TESETTÜRÜN HİKMET VE GAYESİ

 

Yeri gelmişken Bediüzzaman merhumun tesettürün hikmetiyle ilgili bir açıklamasını kaydedeceğiz:

SUAL: Her şeyi bilen ve gören ve hiçbir şey O'ndan gizlenmeyen Allâmu'lguyûb'a (bütün gayıb şeyleri bilen Allah'a)  karşı edeb nasıl olur? Sebebi-i hacâlet olan hâletler, O'ndan gizlenemez. Edebin bir nev'i tesettürdür. Mucibu'l-istikrah hâlâtı setretmektir, Allâmu'lguyûb'a karşı tesettür olamaz?

ELCEVAP: Evvela Sâni-i Zülcelâl, nasıl ki kemâl-i ehemmiyetle san'atını güzel göstermek istiyor ve müstekreh (iğrenç) şeyleri perdeler altına alıyor ve nimetlerine, o  nimetleri süslendirmek cihetiyle  nazar-ı dikkati celbediyor. Öyle de mahlûkatını ve ibâdını sair zîşuurlara güzel göstermek istiyor. Çirkin vaziyetlerde görünmeleri, Cemil ve Müzeyyin ve Latif ve Hakim gibi isimlerine karşı bir  nevi isyan ve hilâf-ı edeb oluyor.

İşte sünnet-i seniyyedeki edeb, o Sâni-i Zülcelâl'in esmâlarının hudutları içinde bir mahz-ı edeb  vaziyetini takınmaktır.

Saniyen: Nasıl ki bir tabib, doktorluk noktasında bir nâmahremin en nâmahrem uzvuna bakar ve zaruret olduğu vakit ona gösterilir. Hilaf-ı edeb denilmez. Belki, edeb-i tıb, öyle iktizâ eder, denilir. Fakat o tabib, reculiyet (erkeklik) unvanıyla yahud vâiz ismiyle yahut hoca sıfatıyla o nâmahremlere bakamaz. Ona gösterilmesine edeb fetva veremez. Ve o  cihette ona göstermek,  hayasızlıktır. Öyle de: "Sâni-i Zülelâl'in çok esmâsı var. Herbir ismin ayrı bir cilvesi var. Mesela: "Gâffar" ismi, günahların vücudunu ve "Settar" ismi, kusuratın bulunmasını iktiza ettikleri gibi, "Cemil" ismi de çirkinliği görmek istemez. "Latif, Kerim, Hakim, Rahim" gibi esmâ-i cemâliye ve kemâliye, mevcudatın güzel bir surette ve mümkin vaziyetlerin en iyisinde bulunmalarını iktiza ederler. Ve o esmâ-i cemâliye ve kemâliye ise, melâike ve ruhani ve cin ve insin nazarında güzelliklerini, mevcudatın güzel vaziyetleriyle ve hüsnü edebleriyle göstermek isterler.

İşte sünnet-i seniyyedeki âdâb, bu ulvi adabın işâretidir ve düstürlarıdır ve numûneleridir."

Bediüzzaman, elbisenin soğuksıcağa karşı koruyan bir teknik olma dışında kültürel yönüyle de ehemmiyet taşıdığını bir başka yerde şöyle ifade etmiştir:

"Dünyada sun'î libasın hikmeti, yalnız soğuk ve sıcaktan muhafaza ve zinet ve setr-i avrete münhasır değildir, belki mühim bir hikmeti, insanın sâir nevilerindeki tasarruf ve münasebetine ve kumandanlığına işaret eden bir fihriste ve bir liste hükmündedir. Yoksa, kolay ve ucuz fıtrî bir libas giydirilebilirdi. Çünkü bu hikmet olmazsa; muhtelif paçavraları vücuduna sarıp giyen insan şuurlu hayvanatın nazarında ve onlara nisbeten bir maskara olur, mânen onları güldürür. Meydan-ı Haşir'de, o hikmet ve münâsebet yok. O liste de olmaması lâzım gelir.[1]

 

ـ6ـ وعن ابن عباس رَضِىَ اللّهُ عَنْهما. في قوله تعالى: ]وَقُلْ لِلْمُؤْمِنَاتِ يَغْضُضْنَ مِنْ أبْصَارِهِنَّ اŒية. قَالَ فَنَسَخَ، وَاسْتَثْنَى مِنْ ذلِكَ: وَالْقَواعِدُ مِنَ النِّسَاءِ الَّتِى َ يَرْجُونَ نِكاحاً اية[. أخرجه أبو داود .

 

6. (721)- İbnu Abbas (radıyallahu anhümâ): "(Ey Muhamed)! Mü' min kadınlara da söyle! Gözlerini bakılması yasak olandan çevirsinler iffetlerini korusunlar..." diye başlayıp kadınlara örtünmeyi emreden âyeti (Nur 31) daha sonra gelen şu âyet neshetti ve istisna getirdi: "Evlenme ümidi kalmayan ihtiyarlayıp oturmuş kadınlara, süslerini açığa vurmamak şartıyla dış esvablarını çıkarmaktan ötürü sorumluluk yoktur. Ama sakınmaları  kendileri için daha hayırlı olur" (Nur 60). Ebu Dâvud, Libas 37 (4111).][2]

 

AÇIKLAMA:

 

"İhtiyarlayıp oturmuş"  tabiriyle, yaşlılık sebebiyle  hayızdan kesilip, çocuk yapma imkânından uzaklaşan kadınlar kastedilmiştir. Şu halde, önceki âyetin hükmü böyle âyise dönemine girengirmeyen bütün kadınlara şâmil iken bu âyet bir istisna getirerek, yaşı ilerlemiş kadınlara kılık kıyafette bazı kolaylıklar tanımaktadır. Artık bunlar, gözlerini çevirmekle mükellef tutulmamaktadırlar.[3]

 

ـ7ـ وعن جابر رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ قال: ]كَانَ عبدُاللّهِ بنُ أبىّ ابنُ سَلُولَ يَقُولُ لِجَارِيَةٍ لَهُ اذْهَبِى فَابْغيَا شَيْئاً؛ فأنزلَ اللّهُ تعالى: وََ تُكْرِهُوا فَتَيَاتِكُمْ عَلَى الْبِغَاءِ إنْ أرَدْنَ تَحصُّناً اŒية[. أخرجه مسلم وأبو داود .

 

7. (722)- Hz. Câbir (radıyallahu anh) anlatıyor: "Abdullah İbnu Übey İbni Selül câriyesine: "Git biraz fâhişelik yap (da para kazan)" diye emretti. Bunun üzerine Cenâb-ı Hakk: "Dünya hayatının geçici menfaatini elde etmek çin, iffetli olmak isteyen cariyelerinizi fuhşa zorlamayın..." (Nur 33) meâlindeki ayeti inzâl buyurdu." [Müslim, Tefsir 26, (3029); Ebu Dâvud, Talâk 50, (2311).][4]

 

AÇIKLAMA:

 

Bu çirkin işi cariyesine emreden Abdullah İbnu Übey İbni Selül Medine'deki münafıkların başıdır. En kritik anlarda Müslümanlara gâileler çıkarmış, önüne çıkan her fırsatı nifak yolunda değerlendirmeyi ihmal etmemiş bir kimsedir.

Ayet-i kerime, cariyelerin fuhşa teşvik edilmesini yasaklamaktadır.

Gerek isteyerek, gerekse mecbur kılınarak yapılsın, zinanın her çeşidini İslâm dini kesinlikle haram eder, zinayı meşru kılacak hiçbir mâzeret tanımaz.[5]

 

ـ8ـ وعن عكرمة قال: ]إنَّ نَفَراً مِنْ أهْلِ الْعِرَاقِ قَالُوا بنِ عَبّاسٍ رَضِىَ اللّهُ عَنْهُما: كَيْفَ تَرَى في هذِهِ اŒيةِ الَّتِى أمرْنَا بِهَا وََ يَعْمَلُ بِهَا أحَدٌ؛ قَولِ اللّهِ عزَّ وَجَلَّ: يَا أيُّها الَّذِينَ آمَنُوا لِيَسْتَأذِنْكُمُ الَّذِىنَ مَلكَتْ أيْمَانُكُمْ اŒية. فقَالَ ابن عباس رَضِىَ

اللّهُ عَنْهُما: إنَّ اللّهَ حَلِيمٌ رَحِيمٌ بِالْمُؤمِنِينَ يُحِبُّ السِّتْرَ، وَكَانَ النَّاسُ لَيْسَ لِبُيُوتِهِمْ سُتُورٌ وََ حِجَابٌ فَرُبَّمَا دَخَلَ الخَادِمُ أوِ الْوَلَدُ أوِ الْيَتِيمَةُ وَالرَّجُلُ عَلَى أهْلِهِ؛ فأمَرَهُمُ اللّهُ تعالى بِاِسْتِئْذَانِ في تِلْكَ الْعَوْرَاتِ فَجَاءَهُمُ اللّهُ بِالسُّتُورِ وَبِالْخَيْرِ فَلَمْ أَرَ أَحَداً يَعْمَلُ ذلِكَ بَعْدُ[. أخرجه أبو داود .

 

8. (723)- İkrime (radıyallahu anh) anlatıyor: "Irak ahalisinden bir grub İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ)'a dediler ki:

- Şu âyet hakkında ne dersiniz? "Ey iman edenler! Ellerinizin altında olan köle ve câriyeler ve sizden henüz erginliğe ermemiş olanlar sabah namazından önce, öğle sıcağından soyunduğunuzda ve yatsı namazından sonra yanınıza gireceklerinde üç defa izin istesinler. Bunlar sizin için açık bulunabileceğiniz üç vakittir. Bu vakitlerin dışında  birbirinizin yanına girip çıkmakta,size de, onlara da bir sorumluluk yoktur. Allah size âyetlerini böyle açıklar. Allah bilendir. Hakim'dir" (Nur 58). Cenâb-ı Hakk burada kesin emirde bulunduğu halde biz bunları tatbik etmiyoruz, dediler.

İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ): "Allah mü'minlere karşı halîm ve rahimdir. Onları örtmeyi sever. İnsanlar o zaman evlerinde ne örtü ne de perde kullanmıyorlardı. Bazan hizmetçisi veya evlâdı veya yetimesi, kişi ehlinin üzerinde iken çıkagelirdi. Cenab-ı Hakk bunun üzerine, mezkur avret vakitlerinde izin istemeyi emretti. Böylece Allahu Teâla onlara örtü ve hayır getirdi. Ne var ki, hâlâ bu emirle amel eden tek kişi görmedim." [Ebû Dâvud, Edeb 141 (5191, 5192).][6]

 

AÇIKLAMA:

 

Bu âyet, gerek aile ferdlerinin birbirleriyle temaslarını tanzimde ve gerekse bir Müslüman evinin ana planını tesbitte son derece ehemmiyetli bir irşâd-ı İlâhi olmaktadır.

Ancak ne var ki, İbnu Abbâs'ın âyetle ilgili yakınmalarından, isti'zân  âyetinin hükmüyle amel hususunda Müslümanların gerekli titizliği bidayetten beri göstermedikleri anlaşılıyor.

Beyhakî'nin kaydettiği  bir rivayette İbnu Abbas (radıyallahu anh) bu ihtimâli çok ağır ifadelerle dile getirir: "Kur'ân'da bir âyet var, insanların çoğu ona inanmadılar: Bu, izin âyetidir..."

İbnu Ebî Hâtim'in kaydettiği bir rivayette, buna yakın tâbirlerle bu konudaki ızdırabını dile getirir: "Şeytan üç âyet hususunda insanlara galebe çaldı, insanlar bu âyetlerle amel etmiyorlar" der ve yukarıda meâlen kaydettiğimiz isti'zan ayetlerini tilâvet eder.

Celâleyn Tefsiri'nde: "Bu âyet için bazıları "mensuh", bazıları da "mensuh değil" demiştir. Gerçek şu ki, insanlar bunun hükmüyle amel etmemek suretiyle kadrini bilemediler" denmektedir.

Ayet-i kerime, aile halkının belli vakitlerde birbirlerine izinle girmelerini emrettiğine göre evin iç taksimatı, nüfusa uygun şekilde çok olmalıdır. Bölmesiz tek odadan ibaret mesken Müslüman evi olamaz. Müslümanın evi aile ferdlerine âyette zikri geçen "avret vakitler"de mahremiyet sağlayacak şekilde birçok bölmeler, odalar ihtiva etmelidir.

Meskenle ilgili teferruatı, daha önce, Binâ ile alâkalı bölümde çok geniş olarak işlediğimiz için, bu mevzuda fazla bilgi edinmek isteyen okuyucumuza oraya bakmayı tavsiye ederiz (401-408. hadisler. Açıklamamız 408. hadisten sonradır.)[7]


 

[1] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 4/141-142.

[2] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 4/142-143.

[3] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 4/143.

[4] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 4/143.

[5] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 4/143.

[6] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 4/144.

[7] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 4/144-145.