ÜÇÜNCÜ FASIL

 

HAMRIN TAHRİMİ VE YAPILDIĞI MADDELER

 

ـ1ـ عن ابن عباس رَضِيَ اللّهُ عَنْهما قال: ]حُرِّمَتِ الخَمْرُ بِعَيْنِهَا، قَلِيلُهَا وَكَثِيرُهَا وَمَا أسْكَرَ مِنْ كُلِّ شَرابٍ[. أخرجه النسائى .

 

1. (2273)- İbnu Abbâs (radıyallâhu anhümâ) anlatıyor: "Hamr aynı ile haram edilmiştir, (bu sebeple) azı da haramdır, çoğu da; keza her içkiden hâsıl olan sarhoşluk da (haramdır)."[1]

 

AÇIKLAMA:

 

Cumhur'a muhalefetle şazz görüşe zâhib olan âlimler "sarhoşluk verecek miktarda içilen şarap haramdır" diyen bu hadisle istidlâl etmiştir.[2]

 

ـ2ـ وعن النعمان بن بشير رَضِيَ اللّهُ عَنْهما قال: ]قال رَسُولُ اللّهِ #: إنَّ مِنَ الْعِنَبِ خَمْراً، وَإنَّ مِنَ التَّمْرِ خَمْراً، وَإنَّ مِنَ الْعَسَلَ خَمْراً، وَإنَّ مِنَ الْبُرِّ خَمْراً، وَإنَّ مِنَ الشَّعِيرِ خَمْراً، وَأنْهَاكُمْ عَنْ كُلّ مُسْكرٍ[. أخرجه أبو داود والترمذي .

 

2. (2274)- en-Nûman İbnu Beşîr (radıyallâhu anhümâ) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Üzümden hamr yapılır, hurmadan hamr yapılır, baldan hamr yapılır, uğdaydan hamr yapılır, arpadan hamr yapılır. Ben sizi bütün sarhoş edicilerden yasaklıyorum."[3]

 

ـ3ـ وعن أبى هريرة رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]قالَ رسولُ اللّه #: الخَمْرُ مِنْ هَاتَيْنِ الشَّجَرَتَيْنِ: النَّخْلَةِ، وَالْعِنَبَةِ[. أخرجه الخمسة إ البخارى .

 

3. (2275)- Hz. Ebû Hüreyre (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Hamr şu iki ağaçtandır: Hurma ve asma."[4]

 

ـ4ـ وعن ابن عمر رَضِيَ اللّهُ عَنْهما قال: ]نَزَلَ تَحْرِيمُ الخَمْرِ، وَإنَّ بِالْمَدِينَةِ يَوْمَئذٍ لَخَمْسَةَ أشْرِبَةٍ مَا فِيهَا شَرَابُ الْعِنَبِ[. أخرجه البخارى.

 

4. (2276)- İbnu Ömer (radıyallâhu anhümâ) demiştir ki: "Hamr haram edildiği zaman Medîne'de mevcut beş çeşit içki arasında üzümden yapılan şarap yoktu."[5]

 

AÇIKLAMA

 

Açıklama için 2264 numaralı hadise bakılmalıdır. Orada, Hanefîlerin Kur'ân'da geçen "hamr" kelimesiyle, öncelikle üzümden ve (ikinci olarak da) hurmadan elde edilen şarabın kastedildiğini söylediklerini belirttik. Ama cumhur hamr deyince bütün sarhoş edicileri anlamıştır.[6]

 

ـ5ـ وعن أبى سعيد رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]قالَ رَسولُ اللّه #: إنَّ اللّهَ تَعالى يُعَرِّضُ بِالْخَمْرِ فَمَنْ كَانَ عِنْدَهُ شَىْءٌ مِنْهَا فَلْيَبِعُهَا وَيَنْتَفِعُ بِهَا، فَمَا لَبِثْنَا إّ يَسيراً حَتَّى قالَ #: إنَّ اللّهَ تَعالى حَرَّمَ الخَمْرَ فَمَنْ أدْرَكَتْهُ هذِهِ اŒيةُ وَعِنْدَهُ مِنْهَا شَىْءٌ فََ يَشْتَرِهَا وََ يَبِعْهَا وََ يَنْتَفِعْ بِهَا، فَاسْتَقْبَلَ النَّاسُ بِمَا عِنْدَهُمْ مِنْهَا طُرُقَ المَدِينَةِ فَسفَكُوهَا[. أخرجه مسلم .

 

5. (2277)- Ebû Saîd (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Allah Teâlâ Hazretleri, hamrı mevzubahis etmektedir. Muhtemelen onun hakkında bir emir indirecektir. Şu halde, kimin yanında hamr varsa, onu satsın ve ondan istifade etsin."

Aradan çok geçmedi. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) şunu söyledi:

"Allah Teâlâ Hazretleri hamr'ı haram kılmıştır. Öyle ise, bu âyet kendisine ulaşan herkes, yanında hamr olduğu takdirde, onu ne satın alsın, ne satsın, ne de ondan istifade etsin."

Bu emirden sonra halk, hamr olarak evinde ne varsa Medîne sokaklarına götürüp döktüler."[7]

 

ـ6ـ وعن الحسن بن عليّ عن أبيه رَضِيَ اللّهُ عَنْهما قال: ]كانَ لِى شَارِفٌ مِنْ نَصِيبِى يَوْمَ بَدْرٍ، وَأعْطَانِى رَسُولُ اللّهِ # شَارِفاً مِنَ الخُمُسِ فَبَيْنَا شَارفاىَ مُنَاخَتَانِ إلي حُجْرَةِ رَجُلٍ مِنَ ا‘نْصَارِ فَجِئْتُ، فإذَا شَارِفَىَّ قَدْ جُبَّتْ أُسْنِمَتُهُمَا، وَبُقِرَتْ خَوَاصِرُهُمَا، وَأُخِذَ مِنْ أكْبَادِهِمَا، فَلَمْ أمْلِكْ عَيْنِى حِينَ رَأيْتَ ذلِكَ المَنْظَرَ، فَقُلْتُ: مَنْ فَعَلَ هذَا؟ قالُوا فَعَلَهُ حَمْزَةُ وَهُوَ في هذا الْبَيْتِ في شَرْبٍ مِنَ ا‘نْصَارِ غَنَّتْهُ قَيْنَةٌ، فقَالَتْ في غِنَائِهَا:أَ يَا حَمْزُ لِلشُّرُفِ النِّوَاءِ  هُنَّ مُعَقََّتٌ بِالْفَنَاءِضَعِ السِّكِّينَ في اللّبَّاتِ مِنْهَا وَعَجِّلْ مِنْ قَدِيدٍ أوْ سِوَاءِفَوَثَبَ حَمْزَةُ إلى السَّيْفِ فَأجَبَّ أسْنِمَتَهُمَا، وَبَقَرَ بُطُونَهُمَا، وَأخَذَ مِنْ أكْبَدِهِمَا قالَ: فَانْطَلَقْتُ فَدَخَلْتُ عَلى رسولِ اللّهِ #، وَعِنْدَهُ زَيْدُ بْنُ حَارِثَةَ، فَعَرفَ في وَجْهِى الَّذِى لَقِيتُ، فقَالَ: مَالكَ؟ فَقُلْتُ يَا رسولَ اللّه: مَا رَأيْتُ: كَالْيَوْمِ: عَدَا حَمْزَةُ عَلى نَاقَتَىَّ فَاجْتَبَّ أسْنِمَتَهُمَا، وَبَقَرَ خَوَاصِرَهُمَا، وَهَا هُوَ ذَا في الْبَيْتِ مَعَهُ شَرْبُ، فَدَعَا # بِرِدَائِهِ فَارْتَدَاهُ، ثُمَّ انْطَلَقَ يَمْشِى وَاتَّبَعْنَاهُ حَتَّى جَاءَ الْبَيْتَ الَّذِى فِيهِ حَمْزَةُ، فَاسْتَأذَنَ فَأذِنَ لَهُ، فإذَا هُمْ شَرْبٌ، فَطفِقَ # يَلومُ حَمْزَةُ في فِعْلِهِ، فَإذَا حَمْزَةُ ثَمِلٌ مُحْمَرَّةٌ عَيْنَاهُ، فَنََظَرَ إلى رسولِ اللّهِ #، ثُمَّ صَعّدَ النَّظَرَ إلى رُكْبَتَيْهِ، ثُمَّ صَعَّدَ النَّظَرَ فَنَظَرَ إلى سُرَّتِهِ، ثُمَّ صَعَّدَ النَّظَرَ فَنَظَرَ إلى وَجْهِهِ، ثُمَّ قَالَ: وَهَلْ أنْتُمْ إَّ عَبِيدٌ ‘بِى، فَعَرفَ # أنّهُ قَدْ ثَمِلَ فَنَكَصَ عَلى عَقِِبَيْهِ الْقَهْقَرِى حَتَّى خَرَجَ وَخَرَجْنَا مَعَهُ، وذَلِكَ قَبْلَ نَحْرِيمِ الخَمْرِ[. أخرجه الشيخان وأبو داود. وليس عندهم من الشعر إ نصف البيت ا‘ول، واللّه أعلم.»الشّارِفُ« الناقة المسنة الكبيرة.     »وَالنَّوَاءُ« السمان.   »وَالجَبُّ« القطع.            »وَالْبَقْرُ« شق البطن. 

x»وَالشَّرْبُ« بفتح الشين وسكون الراء: الجماعة الذين يشربون الخمر.»وَثَمِلَ الشّارِبُ« إذا أخذت منه الخمر فتغير. »وَنَكَصَ عَلى عَقِبَيْهِ« رجع إلى ورائه ماشيا .

 

6. (2278)- Hasan İbnu Ali (radıyallâhu anhümâ) babasından naklen anlatıyor: "Bedir savaşı ganimetinden hisseme düşen yaşlı bir devem vardı. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) da humus'dan (o gün) bana yaşlı bir deve daha verdi. Develerim, Ensar'dan bir zatın hücresinde ıhmış dururken (yanlarına) geldim. Bir de ne göreyim, develerimin hörgüçleri kesilmiş, böğürleri oyulmuş, ciğerleri de sökülmüştü. Bu manzarayı görünce kendimi tutamayıp, ağladım.

"Bunu kim yaptı?" diye sordum.

"Hamza yaptı. Şu anda, falanca evde, Ensardan birinin içki meclisindedir. Şarkıcı câriye ona şarkı okumuş, şarkısında şunları söylemişti" dediler:

"Ey Hamza! şişman yaşlı develere dikkat et,

Onlar avluda bağlıdırlar,

Bıçağı onların sinesine vur,

Pirzola veya benzerini çabuk yap!"[8]

Bu şarkı üzerinde Hamza (radıyallâhu anh) fırlayıp, kılıcı kapıp develerin hörgüçlerini kesmiş, karınlarını yarmış, ciğerlerini sökmüş."

Hz. Ali (radıyallâhu anh) devamla şunları söyledi: "Ben hemen gidip Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın huzuruna çıktım. Yanında Zeyd İbnu Hârise vardı. Beni görünce, başımdan geçenleri yüzümden okudu.

"Neyin var?" diye sordu. Ben:

"Ey Allah'ın Resûlü! Bugünkü gibi (dehşetli bir manzara) görmedim. Hamza iki deveme saldırıp hörgüçlerini kesmiş, böğürlerini yarmış. Hemencecik şurada, bir içki meclisinde!" dedim. Bunun üzerine Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) ridâsını istedi, getirdiler, giyip yayan gitti. Biz de arkasına düştük. Hamza'nın bulunduğu eve kadar geldi.

İzin istedi, buyur ettiler. Girince bir içki meclisiyle karşılaştı. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) fiilinden dolayı Hamza'yı ayıplamaya başladı.

Hamza sarhoştu, gözleri kızarmıştı. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a baktı, sonra nazar edip aşağıdan dizlerine kadar süzdü, tekrar ayağından başlayıp beline kadar süzdü, sonra tekrar bakışlarıyla süzerek yüzüne kadar geldi ve:

"Siz benim babamın kölelerinden başka bir şey misiniz?" dedi. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) onun sarhoş olduğunu anladı. Hemen izinin üstüne geri döndü, çıkıp gitti. Peşinden biz de çıktık.

Bu vak'a hamr'ın haram edilmesinden önce idi."[9]

 

AÇIKLAMA:

 

1- Bu rivayet, içki yasağıyla alakalı olarak burada kaydedilmiş olmakla beraber başka meselelere de temas etmektedir. Mesela en başta Bedir savaşında Hz. Ali'ye humustan pay ayrılması meselesi var. Humus nedir, ne değildir, humus nasıl taksim edilir, kimlere bundan pay ayrılır, Bedir savaşı sırasında İslam'ın ganimeti taksim ahkamı teşri edilmiş mi idi? gibi birçok mesele var ve bunların bir kısmı da ihtilaflıdır. Bu meselelere daha önce temas ettiğimiz için burada girmeyeceğiz. (1101-1148. hadislere bakılabilir.)

2- Sadedinde olduğumuz hadiste cereyan eden boğazından kesilmeyen develerin karınlarının deşilmesi hadisesi, içkiyi kesinlikle haram kılan âyetin (Mâide 90) nüzûlünden öncedir. Bu sebeple Hz. Hamza'yı bu hali sebebiyle itham etmediğini belirtirler. Bazıları bundan hareketle "Sarhoşun talakı muteber değildir" demiş ise de, görüş benimsenmemiştir, çünkü sarhoş olmak haram olduğu niçin mazeret olamaz. Hz. Hamza'nın muahezeden kurtulması, henüz hamr haram edilmemiş olmasındandır, sarhoşluğun mazeret olacağından değil. Ayrıca Hz. Hamza bu sözü ile iftihar etmeyi kastetmiştir. Çünkü Abdulmuttalib babası idi ve Hz. Peygamber'le Hz. Ali'nin de dedeleri. Yani Abdulmuttalib kendisine daha yakındı. Araplar dedeye Seyyid (efendi) dedikleri için torunların köle diye tesmiyetleri de olabilirdi.

3- Hadisin başka rivayetlerde gelen teferruatına göre vak'a Hz. Ali'nin, Hz. Fâtıma (radıyallâhu anhümâ) ile evleneceği sıralarda cereyan eder. Hz. Ali develerle izhir getirip satarak düğün ziyafeti sırasında harcamak düşüncesindedir. Develerini Ensar'dan birinin avlusuna ıhdırarak ayrılır. İşte Hz. Hamza bu evde bir grup arkadaşlarıyla içki içmektedir...

4- Hz. Hamza'nın sarhoş halini görünce Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın onun bu halde sarfettiği sözleri ciddiye almayıp gerisin geri geldiği gibi dönmesi,

onun tutarsızlıklarını artırmamak içindi. Bu sünnet, sarhoşla karşılaşanlara takınılacak tavır hususunda örnektir.

5- Hadisten çıkarılan bazı hükümler: İbnu Hacer, bu rivayetten çıkarılan -ve bazılarına tamamen katılmadığına dikkat çektiği- bazı hükümler kaydeder:

* Deve sahibi, devesine yük vurmak suretiyle de ondan istifade edebilir.

* Deve başkasının kapısına da ıhdırılabilir, yeter ki bunda ev sahibine zarar bulunmasın ve razı olacağını deve sahibi bilsin.

* Üzüntü sebebiyle ağlamak mezmum değildir. Kişi bazan öfkenin galebe çalmasıyla ağlayabilir.

* Kişinin istifade etmekte olduğu ve muhtaç olduğu şeyin elden çıkmasıyla üzülmesi normaldir.

* Mazlumun, zâlimi şikayet etmesi gıybet değildir.

* Haber-i vâhid makbûldür.

* Mübah olan meşrubat meclisleri akdedilebilir, meşrudur.

* İnsanların önüne konulan müşterek şeyden alınabilir, yenilebilir.

* Mübah sözlerle şarkı söylenebilir, şiir inşad edilebilir, bunlar cariyeden dinlenebilir.

* Hadis, "Sarhoşluk İslam'da hiç mübah olmadı" diyenlerin aleyhine, bidayette mübah olduğuna delildir.

* Bazıları bu rivayetten hareketle "yakınların cinayeti cezasız kalabilir, affedilir" demiş ise de İbnu Ebî Şeybe'de gelen bir rivayet, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın Hz. Hamza'ya, telef ettiği develerin bedelini Hz. Ali'ye ödemesini emrettiğini belirtir. Zarara uğrayan kendisi affederse o başka.

* Bu hadis, hamr'ın haram kılınışının bir sebebini göstermektedir.

* İmam, başkasına zarar verildiğine dair kendisine haber ulaşan kimsenin evine gidebilir.

* Bir malı gasbeden kimse, muteber bir tezkiye ile hayvanı kesmişse, kestiği helaldir.

* Bir eve girerken izin istemek sünnettir.

* Hey'et halinde gelenlerden reise verilen izin diğerleri için de mûteberdir, onlar için ayrı ayrı izin istemek gerekmez.

* Sarhoş, kınamayı anlayacak durumda ise kınanır.

* Büyük, evinde hafiflemek için ridâsını atabilir, ancak etba'ı ile karşılaşacağı zaman normal kıyafetine bürünmelidir. Nitekim Resûlullah, giderken ridâsını istemiş ve giyinmiştir.

* Ayık kimsenin, sarhoşla muhatab olmaması gerekir.

* Aklını kaybeden kimsenin yanından geçen kimse ona arkasını dönmemelidir. Nitekim Efendimiz geri geri Hamza'nın yanından uzaklaşmıştır.

* Abdülmuttalib'in kadrinin yüceliğine ve onu medihte mübalağa etmenin câiz olduğuna işaret vardır. Zîra Hz. Hamza; "Sizler babamın kölelerinden başka bir şey misiniz?" demiştir. Yani "Köleleri gibisiniz" demek istemiş ve bununla onların Abdulmuttalib karşısındaki aşırı saygılarını ve Abdulmuttalib'in onların mallarındaki, köle malındaki gibi tasarruf yetkisini kastetmiş olmalıdır.

* Kelama terettüp edecek hüküm, onu söyleyene göre değişir. [10]


 

[1] Nesâî, Eşribe: 48, (8, 320, 321); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/137.

[2] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/137.

[3] Ebû Dâvud, Eşribe 4, (3676); Tirmizî, Eşribe 8, (1873); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/137.

[4] Müslim, Eşribe: 13, (1985); Tirmizî, Eşribe: 8, (1876); Ebû Dâvud, Eşribe: 4, (3678); Nesâî, Eşribe: 19, (8, 294); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/137.

[5] Buhârî, Eşribe: 2, Teysîr, Mâide: 10; İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/138.

[6] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/138.

[7] Müslim, Musâkât: 67, (1578); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/138.

[8] İbnu Hacerin belirttiği üzere, bu şiir Abdullah İbnu's Sâib İbni Ebî's-Sâib'e aittir. Şiirdeki bazı kelimelerin imla  ve harekelerinin rivayetlerdeki farklılıklarına dikkat çekilmiştir. Şiire Teysîr'in kaydettiği bütünlük ve şekle de bunlarda rastlanmaz. Teferruat mevzumuzu ilgilendirmez, orta bir mânâ verdik.

[9] Buhârî, Hums: 1, Büyû: 28, Şirb: 13, Meğâzî: 11, Libâs: 7; Müslim, Eşribe: 2, (1979); Ebû Dâvud, Harac: 20, (2986). (Bu kaynakların hiçbirinde şiir tam olarak mevcut değildir, birinci beytin sadece yarısı mevcuttur.); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/140-141.

[10] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/141-143.