DOKUZUNCU EDEB

 

Yolcuyu Karşılama

 

ـ1ـ عن السائب بن يزيد رَضِيَ اللّهُ عَنْهما قال: ]ذَهَبَنَا نَتَلقَّى رسولَ اللّهِ # مَعَ الصِّبْيَانِ إلى ثَنِيّةِ الْوَدَاعِ مَقْدَمَهُ مِنْ غَزْوَةِ تَبُوكَ[. أخرجه البخارى وأبو داود والترمذي .

 

1. (2205)- Sâib İbnu Yezîd (radıyallâhu anhümâ) anlatıyor: "Tebük Gazvesi dönüşünde, biz çocuklarla birlikte, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ı karşılamak üzere Seniyyetü'l Vedâ'ya gittik."[1]

 

AÇIKLAMA:

 

1- Hadis, burada Resûlullah'ın Tebük gazvesi dönüşü sırasında merasimle karşılandığını ifade etmektedir. Buhârî'nin Kitâbu'l-Cihad'daki rivayeti, "Gazilerin karşılanması" adını taşıyan bir başlık altında kaydedilir. Burada râvi, hangi gazve olduğunu belirtmeden: "Biz çocuklarla, Resûlullah'ı karşılamak için Seniyyetü'l-Vedâ'ya gittik" der. Buhârî'nin başlığının da ifade ettiği üzere, âlimler: "Sefer dönüşlerinde yolcuları ve cihaddan gelenleri neş'e ve sürurla karşılamak hoş bir davranıştır, insanlara karşı îfâ edilen iyiliklerden biridir" diye hükme bağlamışlardır.

2- Seniyye tümsek demektir. Seniyyetü'l-Vedâ Medine'de yolcuların uğurlandığı, karşılandığı bir yerin adıdır, Mekke cihetindedir. Tebük, tam aksi cihette olduğu için, hadis bazı itirazlara uğramıştır. Şârih Dâvûdî, bu cihette de aynı ismi taşıyan bir yerin olabileceğini söylemiştir. İbnu Hacer müşkili bir başka yaklaşımla halleder: "Onun Hicaz cihetinde olması, Şam'a gidecek yolcuların şehri aynı yerden terketmelerine mâni değildir. Nitekim Mekke'ye giriş ve çıkışlar iki ayrı tepeden de olsa her iki tepenin yolu da sonunda birleşmektedir." Ayrıca, Resûlullah'ın hicretle Medîne'ye gelişi sırasında kadınların okuduğu manilerin birinde, bir rivayette: "Ay bizim üzerimize vedâ tepelerinden doğdu şeklinde geldiğini kaydeder. Yani bu rivayette seniyyetü'lvedâ değil, seniyyâtü'lvedâ denmiştir. Seniyyât, seniyyeler (tepeler) demektir.[2]

 

ـ2ـ عن عائشة رَضِيَ اللّهُ عَنْها قالت: ]قَدِمَ زَيْدُ بنُ حَارِثَةً ورسولُ اللّهِ #

في بَيْتِى، فَأتَاهُ فَقَرَعَ الْبَابَ فقَامَ إلَيْهِ # عُرْيَاناً يَجُرُّ ثَوْبَهُ، وَاللّهِ مَا رَأيْتُهُ عُرْيَاناً قَبْلَهَا وََ بَعْدَهَا، فَاعْتَنَقَهُ وَقَبَّلَهُ[. أخرجه الترمذي .

 

2. (2206)- Hz. Âişe (radıyallâhu anhâ) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) odamda iken Zeyd İbnu Hârise geldi ve kapıyı vurdu. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) üryan vaziyette üzerindeki örtüsünü sürüyerek kalktı. Allah'a yemin olsun, O'nu, daha önce üryan olarak hiç görmemiştim, sonra da görmedim. Zeyd'i kucakladı ve öptü."[3]

 

AÇIKLAMA:

 

1- Şârihlerin de belirttiği üzere, Zeyd (radıyallâhu anh)'in gelişi, mûtad bir geliş değil, bir sefer veya gazve dönüşüdür. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) O'nu bir çok gazvelere komutan yapmıştır. Rivayetten de anlaşılacağı üzere, Zeyd, istisnâî bir saatte Resûlullah'ın kapısını çalmıştır.

Resûlullah'ın üryan olarak, yani ridasını üzerine almış olarak, tekellüfsüz şekilde kapıya koşması, Zeyd'in gelişinden duyduğu sevinci ifade eder. Esasen Zeyd olsun, oğlu Üsâme (radıyallâhu anhümâ) olsun, Resûlullah'ın fazla teklif ve tekellüfe gerek duymayacağı kadar ziyade sevgisine mazhar olma şerefine ermiş bahtiyarlardandır.

2- Hz. Âişe, Resûlullah'ı ne daha önce ne de daha sonda böyle üryan vaziyette hiç görmediğini yeminle ifade etmektedir. Aynı yorgan altında yıllarca beraberliğe rağmen, Resûlullah'ı bu vaziyette görmemesi istiğrab mevzuudur. Bazı şârihler: "Hz. Âişe'nin burada, bu şekilde üryan olarak birisini karşılayıp kucaklamasını kastetmiş olacağını, ancak halin bu hususa delaleti sebebiyle sözü kısa kestiğini veya bu şekildeki üryanlıkta görmediğini kasdetmiş olabileceğini" söylemişlerdir. Kâdı İyâz evvelki tahminde bulunur. Tîbî de: "Doğrusu da bu olmalıdır. Zîra, Hz. Âişe'nin sözünün siyakından Zeyd'in gelişi sebebiyle Resûlullah'ın duyduğu neşe ve sevincin râyihası koklanmaktadır. Efendimiz, onu bir an önce karşılama hususunda duyduğu isti'cal sebebiyle ridâsını tam olarak giyinmeye vakit ayırmadan koşmuş, yürürken eliyle çekerek giyinmesini tamamlamaya çalışmıştır ki bu durum (herkese) kesretle vaki olan bir haldir."

3- Hadiste, yoldan gelenle kucaklaşmanın meşrûiyyetine delil mevcuttur. Musâfaha ve kucaklaşmanın, sünnetten başka örnekleri, başta Hz. Enes, Hz. Câbir ve Ebû Zerr olmak üzere bir kısım Sahâbi (radıyallâhu anhüm) tarafından rivayet edilmiştir. Hz. Enes'in bir rivayeti şöyle: "Ashab karşılaşınca musâfaha ederler (tokalaşırlar), seferden gelince de kucaklaşırlardı"

Âlimlerimiz, muhtelif rivayetleri nazar-ı dikkate alarak mü'minlerin karşılaşmalarda musâfahanın, uzaktan gelme durumunda da kucaklaşmanın hak ve sahih olduğunu söylemekte ittifak eder.[4]

 

ـ3ـ وعن الشعبى قال: ]تَلَقّى رسولُ اللّه # جَعْفَرَ بْنَ أبِى طَالِبٍ، فَالْتَزَمَهُ وَقَبَّلَ بَيْنَ عَيْنَيْهِ[. أخرجه أبو داود.

 

3. (2207)- Şa'bî merhum anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), Câfer İbnu Ebî Tâlib'i karşıladı, kucakladı ve gözlerinin arasından öptü."[5]

 

AÇIKLAMA:

 

1-  Şa'bî, sahâbî olmaması haysiyeti ile, rivayet munkatı'dır.

2- İbnu Hişâm'ın kaydına göre, Hz. Câfer'in bu sefer dönüşü, Habeşistan dönüşüdür. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), onu Habeşistan'a hicret edenlerin sözcüsü olarak Necâşî'nin yanına göndermiş idi. Oradaki hizmetini tamamlayıp dönen Hz. Câfer Hayber'in fethedildiği gün, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'la karşılaşır.  Onu görmekten son derece memnun kalan Efendimiz, rivayette ifade edildiği üzere kucaklayıp öptükten sonra: "Bilemiyorum bunlardan hangisi sebebiyle sevineyim. Hayber'in fethiyle mi, Câfer'in gelişiyle mi?" buyururur.

Ebû Dâvud "İki Göz Arasından Öpmek" adını verdiği bir bâb'ta bu hadisi zikrederek gözler arasından öpmenin meşruiyyetine delil yapar.[6]


 

[1] Buhârî, Cihâd: 196, Megâzî: 82; Tirmizî, 38, (1718); Ebû Dâvud, Cihad: 176, (2779); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/42.

[2] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/42.

[3] Tirmizî, İsti'zân: 32, (2733); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/43.

[4] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/43-44.

[5] Ebû Dâvud, Edeb: 157, (5220); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/44.

[6] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/44.