BAZI HÜKÜMLER:

 

Bu hadisten çıkartılan bazı hükümler şunlardır:

* İlmi ehlinden almak. İlim alınan, alandan yaşça küçük de olsa, kadr u kıymetce düşük de olsa..

* İlim, ehil olmayana öğretilmemeli, anlamayacak olana anlatılmamalı. Anlayışı kıt kimselere, anlamayacağı şey anlatılmamalı...

* Bazı kimselerin cemaate zarar getirebilecek sözlerini sultana ihbar etmek caizdir. Bu, mezmum olan nemîme (koğuculuk) sayılmamıştır. Ancak bunu, mübhem olarak yapıp isim vermemek gerekir, böylece hem tedbir alınır, hem de onu söyleyen kimse gizlenmiş olur: Nitekim Hz. Ömer (radıyallâhu anh), halkı uyarmak, korkutmak suretiyle meselenin üzerine gittiği halde, o sözü kim söyledi diye araştırmamış, sormamış, tecziye cihetine gitmemiştir.

* İmam seçiminde, imamın Kureyş'ten olması esastır, çünkü Araplar bu işi sadece Kureyş'e layık görürler. Ma'ruf, hilafı caiz olmayan şeydir. Ancak, Hz. Ömer bu hadiste esas itibariyle Müslümanlarla istişare etmeden imam seçimine karşı çıkmakta, imamın Kureyş'ten olmasını birinci mesele olarak zikretmektedir.

* Birçok delil, imamın Kureyş'ten olmasını gerektirmektedir. Bunlardan biri, Müslümanların velâyetini ele alanlara "Ensâr'a iyi muâmele" tavsiye etmiş olmasıdır.

* Bu hadisten, kocası ve efendisi olmayan bir kadın hâmile çıkarsa onun recmedileceği de anlaşılmaktadır, yeter ki zorlandığına dair delil olmasın.

* Bir meseleye muttali olan, bunu imama açıklamak istese, daha önce bir başkasına mücmel olarak anlatma yetkisine sahiptir, tâ ki duyduğu zaman, mesele hakkında fikir sahibi bulunsun. Nitekim İbnu Abbâs'la Said İbnu Zeyd arasında bu durum cereyan etmiştir. Said, İbnu Abbâs'ın haberini reddetmiştir, zîra onun nazarında esas olan şudur: Şer'î meseleler istikrarını bulmuştur artık... Bundan böyle her ne vukua gelse öze müteallik olmaz, teferruatta kalır.

* Re'ye giren meselelerde imama itiraz caizdir.

* İlmi eksiksiz ezberleyen ve anlayanlar, onu tebliğ etmelidirler. Anlamayanlar da, tebliğ etmemeye teşvik edilmektedir.[1]

 

ـ5ـ وعن عائشة رَضِىَ اللّهُ عَنْها قالت: ]أتَتْ فَاطِمَةُ وَالْعَبَّاسُ رَضِىَ اللّهُ عَنْهُما أبَا بَكْرٍ رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ يَلْتَمِسَانِ مِيرَاثَهُمَا مِنْ رَسُولِ اللّهِ #، فقَالَ أبُو بَكْرٍ رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ: سَمِعْتُ رَسُولَ اللّهِ # يَقُولُ: َ نُورثُ؛ مَا تَرَكْنَاهُ صَدَقَةٌ، إنَّمَا يَأكُلُ آلُ مَحمدٍ في هذَا الْمَالِ، وَإنِّى وَاللّهِ َ أدَعُ أمْراً رَأيْتُ رَسولَ اللّهِ # يَصْنَعُهُ إَّ صَنَعْتُهُ، إنِّى أخْشى إنْ تَرَكْتُ شَيئاً مِنْ أمْرِهِ أنْ أزِيغَ، فَهَجَرَتْهُ فَاطِمةُ رَضِىَ اللّهُ عَنْها فَلَمْ تُكَلِّمُهُ حَتَّى مَاتَتْ بَعْدَ سِتَّةِ أشْهُرٍ، فَدَفَنَهَا عَلىٌّ رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ لَيًْ، ولَمْ يُؤذِنْ بِهَا أبَا بَكْرٍ، وَكَانَ لِعَلىٍّ وَجْهٌ)ـ1( مِنَ النَّاسِ حَيَاةَ فَاطِمة رَضِىَ اللّهُ عَنْها، فَلَمَّا مَاتَتِ انْصَرَفَتْ وُجُوهُ النَّاسِ عَنْهُ، فقَالَ رَجُلٌ لِلزُّهْرِىِّ رَحِمَهُ اللّهُ: وَلَْ يُبَايِعُهُ عَلىٌّ سِتَّةٌ أشْهُرٍ؟ قالَ: َ، وَاللّهِ وََ أحَدٌ مِنْ بَنِى هَاشِمٍ، فَلَمَّا رَأى عَلِىٌّ رَضِىَ اللّهُ

عَنْهُ انْصِرَافَ وُجوُهِ النَاسِ عَنْهُ ضَرَعَ إلى مُصَالَحةِ أبى بَكْرٍ رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ، فأرْسَلَ إلَيْهِ أنْ ائْتِنَا وََ يَأتِنَا مَعَكَ أحَدٌ، وَكَرِهَ أنْ يأتِيَهُ عُمَرُ لِمَا عَلِمَ مِنْ شِدَّتِهِ، فَقَالَ عُمَرُ رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ: َ تأتِهِمْ وَحْدَكَ، فقَالَ أبُو بَكْررَضِىَ اللّهُ عَنْهُ: وَاللّهِ Œتَينَّهُمْ وَحْدِى مَا عَسى أنْ يَصْنَعُوا بِى؟ فانْطَلَقَ أبُو بَكْرٍ رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ، فَدَخَلَ عَلى عَلِيٍّ رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ، وَقَدْ جَمَعَ بَنِى هَاشِمٍ عِنْدَهُ، فَقَامَ فَحَمِدَاللّهَ وَأثنى عَلَيْهِ، ثُمَّ قَالَ: أمَّا بَعْدُ، فََلَمْ يَمْنَعْنَا أنْ نُبَايِعَكَ يَا أبَا بَكْرٍ إنْكَارٌ لِفَضِيلَتِكَ، وََ نَفَاسَةٌ عَلَيْكَ، وَلكِنَّا كُنّا نَرَى أنَّ لَنَا في هذَا ا‘مْرِ حَقّاً فاسْتَبْدَدْتُمْ عَلَيْنََا، ثُمَّ ذَكَرَ قَرَابَتَهُ مِنْ رسول اللّه # وَحَقَّهُمْ فَلَمْ يَزَلْ عَلِيٌّ رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ يَذْكُرُ حَتَّى بَكى أبُو بَكْرٍ رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ، فَصَمَتَ عَلِيٌّ رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ، فَتَشَهَّدَ أبُو بَكْرٍ رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ فَحَمِدَ اللّهَ تَعالَى وَأثْنى عَليْهِ، ثُمَّ قالَ: أمَّا بَعْدُ، فَوَاللّهِ لَقَرَابَةُ رسول اللّهِ # أحَبُّ إلىَّ أنْ أصِلَ مِنْ قَرَابَتِى، وَإنِّى وَاللّهِ مَا ألَوْتُ في هذِهِ ا‘مْوَالِ الَّتِى كَانَتْ بَيْنِى وَبَيْنَكُمْ عَنِ الخَيْرِ، وَلكِنِّى سَمِعْتُ رسول اللّهِ # يَقُولُ: َ نُورَثُ مَا تَرَكْنَاهُ صَدَقَةٌ، إنَّمَا يَأكُلُ آلُ مُحَمَّدٍ في هذا المَالِ، وَإنِّى وَاللّهِ َ أدَعُ أمْراً صَنَعَهُ رسولُ اللّهِ # إَّ صَنَعْتُهُ إنْ شَاءَ اللّهُ تَعالى، فقَالَ عَليٌّّ رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ: مَوْعِدُكَ لِلبَيْعَةِ الْعَشِيَّةُ، فَلَمَّا صَلَّى أبُو بَكْرٍ رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ الظُّهْرَ أقْبَلَ عَلى النَّاسِ يَعْذُرَ عَلِيّاً رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ بِبَعْضِ مَا اعْتَذَرَ بِهِ، ثُمَّ قَامَ عَليٌّ رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ فَعَظَّمَ حَقَّ أبِى بَكْرٍ رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ، وَذَكَر فَضِيلَتَهُ وَسَابِقَتَهُ، ثُمَّ قَامَ إلى أبِى بَكْرٍ فَبَايَعَهُ، فَأقْبَلَ النَّاسُ عَلى عَلِيٍّ رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ، فقَالُوا: أصَبْتَ وَأحْسَنْتَ، فَكَانَ النَّاسُ إلى عَلِيٍّ رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ قَرِيباً حِينَ رَاجَعَ ا‘مْرَ المَعْرُوفَ[. أخرجه الشيخان، واللفظ لمسلم.»ضََرَعَ«: أى خضع، وانقاد »وَالنَّفَاسَةُ«: الحسد، ومعنى »مَا ألَوْتُ« بالقصر: أى ما قصرت.

 

5. (1739)- Hz. Âişe (radıyallâhu anhâ) anlatıyor:

"Hz. Fâtıma ve Hz. Abbâs (radıyallâhu anhümâ) Hz. Ebû Bekir (radıyallâhu anh)'e uğrayıp, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'tan kendilerine kalan mirası sordular. Hz. Ebû Bekir (radıyallâhu anh) onlara:

"Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın: "Bize kimse vâris olamaz, bıraktıklarımız hep sadakadır. Ancak Âl-i Muhammed bu maldan (ihtiyacı kadarını) yer" dediğini işittim. Allah'a yemin olsun Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın yaptığını gördüğüm bir şeyi terketmem, mutlaka onu yaparım. Ben O'nun emrinden bir şey terkedecek olsam sapıtmaktan korkarım!" dedi.

Bunun üzerine Hz. Fatıma, Hz. Ebû Bekir (radıyallâhu anhümâ)'e küstü ve altı ay sonra ölünceye kadar onunla konuşmadı. Hz. Ali, onu geceleyin defnetti. Ölümünü Hz. Ebû Bekir (radıyallâhu anh)'e haber vermedi.

Hz. Ali, Fatıma (radıyallâhu anhümâ) sağken halk nazarında ayrı bir makama, izzete sahipti. Hz. Fatıma vefat edince, halkın alâkası ondan kesildi.

Bir adam Zührî (rahimehullah)'ye: Ali, (Hz. Ebû Bekir'e) altı ay biat etmedi mi?" diye sordu.

"Hayır, vallahi hayır, Benî Haşim'den hiç kimse geri kalmadı. Ali (radıyallâhu anh), insanların nazarlarının kendinden çevrildiğini görünce Hz. Ebû Bekir (radıyallâhu anh)'le musalahaya mecbur kaldı. Ona haber salarak: "Yanında kimse olmadan, yalnız olarak bize gel!" dedi. kendisine Hz. Ömer'in gelmesini istemiyordu, çünkü ondaki şiddet ve hiddet hâlini biliyordu. Hz. Ömer (radıyallâhu anh):

"Onlara tek başına gitme!" dedi. Hz. Ebû Bekir (radıyallâhu anh):

"Vallahi tek başıma gideceğim. Bana ne yapabilirler ki?" dedi ve Ebû Bekir (radıyallâhu anh) onlara gitti. Hz. Ali (radıyallâhu anh)'nin yanına girdi. Benî Hâşim, yanında toplanmışlar idi. (Hz. Ebû Bekir'i görünce) kalktı. Allah'a hamd ü senada bulundu. Sonra şunu söyledi:

"Emmâ ba'd! Ey Ebû Bekir, bizim sana biat etmemize mani olan şey senin faziletini inkârımız değildir, sana karşı bir rekâbet düşüncemiz de yok. Ancak, biz, bu "iş"te bizim de bir hakkımız olduğuna inanıyorduk. Bize karşı müstebit davrandınız!"

Sonra Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a olan yakınlığını zikretti. Ali bunları zikrettikçe Hz. Ebû Bekir (radıyallâhu anhümâ) ağlamaktan kendini alamıyordu. Hz. Ebû Bekir (radıyallâhu anh) şehâdet getirdi, Allah Teâla'ya hamdetti, senâda bulundu. Sonra şunları söyledi:

"Emmâ ba'd! Allah'a kasem olsun, şurası muhakkak ki, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın akrabaları bana, kendi akrabalarımdan daha yakın, daha sevgili. Ve ben, yeminle söylüyorum, benimle sizin aranızda olan bu mal meselesinde haktan ve hayırdan hiç ayrılmış değilim. Zîra, ben Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'tan şunu işittim:

"Bize kimse vâris olamaz, bıraktığımız sadakadır. Âl-i Muhammed bu maldan yer." Vallahi ben, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın yaptığını gördüğüm bir işi terketmem, Allah'ın izniyle mutlaka yaparım" dedi. Hz. Ali (radıyallâhu anh):

"Biat için öğleden sonra buluşalım" dedi. Ebû Bekir (radıyallâhu anh) öğleyi kılınca, cemaate yönelip Hz. Ali (radıyallâhu anh)'nin (biatı geciktirmedeki) beyan ettiği özürleri halka anlattı. Sonra da Hz. Ali (radıyallâhu anh) kalkıp, Hz. Ebû Bekir (radıyallâhu anh)'in hakkını tazim buyurdu, faziletlerini, İslâm'a sebkat eden hizmetlerini zikretti. Sonra Ebû Bekir (radıyallâhu anh)'e yaklaşıp biat etti. Halk, Hz. Ali (radıyallahu anh)'nin etrafını sarıp:

"İsabet ettin, çok iyi bir davranışta bulundun" diyerek takdir ettiler. Hz. Ali (radıyallâhu anh) bu ma'ruf işe döndüğü zaman halk (tekrar) kendisine yakınlık (ve alâka) gösterdi." [Buhârî, Fedailu'l-Ashab 12; Müslim, Cihad 53, (1759). Metin Müslim'dendir. Hadis Buhârî'de muhtasardır.][2]

 

AÇIKLAMA:

 

1- Hadisin, Müslim'de gelen bir diğer vechinin baş kısmı, meseleyi daha açık bir üslubla vaz'etmektedir. Buna göre, Hz. Fatıma (ve Abbas) Hz. Ebû Bekir (radıyallâhu anh)'e bizzat gelmezler. Birisini göndererek, fey malından, Medine, Fedek ve Hayber'de Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın hissesine düşen payın kendilerine miras olarak verilmesini iserler. Ancak Hz. Ebû Bekir onlara şu cevabı verir:

"Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) sağken: "Bize kimse varis olamaz, her ne bırakmışsak sadakadır, bu maldan Âl-i Muhammed yer"  buyurdu. Ben de, vallahi, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın sadakasının sağlığındaki durumu ne idiyse, onu kesinlikle değiştiremem. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) onlarda nasıl tasarruf etti ise ben de öyle  tasarrufta bulunacağım" der ve o arazilerin kendi taraflarına bırakılma teklifini, talebini reddeder.

İşte bu hâdise üzerine, Hz. Fatıma, Hz. Ebû Bekir (radıyallâhu anhümâ)'e gücenir ve küser, ölünceye kadar da konuşmaz. Zaten Fâtıma validemizin vefatı Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'tan altı ay sonradır.

Rivayetin geri kalan kısmı açıktır: Hz. Fâtıma (radıyallâhu anhâ)'nın vefatından sonra Hz. Ali (radıyallâhu anh), biraz da efkâr-ı umumiyenin baskısı ile, Hz. Ebû Bekir'e biat eder. Biat sırasında her iki taraf da birbirlerinin faziletini beyân ederler, birbirlerini ittiham etmezler.

Onların aradaki kırgınlığı kaldırıp kaynaşmaları Müslüman halkı da çok memnun kılar. Hz.Ali'ye biraz soğuklaşmış olan efkar-ı umumiye tekrar yakınlık gösterir, saygı ve sevgisini ziyadeleştirir.

2- Acaba Hz. Fatıma ve hatta Hz. Ali ve Hz. Abbâs (radıyallâhu anhüm) niçin miras istediler?

Bu hususta birkaç tahmin ileri sürülmüş ise de en mâkulü, en doğrusu şudur: Hz. Ebû Bekir'in rivayet ettiği: "Bize mirascı olunmaz, bıraktıklarımız sadakadır.." hadisini duymamış olmalarıdır. Hz. Ömer, Hz. Ebû Bekir gibi en eski ve Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a en yakın olan Müslümanların pek mühim meselelerde bile Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in hadislerini, O'nun sağlığında değil, ölümünden sonra işitmelerinin birçok örneği var. Bu da onlardan biri olmalıdır. Hadisi işitmiş olan Hz. Ebû Bekir (radıyallâhu anh), Mes'uliyet makamında, işin sorumlusu olarak, Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in tatbikatından ayrılmamayı esas alıp, Hz. Fatıma ve Hz. Ali (radıyallâhu anhümâ) gibi, çok sevdiği ve hâtırasına son derece saygı duyup bağlılığını her şeyin üstünde tuttuğu Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın iki ciğerpâresini gücendirmeyi sineye çekiyor, Hz. Ali, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a yakınlığını anlatırken hep ağlayarak dinleyen Hz. Ebû Bekir'e, onları gücendirmek muhakkak ki çok ağır gelmiş idi. Ama ne yapsın? Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'tan o mevzuda kesin bir bilgiye sahip, onunla amel etmesi lazım: "Bize kimse varis olamaz, bıraktıklarımız sadakadır..."

3- Dinimiz üç günden fazla küsmeyi yasakladığı halde Hz. Fatıma'nın ölünceye kadar (altı ay) Hz. Ebû Bekir'e küskün durması bir tezad değil mi? diye hatıra geliyor.

Âlimlerimiz, bunun selâmı kesmek mânasında bir küsme olmadığını belirtirler. Haram olan küsme, karşılaşınca selâm vermeyip yüz çevirmektir. Hz. Fatımâ'nın, bu hadiseden sonra Hz. Ebû Bekir'le karşılaşıp, selamlaşmadıklarına dair rivayet mevcut değildir. Üstelik, Beyhakî'de gelen bir rivayet onların barıştıklarını göstermektedir:

"Şa'bî'nin  rivayetine göre, Hz. Fâtıma hastalanınca, Ebû Bekir hazretleri "geçmiş olsun" ziyaretine gider. İzin ister. Hz. Ali, durumu Fatımâ'ya bildirir. Hz. Fatıma, kocası Hz. Ali'ye, izin vermesini isteyip istemediğini sorar. "Evet" cevabını alınca Hz. Ebû Bekir'e izin verir. Halife, huzurlarına girer ve gönüllerini alıcı hitaplarda bulunur. Mekke'deki malını mülkünü, kavim ve kabilesini Allah ve Resûlü'nün rızası için, kendilerinin rızası için bıraktığını ifade eder ve aradaki soğukluklar kalkar.

Nevevî: "Hz. Fatıma, Ebû Bekir'le konuşmadı" cümlesini, "Bu mesele üzerine bir daha iddiada bulunmadı, gündeme getirmedi" mânasında da anlar ve devamla şunu söyler: "Veya köşesine çekildiği için ondan bir ihtiyaç talebinde bulunmadı; onunla karşılaşmaya mecbur kalmadı ki, onunla konuşsun. Onların karşılaştıklarına ve Hz. Fatıma'nın ona selam vermediğine, konuşmadığına dair hiçbir rivayet yok."

4- Hz. Ebû Bekir (radıyallâhu anh)'in bu meseledeki haklılığını Hz. Ali ve Hz. Abbâs (radıyallâhu anhümâ) kabul etmişlerdir. Çünkü, bilahare Hz. Ali, halife olduğu zaman, mezkur arazilerin, Hz. Ebû Bekir tarafından tesbit edilen ve Hz. Ömer ve Hz. Osman tarafından devam ettirilmiş bulunan statüsünde değişiklik yapmamıştır.

Bu hususu açıklayan bir rivayeti Nevevî, Ebû Dâvud'dan kaydeder:

"(Abbasîler'in ilk halifesi) Seffah, ilk hutbesini okuduğu zaman, boynunda Kur'ân asılı olan bir adam yanına gelerek:

"Allah aşkına benimle hasmım arasında şu Mushaf'la  hükmet" der. Seffâh:

"Hasmın kim?" diye sorunca:

"Ebû Bekir'dir, Fedek arazisini bize menetmiştir" der. Halife:

"O sana zulüm mü yaptı?" diye sorar. Öbürü:

"Evet!" der. Seffah:

"Ondan sonra kimdi?" diye sorar. Adam:

"Ömer'di" der. Seffah:

"Ömer de zulmetti mi?" der. Adam:

"Evet" der. Hz. Osman için de aynı şeyi söyleyince:

"Ali de sana zulmetti mi?" der. Adam bu sefer susar. Seffâh bunu üzerine adama sert bir şekilde çıkışır."

Kadı İyaz bu meselede şunu söyler: "Hz. Ebû Bekir (radıyallâhu anh)'in hadisten delil getirmesi üzerine, Hz. Fâtıma (radıyallâhu anhâ)' nın ona karşı niza etmekten vazgeçmiş olması, mesele üzerine vaki olan icmâya teslim olduğunu gösterir. Bu durum Hz.Fatıma (radıyallâhu anhâ)'nın kendisine hadis ulaşıp te'vili de açıklık kazanınca, o meseledeki şahsî görüşünü terketmiş olduğunu da ifade eder. Nitekim bir daha ne kendisinden, ne de zürriyetinden, miras talebi vaki olmamıştır. Bilahare Hz. Ali halife olduğu zaman, o meselede Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer'in  amelinden ayrılmadı. Öyle ise bu da gösterir ki, Hz. Ali ve Hz. Abbâs (radıyallâhu anhümâ)'ın talebleri, o arâzilerin işletilmesiyle ilgili işlerin kendilerine verilmesini... taleb etmektir."

5- Hz. Ali'nin biatının gecikmesi, Hz. Ebû Bekir'in halifeliğinin meşruiyetine halel getirmez. Zîra, şer'an, halifenin meşruiyeti için herkesin biatı şart değildir. Ehlü'lhal ve'l-akd denen, ileri gelenlerden bir kısım şahsiyetin biatı yeterlidir. Üstelik Hz. Ali biat etmediği zaman esnasında Hz. Ebû Bekir'e, onun hilâfetinin meşrûiyetine karşı birşey söylemiş, bir eylemde bulunuş değildir. İtaatsizliği mevzubahis değildir. Hz. Ebû Bekir'in, halife seçilirken onunla istişâre etmemiş olması, daha önce de gördüğümüz gibi şartlar sebebiyledir. O iş bir an önce bitirilmeli idi, ihmale, gecikmeye tahammülü olmayan bir durum vardı. Kendisi fevkalâde meşguldü, Hz. Ali de Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın cenazesi ile meşguldü.

6- Hz. Ali, Hz. Ebû Bekir (radıyallâhu anhümâ)'i  evine çağırırken yalnız gelmesini  tenbih edip, Hz. Ömer'le gelmesini istememesi, Hz. Ömer'in çabuk parlayan sert mizacı sebebiyledir. Hz. Ali nizâ edilen meseleler üzerine mizâcı mülayim olan Hz. Ebû Bekir'le daha rahat konuşabileceğine kânidir. Hz. Ömer (radıyallâhu anh)'in yalnız gitmemesini tavsiye etmesi, Hz. Ebû Bekir'e ağır sözler sarfedebilirler,  rencide edip, kalbini kırabilirler endişesindendir. Kendisi de beraber olduğu takdirde onu yapamayacakları kanaatindedir.[3]

 

ـ6ـ وعن القاسم بن محمد قال: ]قالَتْ عَائشةُ رَضِىَ اللّهُ عَنْها: وَارَأسَاهُ، فقَالَ رسولُ اللّه # ذَاكِ لَوْ كانَ، وَأنَا حَىٌّ، فَأسْتَغْفِرُ لَكِ، وَأدْعُو لَكِ، فَقَالَتْ وَاثُكَْهُ، وَاللّهِ إنِّى ‘ظُنُّكَ تُحِبُّ مَوْتِى، وَلَوْ كانَ ذلِكَ لَظَلَلْتَ

آخِرَ يَوْمِكَ مُعَرِّساً بِبَعْضِ أزْوَاجِكَ، فقَالَ #: بَلْ أنَا وَارَأسَاهُ لَقَدْ هَمَمْتُ، أوْ أرَدْتُ أنْ أُرْسِلَ إلى أبى بَكْرٍ وَابْنِهِ وَأعْهَدَ، أنْ يَقُولَ الْقَائلُونَ، أوْ يَتَمَنَّى المُتَمَنُّونَ، ثُمَّ قُلْتُ. يَأبى اللّهُ وَيَدْفَعُ المُؤمِنُونَ، أوْ يَدْفَعُ اللّهُ وَيَأبى المُؤمِنُونَ[. أخرجه الشيخان، واللفظ للبخارى.»أعْرَسَ الرَّجُلُ بِامْرَأتِهِ«: إذَا دخل بها .

 

6. (1740)- Kasım İbnu Muhammed anlatıyor: "Hz. Âişe (radıyallâhu anhâ) bir gün hastalanmış:

"Vay başım, (ölüyorum)!" demişti. Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) (şaka olsun diye):

"Keşke bu ben sağken olsa, sana istiğfar eder, dua ediveririm!" dedi. Bunun üzerine Hz. Âişe (radıyallâhu anhâ) birden parladı:

"Vay başıma gelen. Vallahi görüyorum ki ölmemi istiyorsun. Ben öleceğim, sen de akşama zevcelerinden biriyle başbaşa kalacakın ha!" dedi. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) (sözü değiştirerek) dedi ki:

"Bilakis ben ölüyorum, vay başım! Ebû Bekir'e ve oğluna birini gönderip (benden sonra hilâfet hususunda "ben daha lâyığım" iddia veya temennisinde bulunacaklara karşı) yerime geçeceği  tesbit etmek istemiştim. Sonradan (kendi kendime: "Böyle bir iddiayı Ebû Bekir dışında kim yaparsa) Allah kabul etmez, mü'minler de reddederler" dedim (ve vasiyet yapmaktan vazgeçtim)." [Buhârî, Ahkâm 51, Merdâ 16; Müslim, Fedailu's-Sahâbe 11, (2387).][4]

 

AÇIKLAMA:

 

1- Bu hadis farklı vecihlerden gelmiştir. Mânanın bütünlük arzetmesi için, diğer vecihlerde gelen bazı ziyadeleri, burada parantez içerisinde kaydettik.

2- Hadiste geçen    اَعْهَدَ   (ahdetmek) , âmm bir mâna taşır ise de, başta Buhârî olmak üzere âlimler ekseriyetle bunu, bu hadiste "yerine veliahd tayin etmek" mânasında anlamışlardır.

Böyle olunca, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), kendisinden sonra, Hz. Ebû Bekir (radıyallâhu anh) dışında kimsenin hilâfete talib olmaması gerektiğini, olduğu takdirde mü'minlerin reddetmekte haklı olacaklarını önceden bildirmiş olmaktadır. Bu ihbar, sonraki vukuata aynen uyduğu için  şârihler bunda bir nevi mucize görmüşlerdir.

Hemen belirtelim ki, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), vasiyette bulunma düşüncesine, kendisinden sonra, hilâfet hususunda bir ihtilâfın çıkabileceği endişesinden varmıştır. Ancak ümmetinin sağduyusuna güvenerek yerine geçecek şahıs hususunda çok sarih, yazılı bir vesika bırakmaktan imtinâ etmiştir.[5]

 

ـ7ـ وعن عائشة رَضِىَ اللّهُ عَنْها قالت: ]لَمَّا احْتُضِرَ أبُو بَكْرٍ رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ دَعَا عُمَرَ فقَالَ: إنِّى مُسْتَخْلِفُكَ عَلَى أصْحَابِ رَسُولِ اللّهِ # يَا عُمَرُ، إنَّمَا ثَقُلَتْ مَوَازِينُ مَنْ ثَقُلَتْ مَوَازِينُهُ يَوْمَ الْقِيَامَةِ بِاتِّبَاعِهِمُ الحَقَّ وَثِقَلَهُ عَلَيْهِمْ، وَحُقَّ لِمِيزَانٍ َ يُوضَعُ فِيهِ إَّ الحَقَّ أنْ يَكُونَ ثَقِيً. يَا عُمَرُ: إنَّمَا خَفَّتْ مَوَازِينَ مَنْ خَفَّتْ مَوَازِينُهُ يَوْمَ الْقِيَامَةِ بِاتِّبَاعِهِمُ البَاطِلَ وَخِفّتُهُ عَلَيْهِم، وَحُقَّ لِمِيزَانٍ َ يُوضَعُ فِيهِ إَّ البَاطِلُ أنْ يَكُونَ خَفِيفاً، وَكَتَبَ إلى أُمَرَاءِ ا‘جْنَادِ: وَلَّيْتُ عَلَيْكُمْ عُمَرَ وَلمْ آلُ نَفْسِى، وََ المُسْلِمِينَ إَّ خَيْراً، ثُمَّ مَاتَ وَدُفِنَ لَيًْ، ثُمَّ قَامَ عُمَرُ في النَّاسِ خَطِيباً، ثُمَّ قالَ بَعْدَ أنْ حَمِدَ اللّهَ وَأثْنى عَلَيْهِ: أيُّهَا النَّاسُ: إنِّى َ أُعْلِمُكُمْ مِنْ نَفْسِى شَيْئاً تَجْهَلُونَهُ، أنَا عُمَرُ، وَلَمْ أحْرِصْ عَلى أمْرِكُمْ، وَلكِنِ المُتَوفِّى أوْحَى إلَىَّ بِذلِكَ، وَاللّهُ ألْهَمَهُ ذلِكَ، وَلَيْسَ أجْعَلُ إمَامَتِى إلى أحَدٍ لَيْسَ لَهَا بِأهْلٍ، وَلكِنْ أجْعَلُهَا إلَى مَنْ تَكُونُ رَغْبَتُهُ في التَّوْقِيرِ لِلْمُسْلِمِينَ، أُولئِكَ هُمْ أحَقُّ بِهِمْ مِمَّنْ سِوَاهُمْ[. أخرجه مالك .

 

7. (1741)- Hz. Âişe (radıyallâhu anhâ) anlatıyor:

"Hz. Ebû Bekir (radıyallâhu anh), ölüm ânı yaklaşınca (muhtazar olunca), Hz. Ömer'i çağırttı ve:

"Ey Ömer, ben Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın ashabı üzerine seni halife seçiyorum. Mizanı ağır olan, hakka uyması sebebiyle kıyamet günü mizanı ağır basacak ve ağırlık kendine olacak  kimsedir. Sadece hakkın girdiği mizanın ağır olması da hak olmuştur.

Ey Ömer! Mizanı hafif olan da, batıla uyması sebebiyle, kıyamet günü sevabı az ve hafif olan ve bu hafiflikle teraziye girecek olandır. İçerisine sadece batıl giren mizanın hafif olması da haktır."

Ayrıca, askerlerin komutanlarına da şunu yazdı: "Başınıza Ömer'i seçtim. Kendim için de, Müslümanlar için de hayrı seçtim."

Sonra Ebû Bekir (radıyallâhu anh) vefat etti ve geceleyin defnedildi. Bilahere Hz.Ömer (radıyallâhu anh), ayağa kalkıp hamd ü sena ettikten sonra şunları söyledi:

"Ey insanlar, ben size, hiç bilmediğiniz bir şeyi kendimden uydurup öğretecek değilim. Ben Ömer'im. Size emîr olma hususunda hırsım yok. Ancak vefat eden Ebû Bekir (radıyallâhu anh) bunu bana vasiyet etti. Bu işi ona Allah'ın ilham ettiğine inanıyorum. İmamlığımı, ona ehil olmayan kimseye bırakmam. Fakat onu, Müslümanlara saygı göstermeye gayret edenlere bırakırım. İşte böyleleri, Müslümanlara emîr olaya başkalarından daha çok layıktır." [Muvatta'da bulunamamıştır.][6]

 

ـ8ـ وعن معدان بن أبى طلحة: ]أنَّ عُمَرَ رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ خَطَبَ يَوْمَ الجُمُعَةِ فَذَكَرَ رسُولَ اللّهِ #، ثُمَّ ذَكَرَ أبَا بَكْرٍ ثُمَّ قَالَ: إنِّى رَأيْتُ كَأنَّ دِيكاً نَقَرَلِى ثََثَ نَقَرَاتٍ، وَإنِّى َ أُرَاهُ إَّ لِحُضُورِ أجَلِى، وَإنَّ قَوْماً يَأمُرُونَنِى أنْ أسْتَخْلِفَ، وَإنّ اللّهَ تَعالى لَمْ يَكُمْ لِيُضِيعَ دِينَهُ، وََ خَِفَتَهُ، وََ الَّذِى بَعَثَ بِهِ رَسُولَهُ # وَهُوَ عَنْهُمْ رَاضٍ، وَإنِّى قَدْ عَلِمْتُ أنَّ قَوْماً يَطْعُنُونَ في هذَا ا‘مْرِ، أنَا ضَرَبْتُهُمْ بِيَدِى هذِهِ عَلى ا“سْمِ، فإنْ فَعَلُوا ذلِكَ فَأولئِكَ أعْدَاءُ اللّهِ الكَفَرَةُ الضُّّلُ، ثُمَّ قالَ: اللَّهُمَّ إنِّى أُشْهِدُكَ عَلى أُمَرَاءِ ا‘نْصَارِ، فَإنِّى إنَّما بَعَثْتُهُمْ عَلَيْهِمْ لِيَعْدِلُوا وَلِيُعَلِّمُوا النَّاسَ دِينَهُمْ، وَسُنَّةَ نَبِيِّهِمْ #، وَيَقْسِمُوا فِيهمْ، وَيَرْفَعُوا إلَىَّ مَا أشْكَلَ عَلَيْهِمْ مِنْ دِينِهِمْ، فَمَا كانَ إَّ الجُمَعَةُ ا‘خْرَى حَتَّى طَعِنَ عُمَرُ رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ، فأذِنَ لِلْمُهَاجِرِينَ، ثُمَّ لِ‘نْصَارِ، ثُمَّ ‘هْلِ المَدِينَةِ، ثُمَّ ‘هْلِ الشَّامِ، ثُمَّ ‘هْلِ الْعِرَاقِ،

وَكُنَّا آخِرَ مَنْ دَخَلَ عَلَيْهِ، فإذَا هُوَ قَدْ عَصَبَ جُرْحَهُ بِبُرْدٍ أسْوَدَ، وَالدَّمُ يَسِيلُ عَلَيْهِ، فَقلْنَا أوْصِنَا، وَلَمْ يَسْألُهُ الْوَصِيَّةَ أحَدٌ غَيْرُنَا، فقَالَ: أُوصِيكُمْ بِكِتَابِ اللّهِ تَعالى، فإنَّكُمْ لَنْ تَضِلُّوا مَا اتَّبَعْتُمُوهُ، وَأُوصِيكُمْ بِالْمُهَاجِرِينَ، فإنَّ النَّاسَ يَكْثرُونَ وَيَقِلُّونَ، وَأوصِيكُمْ بِا‘نْصَارِ فَإنَّهمْ شِعْبُ ا“يمَانِ الَّذِى لَجَأ إلَيْهِ، وَأوصِيكُمْ بِا‘عْرَابِ، فإنَّهُمْ أصْلكُمْ وَمَادَّتُكم.وفي رواية: ]فإنَّهُمْ إخْوَانُكُمْ وَعَدُوُّ عَدُوِّكُمْ، وَأوصِيكُمْ بأهْلِ الذِّمَّةِ، فإنَّهُمْ ذِمَّةُ نَبِيِّكُمْ وَرِزْقُ عِيَالِكُمْ، قُومُوا عَنِّى[. أخرجه البخارى مختصراً، ومسلم بطوله.وفي رواية: ]أنَّهُ لَمَّا طُعِنَ عُمَرُ رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ قِيلَ لَهُ: لَوِ اسْتَخْلَفْتَ فقَالَ: أَتَحَمَّلُ أمْرَكُمْ حَيّاً وَمَيِّتاً، إنْ أسْتَخْلِفَ فَقَدْ اسْتَخْلَفَ مَنْ هُوَ خَيْرٌ مِنِّى، أبُو بَكْرٍ، وَإنْ أتْرُكْ فَقَدْ تَرَكَ مَنْ هُوَ خَيْرٌ مِنِّى، رَسُولُ اللّهِ #، وَوَدِدْتُ أنَّ حَظِّى مِنْهَا الْكَفَافُ َ لِىَ وََ عَلَىَّ. قالَ عَبْدُاللّهِ رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ، فَعَلِمْتُ أنَّهُ غَيْرُ مُسْتَخْلِفٍ فَقَالُوا جَزَاكَ اللّهُ خَيْراً فَعَلْتَ وَفَعَلْتَ، فَقَالَ رَاغِبٌ وَرَاهِبٌ[.. أخرجه الشيخان، وهذا لفظهما، وأبو داود والترمذى مختصراً .

 

8. (1742)- Ma'dan İbnu Ebî Talha anlatıyor:

"Hz. Ömer (radıyallâhu anh), cuma günü hutbe verdi. Önce Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ı hatırlattı, sonra Hz. Ebû Bekir (radıyallahu anh)'i andı. Sonra da şunları söyledi:

"Ben  rüyamda bir horoz gördüm, bana üç gaga vurdu. Bunu, ecelim yaklaştı diye yordum. Bazı kimseler, yerime birini seçmemi söylüyorlar. Allah ne dini, ne hilafetini, ne de Resûlü (aleyhissalâtu vesselâm) ile gönderdiği şeyi zayi edecek değildir. Eğer ecelim çabucak gelirse hilâfet, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) ölürken kendilerinden razı bulunduğu şu altı kişinin müşâveresi ile belirlenecektir. Ben biliyorum ki, bazıları bu seçime dil uzatacaklardır. Bunlar benim şu elimle İslâm'a kattığım kimselerdir. Eğer bunu yaparlarsa bilin ki, onlar ancak Allah'ın düşmanlarıdır, kâfirlerdir, sapıklardır.

Sonra sözüne şöyle devam etti:

"Ey Rabbim, seni Ensâr'ın ümerâsına şâhid kılıyorum. (Bilin ki) ben onları, adaletli olsunlar ve halka dinlerini, Peygamberlerinin (aleyhissalâtu vesselâm) sünnetini öğretsinler (zekatı) aralarında taksim etsinler, dinî meselelerde müşkilatla karşılaşınca bana bildirsinler diye başlarına tayin ettim."

Hz. Ömer (radıyallâhu anh)'in bu hutbesinden bir cuma geçmişti ki hançerlendi. Yanına girmek için önce Muhacirler'e, sonra Ensâr'a, sonra Medineliler'e, sonra Şamlılar'a, sonra Iraklılar'a sırayla izin verdi. Biz, huzura girenlerin sonuncusu idik. Siyah bir  bürde ile yarası sarılmış, üzerinden kanlar akıyor vaziyette gördük."

Bize vasiyette bulun!" dedik. Ona bizden başka vasiyet talebinde bulunan olmadı.

"Size dedi, Allah'ın Kitabı'nı vasiyet ediyorum. Zira ona uyduğunuz müddetce asla sapıtmazsınız. Size Muhacirler'i de vasiyet ediyorum. Zira insanlar çoğalırken onlar azalıyor. Size Ensâr'ı da vasiyet ediyorum. Zira onlar, imanın sığındığı melcedir. Size bedevîleri de vasiyet ediyorum. Zira onlar aslınız, dayanağınızdır."

Bir rivayette şöyle denmiştir: "...Zira onlar kardeşlerinizdir, düşmanınızın düşmanıdır. Size zımmîleri de  vasiyet ediyorum, zira onlar Peygamberimiz (aleyhissalâtu vesselâm)'in zimmeti ve ailenizin rızkıdır. Beni terkedin artık." [Buhârî, Ahkâm 51, Müslim, İmâret 12, (1823); Tirmizî, Fiten 48, (2226); Ebû Dâvud, Harâc 8, (2939).]

Bir rivayette şöyle gelmiştir: "Hz. Ömer (radıyallâhu anh) hançerlendiği zaman kendisine: "Birini yerinize seçseniz!" denilmişti. Şu cevabı verdi:

"Yani işinizi sağken de, ölmüşken de ben mi sırtımda taşıyayım? Mamafih, birisini seçecek olsam (bu  caizdir, zira) benden daha hayırlı olan Ebû Bekir seçmiştir. Seçimi terkedecek olsam (bu da caizdir zira) benden daha hayırlı olan Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) da seçimi terketti. Ben istedim ki, bundaki nasibim başa baş olsun, ne lehime ne de aleyhime..."

Abdullah İbnu Ömer (radıyallâhu anhümâ) dedi ki: "(Ömer'in bu sözü üzerine) anladım ki, yerine kimseyi tayin etmeyecektir." Oradakiler:

"Allah hayırlı mükâfaatlar versin.  Sen şu şu hizmetleri yaptın" dediler. O da: "Uman ve korkan" diye cevap verdi."[7]

 

AÇIKLAMA:

 

1- Bu rivayet, Hz. Ömer'in yerine geçecek halifenin seçilme meselesiyle ilgilidir. Kendisine  birçokları, Hz. Ebû Bekir'in yaptığı gibi, kendinden sonra halife olacak kimseyi seçmesini telkin ederler. Hz. Ömer seçmenin de, seçmemenin de caiz ve meşru bir davranış olduğunu tebârüz ettirir:"

Seçersem bu meşrudur, çünkü Hz. Ebû Bekir seçmiştir" der. Zira kendisini, Hz. Ebû Bekir, yerine halife bırakmıştır."

Seçmezsem bu da meşrudur, çünkü Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'i seçmemiş, ümmete bırakmıştır, ümmet de Ebû Bekir (radıyallahu anh)'i seçmiştir" der.

Hz. Ömer (radıyallâhu anh), bunların ne içinde ne dışında olan üçüncü ve yeni bir usul vaz'eder. Bu orta yola göre, tayini büsbütün terk yok, ancak belli bir şahsı ismen belirleme de yok. O, seçim işini, faziletleri hususunda hiç kimsenin şüphe etmediği, cennetle müjdelenmiş olanlardan altı kişilik bir şura heyetine havale ediyor. Bunlar  kendi aralarından, halkın en çok arzu ettiği kimseyi halife olarak seçeceklerdir.

Nevevî bu ilk halifelerin seçimiyle ilgili usullerden hareketle İslam'da meşru olan imam seçme usulleri hakkında şu açıklamayı yapar:

"Müslümanlar şu hususta icma etmişlerdir: Halife ölüme yaklaşır, ecelinin yettiğine dair alâmetler belirlemeye başlarsa, yerine birini halife tayin etmesi caizdir. Tayin etmemesi de caizdir. Tayin işini terketmekle Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'e uymuş olur. Birisini tayin ederse bunda da Hz. Ebû Bekir (radıyallâhu anh)'e uymuş olur.

Ulemâ, iş başındaki imamın tayiniyle hilâfet akdinin gerçekleşeceğinde icma ettiği gibi, halifenin tayin etmemesi halinde ehl-i hal ve akdin bir şahıs hakkında akidde bulunmalarıyla da geçrekleşeceğinde icma etmişlerdir.

Keza, Hz. Ömer'in yaptığı gibi, halifeyi bir cemaat arasında şûra yoluyla seçmenin caiz olacağında da icma etmişlerdir. Ayrıca, bir halife seçmenin Müslümanlara terettüp eden bir vecibe olduğu, bu vecibenin, aklî olmayıp, şerî bir vecibe olduğu hususunda da icma etmişlerdir.

2- Hz. Ömer'in sonda yer alan "uman ve korkan" sözü müphemdir ve farklı yorumlara sebep olmuştur. Şöyle ki:

* Bazıları, insanlar iki sınıftır: Bir kısmı umar bir kısmı korkar. O ifade ile  bu kastedilmiştir. Yani "Bir kısmı benden bir şeyler koparmayı umar bir kısmı da korkar" demektir.

Diğer bir yoruma göre, "Ben Allah'ın rahmetini umuyor, azabından korkuyorum" demektir.

Diğer bir yoruma göre, bundan maksad hilafettir, yani insanların bir kısmı ona rağbet gösterir, bir kısmı da ondan hoşlanmaz. Ben hoşlananları sevmem, hoşlanmayanların da  aczinden korkarım" demektir.

Kâdı İyaz'a göre, Hz. Ömer (radıyallâhu anh)'in bu sözleri onun iki vasfını ifade etmektedir. Yani, o, Allah'ın rahmetini ummakta, azabından korkmaktadır.[8]

 

ـ9ـ وعن ابن عمر رَضِىَ اللّهُ عَنْهُما قال: ]دَخَلْتُ عَلى حَفْصَةَ وَنَوْسَاتُهَا تَنْطُفُ فَقَالَتْ: عَلِمْتُ أنّ أبَاكَ غَيْرُ مُسْتَخْلِفٍ؟ قُلْتُ: مَا كَانَ لِيَفْعَلَ، قَالَتْ: إنَّهُ فَاعِلٌ. قالَ: فَحَلَفْتُ أنْ أُكَلِّمَهُ في ذلِكَ، فَسََكَتُّ حَتَّى غَدَوْتُ، وَلَمْ أُكَلِّمْهُ، فَكُنْتُ كَأنَّمَا أحْمِلُ بِيَمِينِى جَبًَ حَتَّى رَجَعْتُ، فَدَخَلْتُ عَلَيْهِ فَسَألَنِى عَنْ حَالِ النَّاسِ، وَأنَا أُخْبِرُهُ، ثُمَّ قُلْتُ لَهُ: إنِّى سَمِعْتُ النَّاسَ يَقُولُونَ مَقَالَةً، فآلَيْتُ أنْ أقُولَها لَكَ. زَعَمُوا أنَّكَ غَيْرُ مُسْتَخْلِفٍ، وَإنَّهُ لَوْ كَانَ لَكَ رَاعِى إبِلٍ، أوْ رَاعِى غَنَمٍ، ثُمَّ جَاءَكَ وَتَركَهَا لَرَأيتَ أنْ قَدْ ضَيَّعَهَا، فَرِعَايَةُ النَّاسِ أشَدُّ. قَالَ فَوَافَقَهُ قَوْلِى فَوضَعَ رَأسَهُ سَاعَةً، ثُمَّ رَفَعَهُ إلىَّ فقَالَ: إنَّ اللّهَ تَعالى يَحْفَظُ دِينَهُ، وَإنِّى إنْ َ أسْتَخْلِفُ. قَالَ: فَوَاللّهِ مَا هُوَ إَّ أنْ ذَكَرَ رَسُولَ اللّهِ # وَأبَا بَكْرٍ فَعَلمْتُ أنَّهُ َ يَعْدِلُ بِرَسُولِ اللّهِ # أحَداً، وَأنَّهُ غَيْرُ مُسْتَخْلِفٍ[. أخرجه الخمسة إ النسائى.»النَّوْسَاتُ«: ذوائب الشعر، ومعنى »تَنْطُفُ«: تقطر ماء.

 

9. (1743)- İbnu Ömer (radıyallâhu anhümâ) anlatıyor:

"Hz. Hafsa (radıyallâhu anhâ)'nın yanına  girdim, saçlarından su damlıyordu.Bana:

"Babam, yerine halife tayin etmiyormuş biliyor musun?" dedi. Ben:

"Tayin etmesi gerekir"  dedim.

"Etmiyor!" dedi.

Abdullah der ki: "Bu hususta babamla konuşmak üzere yemin ettim, sustum ve sabahleyin eve gittim. Ama babamla konuşmadım. Sanki elimde bir dağ taşıyor gibi sıkıntılı idim. Nihayet dönüp babamın huzuruna girdim. Bana halkın durumundan sordu.  Haber verdim. Sonra kendisine:"

Halkın birşeyler söylediğini işittim. Onu size söylemeye azmettim. Sizin, yerinize halife tayin etmeyeceğinizi zannediyorlar. Halbuki sizin bir deve çobanınız veya koyun çobanınız olsa, sonra sürüyü bırakarak size gelse, siz mutlaka sürünün zayi olacağını bilirsiniz. İnsanlara nezaretin daha (ehemmiyetli ve) çetin olduğu da malumunuzdur" dedim. Bu sözlerim ona muvafık geldi ve bir müddet başını (yastığa) koydu. Sonra tekrar bana doğru kaldırarak:

"Allah dinini, muhafaza edecektir. Ben yerime halife bırakmamış olsam meşrudur, çünkü Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) da yerine kimseyi bırakmamıştır. Şayet bir halife bırakacak olsam o da meşrudur, çünkü Ebû Bekir bırakmıştır" dedi.

İbnu Ömer der ki: "Vallahi babam, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) ile Hz. Ebû Bekir'i anmaktan başka bir şey yapmadı. Anladım ki, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a hiç kimseyi denk tutmayacak ve yerine de kimseyi halife bırakmayacak." [Buharî, ahkâm 51; Müslim, İmâret 12, (1823); Tirmizî, Fiten 48, (2226); Ebû Dâvud, Harac 8, (2939).][9]

 

ـ10ـ وعن عمرو بن ميمون ا‘ودى قال: ]إنِّى لَقَائِمٌ مَا بَيْنِي وَبَيْنَهُ، يَعْنِي عُمَرَ إَ عَبْدُ اللّهِ بنُ عَبَّاسِ رَضِيَ اللّهُ عَنْهُما غَدَاةَ أُصِىبَ، وَكَانَ إذَا مَرَّ بَيْنَ الصَّفَّيْنِ قامَ بَيْنَهُمَا فإذَا رَأى خَلًَ قالَ اسْتَووُا حَتَّى إذَا لَمْ يَرَ فِيهِنَّ خَلًَ تَقَدَّمَ فَكَبَّرَ، فَرُبَّمَا قَرَأ بُسُورَةِ يُوسُفَ،

أوِ النَّحْلِ، أوْ نَحْوِ ذلِكَ في الرَّكْعَةِ ا‘ولى حَتَّى يَجْتَمِعَ النَّاسُ، فَمَا هُوَ إَّ أنْ كَبَّرَ فَسَمِعْتُهُ يَقُولُ: قَتَلَنِي، أوْ أكَلَنِي الْكَلْبُ حِينَ طَعَنَهُ، فَطَارَ الْعِلْجُ)ـ1( بِسكِّىنٍ ذَاتَ طَرَفَيْنِ َ يَمُرُّ عَلى أحَدٍ يَمِيناً وََ شِمَاً إَّ طَعَنَهُ حَتَّى طَعَنَ ثََثَةَ عَشَرَ رَجًُ، فَمَاتَ مِنْهُمْ تِسْعةٌ، وَفِى رِوَايَةٍ: سَبْعَةٌ، فَلَمَّا رَأى ذلِكَ رَجُلٌ)ـ1( مِنَ المُسْلِمِينَ طَرَحَ عَلَيْهِ بُرْنُساً، فَلَمَّا ظَنَّ الْعِلْجُ أنَّهُ مَأخُوذٌ نَحَرَ نَفْسَهُ، وَتَنَاوَلَ عُمَرُ رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ عَبْدَالرَّحْمنِ بنِ عَوْفٍ رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ فَقَدَّمَهُ، فأمَّا مَنْ كَانَ يَلِى عُمَرَ، فَقَدْ رَأى الَّذِى رَأيْتُ ، وَأمَّا نَوَاحِى المَسْجِدِ، فإنَّهُمْ َ يَدْرُونَ مَا ا‘مْرُ، غَيْرَ أنَّهُمْ قَدْ فَقَدُوا صَوْتَ عُمَرَ وَهُوَ يَقُولُ: سُبْحَانَ اللّهِ. سُبْحَانَ اللّهِ، فَصَلَّى بِهِمْ عَبْدُ الرَّحْمنِ صََةً خَفِيفَةً فَلَمَّا انْصَرَفُوا قالَ: يَا ابنَ عَبَّاسٍ انظُرْ مَنْ قَتَلَنِي. قالَ: فَجَالَ سَاعةً ثُمَّ جَاءَ فقَالَ: غَُمُ المُغِيرَةِ ابنِ شُعْبَةَ قالَ: قَاتَلَهُ اللّهُ، لَقَدْ كُنْتُ أمَرْتُ بِهِ مَعْرُوفاً ثُمَّ قالَ: الْحَمْدُللّهِ الَّذِى لَمْ يَجْعَلْ مَنِيَّتِي عَلَى يَدِ أحَدٍ مِنَ المُسْلِمِينَ، لَقَدْ كُنْتَ أنْتَ وَأبُوكَ تُحِبَّانِ أنْ تَكْثُرَ الْعُلُوجُ)ـ2( بِالْمَدِينَةِ، وَكَانَ الْعَبَّاسُ أكْثََرَهُمْ رَقِيقاً، فقَالَ ابنُ عَبَّاسٍ رَضِىَ اللّهُ عَنْهُما إنْ شِئْتَ فَعَلْتُ. أىْ إنْ شِئْتَ قَتَلْنَاهُمْ قَالَ: َ بَعْدَ مَا تَكَلَّمُوا بِلِسَانِكُمْ، وَصَلّوا إلى قِبْلَتِكُمْ وَحَجُّوا حَجَّكُمْ، فَاحْتُملَ إلى بَيْتِهِ رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ فَانْطَلَقْنَا مَعَهُ. قالَ: فَكَأنَّ النَّاسَ لَمْ تُصِبْهُمْ مُصِيبَةٌ قَبْلَ يَوْمَئِذٍ، فقَائِلٌ يَقُولُ: أخَافُ عَلَيْهِ، وَقَائِلٌ يَقُولُ: َ بَأسَ بِهِ، فأُتِىَ بِنَبِيذٍ فَشَرِبَهُ، فَخَرَجَ مِنْ جَوْفِهِ، ثُمَّ أُتِىَ بِلَبَنٍ فَشَرِبَهُ فَخَرَجَ مِنْ جَوْفِهِ، فَعَرَفُوا أنَّهُ مَيِّتٌ، وَجَاءَ النَّاسُ يُثْنُونَ عََلَيْهِ، وَجَاءَ شَابٌّ فَقَالَ:

أوِ النَّحْلِ، أوْ نَحْوِ ذلِكَ في الرَّكْعَةِ ا‘ولى حَتَّى يَجْتَمِعَ النَّاسُ، فَمَا هُوَ إَّ أنْ كَبَّرَ فَسَمِعْتُهُ يَقُولُ: قَتَلَنِي، أوْ أكَلَنِي الْكَلْبُ حِينَ طَعَنَهُ، فَطَارَ الْعِلْجُ)ـ1( بِسكِّىنٍ ذَاتَ طَرَفَيْنِ َ يَمُرُّ عَلى أحَدٍ يَمِيناً وََ شِمَاً إَّ طَعَنَهُ حَتَّى طَعَنَ ثََثَةَ عَشَرَ رَجًُ، فَمَاتَ مِنْهُمْ تِسْعةٌ، وَفِى رِوَايَةٍ: سَبْعَةٌ، فَلَمَّا رَأى ذلِكَ رَجُلٌ)ـ1( مِنَ المُسْلِمِينَ طَرَحَ عَلَيْهِ بُرْنُساً، فَلَمَّا ظَنَّ الْعِلْجُ أنَّهُ مَأخُوذٌ نَحَرَ نَفْسَهُ، وَتَنَاوَلَ عُمَرُ رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ عَبْدَالرَّحْمنِ بنِ عَوْفٍ رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ فَقَدَّمَهُ، فأمَّا مَنْ كَانَ يَلِى عُمَرَ، فَقَدْ رَأى الَّذِى رَأيْتُ ، وَأمَّا نَوَاحِى المَسْجِدِ، فإنَّهُمْ َ يَدْرُونَ مَا ا‘مْرُ، غَيْرَ أنَّهُمْ قَدْ فَقَدُوا صَوْتَ عُمَرَ وَهُوَ يَقُولُ: سُبْحَانَ اللّهِ. سُبْحَانَ اللّهِ، فَصَلَّى بِهِمْ عَبْدُ الرَّحْمنِ صََةً خَفِيفَةً فَلَمَّا انْصَرَفُوا قالَ: يَا ابنَ عَبَّاسٍ انظُرْ مَنْ قَتَلَنِي. قالَ: فَجَالَ سَاعةً ثُمَّ جَاءَ فقَالَ: غَُمُ المُغِيرَةِ ابنِ شُعْبَةَ قالَ: قَاتَلَهُ اللّهُ، لَقَدْ كُنْتُ أمَرْتُ بِهِ مَعْرُوفاً ثُمَّ قالَ: الْحَمْدُللّهِ الَّذِى لَمْ يَجْعَلْ مَنِيَّتِي عَلَى يَدِ أحَدٍ مِنَ المُسْلِمِينَ، لَقَدْ كُنْتَ أنْتَ وَأبُوكَ تُحِبَّانِ أنْ تَكْثُرَ الْعُلُوجُ)ـ2( بِالْمَدِينَةِ، وَكَانَ الْعَبَّاسُ أكْثََرَهُمْ رَقِيقاً، فقَالَ ابنُ عَبَّاسٍ رَضِىَ اللّهُ عَنْهُما إنْ شِئْتَ فَعَلْتُ. أىْ إنْ شِئْتَ قَتَلْنَاهُمْ قَالَ: َ بَعْدَ مَا تَكَلَّمُوا بِلِسَانِكُمْ، وَصَلّوا إلى قِبْلَتِكُمْ وَحَجُّوا حَجَّكُمْ، فَاحْتُملَ إلى بَيْتِهِ رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ فَانْطَلَقْنَا مَعَهُ. قالَ: فَكَأنَّ النَّاسَ لَمْ تُصِبْهُمْ مُصِيبَةٌ قَبْلَ يَوْمَئِذٍ، فقَائِلٌ يَقُولُ: أخَافُ عَلَيْهِ، وَقَائِلٌ يَقُولُ: َ بَأسَ بِهِ، فأُتِىَ بِنَبِيذٍ فَشَرِبَهُ، فَخَرَجَ مِنْ جَوْفِهِ، ثُمَّ أُتِىَ بِلَبَنٍ فَشَرِبَهُ فَخَرَجَ مِنْ جَوْفِهِ، فَعَرَفُوا أنَّهُ مَيِّتٌ، وَجَاءَ النَّاسُ يُثْنُونَ عََلَيْهِ، وَجَاءَ شَابٌّ فَقَالَ:

أبْشِرْ يَاأمِيرَ المُؤمِنِينَ بِبُشْرَى اللّهِ عَزَّ وَجَلَّ، قَدْ كَانَ لَكَ مِنْ صُحْبَةِ رَسُولِ اللّهِ # وَقَدِمَ)ـ3( في ا“سَْمِ مَا قَدْ عَلِمْتَ، ثُمَّ وَلِيتَ فَعَدَلْتَ ثُمَّ شَهَادَةٍ فَقَالَ: وَدِدْتُ أنَّ ذلِكَ كَانَ كَفَافاً َ عَلىَّ وََ لِىَ، فَلََمَّا أدْبَرَ الرَّجُلُ إذَا إزَارُهُ يَمَسُّ ا‘رْضَ، فقَالَ: رُدُّوا عَلَىَّ الْغَُمَ فقَالَ: يَا ابن أخِى: ارْفَعْ ثَوْبَكَ فإنَّهُ أنْقى لِثَوْبِكَ، وَأتْقى لِرَبِّكَ، ثُمَّ قالَ يَا عَبْدَاللّهِ: انظُرْ مَا عَلَيَّ مِنَ الدَّىْنِ، فَحَسَبُوهُ فَوَجَدُوهُ سِتَّةً وَثَمَانِينَ ألْفاً، أوْ نَحْوَهُ، فَقَالَ إنْ وَفّى بِهِ مَالُ آلِ عُمرَ فأدِّهِ مِنْ أمْوَالِهِمْ، وَإَّ فَسَلْ في بَنِى عَدِىِّ بنِ كَعْبٍ، فإنْ لَمْ تَفِ أمْوَالُهُمْ، فَسَلْ في قُرَيْشٍ، وََ تَعْدُهُمْ إلى غَيْرِهِمْ، وَأدِّ عَنِّى هَذَا المَالَ، انْطَلِقْ إلى أُمِّ المُؤمِنِينَ عَائِشَةَ رَضِىَ اللّهُ عَنْها، فَقُلْ: يَقْرَأُ عَلَيْكِ عُمَرُ السََّمَ، وََ تَقُلْ أمِيرَ المُؤمِنِينَ، فإنِّى لَسْتُ الْيَوْمَ بَأمِيرِ المُؤمِنِينَ، وقُلْ يَسْتَأذِنُ عُمَرُ بنُ الخَطَّابِ: أنْ يُدْفَنَ مَعَ صَاحِبَيْهِ. قالَ: فَاسْتَأذِنُ أنْ يُدْفَنَ مَعَ صَاحِبَيْهِ، فقَالَتْ: كُنْتُ أُرِيدُهُ لِنَفْسِى، وَ‘وثرَنَّهُ الْيَوْمَ عَلى نَفْسِى، فَلَمَّا أقْبَلَ قِيلَ: هَذَا عَبْدُاللّهِ ابنُ عُمَرُ قَدْ جَاءَ، فقَالَ: ارْفَعُونِى فَأسْنَدَهُ رَجُلٌ إلَيْهِ، فقَالَ: مَالَدَيْكَ؟ قَالَ: الَّذِى تُحِبُّ يَا أمِيرَ المُؤمِنِينَ أذِنَتْ، فقالَ: الْحَمْدُللّهِ، مَا كَانَ شَئٌ أَهَمَّ  إلىَّ مِنْ ذلِكَ، فإذَا أنَا قُبِضْتُ فَاحمِلُونِى، ثُمَّ سَلِّمْ وَقُلْ: يَسْتَأذِنُ عُمَرُ، فإنْ أذِنَتْ لِى فَأدْخِلُونِى، وَإنْ رَدَّتْنِى فَرُدُّونِى إلى مَقَابِرِ المُسْلِمِينَ، فَجَاءَتْ أُمُّ المُؤمِنِينَ حَفْصَةُ)ـ1( رَضِىَ اللّهُ عَنْها، وَالنِّسَاءُ يَسْتُرْنَهَا، فَلَمَّا رَأيْنَاهَا قُمْنَا فَوَلَجَتْ عَلَيْهِ فَبَكَتْ عِنْدَهُ سَاعَةَ، وَاسْتَأذَنَ الرِّجَالُ، فَوَلَجَتْ دَاخًِ لَهُمْ، فَسَمِعْنَا بُكَاءَهَا مِنْ دَاخِلٍ، فَقَالُوا: أوْصِ يَا أمِيرَ المُؤمِنِينَ اسْتَخْلِفْ،

فقَالَ: مَا أرَى أحَداً أحَقَّ بِهَذَا ا‘مْرِ مِنْ هؤَُءِ النَّفَرِ السِّتَّةِ الَّذِينَ تُوُفِّىَ رسولُ اللّهِ #، وَهُوَ عَنْهُمْ رَاضٍ، فَسَمَّى عَلِيّاً وَعُثْمَانَ وَالزُّبَيْرَ وَطَلْحَةَ وَعَبْدَالرَّحْمنِ بْنَ عَوْفٍ وَسَعْداً رَضِىَ اللّهُ عَنْهُم، وَقَالَ: يَشْهَدُكُمْ عَبْدُاللّهِ بنُ عُمَرَ، وَلَيْسَ لَهُ مِنْ هذَا ا‘مْرِ شَئٌ، كَهَيْئَةِ التَّعْزِيَةِ لَهُ، فإنْ أصَابَتِ ا“مَارَةُ سَعْداً فذَاكَ، وَإَّ فَلْيَسْتَعِنْ بِهِ أيُّكُمْ مَا أُمِّرَ فإنِّى لَمْ أعْزِلْهُ مِنْ عَجْزٍ وََ خِيَانَةً، وَقَالَ: أُوصِى الخَلِيفَةَ مِنْ بَعْدِى بِا‘نْصَارِ وَالمُهَاجِرِينَ وَا‘عْرَابِ وَبِأهْلِ ا‘مْصَارِ، فَلَمَّا قُبِضَ خَرَجْنَا بِهِ، فَانْطَلَقْنَا نَمْشِى، فَسَلّمَ عَبْدُاللّهِ وَقالَ: يَسْتَأذِنُ عُمَرُ، فقَالَتْ: أدْخِلُوهُ فَأُدْخِلَ، فَوُضِعَ هُنَالِكَ مَعَ صَاحِبَيْهِ، فَلَمَّا فُرِغَ مِنْ دَفْنِهِ أجْتَمَعَ هؤَُءِ الرَّهْطُ، فقَالَ عَبْدُالرَّحْمنِ ابْنُ عَوْفٍ رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ: اجْعَلُوا أمْرَكُمْ إلى ثََثَةٍ مِنْكُمْ، فقَالَ الزُّبَيْرُ: قَدْ جَعَلْتُ أمْرِى إلى علِيٍّ، وَقالَ طَلْحَةُ جَعَلْتُ أمْرى إلى عُثْمَانَ، وقَالَ سَعْدٌ: قَدْ جَعَلتُ أمْرِى إلى عَبْدِ الرَّحْمنِ بْنِ عَوْفٍ، فقَالَ عَبْدُالرَّحْمنِ: أيُّكُمَا تَبَرَّأ مِنْ هذَا ا‘مْرِ فَنَجْعَلَهُ إلَيْهِ وَاللّهُ عَلَيْهِ وَا“سَْمُ لَيَنْظُرَنَّ أفْضَلَهُمْ في نَفْسِهِ، فأُسْكِتَ الشَّيْخَانِ، فقَالَ عَبْدُالرَّحْمنِ: أفَتَجْعَلُونَهُ إلىَّ، وَاللّهُ عَلَىَّ أنْ َ آلُوَ عَنْ أفْضِلِكُمْ؟ قاَ: نَعَمْ، فَأخَذَ بِيَدِ أحَدِهِمَا فقَالَ: لَكَ قَرَابَةِ رسوُلِ اللّهِ #، وَالْقَدَمِ في ا“سَْمِ مَا قَدْ عَلِمْتَ، فَاللّهُ عَلَيْكَ لَئِنْ أمَّرْتُكَ لَتَعْدِلَنَّ، وَلَئِنْ أمَّرْتُ عُثْمَانَ، لَتَسْمَعَنَّ وَلَتُطِيعَنَّ، ثُمَّ خََ بِاŒخَرِ، فقَالَ لَهُ مِثْلَ ذلِكَ، فَلَمَّا أخَذَ الْمِيثَاقَ قَالَ: ارْفَعْ يَدَكَ يَا عُثْمَانُ فَبَايَعَهُ وَبَايَعَ لَهُ عَلىٌّ رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ وَوَلَجَ أهْلُ الدَّارِ فَبَايَعُوهُ[. أخرجه البخارى.

 

10. (1744)- Amr İbn Meymun el-Evdî anlatıyor: "Hz. Ömer hançerlendiği sabah ben ayaktaydım. O'nunla -yani Hz. Ömer'le- benim aramda sadece Abdullah İbnu Abbâs (radıyallâhu anhümâ)  vardı. İki saf arasından geçince, arada durup bakmıştı. Bir boşluk gördü ve "Safları düz tutun" dedi. Saflarda herhangi bir boşluk kalmayınca öne geçip tekbir getirerek namaza başladı. İlk rek'atte cemaat toplanıncaya kadar, muhtemelen Yusuf veya Nahl suresini veya bunlara mümâsil bir sûre okudu.(Rükûye gitmek üzere) tekbir getirmişti ki, hançerlendiği sırada "Köpek beni öldürdü" veya "...yedi" diye bir ses işittim. el-Ilc (mel'unu), iki ağızlı bir bıçak elinde olduğu halde (kapıya doğru) fırladı, sağında solunda kime rastladı ise hançer sapladı. O gün cemaatten tam on üç kişi yaralamıştı. Bunlardan dokuzu derhal öldü. Bir rivayete göre yedi kişi ölmüştür. Bu durumu gören Müslümanlardan biri, herifin üzerine bir bürnus attı. el-Ilc yakalandığını zannederek bıçağı kendisine saplayıp intihar etti.

Hz. Ömer (radıyallâhu anh), Abdurrahmân İbnu Avf (radıyallâhu anh)'ı tutup öne geçirdi. Ömer'in arkasındakiler de benim gördüklerimi  gördüler. Mescidin yan tarafındakiler, olup biten ne idi anlayamamışlardı. Ancak onlar, "sübhanallah, sübhanallah" diyen Hz. Ömer'in sesini duyuyorlardı. Abdurrahman cemaate namazı kısa bir şekilde kıldırıp tamamlattı. Cemaat namazdan  çıkınca Hz. Ömer (radıyallâhu anh):

"Ey İbnu Abbâs, bak beni kim öldürdü!" dedi. (İbnu Abbâs) bir müddet dolaşıp döndü ve:

"Muğîre İbnu Şu'be'nin kölesi" dedi. Hz. Ömer (radıyallâhu anh):

"Allah canını alsın. Ben ona iyilik emretmiştim" dedi ve ilave etti:

"Ölümümü Müslümanlardan birinin eliyle yapmayan Allah'a hamdolsun. Sen ve baban, Medine'de el-Ilc'ların (İranlı kölelerin) çoğalmasını severdiniz."

(Bu söz İbnu Abbâs (radıyallâhu anhümâ)'a idi) çünkü en çok köle Abbâs (radıyallâhu anh)'da vardı. İbnu Abbas (radıyallâhu anhümâ):

"Dilerseniz yapayım -yani isterseniz onların  hepsini öldürelim-" dedi. Hz. Ömer (radıyallâhu anh):

"Hayır, sizin dilinizle konuşmalarından, kıblenize müteveccih namaz kılmalarından, haccınızla haccetmelerinden sonra hayır!" dedi. Sonra evine taşındı. Onunla bizde gittik.

Sanki insanlara o güne kadar hiç musibet gelmemişti. Birisi: "Korkarım ölecek!" bir diğeri: "Bir şeyi yok" diyordu. Nebiz (hurma şırası) getirildi, ondan biraz içti. Bu,  karnındaki yaradan geri çıktı. Sonra süt getirildi, ondan da içti. O da yarasından geri çıktı. İyice anlaşılmıştı, Ömer (radıyallâhu anh) ölecekti. Halk gelip kendisine senâda bulunuyordu. Bir genç geldi:

"Ey mü'minlerin emîri, Allah'ın müjdesiyle sizi müjdeliyorum.  Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'la sohbetiniz var, bildiğiniz gibi İslâm'a geçmiş hizmetleriniz var. Sonra başa geçtiniz ve adaletli oldunuz ve sonunda şehadet!" dedi. Hz. Ömer (büyük bir tevazu ile):

"Bütün bunların (günahlarımı karşılayabilmesini, Allah'ın huzurunda) başa baş yeterli olmasını ne kadar isterim" diye cevapladı. Genç geri dönünce, izarının yere değmekte olduğunu gördü.

"Onu bana çağırın" dedi (ve gelince):

"Ey kardeşimin oğlu, giysini kaldır, öyle yapman giysini daha temiz kılar, Rabbine karşı muttaki ol!" dedi. Sonra bana yönelerek:

"Ey Abdullah, araştır bakalım üzerimde ne kadar borç var!" dedi. Hesapladılar, seksen altı bin  dirhem kadar borcu olduğu anlaşıldı."

Ömer ailesinin malı yeterse, bunu onların malından ödeyin. Yetmezse Benî Adiyy İbnu Ka'b'ın malından ise. Onların malı da yetmezse Kureyş'in malından iste. Kureyş'ten başkasına gitme. Bana bedel bu malı öde. Mü'minlerin annesi Âişe (radıyallâhu anhâ)'ye git ve:

"Ömer sana selam ediyor", de. Sakın mü'minlerin emîri deme, bugün  artık ben mü'minlerin emîri değilim"  De ki: "Ömer İbnu'l-Hattâb iki arkadaşıyla birlikte gömülmek için senden izin istiyor."

Abdullah der ki:

"İzin istedim, selam verip girdim. Hz. Âişe (radıyallâhu anhâ) ağlıyordu.

"Ömer sana selam ediyor. İki arkadaşının yanında gömülmek için izin istiyor" dedim. Hz. Âişe:

"Onu ben kendim için düşünüyordum. Fakat Ömer'i bugün kendime tercih ediyorum" cevabını verdi. Geri dönünce Ömer'e:

"İşte Abdullah İbnu Ömer geldi!" denildi. Hz. Ömer (radıyallâhu anh):

"Ne haber getirdin?" dedi.

"İstediğiniz oldu, Hz. Âişe izin verdi" denilince:

"Elhamdülillah" dedi, nazarımda bundan daha mühim  bir şey yoktu. Ruhum kabzedilince beni oraya götürün. (Oraya varınca, Âişe'ye tekrar) selam ver ve:"Ömer izin istiyor!" de. Eğer izin verirse beni içeri alın, eğer beni reddederse, beni Müslümanların mezarlığına götürün."

O sırada mü'minlerin annesi Hafsa (radıyallâhu anhâ) geldi. Kadınlar onu örtüyorlardı. Onu görünce kalktık. Ömer'in yanına girdi. Yanında bir müddet ağladı. Erkekler de izin istediler. Onlar için, içerde bir yere girdi. İçeriden ağlamasını işitiyorduk.

"Ey mü'minlerin emîri, dediler, vasiyet et, yerine birini tayin et!"

"Ben, dedi bu işe Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın kendilerinden razı olarak öldüğü şu altı kişiden daha  layık birini bilmiyorum. -ve isimlerini saydı:- Ali, Osman, Zübeyr, Talha, Abdurrahman İbnu Avf ve Sa'd (radıyallâhu anhüm)." devamla dedi ki:

"Size Abdullah İbnu Ömer şehâdet ediyor. Onun hilafet işiyle hiçbir ilgisi yok, tıpkı kendisine gelen taziye heyeti gibi. Emîrlik, şayet Sa'da isabet ederse, mesele yok. Aksi halde, kim emîr olursa ondan istifade etsin. Bilesiniz, ben onu aczi veya hıyâneti sebebiyle azletmedim."

Ömer şunu da söyledi:

"Benden sonra gelecek halifeye Ensâr'ı, Muhâcirîn'i, bedevîleri ve taşra halkını vasiyet ediyorum."

Ruhu kabzedilince, onu çıkardık. Yayan (Hz. Âişe'ye kadar) geldik. Abdullah selam verip:

"Ömer izin istiyor!" dedi.

"Alın içeri!" dedi ve derhal içeri alındı. İki arkadaşıyla birlikte oraya kondu.

Defin işinden boşalınca, hilafet hey'eti toplandı. Abdurrahman İbnu Avf (radıyallâhu anh): "Seçimin asgarî ihtilafla yürümesi için) aranızdan üç kişi seçin!" dedi. Zübeyr (radıyallâhu anh):

"Ben reyimi Ali (radıyallâhu anh)'ye verdim" dedi. Talha (radıyallahu anh) da:

"Ben reyimi Osman'a verdim" dedi. Sa'd (radıyallâhu anh):

"Reyimi ben de Abdurrahmân İbnu Avf'a verdim" dedi. Abdurrahman (radıyallâhu anh) (Hz. Ali ve Hz. Osman'a yönelerek): "Hanginiz bu işten (halife adaylığından) çekilir, böylece, halifemizi belirleme işini ona bırakırız. Allah ve Müslümanlar onun üzerinde murakıbtır. O  da kanaatince en iyi olanı araştıracaktır" dedi. Ancak bu iki şeyh (Hz. Ali ve Hz. Osman (radıyallâhu anhümâ) sükut ettiler. Bunun üzerine Abdurrahman onlara:

"Seçme işini bana bırakır mısınız? Allah en efdalinizi seçmem hususunda  benim üzerimde murakıbdır!" dedi. O ikisi de: "Evet!" dediler. İkisinden birinin (Hz.Ali (radıyallâhu anh)'nin elinden tuttu ve:

"Senin Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a yakınlığın, İslâm'da  da kıdemin, (önceliğin) var, bunu biliyorsun. Allah da üzerinde  murakıbtır. Kasem ediyorum, seni seçecek olsam mutlaka adaletli olursun, Osman'ı seçecek olsam kesinlikle onu dinleyip itaat edersin.." Dedi. Sonra diğerine yönelerek, ona da buna benzer sözler söyledi. Her ikisinden de misak (yani kesin söz) aldıktan sonra: "Ey Osman kaldır elini!" dedi ve ona biat etti. Ali (radıyallâhu anh)'de biat etti.

Sonra (kapılar açıldı) Medine halkı da gelip Hz. Osman'a biat etti." [Buhârî, Fedâilu'l-Ashâb 8, Cenaiz 96, Cihad 174, Tefsir, Haşr 5, Ahkâm 43.][10]

 

AÇIKLAMA:

 

1- Bu vak'a kaynaklarda farklı şekillerde rivayet edilmiştir. Buhârî'de de bir çok babta geçer. Kitabu'l-Ahkâm'da bazı noktalarda tamamlayıcı ziyade bilgi mevcuttur.

2- Hz. Ömer'i şehid eden el-Ilc, Mugîre İbnu Şu'be'nin künyesi Ebû Lü'lü olan Fîruz İbnu Sa'd adındaki İran  asıllı kölesinin lakabıdır.

İbnu Sa'd'ın bir rivayetine göre: "Hz. Ömer (radıyallâhu anh) Medine'ye büluğa ermiş kölelerin girmesini yasaklamıştı. Kûfe'de vali olan Muğîre İbnu Şu'be (radıyallâhu anh) yazdığı mektupta Hz.Ömer (radıyallahu anh)'e, yanında bulunan san'atkâr bir köleden bahsetmiş, onun Medine'ye girmesi için izin  taleb etmişti. Tavsiye mektubunda kölenin, halkın istifade edeceği demircilik, nakkaşlık, marangozluk gibi maharetleri olduğunu belirtmişti. Bu mektup üzerine Hz. Ömer (radıyallâhu anh) Fîruz'a izin vererek Medîne'ye girmesine müsaade etmişti. Mugîre de kölesine ayda yüz dirhem ödeme yapmasını söylemişti. Fîruz bu paranın ağır geldiğini Hz. Ömer'e şikâyeten söylemiş ise de  Hz. Ömer: "Senin yaptığın işin yanında bu ödediğin çok olmamalı" demişti.

Fîruz cevaptan memnun  kalmamış ve öfkeli şekilde ayrılmıştı. Birkaç gün sonra Halife kendisine uğrayan Fîruz'a:

"Bana söylendiğine göre, "Dilediğim takdirde rüzgarla çalışan bir un değirmeni yaparım" demişsin!" der. Köle asık çehre ile ona bir nazar atıp:

"Sana öyle bir değirmen yapacağım ki, herkes ondan bahsedecek" cevabını verir.

Birkaç gün sonra iki başlı bir hançer hazırlayarak, mescidin bir köşesine saklar..."

Hâdisenin cereyan tarzı rivayetlerde farklı şekillerde anlatılmıştır. Sadedinde olduğumuz Buhârî rivayetinde anlatılan şekliyle iktifa ederek, diğerlerini anlatmaya gerek görmüyoruz.

3- Burada dikkat çekilmesi gereken bir husus, altılı  şûra heyetinde halife adayı ikiye düştükten sonra, bunlardan birini (yani Hz. Ali ile Hz. Osman'dan birini) seçme işinde, hakemlik rolünü üzerine alan Abdurrahman İbnu Avf  (radıyallâhu anh)'ın takip ettiği çalışma vetiresidir. Sadedinde olduğumuz rivayet o noktayı o kadar kısa geçmiş ki, sanki bunlardan birini tercih  işi bir oturumda halledilmiş  gibi bir mâna çıkmaktadır. Halbuki bu iş, hiç  ara vermeden geceli gündüzlü üç günlük bir çalışma ile halledilmiştir. Bir rivayette Hz. Abdurrahman'ın üç gün hiç uyumadığı ifade edilmiştir.

O safha, yine Buharî'nin Kitabu'l-Ahkâm'da, Misver İbnu Mahreme tarafından anlatılmaktadır. Buna göre, Abdurrahman İbnu Avf, Misver (radıyallâhu anhümâ)'i, şûra üyeleriyle teker teker konuşmada, çağırmak için elçi olarak kullanmıştır.

Bir seferinde Sa'd'ı ve Zübeyr'i çağırtmış. Bir seferinde Hz. Ali'yi çağırtmış, hususî şekilde konuşmuş, "Hz. Ali ümitvar bir hava ile ayrılmış, Abdurrahman, Hz. Ali'den bir endişe hissetmiştir.

Hz. Osman'ı çağırtmış, onunla uzun uzun konuşmuş, sabah ezanı ayrılmalarına sebep olmuştur vs.

Bir başka rivayetin ziyadesine göre: "Bu konuşmalar sırasında zaman zaman, hususî konuşmaların ev sahibine gizli bir tarafı kalmayacak kadar sesleri yükselmiştir."

İbnu Hacer, Abdurrahman İbnu Avf'ın Hz. Ali (radıyallâhu anhümâ)' den duyduğu korku ve endişenin Hz.Ali'den başkasını seçtiği takdirde, Ali'nin buna muvafakat göstermeyebileceği korkusu olduğunu açıklar, bazı karineler zikreder.

Abdurrahman İbnu Avf, bu üç gün içerisinde kadınlara varıncaya kadar bütün Medine halkıyla görüşmüş ve anlamıştır ki büyük ekseriyet Hz. Osman'ı tercih etmektedir.

Hz. Osman'ı seçmesi halinde Hz.Ali'nin mutabakat etmeme ihtimalini bertaraf edebilmek için Hz. Yusuf (aleyhisselam)'un ölçek arama kıssasında yaptığı üzere önce Hz. Ali'den başlamak üzere, vereceği hükme  uyacakları hususunda kesin garanti (mevsık) alır. Mihver (radıyallâhu anh)'in anlattığına göre:"

(İstişareleri, görüşmeleri tamamlayan Abdurrahman İbnu Avf, üçüncü günün sabahı) namazdan sonra şûra heyetini minberin yanında toplar. Medine'de bulunan Muhâcir ve Ensâr'ı çağırtır. Hz. Ömer'le hacc yapmış olan askerî komutanları çağırtır..."

Bu cemaat toplandıktan sonra sadedinde olduğumuz Amr İbnu Meymun'un rivayetinde geçtiği üzere, Abdurrahman İbnu Avf, Hz. Ali'nin gönlünü alıcı ve hatta ümit verici bir üslubla, ilk defa ondan başlayarak şöyle der:

"Ey Ali, senin Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a yakınlığın, İslam'da kıdemin var, bunu biliyorsun. Allah da üzerinde murakıptır. Eğer seni seçersem halka adaletli davranacaksın. Yok Osman'ı seçersem dinleyip itaat edeceksin!"

İkinci olarak aynı sözlerle  Hz. Osman'a hitab eder.

Her  ikisinden de cemaatin huzurunda kesin söz aldıktan sonra Hz. Osman'ı halife ilan  eder ve herkes ona biat eder.

4- Rivayetler, Hz.Abdurrahman (radıyallâhu anh)'ın, Osman'ı seçmesine müessir olan bir anlaşmazlığı belirtirler. Yani bir hususta Hz. Ali ile anlaşamazlar. O da şu: Abdurrahman İbnu Avf, ön görüşmeler sırasında Hz.Ali'ye sorar: "Ey Ali, bu işe seni seçtiğim takdirde Allah'ın sünneti, Peygamberinin  sünneti ve önceki iki halifenin sünneti üzere icraatta bulunmak şartı ile bana söz verir misin?

Hz. Ali (radıyallâhu anh): "Hayır, lakin tâkatım üzere" diye cevap verir.

Hz. Abdurrahman sorusunu üç kere tekrar eder. Hz. Ali de  her seferinde aynı cevabı verir.

Aynı soruyu Hz. Osman'a tevcih eden Abdurrahman  İbnu Avf,  ondan: "Ey Ebû Muhammed, ben bu şart üzere  sana biat ediyorum!" der ve üç kere tekrar eder.

Bunun üzerine Hz. Abdurrahman kalkar, sarığını sarar, kılıncını kuşanır, mescide girip minbere çıkar. Hamd u senadan sonra Hz. Osman'ı çağırıp biat eder."

5- Şunu da kaydedelim ki, İbnu Hacer'in muhtelif kaynaklardan naklen kaydettiği rivayetlere göre, Hz. Ömer'den sonra hilafete Hz. Osman (radıyallâhu anh)'ın geçeceği, Hz. Ömer'in hilafeti yıllarından beri, İslam âleminin her tarafında beklenen bir husustur. Bir rivayet şöyle:

"Hârise İbnu Mudrib demiştir ki: "Hz. Ömer (radıyallâhu anh)'in hilafeti sırasında hacc yaptım. Karşılaştığım kimseler arasında Hz. Ömer' den sonra, Osman'ın halife olacağından şekke düşen hiç kimseyi görmedim."

6- Hadis metninde geçen bir meselenin açıklanmasında fayda var: Hz. Ömer, şûra üyelerini saydıktan sonra: "...Emîrlik şayet Sa'd'a isabet ederse, mesele yok. Aksi halde, kim emîr olursa ondan istifade etsin. Bilesiniz, ben onu aczi veya hıyâneti sebebiyle azletmedim" demiştir. Burada şu hâdiseye işaret etmektedir: Sa'd İbnu Ebî Vakkâs (radıyallâhu anh), Irak fatihidir. Oraları İslâm'a kazandıran orduların başkomutanıdır. Kisra'nın Medâin şehrini fethetmiştir. Kûfe şehrinin bânisidir. Ayrıca Hz. Ömer (radıyallâhu anh), onu hicrî 21 yılında Kûfe'ye vali tayin etmiştir. Bilahare, bu vazifeden azletmiştir.

İşte rivayette temas edilen azl vak'ası budur. Hz. Ömer (radıyallâhu anh), Sa'd'ın aleyhine azli bahâne ederek, dedikodu yapılabileceğini düşünerek iade-i itibar nevinden bir açıklama ile, ortada bir ihânet veya beceriksizlik olmadığını, kim halife olursa, kendisinden istifade edilmesi gereken ihlâslı, dirayetli bir zat olduğunu belirtmiştir.

Nitekim, Sa'd (radıyallâhu anh), Hz. Ömer'den sonraki dönemlerde patlak veren fitne hareketlerine katılmamak ve hatta, bir ara hilafet teklif edilmiş olmasına rağmen bu netâmeli işi kabul etmemekle dirayet ve ihlâsını göstermiştir.

Hz. Ömer (radıyallâhu anh) onun azil sebebini beyan etmez ise de, bu yüce halifenin, Halid İbnu Velid'i ordu komutanlığından azlediş sebebi ile alâkalı olarak Taberî'de gelen beyanatı bu hususu da aydınlatabilir: "Ben Hâlid'i ona karşı olan kinimden veya onun herhangi bir ihânetinden dolayı azletmedim. Azledişimin sebebi başkadır. Kazandığı her zafer onun şahsî faziletlerinden bilinmeye başlandı. O, bu başarıların gerçek fâili görülüyor, Allah unutuluyordu. Halbuki Allah, Müslümanlara bir zafer müyesser kıldığı zaman ona şükretmek gerekir, nankörlük değil. Tâ ki yenilerini versin.. Her zaferi ondan bilmek zorundayız, ne Hâlid'den ne de bir başkasından. İşte halk arasında çıkacak fitneyi önlemek için Hâlid'i azlettim."

Bu rivayetin ışığıyla bakınca, Hz. Ömer'in, İslâm ordusunun kazandığı zaferleri, komutanlardan bilerek, onları aşırı şekilde tebcile ve putlaştırmaya götürecek bir ruh halinin halk arasında hâkim olmasını istemediği ve bu maksadla tedbirler aldığı anlaşılmaktadır. Öyle ise Sa'd'ın azli de benzer bir maksadla yapılmış olabilir. [11]

 

7- Hadisten çıkarılan bazı hükümler


 

[1] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:6/471-472.

[2] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:6/474-475.

[3] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:6/475-478.

[4] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:6/479.

[5] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:6/479-480.

[6] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:6/480-481.

[7] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:6/482-484.

[8] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:6/484-485.

[9] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:6/486.

[10] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:6/490-493.

[11] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:6/493-496.