veya yakın zamanda işlemiş olduğu ve fakat tevbe ettiği görülmeyen günahı sebebiyle ayıplanmasına gelince, bu işin, muktedir olan herkese vacib olduğu belirtilmiştir. Hatta duruma göre fiiline hadd veya ta'zir gerekebilir. Bu durumda müdahale, emr-i bi'lmâruf ve nehy-i ani'lmünker sınıfına girer.

4- Müslüman kardeşinin kusurunu araştırmama emri, "kâmil müslüman" diye  kayıtlanmıştır. Fâsık bu yasaktan hariç tutulmuştur, çünkü ondan sakınmak ve başkalarını da sakındırmak gerekir.

Müslümanın kusurunu araştırmayı âyet-i kerime de yasaklamıştır: "Mü'minler arasında hayasızlığın yayılmasını arzu edenlere, işte onlara, dünya ve âhirette can yakıcı azâb vardır. Allah bilir, siz ise bilmezsiniz" (Nur 19).

"Ey iman edenler! Zannın çoğundan sakının. Zira zannın bir kısmı günahtır. Birbirinizin (kusurunu arayıp) tecessüs etmeyin, kimse kimseyi gıybet etmesin. Hanginiz ölü kardeşinin etini yemekten hoşlanır...?" (Hucurat 12).

5- Bu hadiste müslümanın hürmetinin Ka'be'den üstün olduğu ifade edilmektedir. Bu ifâde sadedinde olduğumuz rivayette İbnu Ömer'in sözü gibi gözükmektedir. Ancak hadisin İbnu Mâce'deki vechinde, ifadenin Resûlullah'a ait olduğu sarihtir: "İbnu Ömer der ki: "Ben Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'ı tavaf ederken gördüm. Ziyâret sırasında Ka'be'ye hitaben şunu söylüyordu: "Sen ne temizsin, senin kokun da ne hoş, ne temiz. Sen ne ulusun, senin hürmetin ne yüce. Muhammed'in ruhunu elinde tutan Zât'a yemin ederim ki, mü'minin Allah indindeki hürmeti, mal ve canının hürmeti, senin hürmetinden daha büyük. Mü'min hakkında hayırdan başka zanda bulunmamızın hürmeti (haramlığı) da böyledir. (Biz onun hakkında sâdece hüsn-i zanda bulunmakla mükellefiz.)"

İnsanın hürmetinin Ka'be'nin hürmetinden yüce oluşu ilk nazarda garipsenebilir. Ama âyet-i kerime'nin, insanı "mükerrem" (İsra 70) ve "yeryüzünün halifesi" (En'am 25) ilân ettiğine dikkat eder ve yine Kur'an'da bir insanın haksız yere öldürülmesinin bütün insanlığı öldürmeye denk tutulduğu'nu (Mâide 32) göz önüne alırsak meseleyi hakkıyla takdir edebiliriz.[2]

 

ـ3430 ـ2ـ وعن عقبة بن عامر رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]قال رَسُولُ اللّهِ #: مَنْ رَأى عَوْرَةً فَستَرَهَا كَانَ كَمَنْ أحْيَا مَوْءُودَةً[. أخرجه أبو داود .

 

2. (3430)- Ukbe İbnu Âmir (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Kim bir ayıp görür ve onu örterse, diri diri gömülmüş bir kızı ihya etmiş gibi olur."[3]

 

ـ3431 ـ3ـ وعن أبي هريرة رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]قال رَسولُ اللّه #: َ يَسْتُرَ عَبْدٌ عَبْداً في الدُنْيَا إَّ سَتَرَهُ اللّهُ تَعَالىَ يَوْمَ الْقِيَامَةِ[. أخرجه مسلم .

 

3. (3431)- Ebû Hüreyre (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Bir kul dünyada bir kulu örterse, Allah Kıyamet günü onu mutlaka örter."[4]

 

ـ3432 ـ4ـ وعن زيد بن وهب قال: ]أتى ابنَ مَسْعُودٍ رَضِيَ اللّهُ عَنْه فَقِيلَ لَهُ: هذَا فَُنٌ تَقْطُرُ لِحْيَتُهُ خَمْراً. فقَالَ عَبْدُاللّهِ رَضِيَ اللّهُ عَنْه: إنَّا قَدْ نُهِيْنَا عَنِ التَّجَسُّس وَلَكِنْ إنْ يَظْهَرْ لَنَا شَىْءٌ نَأخُذْ بِهِ[. أخرجه أبو داود .

 

4. (3432)- Zeyd İbnu Vehb anlatıyor: "İbnu Mes'ud (radıyallâhu anh)'a (bir adam) getirilip: "Şu herif falancadır, sakalından şarap damlıyor" denildi. Abdullah (radıyallâhu anh):

"Ben tecessüsten men edildim. Lâkin bize bir şey zâhir olursa onu ele alırız!" cevabını verdi."[5]

 

AÇIKLAMA:

 

Bu hadisler müslümanda görülecek çirkin bir hal, bir davranış olursa onun gizlenmesi, neşredilmemesi gereğini takrir etmektedir. Âlimler: "Bu fiil yapılmış, bitmiş bir günah bile olsa örtülmelidir, yeter ki fâili onu gizli yapmış bulunsun" demiştir.Tâbiî ki bu açıklama, fıskını alenî yapan fâsığın örtülmesinin gerekmeyeceğini ifade eder. Âlimler bu ma'nâyı: "Fâsık-ı mütecâhiri gıybet günah değildir" diye bir başka tarzda hükme bağlamışlardır.

İslâmî âdâb, alenî işlenmeyen günahların peşine düşülmesini yasaklamıştır. İctihadla değil, nassla mâsiyet olduğu sabit olan bir günah alenî işlenecek olursadevlet yetkililerinin müdâhale hakkı doğar. Hâdisenin alenîyet kazanması iki şâhiddir. Zina suçunda dört erkek şâhid şart koşulmuştur. İslam, günümüzde olduğu gibi, hususî ve görünmez tedbirlerle, gizli istihbarat teşkilatlarıyla ayıpların araştırılmasına, mâsiyet olduğu nassla kesinlikle sabit olmayan -bir başka deyişle ferdî ictihadla masiyet olduğuna hükmedilen hususlarda- insanlara devlet görevlisinin bile müdahale etmesine müsaade etmez. Bu çeşit müdâhalelerin insanları ifsâd edeceği kabul edilmiştir. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm): "Eğer sen insanların kusurlarını araştıracak olursan onları ifsad edersin -veya- ifsâd noktasına getirirsin" buyurmuştur.

Bir başka hadiste Aleyhissalâtu vesselâm: "Eğer emîr (devlet reisi) insanlar arasındaki şüpheli şeylerin peşine düşecek olursa onları ifsâd eder" buyurmuştur.

Bilhassa günümüzde diktatörlüğün artıp, insanların inançlarına varıncaya kadar, -Ben size müsaade etmeden inanır mısınız?.... ellerinizi ayaklarınızı çaprazlama keseyim de görün!" (A'râf 123) diyen Firavunvâri- devlet müdahaleciliğinin arttığı bir devrede, yüce dinimizin  bu prensibinin daha iyi anlaşılması için 3430 numarada özet olarak kaydedilen Ukbe İbnu Âmir hadisini aynen kaydediyoruz. İbretle okunmalıdır:

Ukbe'nin kâtibi Duceyn[6] anlatıyor: "Ukbe'ye:

"Benim bazı komşularım var, şarap içiyorlar, onları polise haber vermek istiyorum, gelip götürsünler" dedim. Kabul etmeyip:

"Bunu yapma, ancak onlara va'z u nasihat  et ve (ihbar ederim diye) tehdid et!"dedi. Ben öyle yaptım ama yine de vazgeçmediler. Tekrar Ukbe (radıyallâhu anh)'a geldim ve: "Ben (dediğiniz gibi) onları şaraptan nehyettim ama dinlemediler, içmeye devam ediyorlar. Artık polis çağıracağım, gelip yakalasınlar!" dedim. Ukbe yine razı olmadı ve:

"Yazık sana, bu yapılır mı? Zira ben Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın şöyle söylediğini işittim: "Kim bir mü'minin kusurunu örterse, kabre diri gömülmüş kızcağıza hayat vermiş gibi olur" cevabını verdi."[7]


 

[1] Tirmizî, Birr: 85, (2033); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/221.

[2] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/221-222.

[3] Ebû Dâvud, Edeb: 45 (4891); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/223.

[4] Müslim, Birr: 72, (2590); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/223.

[5] Ebû Dâvud, Edeb: 44, (4890); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/223.

[6] Ukbe İbnu Âmir sahâbîdir ve Mısır'da vâlilik yapmıştır.

[7] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/223-224.