DÖRDÜNCÜ FASIL

 

MECLİS (OTURMA) ÂDÂBI

 

ـ3316 ـ1ـ عن أبي سعيد الخدري رَضِيَ اللّهُ عَنْهُ قال: ]قال رسولُ اللّه #: إيّاكُمْ وَالجُلُوسَ في الطُّرُقَاتِ. قَالُوا يا رَسُولَ اللّهِ: مَا لَنَا بُدٌّ مِنْ مَجَالِسِنَا، نَتَحَدَّثُ فيهَا. فقَالَ: إذَا أبَيْتُمْ إَّ المَجْلِسَ فَأعْطُوا الطَّرِيقَ حَقَّهُ. قَالُوا: وَمَا حَقُّهُ يَا رسولَ اللّهِ؟ قال: غَضُّ الْبَصَرِ، وَكَفُّ ا‘ذَى، وَرَدُّ السََّمِ، وَا‘مْرُ بِالْمَعْرُوفِ، وَالنَّهْيُ عَنِ المُنْكَرِ[. أخرجه الشيخان وأبو داود.وزاد في أخرى عن عمر: »وَتُغِيثُوا المَلْهُوفَ، وَتَهْدُوا الضَّالَّ« .

 

1. (3316)- Ebû Saîd el-Hudrî (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)  (bir gün):

"Sakın yollarda oturmayın!" buyurmuştu.

"Ya Resulullah dediler, oturmadan edemeyiz, oralarda (oturup) konuşuyoruz."

"Mutlaka oturacaksınız, bari yola hakkını verin!" buyurdu. Bunun üzerine:

"Ey Allah'ın Resûlü, onun hakkı nedir?" diye sordular.

"Gözlerinizi kısmak, (gelip geçeni) rahatsız etmemek, selama mukabele etmek, emr bi'lma'ruf nehy-i ani'lmünker yapmaktır!" dedi."[1]

Hz. Ömer'den yapılan bir başka rivayette şu ziyade var: "Yardım isteyen  mazluma yardım edersiniz, yolunu kaybedene rehber olursunuz."[2]

 

AÇIKLAMA:

 

1- Hadiste, Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)  Ashâb-ı Kiram hazerâtına yollarda oturmamalarını söylediği halde, onların itirazları mevzubahis olmaktadır. Bu durumdan "Ashab, Resulullah'a itiraz eder miydi?" diye bir soru akla gelebilir.

Kadı İyâz şu açıklamayı sunar: "Hadiste, Aleyhissalâtu vesselâm'ın onlara olan emrinin vücub için olmayıp teşvik ve daha iyiyi gösterme maksadını güttüğüne delil vardır. Zira, eğer vücub anlamış olsalardı kesinlikle bu itirazı yapmazlardı. Emirlerin vacip ifade etmediği iddiasında olanlar bu hadisle de istidlâl ederler.

İbnu Hacer  der ki: "Ashabın, ihtiyaçları sebebiyle  şikayet mevzuu yaptıkları hususu hafifletici bir nesh vâki olmasını ümid etmiş olmaları da muhtemeldir. Bu söylediğimizi, şu rivayet de te'yid etmektedir: "Kavm bunu bir vecîbe zannetti." Bir başka rivayette şöyle derler: "Biz zararsız bir şey için otururuz, oturur konuşuruz, müzâkerelerde bulunuruz."

2- Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)  ashabın itirazı üzerine bazı şartlarla yolda oturmaya izin verir. Bu şartlar muhtelif rivayetlerde farklı ziyadeler halinde 14 ayrı âdâba çıkmaktadır:

1) Selam vermek,

2) Güzel söz,

3) Hapşırana yerhamukâllah demek,

4) Selama mukabele,

5) Yük taşıyana yardım,

6) Mazluma yardım,

7) İmdat isteyene koşmak,

8) Yol sorana göstermek,

9) Yolunu kaybedene rehber olmak,

10) Emr-i bi'lma'rufta bulunmak,

11) Münkerden nehyetmek,

12) Eza vermekten kaçınmak,

13) Gözünü (haramdan) kısmak,

14) Allah'ı çokça zikretmek.

Bu hususların ehemmiyeti çeşitli hadislerde takrir edilmiştir.

Sokakta oturma yasağına, genç kadınların da hazır bulunarak fitneye düşme endişesi de müessir olmalıdır. Çünkü, ihtiyaçları sebebiyle dışarı çıkmaktan ve sokaklardan geçmekten kadınlar yasaklanmamış oldukları için, onlara bakmadan hâsıl olacak fitne endişesi vardı. Keza evinde kaldığı takdirde faydalı bir meşguliyet içinde olması muhtemelken sokağa çıkarak gerek Allah'ın ve gerekse müslümanların bir kısım hukukunu ihlal etmesi, bazı münkerleri görmesi gibi zararlı ihtimaller de mevcuttu. Bu  durumda müslümana emr-i bi'lma'ruf ve nehy-i ani'lmünker terettüp eder,  yapmazsa günaha girer, keza gelip geçenlere selam vermek durumunda kalır, bu çokça hâsıl olursa her gördüğüne mukabele etmekten aciz kalabilir, böylece  farzın  terki ile günaha girer. Kişi fitneden kaçmak ve nefsini sindirmekle sorumludur. Bütün bu sebeplere binaen Şârî, yollarda oturmayı terke çağırdı, ashab, birbirleriyle anlaşma, görüşme, dinî meseleleri müzakere, mübah şeyleri konuşarak gönüllerini ferahlatmak gibi bazı maslahatlar sebebiyle yolda oturmaya olan ihtiyaçlarını zikrettiler. Resulullah da onlara mezkur mahzurları izale edici tedbirlere riayet kaydıyla yollarda oturmaya ruhsat verdi. Yukarıda zikredilen ondört maddelik âdâbtan herbiriyle ilgili muhtelif hadisler ve hatta âyetler vârid olmuştur.[3]

 

ـ3317 ـ2ـ وعن ابن عمر رَضِيَ اللّهُ عَنْهُما قال: ]قال رسولُ اللّه #: إذَا كَانُوا ثََثَةً فََ يَتَنَاجَى اثْنَانِ دُونَ الثَّالِثِ فإنَّ ذلِكَ يُحْزِنُهُ[. أخرجه الثثة وأبو داود. وأخرجه الخمسة إ النسائي عن ابن مسعود رَضِيَ اللّهُ عَنْهُ بمعناه .

 

2. (3317)- İbnu Ömer (radıyallâhu anhümâ) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)  buyurdular ki: "Üç kişi beraberken, ikisi aralarında hususî  konuşmasınlar, bu öbürünü üzer."[4]

Bu ma'nâda bir rivayet İbnu Mes'ud (radıyallâhu anh)'dan gelmiştir. Hadisi Buhârî, Müslim, Ebû Dâvud ve Tirmizî kaydetmişlerdir.[5]

 

AÇIKLAMA:

 

1- Necve, fısıldaşmak, gizli konuşmak ma'nâsına gelir. Bu hadis üç kişilik bir gruptan, iki kişinin üçüncüyü hariç kılarak fısıldaşmalarını yasaklamaktadır. Ya konuşma müştereken olmalıdır veya alenî olmalıdır. Bir başka hadiste bunlara bir başkasının katılması halinde, hususî konuşmaya cevaz vermektedir. Çünkü bu sırada öbürleri de aralarında konuşabilirler.

Yani esas  itibariyle hususî konuşma yasaklanmış değildir. Üç kişiden ikisinin hususî konuşması yasaklanmıştr.

Hususî konuşma üzerine âyet de mevcuttur: "Ey iman edenler gizli konuştuğunuz zaman, günah işlemeyi, düşmanlık etmeyi ve peygambere karşı gelmeyi fısıldaşmayın" (Mücadele 9).

İbnu Ömer, üç kişiden biriyle hususî konuşmak isteyince, dördüncü birini daha çağırdıktan sonra: "Siz ikiniz biraz istirahat buyurun" der, arkadaşıyla hususî konuşurmuş.

Bazı âlimler: "Bu cemaat on kişi de olsa, bir kişiyi yalnız bırakarak hususî konuşamazlar" diyerek mevzuya açıklık kazandırmışlardır.

Hadiste esas olan, bir kişinin yalnız bırakılmamasıdır. O, kendi aleyhinde bir konuşma yapıldığı vehmine kapılabilir ve kopma husule gelir. İmam Mâlik: "Bu, insanların birbirlerine buğzedip kopmalarını önleyen güzel bir edebtir" demiştir.

Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)  hususî konuşmakta olan iki kişiye, onlardan izin almadan sokulmayı da yasaklamıştır:

 اِذَا تَنَاجَىْ اِثْنَانِ فََ يَدْخُلْ مَعَهُمَا غَيْرُهُمَا حَتّى يَسْتَأْذِنَهُمَا

Son olarak şunu da belirtelim ki, bazı âlimlerin: "Bu yasak, sefer halinde kişinin kendisini emniyette hissedemediği, arkadaşına güvenmediği veya tanımadığı veya emin olmayıp kendisinden korktuğu yerlerle ilgilidir, hazerde ve emniyetli yerlerde hususî konuşmanın mahzuru yoktur" dediği de rivayet edilmiştir. Nitekim Ahmed İbn Hanbel şu hadisi rivayet etmiştir: "Resulullah buyurdu ki: "Üç kişi bir tenha yerde iseler, bunlardan ikisinin hususî konuşması helâl olmaz."

Ancak çoğunluk bu yoruma katılmaz. Kurtubî "Bu  boş bir iddia, delile dayanmayan bir tahsistir" der. İbnu'l-Arabî de: "Hadis lafzıyla da, ma'nâsıyla da âmmdır. Yasağın illeti "üzmek"tir. Bu ise hazerde, seferde mevcuttur. Dolayısıyla yasağın iki hale de şâmil olması gerekir." der.[6]

 

ـ3318 ـ3ـ وعن أنس رَضِيَ اللّهُ عَنْهُ قال: ]لَمْ يَكُنْ شَخْصٌ أحَبَّ إلَيْهِمْ مِنْ رسولِ اللّه #: وَكَانُوا إذَا رَأوْهُ لَمْ يَقُومُوا لَهُ، لِمَا يَعْلَمُونَ مِنْ كَرَاهِيتِهِ لِذلِكَ[. أخرجه الترمذي .

 

3. (3318)- Hz. Enes (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Ashab'a Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) 'dan daha sevgili kimse yoktu. Buna rağmen Aleyhissalâtu vesselâm'ı gördükleri zaman ayağa kalkmazlardı, çünkü O'nun  bundan hoşlanmadığını biliyorlardı."[7]

 

ـ3319 ـ4ـ وعن أبي أُمامة رَضِيَ اللّهُ عَنْهُ قال: ]خرَجَ  عَلَيْنَا رسولُ اللّهِ # يَوْماً عَلى عَصَا فَقُمْنَا إلَيْهِ. فَقَالَ: َ تَقُومُوا كَمَا تَقُومُ ا‘عَاجِمُ يُعظَّمُ بَعْضُهَا بَعْضاً[. أخرجه أبو داود.

 

4. (3319)- Ebû Ümâme (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Bir gün Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)  yanımıza geldi, elinde bir âsa (değnek) vardı. Biz ayağa kalktık.

"Yabancıların birbirlerini büyüklemek için ayağa kalkmaları gibi ayağa kalkmayın" buyurdu."[8]

 

ـ3320 ـ5ـ وعن أبي مِجْلَزٍ قال: ]خَرَجَ مُعَاوِيَةُ عَلى ابْنِ الزُّبَيْرِ وَابنِ عَامِرٍ رَضِيَ اللّهُ عَنْهُم. فَقَامَ ابْنُ عَامِرٍ وَجَلَسَ ابْنُ الزُّبَيْرِ. فَقَالَ مُعَاوِيَةُ بْنِ عَامِرٍ: اجْلِسْ فَإنِّي سَمِعْتُ رسولَ اللّهِ # يَقُولُ: مَنْ سَرَّهُ أنْ يَمْثُلَ لَهُ الرِّجَالُ قِيَاماً فَلْيَتَبَوَّأْ مَقْعَدَهُ مِنَ النَّارِ[. أخرجه أبو داود والترمذي .

 

5. (3320)- Ebû Miclez rahimehullah anlatıyor: "Hz. Muâviye (radıyallâhu anh), İbnu'z-Zübeyr ve İbnu Âmir (radıyallâhu anhüm)'in yanlarına geldi. İbnu Âmir ayağa kalktı, İbnu'z-Zübeyr oturdu (kalkmadı). Hz. Muâviye (radıyallâhu anh), İbnu Âmir'e:

"Otur, zira Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) 'ın: "İnsanların kendisi için ayağa kalkmalarından hoşlanan kimse ateşteki yerini hazırlasın" buyurduğunu işittim" dedi.[9]

 

ـ3321 ـ6ـ وعن ابن عمر رَضِيَ اللّهُ عَنْهُما قال: ]قال رسولُ اللّهِ #: َ يُقِيمَنَّ أحَدُكُمْ رَجًُ مِنْ مَجْلِسِهِ ثُمَّ يَجْلِسُ فِيهِ وَلَكِنْ تَوَسَّعُوا وَتَفَسَّحُوا يَفْسَحِ اللّهُ لَكُمْ. وَكَانَ ابْنُ عُمَرَ رَضِيَ اللّهُ عَنْهُما إذَا قَامَ رَجُلٌ مِنْ مَجْلِسِهِ لَمْ يَجْلِسْ فِيهِ[. أخرجه الخمسة إ النسائي .

 

6. (3321)- İbnu Ömer (radıyallâhu anhümâ) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)  buyurdular ki: "Sizden kimse, bir başkasını yerinden kaldırıp sonra da oraya oturmasın. Ancak (halkayı) genişletin, yer açın, Allah da size genişlik versin."

Birisi yerinden kalkacak olsa, Abdullah İbnu Ömer (radıyallâhu anhümâ), oraya oturmazdı."[10]

 

AÇIKLAMA:

 

Buraya kadar kaydettiğimiz altı hadisin altısı da, hürmeten insanlara ayağa kalkmayı yasaklamaktadır. Aksini ifade eden rivayetlerin de varlığı sebebiyle bu mevzu ülemâ arasında epeyce münakaşa edilmiştir. Nevevî başta, bir kısım ulema tecviz ederken, İbnu'l-Hâcc el-Mâlikî başta, bir kısmı da bunun caiz olmadığına hükmetmiştir.

el-Ezkâr'da Nevevî şunları söyler: "Cemaate dâhil olana kalkmak suretiyle ikramda bulunmaya gelince, bize göre, bu gelen zât, herkesçe bilinen ilim irfan sahibi, şerefi, mevkii, makamı olan birisi ise buna kalkmak müstehabtır. Bu kalkma birr'dir, ikramdır, ihtiramdır, riya ve yersiz büyükleme değildir. Selef ve halefin adeti hep böyle olmuştur. Ben bu hususta müstakil bir risale (cüz) telif ettim. Risalede cevaza delâlet eden hadisleri, Selefin söz ve  fiillerini topladım. Ayrıca muhalif rivayetleri de koyup bunlara da cevaplar verdim. Bu mevzuda tereddüde düşen, kitabı görmek isterse, tereddüdünün zâil olacağını ümid ediyorum."

İbnu'l-Hacc el-Mâlikî, Nevevî'nin bu risalesini el-Medhal'inde aynen nakleder. Nevevî'nin her bir delilini kendince tenkid eder. Nevevî'nin dayandığı en kuvvetli delil, Sahîheyn'de geçen şu rivayettir: "Kureyzalılar Sa'd'ın hakemliğine razı olunca Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)  Sa'd'ı çağırdı. Sa'd gelince: "Büyüğünüz geldi, ayağa kalkın" dedi.

İbnu'l-Hâcc, bu rivayetle ilgili şu açıklamayı yapar: "Buradaki ayağa kalkma emri, münakaşa edilen meseleyle ilgili değildir. Bu, onun bineğinden indirilmesi için verilmiş bir emirdi. Çünkü Sa'd hasta idi. Nitekim onun hasta olduğu bazı rivayetlerde belirtilmiştir.

Hâfız İbnu'l-Hacer der ki: "Ahmed İbnu Hanbel'in Müsned'inde, Hz. Âişe'nin bir rivayetinde Benû Kureyza gazvesi ile ilgili kıssada Sa'd İbnu Muaz (radıyallâhu anh)'ın geliş hikayesi uzunca anlatılır. Burada Ebû Saîd der ki: "Sa'd İbnu Muaz görünür görünmez, Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm): "Efendinize kalkın!" buyurdu, onlar da onu indirirler. Bu rivayetin senedi hasendir."[11] Bu ziyâde, münakaşası olan ayağa kalkmanın meşruluğuna Sa'd kıssasından istidlâl etmeyi yaralar."

İmam Nevevî hazretlerinin dayandığı hadislerden biri de Ka'b İbnu Mâlik'in tevbesiyle ilgili rivayette (654. hadis) geçen şu ibaredir: "Talha İbnu Ubeydillah kalktı,  bana doğru koşup musafaha yaptı ve beni tebrik etti."

İbnu'l-Hacc buna da: "Talha İbnu Ubeydillah onu tebrik etmek, musafaha etmek için kalkmıştır, eğer kalkması, münakaşa edilen meseleyle ilgili olsaydı, o bu işte yalnız kalmazdı. Oysa, Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) 'ın da ona kalktığı veya kalkmayı emrettiği veya orada hazır olanlardan birinin bunu yaptığı rivayet edilmiştir. Kalkma işini, aralarındaki kuvvetli muhabbet sebebiyle sadece Talha yapmıştır. Çünkü âdet böyledir. Bilindiği üzere tebrik, müjdeleme ve benzeri davranışlar aradaki sevgi ve samimiyete göre cereyan eder. Selam bunun aksinedir, çünkü o, tanıdık tanımadık herkese karşı meşru bir davranıştır."

Nevevî hazretlerinin dayandığı hadislerden biri Hz. Âişe'nin bu rivayetidir: "Ben suretçe, sîretçe, doğrulukça, Resulullah'a Fatıma (radıyallâhu anhâ) kadar benzeyen bir başkasını görmedim. O, Resulullah'ın yanına girince, kalkar, elinden tutar, onu öper ve kendi yerine  oturturdu: "Resulullah onun yanına girince, Fâtıma babasına kalkar, elinden tutar, öper ve yerine oturturdu."

Ebû Dâvud, Tirmizî ve Nesâî'de gelen bu rivayetle ilgili olarak İbnu Hâcc şu açıklamayı yapar: "Resulullah'ın bu kalkışı muhtemelen, kızına ikram olsun diye yerine oturtmak  içindi, münakaşa edilen ma'nâda bir kalkma değildir. Hususen evinin darlığı ve serginin azlığı göz önüne alınacak olursa bu husus daha iyi anlaşılır. Onun yerine oturtma arzusu mutlaka kalkmasını gerektiriyordu."

Nevevî'nin dayandığı bir diğer rivayet, Ebû Dâvud'un Ömer İbnu's-Sâib'ten kaydettiği şu hadistir: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)   bir gün oturuyordu. Ömer İbnu Sâib'in süt babası yanına geldi. Aleyhissalâtu vesselâm elbisesinin bir kısmını onun için yere koydu o da üzerine oturdu. Sonra annesi geldi. Elbisesinin diğer taraftaki kısmını da onun için yere yaydı, annesi de bunun üzerine oturdu. Sonra süt kardeşi geldi. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)  "kalkıp" onu da önüne oturttu."

İbnu'l-Hacc, bunu da şöyle cevapladı: "Eğer bu kalkış, münakaşa edilen ma'nâdaki kalkış olsaydı, Resulullah'a ebeveyn, kardeşten daha üstün olması gerekirdi. (Halbuki ebeveyni için kalkmayıp) kardeşi için kalktı, öyleyse bu kalkma ya örtüyü yahut da  yeri genişletmek içindi."

Nevevî ile İbnu'l-Hacc arasındaki cedel uzar. Bazı âlimler, bu rivayetleri te'lif etmeye çalışmıştır. Mesela bazıları der ki:

"Enes hadisi, münakaşalı olan kişinin kişiyi görünce ayağa kalkması meselesine temas eder. Hz. Âişe hadisin zâhiri bunun caiz olduğunu gösterir. İbnu'l-Hacc'ın bu hadisle ilgili cevabı tatminkâr değildir. İkisini cem hususunda ihtilaf edilmiştir."

Bazıları: "Enes hadisi tenzihî kerâhete delâlet eder" derken, bazıları da: "Bu büyükleme yoluyla kalkmaya hamledilir" demiştir.

Keza: "Hz. Âişe hadisi, birr ve ikram yoluyla kalkmaya delâlet eder" denmiştir, başka yorumlar da yapılmıştır. Şurası muhakkak ki, kişinin, hastayı bineğinden indirmek için kalkması, yahut seferden gelen için kalkması, nimete eren için tebrik maksadıyla kalkması, yeri genişletmek için kalkması  bi'l-ittifak caizdir.

Aynî, Ebû'l-Velid İbnu Rüşd'den şu notu kaydeder:

"Ayağa kalkma dört çeşittir:

1- Yasak olan kalkma: Bu büyüklenerek kendisine ayağa kalkılmasını isteyenler için yapılan kalkmadır. Burada sadece kendisini büyüklemek maksud olmayıp, kendine kalkanları küçültme duygusu da vardır.

2- Mekruh olan kalkma: Bu, kalkanlara karşı kibirlenmeyen, büyüklenmeyen, fakat bu yüzden içine, yasak olan büyüklenme duygusunun düşmesinden korkulan kalkmadır. Bunda ayrıca, cebbarlara benzeme durumu da vardır.

3- Caiz olan kalkma: Bu, hiç arzu etmeyenlere, birr ve ikram olsun diye yapılan ayağa kalkmadır, bunda cebbârlara benzemeyeceği hususunda tam bir  kanaat olmalıdır.

4- Mendup olan kalkma: Bu, seferden dönenlere, gelişlerinden sevinilerek, selam vermek için yapılan ayağa kalkmadır.

Keza yeni bir nimete kavuşan kimseye, onu tebrik etmek veya musibete uğrayanı da  taziye etmek için ayağa kalkmak bu gruba girer."

İmam Gazalî de: "Büyüklemek için yapılan ayağa kalkma mekruhtur, birr ve ikram yoluyla  kalkma mekruh değildir" demiştir.

İbnu Hacer, meseleyi "mekruhtur", "değildir" gibi kesip atmayı uygun bulmaz, yukarıda kaydettiğimiz farklı yaklaşımlarla değerlendirmenin daha muvafık olacağını söyler.

Son olarak, bu mevzunun ehemmiyetini tescilen, Rabbimizin meseleye temas eden bir irşadını kaydedeceğiz: "Ey iman edenler! Toplantılarda size "yer açın" denince, yer açın ki, Alllah da size genişlik versin..." (Mücadele 11).[12]

 

ـ3322 ـ7ـ وعن وهب بن حذيفة رَضِيَ اللّهُ عَنْهُ قال: ]قال رسولُ اللّهِ #: إذَا خَرَجَ الرَّجُلُ لِحَاجَتِهِ ثُمَّ عَادَ فَهُوَ أحَقُّ بِمَجْلِسِهِ[. أخرجه الترمذي وصححه .

 

7. (3322)- Vehb İbnu Huzeyfe (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)  buyurdular ki: "Bir kimse ihtiyacı için çıkar, sonra geri dönerse, önceki yerine oturmaya (herkesten ziyade) hak sahibidir."[13]

 

AÇIKLAMA:

 

Nevevî şu açıklamayı sunar: "Ashabımız dediler ki: "Bu hüküm, mescid veya bir başka yerde mesela namaz için oturmuş olmasına rağmen bir müddet sonra, abdest almak gibi ufak bir meşguliyetle, geri gelmek üzere orayı terkeden kimse ile ilgilidir. İşte bu kısa ayrılış, oranın bu kimseye mahsus olmasını iptal etmez. Döndüğü zaman, o vakte mahsus olmak üzere, o yere ehaktır. Söz gelimi şayet birisi oturmuş ise, onu kaldırma hakkına sahiptir. Oturan kimseye de, bu hadise göre orayı terketmesi gerekir. Ashabımız nezdinde sahih görüş budur. Önceki oturan dönünce sonrakinin orayı terketmesi vaciptir. Bazı âlimler: "Bu müstehabtır, vacip değildir" diye hükmeder. İmam Mâlik bu görüştedir. Doğrusu, önceki görüştür. Ashabımız der ki: "Kişinin kalktığı zaman yerinde kendine ait bir seccade ve benzeri bir şey bırakması ile, bırakmaması arasında bir fark yoktur, her iki durumda da kalkan dönünce o yere ehaktır. Başka vakitlerde değil" hükmünü de koymuştur." 3329 numaralı hadiste Resulullah'ın, ufak ihtiyaçları için çıkışlarda, dönünce aynı yerine oturduğu belirtilir.

Kadı İyâz der ki: "Ülemâ, fetvâ tedris  için mescidde aynı yerde oturmayı itiyad (alışkanlık) haline getiren kimse hakkında ihtilaf etmiştir. İmam Mâlik'ten hikaye edildiğine göre, Bu kimse, oraya ehaktır, yeter ki bilinsin" görüşündedir."

Kadı İyaz der ki: Cumhurun benimsediği görüşe göre, bu bir istihsandır, vacip bir hak değildir. Muhtemelen İmam Mâlik de bunu kastetmiştir."

Sahibi bulunmayan avlu ve yollardaki oturma yerleri hakkında da aynı hükme varılmıştır: "Bunlardan birine oturmayı itiyad haline getiren bir kimse, maksadı hâsıl oluncaya kadar orada oturmaya ehaktır."

İyâz der ki: Mâverdî bunu, münakaşayı kesmek üzere Mâlik'ten nakletmiştir"

Kurtubî, "Cumhurun bunu bir vecîbe olarak görmediğini" belirtir.[14]

 

ـ3323 ـ8ـ وعن جابر بن سمرة رَضِيَ اللّهُ عَنْهُ قال: ]كُنَّا إذَا أتَيْنَا النَّبيَّ # جَلَسَ أحَدُنَا حَيْثُ يَنْتَهِي[. أخرجه أبو داود .

 

8. (3323)- Câbir İbnu Semüre (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) 'a geldiğimiz zaman, (halkanın) sonuna otururduk."[15]

 

AÇIKLAMA:

 

Bu rivayet, Ashabın, Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) 'ın huzurunda edeb içerisinde olduklarını belirtir. O'nun meclisindekiler halkalar halinde nizama girerlerdi. Sonradan gelenler öne geçmek için mevcut halkaları yarmaz, halkanın son kısmında yerini alırdı. Böylece cemaat geldikçe halka tamamlanırdı.[16]

 

ـ3324 ـ9ـ وعن عمرو بن شعيب عن أبيه عن جده رَضِيَ اللّهُ عَنْهُ قال: ]قال رَسُولُ

اللّهِ #: َ يَحِلُّ لِرَجُلٍ أنْ يَجْلِسَ بَيْنَ اثْنَيْنِ إَّ بِإذْنِهِمَا[. أخرجه أبو داود، والترمذي؛ وعندهُ: »أنْ يُفرِّقَ بينَ اثنينِ« .

 

9. (3324)- Amr İbnu Şuayb  an ebîhi an ceddihî (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)  buyurdular ki: "Bir kimsenin, izin almadan iki kişinin arasına oturması helâl olmaz."[17]

 

AÇIKLAMA:

 

Bu yasağın hikmeti, yan yana oturmuş  bulunan kimselerin arasında sevgi ve samimiyet ve hususî mesele bulunabilir. Bu durumda izinlerini olmadan aralarına oturan kimse onlara sıkıntı ve rahatsızlık verir, huzurlarını bozar. Resulullah işte bunu yasaklamaktadır.[18]

 

ـ3325 ـ10ـ وعن أبي سعيد الخدري رَضِيَ اللّهُ عَنْهُ قال: ]قال رَسُولُ اللّهِ #: خَيْرُ المَجَالِسِ أوْسَعُهَا[. أخرجه أبو داود .

 

10. (3325)- Ebû Saîdi'l-Hudrî (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Meclislerin en hayırlısı geniş olanıdır."[19]

 

ـ3326 ـ11ـ وعن أبي مِجْلز ]أنَّ رَجًُ قَعَدَ وَسْط الحَلَقَةِ. فَقَالَ حُذَيْفةُ بنُ اليمانِ رَضِيَ اللّهُ عَنْهُ: مَلْعُونٌ عَلى لِسَانِ مُحَمَّدٍ # مَنْ جَلَسَ وَسْطَ حَلْقَةٍ[. أخرجه أبو داود والترمذي .

 

11. (3326)- Ebû Miclez anlatıyor: "Bir adam halkanın ortasına oturmuştu. Huzeyfetu'bnu'l-Yemân (radıyallâhu anh)  dedi ki: "Halkanın ortasında oturan, Muhammed (aleyhissalâtu vesselâm)  diliyle  lanetlenmiştir."[20]

 

AÇIKLAMA:

 

Hattâbî bu yasaklamanın, sonradan gelip, halkanın boş yerine oturmayıp omuzlardan atlayarak ortaya geçip oturanla ilgili olduğunu belirtir. Sebebi de, insanlara verdiği eziyettir. Ortaya oturmakla birbirlerini görmeye mâni teşkil eden bir perde olmaktadır. Böylece işgal ettiği bu yer sebebiyle insanlara zarar ve sıkıntı kaynağı olmuştur.[21]

 

ـ3327 ـ12ـ وعن جابر بن سُمرة رَضِيَ اللّهُ عَنْهُ قال: ]دَخَلَ رَسُولُ اللّهِ # الْمَسْجِدَ فَرآهُمْ حلَقاً. فقَالَ: مَالِي أرَاكُمْ عِزِينَ[. أخرجه مسلم وأبو داود .

 

12. (3327)- Câbir İbnu Semüre (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)  mescide girince cemaatı bir kısım halkalar halinde gördü ve: "Sizleri niye böyle dağınık gruplar halinde görüyorum?" buyurdu."[22]

 

AÇIKLAMA:

 

Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) , mescidde cemaatin öbek öbek çeşitli gruplar yaptığını görünce, "Niye böyle dağınıksınız, tek bir cemaat halinde değilsiniz?" diye müdahale etmiştir. Hattâbî, "bu müdahalenin sebebini tek cemaat  teşkil etmemelerine" bağlar.[23]

 

ـ3328 ـ13ـ وعن عمرو بن الشريد عن أبيه رَضِيَ اللّهُ عَنْهُ قال: ]مَرَّ بِي النَّبيُّ # وَأنَا جَالِسٌ، وَقَدْ وَضَعْتُ يَدِي الْيُسْرَى خَلْفَ ظَهْرِي، وَاتَّكَأْتُ عَلى ألْيَةِ يَدَيَّ. فَقَالَ: أتَقْعُدُ قِعْدَةَ المَغْضُوبِ عَلَيْهِمْ[. أخرجه أبو داود .

 

13. (3328)- Amr İbnu'ş-Şerîd, babasından (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Ben oturduğum sırada, Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)  bana uğradı. O sırada sol elimi sırtımın gerisine koymuş, (sağ) elimin kabası üzerine dayanmıştım. Bana:

"Gadaba uğramışların oturuşuyla mı oturuyorsun?"dediler."[24]

 

AÇIKLAMA:

 

Tîbî, "Hadiste geçen "gadaba uğramışlar"dan muradın yahudiler olduğunu söyler.

Aliyyü'l-Kârî, meseleyi bu şekilde kesip atmanın doğru olmayacağına dikkat çeker ve böyle  bir oturuş gerçekten onların şiarı olması halinde bu iddianın doğru olacağını söyler. Ona göre, "gadaba uğramışlar'la yürüyüş, oturuş vs. tavırlarıyla üzerlerinden kibir ve kendini beğenme zâhir olan kâfirlerin, fâcirlerin, mütekebbir ve cebbarların hepsinin kastedildiğini söylemek daha doğrudur."

Ancak şu da bir gerçek ki Fatiha'daki mağdûbi aleyhim'le ilgili olarak gelen sahih rivayetler, bunlardan maksadın yahudiler olduğunu belirtir.[25]

 

ـ3329 ـ14ـ وعن أبي الدرداء رَضِيَ اللّهُ عَنْهُ قال: ]كَانَ رَسولُ اللّهِ # إذَا

جَلَسَ جَلَسْنَا حَوْلَهُ، وَكَانَ إذَا قَامَ وَأرَادَ الرُّجُوعَ نَزَعَ نَعْلَيْهِ أوْ بَعْضَ مَا كَانَ عَلَيْهِ فَيَعْرِفُ ذلِكَ أصْحَابُهُ فَيَثْبُتُونَ[. أخرجه أبو داود .

 

14. (3329)- Ebû'd-Derda (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)  oturdu mu, etrafına biz de otururduk. Kalkar, (fakat geri) dönmeyi arzu ederse ayakkabılarını veya üzerinde olan (rida, sarık gibi) bir şeyi çıkarır (yerine koyar)dı. Böylece ashabı (geri geleceğini) bilir ve yerlerinde otururlardı."[26]

 

AÇIKLAMA:

 

Burada, Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) 'ın cemaat âdâbı belirtilmektedir. Oturunca Ashab da etrafında halkalanmaktadır. Resulullah şâyet bir ihtiyaç sebebiyle kalkacak olursa, az sonra dönmeyi düşündüğü takdirde kalktığı yere, üzerinden bir şeyler çıkarıp koymaktadır. Böylece Ashâb-ı Kîrâm (radıyallâhu anhüm), Aleyhissalâtu vesselâm'ın geri geleceğini anlar ve yerlerini terketmezlerdi, yani cemaat dağılmaksızın Resulullah'ın geri dönüşünü beklerlerdi.[27]

 

ـ3330 ـ15ـ وعن أبي هريرة رَضِيَ اللّهُ عَنْهُ قال: ]قال رَسُولُ اللّهِ #: إذَا كَانَ أحَدُكُمْ في الشَّمْسِ[.وفي رواية: »في الفَىْءِ فَقَلَصَ عَنْهُ الظِّلُّ فَصَارَ بَعْضُهُ في الشَّمْسِ وَبَعْضُهُ في الظِّلِّ فَلْيَقُمْ«. أخرجه أبو داود .

 

15. (3330)- Hz.Ebû Hüreyre (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)  buyurdular ki: "Biriniz güneşte olunca -bir rivayette gölgede olunca- gölge ondan kalkar da, yarısı gölgede kalacak olursa oradan kalksın."[28]

 

ـ3331 ـ16ـ وعن قيس عن أبيه ]أنَّهُ جَاءَ وَالنَّبيُّ # يَخْطُبُ، فقَامَ في الشَّمْسِ فَأمَرَهُ فَتَحَوَّلَ إلى الظِّلِّ[. أخرجه أبو داود .

 

16. (3331)- Kays, babasından naklediyor: "(Bir seferinde mescide) gelmişti, ki, Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) hutbe irad ediyordu. (Konuşmayı dinlemek üzere) güneşe dikildi. Ancak Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm), kendine gölgede durmasını emretti ve gölgeye geçti."[29]

 

AÇIKLAMA:

 

Bu iki hadisten birincisinde yarı gölge yarı güneşte durmak yasaklanmaktadır. Şârihler hadisteki müphemliğe dayanarak ya tam gölge veya tam güneşe geçmeyi emrettiğini belirtirler. Şu halde yasak, bu hadise göre, gölgede veya güneşte  durmakla  ilgili değil, yarı gölge yarı güneşte durmakla ilgilidir.

Ancak ikinci hadis, sarîh bir şekilde güneşte durmayıp gölgede durmayı tavsiye ettiğini göstermektedir. Şu halde yarı gölge yarı güneşte durmak, sırf güneşte durmaktan daha şiddetli bir yasaktır. [30]


 

[1] Buhârî, İsti'zân: 2 Mezâlim. 22; Müslim, Libas: 114, (2121); Ebû Dâvud, Edeb: 13, (4815).

[2] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/112.

[3] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/112-114.

[4] Buhârî, İsti'zân: 45; Müslim, Selâm: 36, (2183); Muvatta, Kelam: 13, (2, 988, 989); Ebû Dâvud, Edeb: 29, (4852).

[5] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/114.

[6] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/114-115.

[7] Tirmizî, Edeb: 13, (2755); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/115.

[8] Ebû Dâvud Edeb: 165, (5230); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/116.

[9] Ebû Dâvud, Edeb: 165, (5229); Tirmizî, Edeb: 13, (2756); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/116.

[10] Buhârî, İsti'zan: 31, Cuma: 20; Müslim, Selam: 27, (2177); Tirmizî, Edeb: 9, (2750, 2751); Ebû Dâvud, Edeb: 18, (4828); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/116.

[11] Rivâyetin sened yönüyle hasen olması, hükmüyle amel edilebilecek derecede sıhhatli olduğunu ifâde eder.   

[12] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/116-119.

[13] Tirmizî, Edeb: 10, (2752); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/119.

[14] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/119-120.

[15] Ebû Dâvud, Edeb: 16, (4825); Tirmizî, İsti'zân: 29, (2723); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/120.

[16] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/120.

[17] Ebû Dâvud, Edeb: 24, (4844, 4845); Tirmizî, Edeb: 11, (2753); Tirmizî'nin rivayetinde: "İzinleri olmadan iki kişinin arasını açması kişiye helâl olmaz" şeklinde gelmiştir; İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/121.

[18] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/121.

[19] Ebû Dâvud, Edeb: 14, (4820); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/121.

[20] Ebû Dâvud, Edeb: 17, (4826); Tirmizî, Edeb: 12, (2754); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/121.

[21] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/121.

[22] Müslim, Salât: 119, (430); Ebû Dâvud, Edeb: 16, (4823); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/122.

[23] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/122.

[24] Ebû Dâvud, Edeb: 26, (4848); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/122.

[25] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/122.

[26] Ebû Dâvud, Edeb: 30, (4854); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/123.

[27] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/123.

[28] Ebû Dâvud, Edeb: 15, (4821); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/123.

[29] Ebû Dâvud, Edeb: 15, (4822); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/123.

[30] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/123-124.