Elmalılı'nın Açıklaması:

 

Büyük müfessirimiz merhum Elmalılı Hamdi Yazır, bu âyeti tam 13 sayfa içerisinde, oldukça tatminkâr uzun bir tahlile tâbi tutar. Tamamından sarf-ı nazar ederek, sadedinde olduğumuz âyet-i kerimede zikredilen "misak"tan maksad daha ziyade insan fıtratında dercedilmiş olan tevhid'i anlama ve kabul etme kapasitesi olduğuna dair kanaatini gösterecek kadar, kısa bir pasaj kaydedeceğiz. Der ki:

"Ey Resuli Kibriya! O vakti de ihtar et ki, Rabbin, Benî Ademden -şimdikilerden tut da nesilden nesile Adem'e varıncaya kadar âdem-oğullarının sâhib-i zürriyet olanlarından müteselsilen herbirinin bedenlerinden- zürriyetlerini aldı. Yani yed-i kudretle ıstıfa edip (seçip) ayırdı, vücuda çıkardı ve onları kendilerine karşı işhad eyledi -şâhid yaptı- kendilerini duymayan o şuursuz zürriyetlere "ben" ve "benden ötesi" şuurunun bilfiil mebdeini verdi: Her birine şuhud ve şehâdet (görme ve gördüğünü söyleme) fıtratını, kendi nefsinde te'sir-i hakkı duymak ve duyurmak, itiraf ve şehâdet etmek hilkatini, insanlık ruhunu verip hepsini vahdaniyyet ve rububiyetine şâhid kıldı da, kılarken "Rabbiniz değil miyim?" dedi. Üzerinizde dilediğim gibi tasarruf eden ve etmek hakkı olan yegane mâlikiniz ve alelıtlak  mürebbiniz, hâkiminiz olduğuma şâhidsiniz, şehâdet edeceksiniz değil mi? diye hitâb-ı nefsîsi ile emâneti tahmil, rububiyetini takrir etti. Hepsi de "Evet!" dediler, "Evet Rabbimizsin, şâhidiz" diye terbiye ve emâneti kabûl ve şehâdeti taahhüd eylediler.

Birçok müfessirîn  demişlerdir ki burada, bu ahz-i işhâd (şâhidlik alınması) ve mukâvele, temsilî bir mânadır. Allah Teâla'nın bütün insanları mebde-i fıtratlarında tevhid ve İslâm'a delâlet için nasb edilmiş afâkî, enfüsî delâil-i Rububiyyet ile istidlâl ve İslâm'a müstaid (kabiliyetli) olarak halketmiş olduğunu bir istiâre-i temsiliyye tarikiyle tasvirdir...

Yani bu akaid, emrî, kavlî, kelâmî mahiyette bir misak değil, bir kuvve-i marifetin (öğrenme gücünün) tekvin  ü  tekevvünü (teşkil edilmesi ve teşekkül etmesi) mânasına bir akd-i fi'lî demektir. Kelamullah'da bu gibi temsillerin bulunduğu müsellem (kesinlikle kabul edilmiş) olduğu gibi bu mâna ekseriyetin fehm ü mizacına da muvafıktır. Ve ekser mütekellimîn de bunun üzerine yürümüşlerdir...

Cenâb-ı Hakk'ın fıtrata koyduğu kânunları kavlî bir emir olarak ifade buyurduğuna dâir gösterilen Kur'ânî örneklerden biri şu ayettir: "Sonra duman hâlinde olan semâya  yöneldi, ona ve yeryüzüne: "İsteyerek veya istemeyerek buyruğuma gelin" dedi. İkisi de: "İsteyerek  geldik" dediler" (Fussilet: 41/11). [1]

 

ـ4ـ وعن أبى هريرة رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ قال: ]قال رسولُ اللّه #: لَمَّا خَلَقَ اللّه تعال آدَمَ عليهِ السَمُ مَسَحَ ظَهْرَهُ فَسَقَطَ مِنْ ظَهْرِهِ كُلُّ نَسمَةٍ هُوَ خَالِقُهَا مِنْ ذُرِّيَّتِهِ إلِى يَوْمِ الْقِيَامَةِ، وَجَعَلَ بَيْنَ عَيْنَى كُلِّ إنْسَانٍ مِنْهُمْ وَبِيصاً مِنْ نُورٍ ثُمَّ عَرَضَهُمْ عَلَى آدَمَ فَقَالَ: أىْ رَبِّ مَنْ هَؤَُءِ؟ قَالَ ذُرِّيتُكَ: فَرَأى رَجًُ مِنْهُمْ فَأعْجَبَهُ وَبِيصُ مَا بَيْنَ عَيْنَيْهِ. فقَالَ: أىْ رَبِّ مَنْ هَذَا؟ قَالَ: داودُ. قالَ: رَبِّ كَمْ جَعَلْتَ عَُمرَهُ؟ قالَ: سِتِّينَ سَنَةً. قال: رَبِّ زِدْهُ مِنْ عُمرِى أربَعِينَ سَنَةً. قالَ رسولُ اللّهِ #: فلمَّا انْقَضَى عُمرُ آدَمَ عليهِ السّمُ إَّ أرْبَعِينَ سنَةً جَاءَهُ مَلَكُ الْمَوْتِ. فقالَ آدَمُ: أوَلَمْ يَبْقَ مِنْ عُمرِى أرْبَعُونَ سنةً؟ فَقَالَ: أوَلَمْ تُعْطِهَا ابنَكَ داوُدَ؟ فَجَحَدَ آدمُ فَجَحَدتْ ذُرِّيَّتُهُ، وَنَسِىَ آدَمُ فأكَلَ مِنَ الشَّجَرَةِ فَنَسِيَت ذُرِّيتُهُ، وَخَطِئَ آدمُ فَخَطِئَتْ ذُريتُهُ[. أخرجه الترمذى وصححه .

 

4. (614)- Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlüllah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:

"Allahu Zü'l-Celâl hazretleri Adem (aleyhissalâtu vesselâm)'i yarattığı zaman sırtını meshetti. Bunun üzerine kıyâmete kadar onun neslinden yaratacağı insanlardan herbirinin iki gözü arasına nurdan bir parlaklık koydu. Sonra hepsini Adem (aleyhisselam)'e arzetti. Adem (aleyhisselam):

"- Ey Rabbim bunlar da kim?" diye sordu.

"- Bunlar senin zürriyetindir" dedi. Onlardan bir tanesi dikkatini çekti, gözlerinin arasındaki parlaklık çok hoşuna gitmişti.

"- Ey Rabbim şu da kim?" diye sordu.

"- Davud!" deyince.

"- Pekala ne kadar ömür verdin?" diye sordu.

"- Altmış yıl!" dedi. Adem:

"- Ey Rabbim, ona benim ömründen kırk yıl ilâve et!" dedi.

Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:

"Hz. Adem'in yaşı kırk yıl eksik olarak kesinleşince hemen ölüm meleği geldi. Adem (aleyhisselam) ona:

"- Yâni benim ömrümden kırk yıl daha geride kalmadı mı?" dedi. Melek:

"- İyi ama, dedi, sen onu oğlun Dâvud'a vermedin mi?"

Âdem inkâr etti, zürriyeti de inkâr etti, Adem unuttu ve meyveden yedi. Zürriyeti de unuttu. Adem hatâ işledi, zürriyeti de hata işledi."[2]

 

ـ5ـ وعن سمرة بن جندب رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ قال: ]قال رسول اللّه #: لمّا حَمَلتْ حَوَّاءُ عليها السَمُ طَافَ بهَا إبليسُ، وكانَ َ يَعِيشُ لهَا ولدٌ. فقالَ: سَمِّيه عبدَ الحارثِ فإنَّهُ يَعِيشُ فَسَمَّتْهُ فَعَاشَ، وَكَانَ ذلِكَ مِنْ وَحْى الشّيْطانِ وأمْرِهِ[. أخرجه الترمذى .

 

5. (615)- Semüre İbnu Cündeb (radıyallahu anh) anlatıyor: Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:

"Havva (aleyhisselam) hâmile kaldığı zaman iblîs Havvâ'nın yanına geldi. (Bu sırada) Havvâ'nın çocuğu yaşamıyor hep ölüyordu. İblis: "Çocuğa Abdü'l-Hâris adını ver, çünkü o yaşıyor" dedi. Havva bu ismi verdi, çocuk da yaşadı. Ancak bu durum şeytanın bir telkini ve emri idi."[3]

 

AÇIKLAMA:

 

El-Hâris şeytanın ismidir. Abdül-Haris, Hâris'in kulu demektir. Çocuğa bu ismin konması şirk addedilmiştir. Ancak "ibadet"te değil, tesmiyede şirk.

Tirmizî, bu Semüre hadisini, şu âyetin tefsiri zımnında kaydetmiştir:

"Sizi bir nefisten yaratan ve gönlünün huzura kavuşacağı eşini de ondan var eden Allah'tır. Eşine yaklaşınca eşi hafif bir yük yüklendi ve bu halde bir müddet taşıdı. Hâmileliği ağırlaşınca, karı koca Rabbleri olan Allah'a: "Bize kusursuz bir çocuk verirsen, and olsun ki, şükredenlerden oluruz" diye yalvardılar. Allah onlara kusursuz bir çocuk verince, kendilerine verdiği şey hakkında Allah'a ortak koştular. Allah onların ortak koştukları şeylerden yücedir." (A'raf: 7/189-190).

Hadisle âyet arasında irtibat kurunca yukarıdaki âyetin Hz. Adem'e müteaillik olması gerekmektedir. O takdirde ortaya bir kısım müşkiller çıkmaktadır: Sözgelimi ismet sâhibi bir peygamber olan Hz. Adem'in Allah'a ortaklar koşmuş olduğunu kabul etmek gerekiyor.

Mevzû üzerinde âlimler arasında cereyan eden farklı yorumları bir tarafa bırakarak Hasan Basrî hazretlerinin -ki umumiyetle benimsenmiştir- açıklamasını kısaca aksettireceğiz: Bu âyet Hz. Adem'le ilgili değildir. Başka din mensupları ve hatta cahiliye Araplarıyla ilgilidir. Nitekim müteakip âyette zamir tesniye (iki şahsa delalet eden) değil cem' idir: Yüşrikûn: Ortak koştu(k)lar(ı) şeyden...

Bu mânayı teyid eden teviller yapılmıştır: "Sizi bir nefisten yaratan" ibâresi "tek bir hey'etten, tek bir şekilden" demektir... Hz. Adem'den demek  değildir. "Eşini de ondan  var eden" "eşini aynı cinsten var eden" demekir. "Eşine yaklaşınca", "erkek cinsi, kadın cinsine yaklaşınca..." demektir.

Ayet bu şekilde anlaşılınca Hz. Adem ve Havva'nın zikredilmemiş olduğu anlaşılır. Tesniye zamirleriyle bu ikisinin değil, erkek-kadın cinslerinin kastedildiği kabûl edilir.

Buna yakın bir başka tevile göre, âyette yaratılışla ilgili hakikat, bir darb-ı meselle  açıklanmış olmaktadır. Şirk koşanlar, sıhhatli evlatlara kavuşunca bunu tabiatla, yıldızın tesiriyle, putların yardımıyla izah edenlerdir vs. Öte yandan, bu hadisin sıhhatini esas almaya dayanan yukarıdaki te'vîlatı reddeden görüşler de mevcuttur. Onlara göre, hadis ihticaca elverişli olmayacak derecede zayıftır. Hadisin Ehl-i Kitab arasında mütedâvil bir rivâyet olma ihtimali kavidir. Bazı hadislerde gelen cevâze binaen, Ehl-i Kitaptan yapılmış bir rivayettir, kaynağı da israiliyata fazlaca yer veren Ehl-i Kitap'tan İslâm'a girmiş Vehb İbnu Münebbih, Ka'bu'l-Ahbar gibileridir.[4]

 

ـ6ـ وعن ابن الزبير رَضِىَ اللّهُ عَنْهُما قال: ]مَا نَزلَتْ خُذِ الْعَفْوَ وَأمُرْ بِالْمَعْرُوفِ وَأعْرِضْ عَنِ الْجَاهِيلِينَ إَّ في أخْقِ النَّاسِ[. أخرجه البخارى وأبو داود .

 

6. (616)- İbnu'z-Zübeyr (radıyallahu anhümâ) diyor ki: "Sen af yolunu tut, bağışla, uygun olanı emret, bilgisizlere aldırış etme" (A'raf: 7/199) âyeti, ancak ve ancak halkın ahlâkı hususunda nâzil oldu."[5]

 

AÇIKLAMA:

 

Ayet-i kerime, Câfer-i Sâdık'ın ifâdesiyle Kur'ân-ı Kerim'in güzel ahlâkla ilgili en câmi âyetidir. Ahlâkın üç temel prensibini Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a ve dolayısiyle mü'minlere emretmektedir. Af, ma'rufu emr, cahillerden yüz çevirme. Bunlar ahlâkta temeldir, çünkü, her biri ruhun üç kuvvesine tekabül etmektedir: Kuvve-i akliyenin vasat mertebesi hikmettir, emr-i bi'lmâ'ruf buraya girer. Ruhun ikinci kuvvesi, kuvve-i şeheviyedir, bunun vasat mertebesi iffettir. Affetmek buraya girer. Üçüncü kuvve, kuvve-i gadabiye'dir, vasat mertebesi şecâattir, cahillerden yüz çevirmek buraya girer.

Emredilmesi gereken ma'rufa gelince, bu, yapılması lâzım ve vücudu ademinden hayırlı olduğu herkesce kabul edilen şey diye tarif edilmiştir. Ma'ruf, kitap ve sünnette mevcuttur veya sağduyu sahibi akıllı kimseler nezdinde iyi bilinen şeydir. Bu vasıfları taşımayan şeyler ma'ruf olamaz. Zorla, görenekle şüyû bulmuş, herkesce bilinen şeyler emredilmesi gereken ma'ruf sayılamaz.

Ma'ruf: "Sıla-i rahm, af ve câhillerden yüz çevirmek" şeklinde de târif edilmiştir. Nitekim bu âyet vahyedildiği zaman Cebrail (aleyhissalâtu vesselâm) gelerek Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'e şöyle demiştir: "Rabbin, seninle irtibatı kesenlere gitmeni, sana vermeyip mahrum bırakanlara vermeni, sana zulmedeni affetmeni emretmektedir."[6]

 

ـ7ـ وفي أخرى لَهُمَا: ]أمَرَ اللّهُ نَبِيَّهُ # أنْ يَأخُذَ الْعَفْوَ مِنْ أخَْقِ النَّاسِ[ .

 

7. (617)- Buhârî ve Ebû Dâvud'un diğer bir rivayetinde şöyle denir: "Allah, Peygamberine (aleyhissalâtu vesselâm) halkın ahlâkından, affetmeyi, benimseyip almasını emretti."[7]

(Açıklaması  için önceki hadise bakılabilir.)


 

[1] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 3/486-487.

[2] Tirmizî, Tefsr, A'raf: (3078). Tirmizî hadisin sahih olduğunu  söyledi. İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 3/488-489.

[3] Tirmizî, Tefsir, A'raf: (3079); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 3/489.

[4] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 3/489-490.

[5] Buhârî, Tefsir, A'râf : 5; Ebû Dâvud, Edeb: 5, (4787); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 3/490.

[6] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 3/490-491.

[7] Buhârî, Tefsir, A'raf: 7/5; Ebu Dâvud, Edep: 5, (4787); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 3/491.