RÜKÛ VE SUCÛDUN ŞEKLİ

 

ـ1ـ عن ابن مسعود رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]عَلّمْنَا رَسولُ اللّهِ # الصََّةَ فَكَبَّرَ وَرَفَعَ يَدَيْهِ. فَلَمَّا رَكَعَ طَبّقَ يَدَيْهِ بَيْنَ رُكْبَتَيْهِ. قالَ: فَبَلَغَ ذَلِكَ سَعْداً. فَقَالَ: صَدَقَ أخِى كُنَّا نَفْعَلُ هذَا ثُمَّ أُمِرْنَا بِهذَا، يَعْنِى ا“مْسَاكَ عَلى الرَّكْبَتَيْنِ[. أخرجه أبو داود والنسائى .

 

1. (2589)- İbnu Mes'ûd (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bize namazı şöyle öğretti: "Önce tekbir getirdi iki elini kaldırdı. Rükûya gittiği zaman ellerini dizlerinin arasında kavuşturdu."

Râvi der ki: "Sa'd'a bu haber ulaşınca:

"Kardeşim doğru söyledi. Biz böyle yapardık, sonra şununla emredildik dedi ve bununla diz kapaklarını kavrayıp avuçlamayı kastetti."[1]

 

AÇIKLAMA:

 

Burada, rükû sırasında elleri, tatbîk denen bir şekilde koymak mevzubahis olmaktadır. "Tatbîk", ellerin avuçlarını -parmakların arasını açmaksızın- birbiri üzerine kapamaktır. Şu halde İbnu Mes'ûd rükûda ve teşehhüdde birbirine kapanmış vaziyetteki elleri dizlerinin arasına koymuştur. Nevevî der ki: "Bizim ve bütün ulemanın bu meseledeki mezhebi şudur: Sünnet ellerin diz kapakları üzerine konmasıdır. "Tatbîk" ise mekruhtur. Sadece İbnu Mes'ud ve onun iki arkadaşı Alkame ve Esved bu meselede istisnâdırlar. Bunlar "tatbîk"in sünnet olduğunu söylerlerdi. Zira onlara bunun neshedildiği ulaşmamış idi. Halbuki Sa'd İbnu Ebî Vakkâs (radıyallâhu anh)'ın rivayeti neshi ifade etmektedir. Doğrusu, cumhurun benimsemiş olduğu sarih nesihtir."[2]

 

ـ2ـ وعن عمر رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]سُنَّتْ لَكُمُ الرُّكَبُ فَأمْسِكُوا بِالرُّكْبِ[ أخرجه الترمذي والنسائى.

 

2. (2590)- Hz. Ömer (radıyallâhu anh) demiştir ki: "Diz kapağı(nı tutmak) sizin için sünnet kılınmıştır. Öyle ise rükûda diz kapaklarını kavrayın."[3]

 

AÇIKLAMA:

 

Hz. Ömer de rükû sırasında ellerle diz kapaklarının kavranacağını rivayet etmektedir. Bir başka rivayette: "(Rükûda) sünnet, diz kapaklarından yakalamaktır" demiştir. Tirmizî'deki rivayette ise şöyle buyurmuştur: "Diz kapakları peygamberinizin sünnetidir, öyleyse (rükûda) diz kapaklarını yakalayın." Rivayet Beyhakî'de şöyle gelmiştir: "Biz rükûya gittiğimiz zaman ellerimizi dizlerimizin arasına koyardık. Hz. Ömer: "(Namaz) sünnetlerinden biri de dizlerden tutmaktır" dedi." İbnu Hacer bu rivayetin merfû olduğunu belirtir ve: "Çünkü der, Sahâbî, şu sünnettir, şöyle yapmak sünnettir dedi mi bu ref'e delâlet eder." Merfû demek Hz. Peygamber'e nisbet edilen demektir.[4]

 

ـ3ـ وعن أبى إسحاق قال: ]وَصَفَ لَنَا الْبَرَاءُ بنُ عَازِبٍ السُّجُودَ فَوضَعَ يَدَيْْهِ وَاعْتَمَدَ عَلى رُكْبَتَيْهِ وَرَفَعَ عَجِيزَتَهُ وقالَ: هكَذَا كَانَ رسُولُ اللّهِ # يَسْجُدُ[.وفي أخرى: »كَانَ رَسُولُ اللّهِ # إذَا صَلّى جَنَّحَ«. أخرجه أبو داود والنسائى.ومعنى »جَنَّحَ« أى جافى يديه عن جنبيه فصارا له مثل الجناح .

 

3. (2591)- Ebû İshak anlatıyor: "Berâ İbnu Âzib (radıyallâhu anh) bize secdeyi şöyle vasfeyledi: Ellerini (yere) koydu, dizleri üzerine dayandı, kalçasını (havaya) kaldırdı ve: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) böyle secde yaparlardı" buyurdu."

Bir diğer rivayette: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) namaz kılınca kollarını kanat gibi yanlarına açardı" denmiştir."[5]

 

ـ4ـ وعن البراء رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]قالَ رَسُولُ اللّهِ #: إذَا سَجَدْتَ فَضَعْ كَفّيْكَ وَارْفَعْ مِرْفَقَيْكَ[. أخرجه مسلم والترمذي .

 

4. (2592)- Berâ (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Secde ettiğin zaman ellerini yere koy, dirseklerini (havaya) kaldır."[6]

 

ـ5ـ وفي رواية للترمذي قال: ]قُلْتُ لِلْبَراءِ: أيْنَ كانَ النّبىُّ # يَضَعُ وَجْهَهُ إذَا سَجَدَ؟ قالَ: بَيْنَ كَفّيْهِ[ .

 

5. (2593)- Tirmizî'nin bir rivayetinde şöyle gelmiştir: "Berâ'ya: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) secde edince yüzünü nereye koyardı?" diye sordum.

"Ellerinin arasına" diye cevap verdi."[7]

 

ـ6ـ وعن عبداللّه بن مالك بن بحينة قال: ]كانَ النّبىُّ # إذَ صَلّى فَرَّجَ بَيْنَ يَدَيْهِ حَتَّى يَبْدُو بَيَاضُ إبْطَيْهِ[. أخرجه الشيخان والنسائى .

 

6. (2594)- Abdullah İbnu Mâlik İbni Buhayne (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) namazda secdeye gidince ellerinin arasını, koltukaltı beyazlıkları görününceye kadar açardı."[8]

 

AÇIKLAMA:

 

Hadiste geçen ellerinin arasını açmaktan maksad ellerini yan taraflarından uzaklaştırmak mânasına gelir. Kurtûbî, secde sırasında ellerin arasını açmanın hikmetini, secdeyi rahat yapmakla îzah eder: "Yüz, yere hafifçe dayanmış olur, ne alnı ne de burnu secde sırasında (çöken ağırlıktan) müteessir olmaz ve böylece yere değme sırasında rahatsızlık hissetmez." Başka âlimler de: "Bu şekildeki secde ile, hem a'zâmi ölçüde tevâzu izhâr etmiş olur; hem de alın ve burun tembellerin durumuna zıdlık içerisinde yere en iyi şekilde konmuş olur" demiştir. Nâsıruddin İbnu'l-Münîr bu tarz secdede bir başka hikmet görür: "Her uzuv secdede kendini müstakillen izhâr eder ve (diğerlerinden) ayrılır. Böylece tek bir insan, secdesi esnasında, birçok imiş gibi olur. Bunu icâb ettiren husus her bir uzvun tek başına müstakil olması, secdesinde de bir diğerine dayanmama gereğidir. Bu hal, safta birbirine değerek bütünleşmeye zıddır. Çünkü saf hali, musallilerin tek bir vücût gibi, aralarında birlik izhâr etmeleri gereken haldir."[9]

 

ـ7ـ وعن أبى هريرة رَضِيَ اللّهُ عَنْه: ]أنَّ النّبىَّ # قالَ: إذَا سَجَدَ أحَدُكُمْ فََ يَفْتَرِشُ ذِراعَيْهِ افْتِرَاشَ الكَلْبِ[. أخرجه الترمذي .

 

7. (2595)- Ebû Hüreyre (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Biriniz secde edince kollarını, köpeğin yayması gibi yere yaymasın."[10]

 

AÇIKLAMA:

 

Secde sırasında kollar havaya kaldırılacak, yere değdirilmeyecektir. Resûlullah yere bırakmanın mekruh olduğunu, yatan köpeklerin bacaklarını yere sermelerine teşbih buyurarak ifade etmiş olmaktadır.[11]

 

ـ8ـ وعن عامر بن سعد عن أبيه رَضِيَ اللّهُ عَنْه: ]أنَّ النّبىَّ # أمَرَ بوَضْعِ اليَدَيْنِ وَنَصْبِ الْقَدَمَيْنِ[. أخرجه الترمذي .

 

8. (2596)- Âmir İbnu Sa'd babasından (Sa'd'dan) (radıyallâhu anh) naklediyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) (secdede) ellerin yere konulmasını, ayakların da dikilmesini emretti."[12]

 

ـ9ـ وعن أبى حميد الساعدى رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]كانَ النّبىُّ #: إذَا رَكَعَ اعْتَدَلَ وَلَمْ يَنْصِبْ رَأسَهُ وَلَمْ يُقْنِعُهُ وَوَضَعَ يَدَيْهِ عَلى رُكْبَتَيْهِ، وَإذَا أهْوَى إلى ا‘رْضِ سَاجِداً جَافى عَضُدَيْهِ عَنْ إبْطَيْهِ وَفَتَحَ أصَابِعَ رِجْلَيْهِ[. أخرجه النسائى .

 

9. (2597)- Ebû Humeyd es-Sâidî (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) rükû yapınca itidali muhafaza eder, başını (yukarı) dikmez, (aşağı da) eğmezdi. Ellerini dizkapaklarının üzerine koyardı. Secde için yere eğilince adalelerini koltuk kısmından yana açardı. Ayaklarının parmaklarını da aralardı."[13]

 

AÇIKLAMA:

 

1- Teysîr, Nesâî'de iki ayrı bâbta geçen hadisi birleştirmiştir.

2- Rükûda itidalden maksad -Sindî'nin açıklamasına göre- vücûdun ne fazla yüksek tutulması ne de fazla eğilmesidir. Nitekim arkadan gelen şu ifade, itidalden maksadı açıklamaktadır: "Başını (yukarı) dikmez, (aşağı da) eğmezdi."[14]

 

ـ10ـ وعنه أيضاً رَضِيَ اللّهُ عَنْه: ]أنَّ النّبىَّ #: كانَ إذَا سَجَد أمْكَنَ أنْفَهُ وَجَبْهَتَهُ مِنَ ا‘رْضِ وَنَحَّى يَدَيْهِ عَنْ جَنْبَيْهِ وَوَضَعَ كَفّيْهِ حَذْوَ مَنْكِبَيْهِ[. أخرجه الترمذي وصححه .

 

10. (2598)- Yine Ebû Humeyd (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) secde ettiği zaman, burnunu ve alnını yere koyardı. Ellerini yanlarından aralardı, avuçlarını omuzları hizasına koyardı."[15]

 

ـ11ـ وعن وائل بن حُجُر رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]كَانَ النّبىُّ # إذَا سَجَدَ وَضَعَ رُكْبَتَيْهِ قَبْلَ يَدَيْهِ، وإذَا نَهَضَ رَفَعَ يَدَيْهِ قَبْلَ رُكْبَتَيْهِ[. أخرجه أصحاب السنن .

 

11. (2599)- Vâil İbnu Hucr (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) secde edince, yere, dizkapaklarını ellerinden önce koyardı. Kalkınca da ellerini dizkapaklarından önce kaldırırdı."[16]

 

ـ12ـ وفي أخرى ‘بى داود: ]فَلَمَّا سَجَدَ وََضَعَ جَبْهَتَهُ بَيْنَ كَفّيْهِ، وإذَا نَهَضَ نَهَضَ عَلى رُكْبَتَيْهِ وَاعْتَمَدَ عَلى فَخِذِهِ[ .

 

12. (2600)- Ebû Dâvud'un diğer bir rivayetinde şöyle gelmiştir: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) secdeye gidince alnını ellerinin arasına koydu, kalkınca da dizkapaklarının üzerine kalktı ve dizlerine dayandı."[17]

 

AÇIKLAMA:

 

Son iki hadis, secdeye giderken önce dizlerin sonra ellerin yere konacağını, secdeden kıyâma kalkarken de önce ellerin, sonra da dizlerin yerden kaldırılacağını, ifade ediyor. Bu şekilde hareket edilmesi cumhurun müşterek görüşüne göre sünnet kabul edilmiştir.[18]

 

ـ13ـ وعن أبى هريرة رَضِيَ اللّهُ عَنْه قالََ: ]قال رَسُولُ اللّه #: إذَا سَجَدَ أحَدُكُمْ فََ يَبْرُكُ كَمَا يَبْرُكُ الْبَعِيرُ، يَضَعَ يَدَيْهِ قَبْلَ رُكْبَتَيْهِ[. أخرجه أصحاب السنن .

 

13. (2601)- Ebû Hüreyre (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Biriniz secde edince, devenin çöküşü şeklinde yere çökmesin, yani ellerini dizlerinden önce yere koymasın."[19]

 

AÇIKLAMA:

 

Bu hadis, önceki hadisi te'yid eder mahiyettedir. Orada, secde sırasında önce dizlerin sonra ellerin konulması emredilirken, burada ellerin dizlerden önce yere konması yasaklanmakta ve bu hal devenin yere çöküşüne benzetilmektedir.[20]

 

ـ14ـ وعن على رَضِيَ اللّهُ عَنْه: ]أن النَّبى # قالَ له: يَا عَلىُّ إنِّى أُحِبُّ لَكَ مَا أحِبُّ لِنَفْسِى، وَأكْرَهُ لَكَ مَا أكْرَهُ لِنَفْسِى؛ فََ تُقْعِ بَيْنَ السَّجدَتَيْنِ[. أخرجه الترمذي.»افعاء« في الصة أن يُلصق أليتيه با‘رض وينصب ساقيه ويضع يديه با‘رض كما يقعد الكلب في بعض حاته.و»اقعاء« عند الفقهاء أن يضع أليته على عقبه بين السجدتين .

 

14. (2602)- Hz. Ali (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bana şunu söyledi: "Ey Ali! Ben, kendim için sevdiğimi senin için de seviyorum, kendim için hoşlanmadığımı senin için de hoşlanmıyorum, öyleyse iki secde arasında ik'âda bulunma."[21]

 

AÇIKLAMA:

 

İk'âyı açıklama hususunda âlimler fazlaca ihtilaf ederler. Nevevî  der ki: "Gözardı edilemeyecek gerçek şu ki ik'â iki çeşittir: Biri, kişinin kabalarını yere yapıştırıp bacaklarını dikmesi ve ellerini de yere koymasıdır, tıpkı köpeklerin ik'âsı gibi. Lügatcilerden bir çoğu ve bu meyanda Ebû Ubeyd Ma'mer İbnu'l-Müsennâ ve arkadaşı Ebû Ubeyde el-Kâsım İbnu Sellâm kelimeyi böyle açıkladılar. Yasaklama bu çeşit ik'â ile ilgili ve bu mekruhtur.

İkinci çeşit ik'â'ya gelince, bu iki secde arasında kabalarını, ökçeleri üzerine koymaktır." Şu halde yasaklanan ve mekruh addedilen ik'â birincisidir.[22]

 

ـ15ـ وعن ابن عمر رَضِيَ اللّهُ عَنْهما قال: ]نَهَى رسولُ اللّهِ أنْ يَجْلِسَ الرَّجُلُ في الصََّةِ وَهُوَ مُعْتَمِدٌ عَلى يَدَيْهِ[. أخرجه أبو داود.وفي أخرى: »نَهَى أنْ يَعْتَمِدَ الرَّجُلُ عَلى يَدَيْهِ إذَا نَهَضَ مِنَ الصََّةِ« .

 

15. (2603)- İbnu Ömer (radıyallâhu anhümâ) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) (namazda) kişinin, elleriyle yere dayanarak oturmasını yasakladı."[23]

Bir başka rivayette şöyle gelmiştir: "[Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)] namazdan kalkarken kişinin ellerine dayanmasını yasakladı."[24]

 

AÇIKLAMA:

 

Namazın teşehhüd kısmında otururken eller dizlerin üzerine konmalıdır, sünnet olan oturuş budur. Sadedinde olduğumuz rivayetler hiçbir mazeret olmadan, teşehhüd sırasında ellerin dizlerin üzerinden kaldırılıp yere dayanarak oturmayı yasaklamaktadır. Hatta son rivayet, teşehhüdden kalkış sırasında da ellerin yere dayanmasını yasaklamaktadır. Ebû Hanîfe, kalkarken yere dayanmaksızın ayakların sırtı üzerinde kalkmak gerektiğini söylemiştir.

Bu hadisin geniş açıklaması daha önce geçti (2519 numaralı hadis)[25]

 

ـ16ـ وعن أبى هريرة رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]كانَ النّبىُّ # يَنْهَضُ في الصََّةِ عَلى صُدُورِ قَدَمَيْهِ[. أخرجه أبو داود .

 

16. (2604)- Ebû Hüreyre (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) namazda ayaklarının sırtı üzerinde kalkardı."[26]

 

AÇIKLAMA:

 

Tirmizî şârihi Mübârekfûrî, "ayaklarının sırtı üzere kalkma" tabirini, "Oturmaksızın kalkardı" diye açıklar ve devamla der ki: "Bu hadisle, celsetü'l-istirâha'nın[27] sünnet olmadığını söyleyenler istidlâl ederler. Ancak hadis zayıftır, istidlâl edilmez."

Tirmizî bu hadisi değerlendirirken "Ehl-i ilm bununla amel etmiştir" der. Ancak, Mubârekfûrî bu ifadeyi de tenkid ederek: "Tirmizî şâyet: "Bu hadisle bazı ehl-i ilim amel etmiştir" deseydi daha iyi olurdu" der. Hadisle ilgili bazı münâkaşaları aktarmayı gereksiz görüyoruz.[28]

 

ـ17ـ وعن مالك بن الحويرث رَضِيَ اللّهُ عَنْه: ]أنَّهُ رَأى النّبىَّ # يُصَلِّى فإذَا كَانَ في وَتْرٍ مِنْ صََتِهِ لَمْ يَنْهَضْ حَتَّى يَسْتَوِىَ قاعِداً[. أخرجه الخمسة إ مسلماً .

 

17. (2605)- Mâlik İbnu'l-Huveyris (radıyallâhu anh)'in anlattığına göre Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ı namaz kılarken görmüştür. Efendimiz, tek rekatte iken, tam bir oturuş vaziyeti almadan kalkmamıştır."[29]

 

AÇIKLAMA:

 

Bu hadis, tek rekatların sonunda kıyâma kalkmazdan önce yapılması -Şâfiî gibi bazı fakih ve muhaddislerce benimsenen- celsetü'l-İstirâha'nın meşruiyyetine delildir. Mâlik İbnu'l-Huveyris'ten yapılan bazı rivayetlerde buna yer verildiği halde bazı rivayetlerde yer verilmemiş olması, celsetü'l- istirâha'nın meşruiyyetini inkar edenlere delil olmuştur. Bu görüşte olan Tahâvî bazı rivayetlerde yer verilen celsetü'l-istirâha'nın yaşlılık, hastalık gibi bir mazeretten ileri geldiğini söyler ve "şâyet dinde böyle bir şey olsaydı hususi bir beyanla teşrî edilirdi- böyle bir beyan yoktur" der.

Bu konuda bazı mütâlaaları 2582 numaralı hadisin izahında kaydettik, burada tekrar etmeyeceğiz.[30]

 

ـ18ـ وعن نافع: ]أنَّ ابنَ عُمَرَ رَضِيَ اللّهُ عَنْهما كَانَ إذَا سَجَدَ وَضَعَ كَفّيْهِ عَلى الَّذِى يَضَعُ عَلَيْهِ، وَلَقَدْ رَأيْتُهُ في يَوْمٍ شَدِيدِ الْبَرْدِ، وَإنَّهُ لَيُخْرِجُ كَفّيْهِ مِنْ تَحْتِ بُرْنُسٍ لَهُ حَتَّى يَضَعَهُمَا عَلى الحَصْبَاءِ[. أخرجه مالك .

 

18. (2606)- Nâfî  (rahimehullah) anlatıyor: "İbnu Ömer (radıyallâhu anhümâ) secde ettiği zaman ellerini, yüzünü koyduğu şeyin üzerine koyardı. Ben O'nu çok soğuk bir günde gördüm, ellerini (giymekte olduğu) bürnusunun altında çıkarmış çakılların üzerine koymuştur."[31]

 

AÇIKLAMA:

 

Bu hadis, ellerin de aynen yüz gibi secdede yere değmesinin sünnet olduğunu ifade etmektedir. Secde edilen mahal her ne ise, eller de alın gibi, araya herhangi bir hâil (mâni) girmeden değmelidir. İbnu Ömer çok soğuk bir günde bu maksadla elini cübbesinin içerisinden çıkararak soğuk olduğu anlaşılan çakıllarının üzerine başı ile birlikte koymuştur. Böyle yapmak sünnet olmasaydı cübbesinin gerisinden de ellerini yere koyabilirdi.

Şunu da belirtelim ki, İbnu Ömer bunu amelin efdalini tahsil için yapıyordu, vecîbe olarak değil. Nitekim Tâbiînden birçok kimsenin elleri elbiselerinin içinde olduğu halde secde ettikleri rivayet edilmiştir.[32]

 

ـ19ـ وعن مَجزأة بن زاهر عن رجل من أصحاب الشجرة اسمه أهبان بن أوْس: ]وَكَانَ يَشْتَكِى رُكْبَتَيْهِ. فَكَانَ إذَا سَجَدَ جَعَلَ تَحْتَ رُكْبَتَيْهِ وِسَادَةً[. أخرجه البخارى.

 

19. (2607)- Mecze'e İbnu Zâhir, Ashâbu Şecere'den Uhbân İbnu Evs'ten naklettiğine göre, Uhbân "Diz kapaklarından rahatsızdı, secde ettiği zaman dizkapağının altına minder koyardı."[33]

 

ـ20ـ وعن نافع: ]أنَّ ابنَ عُمَرَ رَضِيَ اللّهُ عَنْهما كانَ يَقُولُ: إذَا لَمْ يَسْتَطِعْ المَرِيضُ السُّجُودَ أوْمَأَ بِرَأسِهِ وَلَمْ يَرْفَعْ إلى جَبْهَتِهِ شَيْئاً[. أخرجه مالك .

 

20. (2608)- Nâfî (rahimehullah) anlatıyor: "İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ) şöyle derdi: "Hasta kimse secde etmeye muktedir olamazsa başıyla ima eder, alnına herhangi bir şey kaldırmaz."[34]

 

AÇIKLAMA:

 

Son iki rivayet, mazereti olanların namaz esnasında bazı kolaylıklardan istifade edebileceğini göstermektedir. Birincide diz kapağının altına, gereğinde yumuşak birşeyler koymaya cevaz verilmektedir. İkincide secde edemeyecek durumda olanların yere ima ederek secde yapacağını ve fakat eliyle bir şey kaldırarak secde yerine geçmek üzere alnına değdirmeyeceğini ifade etmektedir. Ulemanın çoğu bunu mekruh addetmiştir. Ancak İbnu Abbâs (radıyallâhu anhümâ) ile Urve'nin câiz addettiği bilinir. İbnu Abdilberr, Ümmü Seleme'nin rahatsızlığı sebebiyle koluna secde ettiğini kaydeder.

İma'dan maksad, namazda rükû ve secde'ye işaret olmak üzere başı eğmektir. İma ayakta da yapılabilir, oturarak da. [35]


 

[1] Ebû Dâvud, Salât: 150, (868); Nesâî, İftitah: 90, (2, 184, 185); Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/454.

[2] Sa'd'ın rivayeti 2643 numaradadır, oraya bakılsın; Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/454.

[3] Tirmizî, Salât: 192, (258); Nesâî, İftitah: 92, (2, 185); Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/455.

[4] Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/455.

[5] Ebû Dâvud, Salât: 158, (896); Nesâî, İftitah: 141, (2, 212); Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/455.

[6] Müslim, Salât: 234, (494); Tirmizî, Salât: 202, (271); Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/455.

[7] Müslim, Salât: 234, (494); Tirmizî, Salât: 202, (271); Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/456.

[8] Buhârî, Ezân: 130, Müslîm, Salât: 235, (495); Nesâî, İftitah: 52, (2, 212); Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/456.

[9] Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/456.

[10] Tirmizî, Salât: 205, (275); Ebû Dâvud, Salât: 158, (901); Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/456.

[11] Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/457.

[12] Tirmizî, Salât: 206, (277, 278); Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/457.

[13] Nesâî, İftitah: 96, (2, 137); 138, (2, 211); Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/457.

[14] Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/457.

[15] Tirmizî, Salât: 201, (270); Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/457.

[16] Ebû Dâvud, Salât: 141, (838); Tirmizî, Salât: 199, (268); Nesâî, İftitah: 128, (2, 206); Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/458.

[17] Ebû Dâvud, Salât: 141, (839); Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/458.

[18] Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/458.

[19] Ebû Dâvud, Salât: 141, (840, 841); Tirmizî, Salât: 200, (269); Nesâî, İftitah: 128, (2, 206-207); Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/458.

[20] Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/458.

[21] Tirmizî, Salât: 209, (282); Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/459.

[22] Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/459.

[23] Ebû Dâvud, Salât: 187, (992).

[24] Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/459.

[25] Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/460.

[26] Bu hadis, Ebû Dâvud'da mevcut değildir, ancak Tirmizî'de yer almaktadır, (Salât: 214, (288).); Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/460.

[27] Celsetü'l-İstirâha: Birinci rekatle ikinci rekat, üçüncü rekatle dördüncü rekat arasında kıyama geçmeden kısa bir müddet oturma vaziyetinde kalmadır. 2582 numaralı hadisin açıklamasına -4numaralı kısım-bakılsın. 

[28] Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/460.

[29] Buhârî, Ezân: 142, Ebû Dâvud, Salât: 142, (844); Tirmizî, Salât: 213, (287); Nesâî, İftitah: 181, (2, 233-234); Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/460.

[30] Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/461.

[31] Muvatta, Kasru's-Salât: 59, (1, 163); Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/461.

[32] Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/461.

[33] Buhârî, Megâzi: 35; Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/462.

[34] Muvatta, Kasru's-Salât: 74, (1, 168); Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/462.

[35] Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/462.