İKİNCİ BAB

 

NİKAHIN RÜKÜNLERİ

 

* BİRİNCİ FASIL:

 

NİKAH AKDİ

 

ـ5645 ـ1ـ عن ابن مسعودٍ رَضِيَ اللّهُ عَنه قال: ]كُنَّا نَغْزُو مَعَ رَسُولِ اللّهِ # وَلَيْسَ مَعَنَا نِسَاءٌ، فَقُلْنَا: أَ نَخْتَصِى؟ فَنَهَانَا عَنْ ذلِكَ، ثُمَّ رَخَّصَ لَنَا أنْ نَسْتَمْتِعَ. فَكَانَ أحَدُنَا يَنْكِحُ الْمَرْأةَ بِالثَّوْبِ الى أجَلٍ[. أخرجه الشيخان .

 

1. (5645)- İbnu Mes'ud (radıyallahu anh) anlatıyor: "Biz Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)  ile birlikte gazveye çıkmıştık. Beraberimizde kadın yoktu. "Husyelerimizi  aldırmayalım mı?" diye sorduk. Bizi bundan yasakladı, sonra da muvakkat istifade hususunda bize ruhsat tanıdı. Herhangi birimiz, bir elbise mukabilinde kadınla, bir müddet için  nikah  yapıyorduk." [Buharî, Tefsir, Maide 9, Nikah 6,  8; Müslim, Nikah 38, (1404).][1]

 

AÇIKLAMA:

 

1- Husyelerin aldırılması,  kadınlaşma veya iğdiş olma diye de ifade edilir. Normalde erkek hayvanlara uygulanan bir ameliyedir. Dinimiz, tabiatı bozma olduğu için, insanlar hakkında bunu tecviz etmez.

2- Muvakkat istifade  diye tercüme ettiğimiz istimtadan murad mut'a nikahı olarak bilinen bir nikah çeşididir. Tıpkı şarabın tedricî olarak yasaklanması gibi, cahiliye  devrinin bir nikah çeşidi olan mut'a nikahı başlangıçta yasaklanmamış, fakat bilahare ebediyen haram edilmiştir. Bahsin sonunda genişçe açıklayacağımız üzere, mut'a nikahı mehirsiz, verasetsiz, boşanmasız, muvakkat bir nikahtır. Müddeti anlaşma sırasında belirtilir. Müddet dolunca boşamaya hacet kalmadan ayrılık hasıl olur, karı koca birbirlerine varis olamazlar. Kadına, razı olacağı bir ücret verilir. Asgarî ve azamî bir müddeti yoktur. Birkaç saatlik, tek temaslık bir akit olabileceği gibi, yılları içine alan bir müddet de olabilir.

İslam uleması bu çeşit cahiliye nikahını haram bilmede icma etmiştir. Şia'dan aşırı olanlar dışında bunu benimseyen yoktur. Hele Ehl-i Sünnet uleması arasında buna fetva veren tek kişi çıkmamıştır.

5651 numaralı hadisten sonra mevzuyu genişçe tahlil edeceğiz.[2]

 

ـ5646 ـ2ـ وعن سَلَمَة بن ا‘كْوَع رَضِيَ اللّهُ عَنه قال: ]رَخَّصَ النَّبِيُّ # عَامَ أوْطَاس في الْمُتْعَةِ، ثُمَّ نَهى عَنْهَا[. أخرجه الشيخان .

 

2. (5646)- Seleme İbnu'l-Ekva (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) Evtas Gazvesi yılında mut'aya ruhsat verdi, sonra da onu yasakladı." [Buharî, Nikah 31 (ta'lik olarak); Müslim, Nikah 18, (1405).][3]

 

ـ5647 ـ3ـ وعن ابن عبّاسٍ رَضِيَ اللّهُ عَنهما قال: ]إنَّمَا كَانَتِ الْمُتْعَةُ في أوَّلِ ا“سَْمِ كَانَ الرَّجُلُ يَقْدُمُ البَلدَةَ، لَيْسَ لَهُ بِهَا مَعْرِفَةٌ، فَيَتَزَوَّجَ الْمَرْأةَ بِقَدْرِ مَا يَرَى أنَّهُ يُقِيمُ فَتَحْفَظُ لَهُ مَتَاعَهُ وَتُصْلِحُ لَهُ شَأنَهُ. حَتّى نَزَلَتْ: إَّ عَلى أزْوَاجِهِمْ أوْ مَا مَلَكَتْ أيْمَانُهُمْ. قَالَ ابْنُ عَبّاسٍ رَضِيَ اللّهُ عَنهما: فَكُلُّ فَرْجٍ سِوَاهُمَا فَهُوَ حَرَامٌ[. أخرجه الترمذي .

 

3. (5647)- İbnu Abbas (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "İslam'ın evvelinde mut'a  vardı. Kişi, hakkında bilgisi olmayan (tanımadığı) bir beldeye gelince, oradan yerli bir kadınla, orada kalacağını tahmin ettiği müddet miktarınca nikah yapardı. Kadın, böylece onun eşyasını muhafaza eder, gerekli işlerini görürdü. Bu hal: "Onlar namuslarını korurlar. Ancak  "hanımlarına" ve "cariyelerine" karşı müstesna, bunlarla olan yakınlıklarından dolayı kınanmazlar" (Mü'minun 6) mealindeki ayet nazil oluncaya kadar devam etti. (Bu ayet gelince  mut'a  haram ilan edildi.)"

İbnu Abbas (radıyallahu anhümâ) der ki: "Bu ikisi dışındaki bütün fercler (cinsî tatmin yolları) haramdır." [Tirmizî, Nikah 28, (1122).][4]

 

AÇIKLAMA:

 

İbnu Abbas (radıyallahu anhümâ), Resulullah'ın mut'ayı yasaklamasıyla  ilgili hadisleri Hz. Ömer zamanında işitmişti.  Ruhsatla ilgili rivayetleri bildiği ve nesihten, yasaklamadan haberdar olmadığı için, bu hususta sorulunca zaman zaman mut'anın cevazına fetva vermiştir. Ancak, az ileride açıklayacağımız üzere, Hz. Ömer zamanında bizzat Hz. Ömer tarafından mesele ele alınıp, Resulullah'ın yasakladığı hatırlatılarak yasak ta'mim edilince, İbnu Abbas eski görüşünden vazgeçmiş, mut'anın yasak olduğunu belirtmiştir. Onun bu dönüşü pek çok rivayetle sabit olmuştur. Onun ruhsatını ifade eden rivayetleri esas alarak İbnu Abbas'ın mut'anın caiz olduğu kanaatini taşıdığını söylemek cinayet olur, gerçeği  aksettirmez.[5]

 

ـ5648 ـ4ـ وعن محمّد بن الحنَفِيّة: ]أنَّ عَلِيّاً قَالَ ‘بْنِ عَبّاسٍ رَضِيَ اللّهُ عَنهم: إنَّ رَسُولَ اللّهِ # نَهَى مُتْعَةِ النِّسَاءِ يَوْمَ خَيْبَرَ، وَعَنْ أكْلِ لُحُومِ الْحُمُرِ ا‘نْسِيَةَ[. أخرجه الستة إ أبا داود .

 

4. (5648)- Muhammed İbnu Ôl-Hanefiyye anlatıyor: "Hz. Ali, İbnu Abbas (radıyallahu anhümâ)'a dedi ki:

"Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) Hayber Gazvesi günü, kadınlarla mut'ayı, ehlî  eşek etlerinin yenmesini haram kıldı." [Buharî, Megazi 38, Nikah 31, Zebaih 28, Hiyel 3; Müslim, Nikah 29, (1407);  Muvatta, Nikah 41, (2, 542); Tirmizî, Nikah 28, (1121); Nesâî, Nikah 71, (6 , 125, 126).][6]

 

ـ5649 ـ5ـ وعن جابرٍ رَضِيَ اللّهُ عَنه قال: ]كُنَّا نَسْتَمْتِعُ بِالْقَبْصَةِ مِنَ التَّمْرِ وَالدَّقِيقِ ا‘يَّامَ عَلى عَهْدِ رَسُولِ اللّهِ # وَأبِي بَكْرٍ رَضِيَ اللّهُ عَنه حَتّى نَهَى عَنْهُ عُمَرُ رَضِيَ اللّهُ عَنه في شأنِ عَمْرُو بْنِ حُرَيْثٍ رَضِيَ اللّهُ عَنهما[. أخرجه مسلم .

 

5. (5649)- Hz. Cabir (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) ve Hz. Ebu Bekr (radıyallahu anh) zamanında bir avuç hurma ve un mukabilinde birkaç gün boyu devam eden mut'a nikahı yapardık. Bu hal, Hz. Ömer (radıyallahu anh)'in Amr İbnu Hureys hadisesi vesilesiyle mut'ayı yasaklamasına kadar devam etti." [Müslim Nikah 16, (1405).][7]

 

AÇIKLAMA:

 

Mut'a nikahının Resulullah tarafından yasaklanmış olduğunu işitmeyen sadece İbnu Abbas değildir.  Başka sahabi ve tabiin de mevcuttur. Şu halde, onlar arasında nadirattan da olsa tatbikat Hz. Ömer zamanına kadar devam etmişe benziyor. Bu tatbikat yaygın olsaydı, neshten ve yasaktan haberi olanların müdahalesiyle karşılaşır, mesele halifelere daha önceden intikal ederdi. Demek ki  pek nadir olan tatbikat, bir hadiseye sebep olmadığı için -bazı rivayetlerde tasrih edildiği üzere- Hz. Ömer'in hilafetinin ortalarına kadar  devam etmiştir. İlerde açıklayacağımız üzere Amr İbnu Hureys'in mut'a nikahıyla evlendiği kadın, bu  evlilikten hamile kalınca, Hz. Ömer'e çocuğun akibeti ne olacak diye müracaat eder. O zaman Hz. Ömer öğrenir ki, hâlâ mut'a tatbik eden var. Halbuki Resulullah bunu kesinlikle yasaklamıştı.

Hz. Ömer, meseleyi hutbe mevzuu yapar ve yasağı yeniden hatırlatıp, ta'mim eder. Şarihler, bu yasaklamaya karşı çıkan tek sahabi olmadığını, yasak  hususunda icma hasıl olduğunu belirtirler.[8]

 

ـ5650 ـ6ـ وعن ابن عُمَرُ رَضِيَ اللّهُ عَنهما قال: ]نَهَى رَسُولُ اللّهِ # عَنِ الشِّغَارِ، وَهُوَ أنْ يُزَوِّجَ الرَّجُلُ ابْنَتَهُ أوْ أُخْتَهُ مِنَ الرَّجُلِ عَلى أنْ يُزَوِّجَهُ ابْنَتَهُ أوْ أُخْتَهُ، وَلَيْسَ بَيْنَهُمَا صَدَاقٌ[. أخرجه الستة .

 

6. (5650)- İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) şiğâr nikahını  yasakladı. Bu, kişinin kızını veya kızkardeşini, karşılığında kızını veya kızkardeşini almak üzere bir erkeğe vermesi, aralarında mehir ödemeyi kaldırmalarıdır." [Buharî,  Nikah 28, Hiyel 3; Müslim, Nikah 57, (1415); Muvatta, Nikah 24, (2, 535); Ebu Davud, Nikah 15, (2074); Tirmizî, Nikah 29, (1124); Nesâî, Nikah 60, 61, (6, 111, 112).][9]

 

AÇIKLAMA:

 

1- Şiğâr nikahı, cahiliye devrinde cereyan eden bir nikahtır. Kız velilerinin, kızları birbirlerine mehirsiz olarak nikahlamalarıdır. Hadis metninde şiğarla ilgili gelen tarifi kim yapmıştır? Resulullah mı, arkadan gelen raviler mi bu hususta ihtilaf edilmiştir. Dinimiz "şiğar"ı yasaklamıştır.  Çünkü, mehir kadının hakkıdır ve erkeğin  ödemesi gereken bir vecibedir. Kaffal, şiğarın batıl oluşundaki illetin zikredilen şart olduğunu belirtir: "Veli sanki: "Kızımın nikahı sana  kesinleşmez. Ta ki kızının nikahı da bana kesinleşmedikçe" demiş gibidir" der. Gazâli, bu nikah tarzının şu şekilde olduğunu belirtir: "Kişi der ki: "Kızımı sana şu şartla nikahladım: Sen de kızını bana nikahlayacaksın, bunlardan her birinin bud'u diğerinin mehri olacak, kızımın nikahı ne zaman mün'akid olursa, senin kızının nikahı da mün'akid olacak." Veliler birbirlerine mehir ödemek üzere, bu şekilde birbirlerinden kız alıp verecek olursa, mağduriyet kızlara gelecektir. Her iki taraf da kadınlara mehirlerini ödedikleri  takdirde, velilerin  karşılıklı olarak kız alıp vermeleri haram değildir. Hanefîler, şiğar  akdinin sahih olacağını, ancak, mehrin düşmeyeceğini söylemiştir. Bunlara göre, kadının mehr-i misl'e hakkı vardır.

İmam Şafii ve diğer bazı alimler, şiğar  nikahının batıl olduğuna, bütün  hükümlerinin  nikah-ı fasid gibi olduğuna hükmetmişlerdir.

İmam Evzaî, Hanefîlere yakın bir görüş beyan eder: "Zifaf yapılmamışsa nikah bozulur, mehir belirlenerek  yeniden nikah yapılır, zifaf yapılmışsa nikah sahihtir. Ancak mehr-i misil vacib olur."

2- Hadiste "kızlar" ve "kızkardeşler" mezkur ise de, alimler, "yeğenler"in  ve başkalarının da bu meselede aynı hükme tabi olacaklarını belirtmişlerdir.[10]

 

ـ5651 ـ7ـ وعن عُرْوَة قال: ]أخْبَرَتْنِى عَائِشةُ رَضِيَ اللّهُ عَنها أنَّ النِّكَاحَ كَانَ في الْجَاهِلِيّةِ عَلى أرْبَعَةِ أنْحَاءِ: فَنِكَاحُ مِنْهَا نِكَاحُ النّاسَ الْيَوْمَ، يُخْطُبُ الرَّجُلُ الى الرَّجُلِ ابْنَتَهُ أوْ وَلِيَّتَهُ فَيُصْدِقُهَا ثُمَّ يَنْكِحُهَا؛ وَنِكَاحٌ آخَرُ: كَانَ الرَّجُلُ يَقُولُ ‘مْرَأتِهِ إذَا طَهُرَتْ مِنْ طَمْثِهَا: أرْسِلِي الى فَُنٍ اسْتَبْضَعِي مِنْهُ، وَيَعْتَزِلُهَا زَوْجُهَا وََ يَمَسُّهَا حَتّى يَتَبَيَّنَ حَمْلُهَا مِنْ ذلِكَ الرَّجُلَ الّذِي تَسْتَبْضِعُ مِنْهُ. فإذَا تَبَيَّنَ حَمْلُهَا مِنْ ذلِكَ الرَّجُلِ الّذِى تَسْتَبْضِعُ مِنْهُ أصَابَهَا زَوْجُهَا إذَا أحَبَّ، وإنَّمَا يُفْعَلُ ذلِكَ رَغْبَةً في نَجَابَةِ الْوَلَدِ، فَكَانَ يُسَمّى نِكَاحُ ا‘سْتِبْضَاعِ؛ وَنِكَاحٌ آخَرُ: يَجْتَمِعُ الرَّهْطُ مَا دُونَ الْعَشْرَةِ فَيَدْخُلُونَ عَلى الْمَرْأةِ كُلُّهُمْ فَيُصِيبُونَهَا، فَإذَا حَمَلَتْ وَوَضَعَتْ وَمَرَّ لَيَالٍ بَعْدَ أنْ تَضَعَ أرْسَلَتْ إلَيْهِمْ، فَلَمْ يَسْتَطِعْ رَجُلٌ مِنْهُمْ أنْ يَمْتَنِعَ حَتّى يَجْتَمِعُوا عِنْدَهَا. فَتَقُولُ لَهُمْ: قَدْ عَرَّفْتُُمُ الّذِي كَانَ مِنْ أمْرِكُمْ؛ وَقَدْ وَلَدْتُ فَهُوَ ابْنَكَ يَا فَُنُ، تُلْحِقُهُ بِمَنْ أحَبَّتْ. فََ يَسْتَطِيعُ أنْ يَمْتَنِعَ؛ وَنِكَاحٌ آخَرُ رَابعٌ: يَجْتَمِعُ النَّاسُ الْكَثِيرُ فَيَدْخُلُونَ عَلى الْمَرْأةِ فََ تَمْتَنِعُ مِمَّنْ

جَاءَهَا وَهُنَّ الْبَغَايَا كُنَّ يَنْصِبْنَ على أبْوَابِهِنَّ الرَّايَاتِ. فَمَنْ أرَادَهُنَّ دَخَلَ عَلَيْهِنَّ، فإذا حَمَلَتْ إحْدَاهُنَّ وَوَضَعَتْ حَمْلَهَا جَمَعُوا لَهَا وَدَعَوْا لَهَا الْقَافَةَ. فَألْحَقُوا وَلَدَهَا بِالّذي يَرَوْنَ فَالْتَاطَ بِهِ وَدُعِيَ ابْنَهُ، َ يَمْتَنِعُ مِنْهُ، فَلَمَّا بُعِثَ مُحَمّدٌ # بِالْحَقِّ هَدَمَ نكَاحَ الْجَاهِلِيّةِ كُلَّهُ إَّ نِكَاحَ النَّاسِ الْيَوْمَ[. أخرجه البخاري وأبو داود.»استبضاع« طلب المرأة نكاح الرجل لتنال منه الولد فقط.و»البغايا« الزواني.و»القافة« الذين يشبهون بين الناس فيلحقون الولد بالشبه.و»التاط به« أي ألصقه بنفسه وجعله ولده .

 

7. (5651)- Urve rahimehullah anlatıyor: "Hz. Aişe (radıyallahu anhâ) bana anlattı ki: Cahiliye devrinde dört çeşit nikah mevcuttu: Bunlardan biri, bugün (dinimizin meşru kıldığı ve) herkesçe tatbik edilen nikahtır: Kişi kişiden kızını veya velisi bulunduğu kızı ister, mehrini verir, sonra onunla evlenir.

Diğer bir nikah çeşidi şöyleydi: Kişi, hanımı hayızdan temizlenince: "Falancaya git, ondan hamilelik talep et" der ve hanımını ona gönderirdi. Kadının o yabancı erkekten hamile kaldığı anlaşılıncaya kadar, kocası ondan uzak durur, temasta bulunmazdı. O adamdan hamileliği açıklık kazanınca, zevcesi dilerse onunla zevciyat muamelelerine başlardı. Bu nikah çeşidine asaletli bir evlat elde etmek için başvurulurdu. İşte bu nikaha nikahu'l-istibza denirdi.

Diğer bir nikah çeşidi şöyleydi: On kişiden az bir grup toplanır, bir  kadının yanına girerler ve hepsi de ona temasta bulunurdu. Kadın hamile kalıp doğum yaparsa, doğumdan birkaç gün sonra, kadın onlara haber salar, hepsini çağırırdı. Hiçbiri bu davete icabet etmekten kaçınamaz, kadının yanına gelirdi. Kadın onlara: "Hadisenizi hatırlamış olmalısınız. İşte şimdi doğum yaptım. Ey falan çocuk senindir" der, çocuğu bunlardan  dilediğine  nisbet ederdi. Adamın buna itiraz etmeye hakkı yoktu.

Diğer dördüncü nikah çeşidi şöyleydi: Çok sayıda  insan toplanıp bir kadının yanına  girerlerdi. Kadın gelenlerden hiçbirine itiraz edemezdi. Bu kadınlar fahişe  idi. Kapılarının üzerine bayraklar dikerlerdi. Bu kadınlarla temas arzu eden herkes bunların yanına girebilirdi. Bunlardan biri hamile kaldığı takdirde, çocuğunu doğurduğu zaman, o adamlar kadının yanında toplanırlar ve kâifler çağırırlardı. Kâifler bu çocuğun, onlardan hangisine ait olduğunu söylerse nesebini ona dahil ederlerdi. Çocuk da ona nisbet edilir, onun çocuğu diye çağrılırdı. O kimse bunu reddedemezdi.

Muhammed (aleyhissalâtu vesselâm) hak ile gönderilince, bütün cahiliye nikahlarını yasakladı, sadece insanların bugün tatbik etmekte olduğu nikahı bıraktı." [Buharî, Nikah 36, Ebu Davud, Talak 33, (3272).][11]

 

AÇIKLAMA:

 

1- Yukarıdaki hadis, izah gerektirmeyecek kadar açıktır. Sadece kâif kelimesini  açıklamak gerekebilir. Kâifler, insanlar arasındaki benzerlikleri değerlendirerek neseb  tesbiti yapan kimselerdir. İbnu'l-Esir, en-Nihaye'de kâifi, "İzleri takip edip, sahibini ortaya çıkaran kişinin kardeş ve babasına benzerliklerini tesbit eden kimse" olarak tarif eder. Kâifin cem'i kâfedir. "İz"e bakarak sahibini teşhis, benzerliklere bakarak nesebi teşhis, cahiliye devrinde gelişmiş bir ilimdi.

2- Alimler az  ileride açıklanacağı üzere, başka rivayetleri gözönüne alarak cahiliye devrinde cari olan nikah çeşitlerine bedel, hıdn ve mut'a nikahları da  ekleyerek sayıyı yediye çıkarırlar.

Günümüzde bunların bir kısmına halen, gayrimeşru cinsî  münasebetler olarak rastlamak mümkün. İslam'ın gayrimeşru adettiği, bir kelime ile zina olarak tavsif edip reddettiği bu haram ilişkileri ayrı ayrı tahlil edecek değiliz. Ancak, dinden cahil  nesiller arasında mut'a nikahı meşru bir nikahmış gibi propaganda edilmeye başlandığı ve bilhassa okuyan dindarlar arasına sokulmaya çalışıldığı için, o bahsin etraflıca tahliline gerek duyuyoruz. Bu  sebeple, dindar gençliğimizi, bu sapıklığa karşı uyarmak maksadıyla 1991 yılı  yaz tatilinde konu üzerine hazırladığımız uzunca bir makalenin bazı mühim kısımlarını  ufaktefek tadillerle aşağıya aynen kaydediyoruz:[12]


 

[1] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 15/534.

[2] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 15/534-535.

[3] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 15/535.

[4] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 15/535.

[5] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 15/535-536.

[6] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 15/536.

[7] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 15/536.

[8] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 15/536-537.

[9] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 15/537.

[10] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 15/537-538.

[11] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 15/539-540.

[12] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 15/540.