* MATEMDEN NEHİY

 

ـ5429 ـ1ـ عن أمُّ سَلَمة رَضِيَ اللّهُ عَنْها قالت: ]لَمَّا مَاتَ أبُو سَلَمَةَ رَضِيَ اللّهُ عَنْه قُلْتُ: غَرِيبٌ، وَفِى أرْضِ غُرْبَةٍ، ‘بْكِيَنَّهُ بُكَاءً يُتَحَدَّثُ عَنْهُ، فَكَنْتُ قَدْ تَهَيَّأتُ لِلْبُكَاءِ إذْ أقْبَلَتِ امْرَأةٌ مِنَ الصَّعِيدِ تُرِيدُ أنْ تُسِْعِدَنِى. فَاسْتَقْبَلَهَا رَسُول اللّهِ # فَقَالَ: أتُرِيدِينَ أنْ تُدْخِلِي الشَّيْطَانَ بَيْتاً أخْرََجَهُ اللّهُ تَعالى مِنْهُ؟ فَكَفَفْتُ عَنِ الْبُكَاءِ فَلَمْ أبْكِ[. أخرجه مسلم .

 

1. (5429)- Ümmü Seleme (radıyallahu anhâ) anlatıyor: "Ebu Seleme öldüğü zaman şöyle dedim: "Garip adam, diyar-ı gurbette öldü. Ben de onun için öyle bir ağlayacağım ki, herkes ondan bahsetsin."

Tam ağlamak için hazırlanmıştım ki, saidden, bana yardım etmek isteyen bir kadın geldi. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) onunla karşılaştı ve kadına: "Sen, Allah Teala'nın tard ettiği şeytanı tekrar eve sokmak mı istiyorsun?" dediler. Bunun üzerine ben de ağlamaktan vazgeçtim ve ağlamadım." [Müslilm, Cenaiz 10, (922).][1]

 

AÇIKLAMA:

 

Ümmü Seleme gurbette ölen garib diye kocasına demektedir. Aslen Mekkeli olan Ebu Seleme Medine'de ölünce gurbette ölmüş addedilmiştir. Zira, Medine, Mekkeli için gurbet sayılırdı.

Hadiste geçen said, Medine'nin etrafındaki yüksek yerlerdir. Kadınlar matemde koro tuttukları, beraber ağladıkları için Ümmü Seleme bunu "bana yardım etmek isteyen.." diye  ifade etmiştir. Yani buradaki yardımdan maksad ağlamaya iştiraktir.

Bir hadiste gurbette ölene şehid denmiştir. Bunu her gurbette olana teşmil etmek muvafık düşmeyebilir. "Meşru bir maksatla gurbette olan"  diye kayıtlamak uygundur. [2]

 

ـ5430 ـ2ـ وعن عائشة رَضِيَ اللّهُ عَنْها قالت: ]لَمَّا جَاءَ رَسُولَ اللّهِ # نَعْيُ زَيْد ابْنِ حَارِثَةَ وَجَعْفَرِ بْنِ أبي طَالِبٍ وَعَبْدِاللّهِ بْنِ رَوَاحَةَ رَضِيَ اللّهُ عَنْهم جَلَسَ يُعْرَفُ فيهِ الْحُزَنُ، وَأنَا أطَّلِعُ مِنْ شَقّ الْبَابِ، فَأتَاهُ رَجُلٌ فَقَالَ: إنَّ نِسَاءَ جَعْفَرَ، وَذَكَرَ بُكَاءَهُنَّ. فَأمَرَهُ بِأنْ يَنْهَاهُنَّ. فَذَهَبَ، ثُمَّ أتَى فَقَالَ: قَدْ نَهَيْتُهُنَّ وَذَكَرَ أنَّهُنَّ لَمْ يُطْعَنَهُ. فَأمَرَهُ الثَّانِيَةَ أنْ يَنْهَاهُنَّ فَذَكَرَ أنَّهُنَّ لمْ يُطِعْنَهُ. فَقَالَ: أنهِهُنَّ، فَذَهَبَ. ثُمَّ أتَاهُ الثَّالِثَةَ فقَالَ: واللّهِ لَقَدْ غَلَبْتَنِي أوْ غَلَبْتَنَا يَا رَسُولَ اللّهِ: فقَالَ: أحْثُ في أفْوَاهِهِنَّ التُّرَابَ[. أخرجه الخمسة إ الترمذي .

 

2. (5430)- Hz. Aişe (radıyallahu anhâ) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a Zeyd İbnu Harise, Ca'fer İbnu Ebi Talib ve Abdullah İbnu Ravaha (radıyallahu anhüm)'nın ölüm haberi gelince oturdu. (Halinden) üzüntülü olduğu belliydi. Ben kapı  aralığından bakıyordum. Yanına bir adam geldi ve: "Ca'fer'in kadınları!" dedi ve onların ağladıklarını haber verdi. Aleyhissalâtu vesselâm derhal onları men etmesini emretti. Adam gitti ve sonra geri gelip: "Ben onları yasakladım, fakat onlar sözüme kulak asmadılar" dedi. Aleyhissalâtu vesselâm ikinci sefer emrederek kadınları bundan  nehyetmesini söyledi. Ama o, kadınların yine kulak asmadıklarını haber verdi. Aleyhissalâtu vesselâm yine: "Yasakla onları!" buyurdu. Adam üçüncü sefer geri geldi ve:

"Ey Allah'ın Resulü! Allah'a yemin olsun kadınlar bana -veya bize- galebe çaldılar" dedi. Aleyhissalâtu vesselâm:

"Ağızlarına toprak saç!" emretti." [Buhârî, Cenaiz 41, 46, Megazi 44; Müslim, Cenaiz 30, (935); Ebu Davud, Cenaiz 25, (3122); Nesâî, Cenaiz 14, (4, 15).][3]

 

ـ5431 ـ3ـ وعن جابر بن عَتيكَ قَالَ: ]جَاءَ رَسُولُ اللّهِ # يَعُودُ عَبْدَ اللّهِ بْنَ ثَابِتِ، فَوَجَدَهُ قَدْ غُلِبَ عَلَيْهِ، فَصَرَخَ بِهِ فَلَمْ يُجِبْهُ، فَاسْتَرْجَعَ؛ وَقَالَ: غُلِبْنَا عَلَيْكَ أبَا الرَّبِيعِ، فَصَاحَ النّسَاءُ وَبَكَيْنَ. فَجَعَلَ

Àابْنُ عَتِيكٍ رَضِيَ اللّهُ عَنْه يُسَكَتُهُنَّ. فَقَالَ #: دَعْهُنَّ يَبْكِينَ. فَإذَا وَجَبَ فََ تَبْكِيَنَّ بَاكِيَةً. قَالُوا: وَمَا وَجَبَ. قَالَ: إذَا مَاتَ. فَقَالَتْ اِبْنَتَهُ: وَاللّهِ إنْ كُنْتُ ‘رْجُو أنْ تَكُونَ شَهِيداً فَإنَّكَ قَدْ قَضَيْتَ جِهَازَكَ. فَقَالَ #: إن اللّه قَدْ أوْقَعَ أجْرَهُ عَلَى قَدْرِ نِيَّتِهِ، وَمَا تَعُدُّونَ الْشَّهَادَةَ فيكُمْ؟ قَالُوا: اَلْقَتْلَ في سَبِيلِ اللّه تعالى. قَالَ رَسُولُ اللّهِ #: إنَّ شُهَدَاءَ أُمَّتي إذاً لَقَلِيلٌ، اَلْمَطْعُونُ شَهِيدٌ، وَالْغَرِيقُ شَهِيدٌ وَصَاحِبُ ذَاتِ الْجَنْبِ شَهِيدٌ، وَالْمَبْطُونُ شَهِيدٌ، وَصَاحِبُ الْحَرِيقُ شَهِيدٌ وَالّذِي يَمُوتُ تَحْتَ الْهَدْمِ شَهِيدٌ. وَالْمَرْأةُ تَمُوتُ بِجُمْعٍ شَهِيدَةٌ[. أخرجه ا‘ربعة إ الترمذي.»ا‘سْتِرْجَاعُ« عند المصيبة أن يقول: إنا للّه وإنا إليه راجعون. ويقال ماتت المرأة.»بجمعٍ« بضم الجيم وإسكان الميم: إذا ماتت وولدها في بطنها .

 

3. (5431)- Cabir İbnu Atik (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) Abdullah İbnu Sabit'e geçmiş olsun ziyaretine gelmişti. Onu, (Allah'ın emri) galebe çalmış buldu. Ona  seslendi. Fakat cevap alamadı. Bunun üzerine Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) istircada bulundu "İnna lillahi ve inna ileyhi râciun" dedi ve:

"(Biz yaşamanı isteriz ama, Allah'ın emri) bize galebe çaldı ey Ebu'r-Rebi!" dedi. Bunun üzerine kadınlar feryad edip ağlamaya başladılar. İbnu Atik (radıyallahu anh) kadınları susturmaya başladı. Ancak Aleyhissalâtu vesselâm: "Bırak onları ağlasınlar! Vacib olduğu zaman  tek ağlayan ağlamayacak" buyurdu.

"Vacib olan da ne?" dediler.

"Öldüğü zaman (demektir)" dedi. Bunun üzerine kızı:"Allah'a yemin olsun, elimden gelse şehid olmanı isterim. Çünkü sen (cihad için gerekli teçhizatı) hazırladın" dedi. Aleyhissalâtu vesselâm da:

"Allah onun ecrini niyetine göre verdi. Siz aranızda şehid olmayı ne zannedersiniz?" buyurdular.

"Allah yolunda ölmek!" dediler. Aleyhissalâtu vesselâm açıkladı:

"Öyleyse ümmetimin şehidleri cidden azdır. Bilesiniz: Taundan ölen şehittir, boğularak ölen şehittir,  yeter ki seferi taatte olsun. Zatulcenb'ten ölen şehittir. İshalden ölen şehittir, yanarak ölen şehittir, yıkık altında ölen şehittir, çocuk karnında ölen kadın şehittir." [Muvatta, Cenaiz 36, (1, 233, 234); Ebu Davud, Cenaiz 15, (3111); Nesâî, Cenaiz 14, (4, 13, 14).][4]

 

ـ5432 ـ4ـ وعن ابن عمر رَضِيَ اللّهُ عَنْهما قال: ]عَادَ رَسُولُ اللّهِ # سَعْدَ بْنِ عُبَادَةَ فَوَجَدَهُ فِي غَشْيَتِهِ فَقَالَ: قَدْ قُضِيَ؟ قَالُوا: ، فَبَكَى رَسُولُ اللّهِ # فَلَمَّا رَأى الْقَوْمُ بُكَاءَهُ بَكَوْا. فَقَالَ: أَ تَسْمَعُونَ؟ إنَّ اللّهَ َ يُعَذِّبُ بِدَمْعِ الْعَيْنَ وََ بِحُزْنِ الْقَلْبِ، وَلَكِنْ يُعَذّبُ بهذا، وأشَارَ الى لِسَانِهِ، أو يَرْحَمُ[. أخرجه الشيخان .

 

4. (5432)- İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) Sa'd İbnu Ubade'ye geçmiş olsun ziyaretinde bulundu. (Yanına gelince) onu baygın buldu ve: "Ölmüş olmalı!" dedi. Yanındakiler: "Hayır" deyince, Aleyhissalâtu vesselâm ağladılar. Resulullah'ın ağladığını gören halk da ağladı.

"İşitmiyor musunuz, buyurdular. Allah Teala hazretleri ne gözyaşı sebebiyle ne de kalbin hüznüyle azab vermez. Ancak şunun sebebiyle azab verir! -ve dilini işaret ettiler- yahut da merhamet eder." [Buhârî, Cenaiz 45; Müslim, Cenaiz 12, (924).][5]

 

AÇIKLAMA:

 

1- Bu hadis, hasta veya ölmüş için sırf gözyaşı dökerek ağlamanın veya kalben üzülmenin mahzurunun olmayacağına delildir. Mahzur "dil" den hasıl olmakta, yaşanan üzüntünün şevkiyle mü'minlik edebine yakışmayan çığlıklar  atmaktan veya sözler sarfetmekten ileri gelmektedir.

2- Hadis, hasta ziyaretine, fadıl (daha üstün) kimsenin mefdulü ziyaretine,  devlet reisinin raiyyetine ve arkadaşlarına olan ziyaretine, münkerden nehye ve münker için vaidin hatırlatılmasına delildir. [6]

 

ـ5433 ـ5ـ وعن ابن مسعودٍ رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]قَالَ رَسُولُ اللّهِ #: لَيْسَ منَّا مَنْ ضَرَبَ الْخُدُودَ وَشَقَّ الْجُيُوبَ ودَعَا بِدَعْوَى الْجَاهِلِيَّةِ[. أخرجه الخمسة إ أبا داود .

 

5. (5433)- İbnu Mesud (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyur dular ki:

"(Izdırab ve matemi sebebiyle) yanaklarını yolan, üst başını  yırt(ıp dövün)en, cahiliye duasıyla dua eden bizden değildir." [Buhârî, Cenaiz 36, 39, 40, Menakıb 8; Müslim, İman 165, (103); Tirmizî, Cenaiz 22, (999); Nesâî, Cenaiz 19, (4, 20).][7]

 

AÇIKLAMA:

 

1- Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm), bu hadislerinde uğradığı keder sebebiyle, cahiliye insanının yaptığı gibi vücudunun şurasına burasına vurarak kendi kendine eziyet vermeyi, üstünü başını yırtmayı, felaket, bela temennisi gibi şer'an caiz olmayan sözler sarfetmeyi yasaklamaktadır. Zikredilen bu yasaklar, cahiliye devri mateminde yer verilen davranışlardır. İslam, matem ve üzüntü tarzını da İslamîleştirmiştir.

2- "Bizden değil" tabirini, alimler, "bizim sünnetimiz üzere değil"  şeklinde anlamış, "İman yönüyle bizden ayrılır, küfre düşer" manasında anlamıştır. Bu hususu, Resulullah'ın iman yönünden bizden değil manasının da anlaşılacağı tarzında ifade etmesini alimler, bu davranıştan vazgeçirmede mübalağa olarak değerlendirmişlerdir. Şu mana üzerinde de durulmuştur: "Kâmil manada bizim dinimiz üzere değildir." Çünkü dinin kemalini sağlayan bir parçasını terketmiş olmaktadır. İbnu Hacer el-Askalâni der ki: "Ben şu hususu da  seziyorum; "Resulullah'ın bu yasaklamasının manasını, Ebu Musa (radıyallahu anh)'nın rivayet ettiği bir hadiste gelmiş olan teberri açıklığa kavuşturuyor. Mezkur hadiste Aleyhissalâtu vesselâm: "Matem sırasında bağırıp çağırandan (salika) üst baş yırtanlardan (şâkka), saçını traş edenden (hâlika) beri (uzak) olduğunu"  belirtmektedir. Berae'nin (uzaklığın) manası bir şeyden kopup ayrılma olduğuna göre, sanki bu hadisle, Aleyhissalâtu vesselâm, kişiyi mesela şefaatine dahil olmamakla tehdit edip korkutmaktadır." İbnu Hacer devamla der ki: "Süfyan-ı Sevri'den rivayete göre, merhum, bu çeşit hadislerin te'viline girmekten hoşlanmaz ve dermiş ki: "Bundan kaçınmak gerekir, ta ki hadis (kişiye imanını kaybedeceği endişesini vererek) ruhlarda daha müessir, caydırıcılıkta (zecr) daha etkili olsun." [8]

 

ـ5434 ـ6ـ وعن أبي موسى رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]قَالَ رَسُولُ اللّهِ #: مَا مِنْ مَيِّتٍ يَمُوتُ فَيَقُومُ بَاكِيهِمْ، فَيَقُولُ: وَاجَبََهُ، وَاسَيِّدَاهُ، وَنَحْوَ ذلِكَ إَّ وَكَّلَ اللّهُ بِهِ مَلَكَيْنِ يَلْهَزَانِهِ، وَيَقُوَنِ أهكذَا كُنْتَ[. أخرجه الترمذي.»اللّهزُ« الدفع في الصدر بجمع الكف .

 

6. (5434)- Ebu Musa (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:

"Bir kimse ölünce, arkada ağlayanları kalkıp: "Vay benim dağım, vay efendim..." gibi sözler sarfederse, ona iki melek vekil kılınır, melekler ölen kimsenin göğsüne  vura vura: "Sen öyle misin?" diye sorarlar." [Tirmizî, Cenaiz 24, (1003).][9]

 

ـ5435 ـ7ـ وعن النّعمان بن بشير رَضِيَ اللّهُ عَنْهما قال: ]أُغْمِىَ عَلى عَبْدِاللّهِ بْنِ روَاحَةَ رَضِيَ اللّهُ عَنْه فَجَعَلَتْ أُخْتُهُ عَمْرَةُ تَبْكِى: وَاجَبََهُ، وَاكذَا، واكَذَا، تُعَدِّدُ عَلَيْهِ، فَلَمَّا أفَاقَ قَالَ: واللّهِ مَا قُلْتِ مِنْ شَىْءٍ إ وَقِيلَ لى: أهكذا كُنْتَ؟ قيلَ: فَلَمَّا مَاتَ لَمْ تَبْكِى عَليْهِ[. أخرجه البخاري .

 

7. (5435)- Nu'man İbnu Beşir (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Abdullah İbnu Ravaha (radıyallahu anh) bayılmıştı. Kızkardeşi Amra ağlamaya başladı: "Vay benim dağım, vay şuyum, vay buyum!" diye  sayıp dökerek yakınıyordu. Abdullah ayrıldığı zaman:

"Allah'a yemin olsun, o söylediklerini  söylerken her defasında bana: "Sen böyle misin?" diye soruldu" dedi.

"Söylendiğine göre, Abdullah vefat ettiği zaman Amra arkasından ağlamadı." [Buhârî, Megazi, 44.][10]

 

AÇIKLAMA:

 

Bu son iki hadis birbirini tamamlamakta; ikincisi, birincide beyan edilen hakikate bir örnek teşkil etmektedir. Ölen veya ağır hasta olan için ağlamak, bağırıp çağırmak, o kimseye fayda değil zarar getirmektedir.

Amrâ, böylece emr-i Nebeviye imtisal ediyor.[11]

 

ـ5436 ـ8ـ وعن جابرٍ بن عبداللّهِ رَضِيَ اللّهُ عَنْهما قال: ]أخَذَ رَسُولُ اللّهِ # بِيَدِ عَبْدِالرّحمنِ بْنِ عَوْفٍ فانْطَلَقُوا الى ابْنِهِ إبْرَاهِيمَ، فَوَجَدَهُ يَجُودُ بِنَفْسِهِ، فأخَذَهُ # في حِجْرِهِ فَبَكَى. فَقَالَ لَهُ عَبْدُ الرَّحْمنِ: أتَبْكِي؟ أوَلَمْ تَكُنْ نَهَيْتَ عَنِ الْبُكَاءِ؟ فقَالَ: َ، وَلَكِنْ نَهَيْتُ عَنْ صَوْتَيْنِ أحْمَقَيْنِ فَاجِرِينِ: صَوْتٍ عِنْدَ مُصِيبَةِ: خَمْشِ وَجُوهٍ، وَشَقِّ جُيُوبٍ، وَرَنّةٍ شَيْطَانٍ[. أخرجه الترمذي .

 

8. (5436)- Hz. Cabir İbnu Abdillah (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm), Abdurrahman İbnu Avf (radıyallahu anh)'ın elinden tuttu, oğlu İbrahim'e gittiler. Aleyhissalâtu vesselâm oğlunu can çekişir vaziyette buldu. Kucağına aldı ve ağladı. Abdurrahman:

"Ağlıyor musun? Ağlamaktan  bizi sen men etmedin mi?" dedi. Aleyhissalâtu vesselâm:

"Hayır (ağlamaktan değil), iki ahmak, facir sesten yasakladım: Musibet sırasındaki ses; yüzleri tırmalamak, cepleri yırtmak ve şeytan mâtemi." [Tirmizî, Cenaiz 25, (1005).][12]

 

AÇIKLAMA:

 

"Şeytan mâtemi" diye çevirdiğimiz   رَنَّةُ الشيطان   tabirinin manasında ulema ihtilaf eder. Bazısı, "musiki  ve çalgı" diye anlamıştır. Ama umumiyetle mâtem sırasında çıkarılan ses olduğu söylenmiştir. Mâtemin şeytana nisbet edilmesi hadiste "İlk mâtem tutan İblis'tir" diye gelen açıklamaya binaendir. Bu durumda, Tirmizî, "Hadisin aslında daha çok kelam var" ihtisarını belirtmektedir. Hadisin Beyhaki'de gelen veçhi buradaki eksiği tamamlamaktadır:

"Ben ağlamaktan yasaklamıyorum. Ben iki facir ahmak sesten yasaklıyorum: Oyun, eğlence, musiki sesi ve şeytan çalgısı, bir de musibet sırasındaki (mâtem) sesi, yüzlerin yolunması, üst başın yırtılması ve mâtem. Ağlamak ise rahmettir, rahmet etmeyene  merhamet edilmez."

Hadis Sahiheyn'de Hz. Enes'in rivayeti olarak gelmiştir.[13]

 

ـ5437 ـ9ـ وعن أسماء بنتِ يزيد بن السّكنِ رَضِيَ اللّهُ عَنْها قالت: ]قَالَتْ اِمْرَأةٌ مِنَ النِّسْوَةِ: مَا هذَا الْمَعْرُوفُ الّذِى َ يَنْبَغِي لَنَا أنْ نُعْصِيَكَ فِيهِ يَا رَسُولَ اللّهِ؟ فَقَالَ: َ تَنُحْنَ قَالَتْ: يَا رَسُولَ اللّهِ! إنَّ بَنِي فَُنٍ كَانُوا قَدْ أسْعَدُونِي عَلَى عَمِّى، فََبُدَّ لِي مِنْ قَضَائِهِمْ، فَأبَى عَلَيْهَا فَعَاوَدَتْهُ مِرَاراً، قَالَتْ: فَأذِنَ لِي فِي قَضَائِهِنّ، فَلَمْ أنُحْ بَعْدَ في قَضَائِهِنّ وََ فِي غَيْرِهِ، حَتّى الْسّاعَةَ، وَلَمْ يَبْقَ مِنَ الْنِّسْوَةِ امْرَأةٌ إّ وَقَدْ نَاحَتْ غَيْرِي[. أخرجه الترمذي .

 

9. (5437)- Esma Bintu Yezid İbni's-Seken (radıyallahu anhâ) anlatıyor: "Kadınlardan biri dedi ki: "Ey Allah'ın Resulü! Bizim sana asi olmamamız gereken şu maruf (iyi amel) nedir?" Aleyhissalâtu vesselâm:

"Mâtem yapmayın!" buyurdu. Kadın:

"Ey Allah'ın Resulü! Falan sülale(nin kadınları) amcamın (vefatında mâtemime iştirak edip) yardımcım olmuşlardı. Benim de mukabeleten borcumu ödemem gerek" dedi. Aleyhissalâtu vesselâm  kadına (mâtem için) izin vermedi. Kadın tekrar tekrar izin istedi."

Kadın der ki:

"Resulullah, sonunda onlara borcumu ödemem için izin verdi. Onlara olan borcumu ödedikten sonra hiç mâtem tutmadım, şu ana kadar bir başka mâteme de katılmadım. Benim dışında mâtem tutmayan  kadın da kalmadı." [Tirmizî, Tefsir, Mümtehine, (3304).][14]

 

AÇIKLAMA:

 

Hadiste, eski bir Arap âdetine ve bu âdet karşısında Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın müsamahakâr tutumuna şahid olmaktayız: Kadınların, birbirlerinin cenazesinde elbirlik ağlayarak mâtem tutmaları. Mâtemine iştirak edilen kadın, bu iştiraki yapanlara borçlanıyor, bu da onların mâtemlerine katılıyor. Sadedinde olduğumuz rivayette, kendisinin mâtemine iştirak edilmiş olan kadın, Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın yasaklamasına rağmen ısrarlı talepleriyle mâtem borcunu ödeme müsaadesi alır. Rivayetin sonunda Aleyhissalâtu vesselâm'ın bu yasağına yeterince uyulmadığı manası çıkmaktadır. Zira kadın "benden başka bu yasağa uyarak mâtemden hariç kalan kalmadı, herkes mâteme katıldı" şeklinde bir beyanda bulunmaktadır. Bu  beyanı, hepsinin haram kılınan tarzdaki mâtemde bulundukları manasında anlamamak gerekir. Yüzüne vurarak elbisesini yırtarak yapılan mâtemden ziyade, ağlamak tarzındaki bir mâteme iştirakleri düşünülebilir. Raviye kadın ise ağlama şeklinde de olsa mâteme iştirak etmemiş olabilir.

Şarihler, mâteme iştirak için Aleyhissalâtu vesselâm'ın başkalarına da izin verdiğini belirtir: Ümmü Seleme el-Ensariye, Ümmü  Atiyye, gibi...[15]

 

ـ5438 ـ10ـ وعن حذيفة رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال حينَ حَضَرَ: ]إذَا أنَا مِتُّ فََ يُؤَذِّنُ عَليّ أحَدٌ، إنّي أخَافُ أنْ يَكُونَ نَعْياً، وَإنِّي سَمِعْتُ رَسُولَ اللّهِ # يَنْهَى عَنِ النّعِْى فإذَا أنَا مِتُّ فَصَلُّوا عَليّ وَسُلُّونِي الى رَبِّي سََّ[. أخرجه الترمذي الى قوله عن النعى. وأخرج باقيه رزين .

 

10. (5438)- Hz. Huzeyfe (radıyallahu anh) muhtazar (ölüme yakın) olunca: "Ben ölünce, kimse üzerime  ezan okumasın, ben bunun, ölüm haberinin duyurulması olmasından korkarım. Zira ben Aleyhissalâtu vesselâm'ın ölüm haberinden yasakladığını işittim. Öyleyse ben öldüm mü,  üzerime namaz  kılsınlar.  Beni Rabbime (sessizce) taşısınlar" dedi. [Tirmizî, Cenaiz 12, (986); İbnu Mace, Cenaiz 14, (1476).][16]

 

AÇIKLAMA:

 

Hadiste Hz. Huzeyfe'nin ölüm haberini ilan etmeyi yasakladığı anlaşılmaktadır. Üstelik bu yasaklama  mutlak bir yasaklama görülmektedir. Ulema, başka hadislerde ölüm haberinin duyurulduğuna da örnekler verir. Mesela: Resulullah Zeyd İbnu Hârise, Ca'fer İbnu Ebi Talib,  Abdullah İbnu Ravaha Mute Savaşı'nda şehid edildikleri vakit ölüm haberlerini cemaate duyurmuştur. Necaşi'nin ölümünü de anında duyurmuştur. Keza Resulullah, mescidi  süpüren siyahî kadının ölüp gömüldüğünü duyunca: "Bana niye haber vermediniz?" demiştir.

Bunları nazara alan alimler yasak ve kerahetin cahiliye tarzındaki ilana raci olduğunu söylemiştir. Cahiliyede Araplar, mevkii, makamı, zenginliği olan biri ölünce, bir yakını ata  biner, atı halkın içinde yürütüp: "Falanca öldü" diye haberini  tantana ile duyururdu. Şu halde tantana maksatlı ilan yasaklanmış olmalıdır.

İbnu'l-Arabi, ölüm ilanında üç durumun varlığına dikkat çeker:"

* Yakınların, arkadaşların, salihlerin ölümlerinin duyurulması. Bu sünnettir.

* Gösteriş ve mufahara için, kalabalık celbetmek için ilan. Bu mekruhtur.

* Mâtem ve feryad u figanla duyurma. Bu da haramdır.[17]

 

ـ5439 ـ11ـ وعن أبي سعيد الخدرى رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]لَعَنَ رَسُولُ اللّهِ # النَّائِحَةَ وَالْمَسْتَمِعَةَ[. أخرجه أبو داود .

 

11. (5439)- Ebu Saidi'l-Hudrî (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) mâtemci kadına da, onu dinleyene de  lanet etti." [Ebu Davud, Cenaiz 20, (3128).][18]

 

ـ5440 ـ12ـ وعن ابن عمر رَضِيَ اللّهُ عَنْهما: ]أنَّهُ رَأى فُسْطَاطاً عَلى قَبْرِ عَبْدِ الرَّحْمنِ رَضِيَ اللّهُ عَنْه، فَقَالَ يَاغَُمُ انْزِعْهُ فَإنَّمَا يُظِلُّهُ عَمَلُهُ[. أخرجه البخاري .

 

12. (5440)- İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ)'in anlattığına göre, "Abdurrahman (İbnu Ebi Bekr es-Sıddîk) (radıyallahu anh)'in kabri üzerinde bir çadır görmüştü, seslendi:

"Ey oğlum! Çadırı mezarın üstünden kaldır. Çünkü onu, (sağken işlediği) ameli gölgelemektedir." [Buharî, Cenaiz 82, (muallak olarak kaydetmiştir.)][19]

 

AÇIKLAMA:

 

Başka rivayetlerden, Hz. Aişe'nin, kardeşi Abdurrahman'ın mezarının üzerine çadır kurdurup başına da bir köleyi bıraktığı anlaşılmaktadır. İşte İbnu Ömer bu çadırı ve başındaki bekçiyi görünce müdahale edip çadırın indirilmesini emretmiştir.

Hadis, kabirde yatanlara,  dünyada iken yaptıkları amellerin bir faydası olacağını, mezar üzerine kurulacak çadır veya örülecek binanın içindekine faydası olmayacağını ifade eder. Yine hadisten, kabir üzerine çadır ve bina kurup içinde oturmanın, ölüye bir zararının da dokunmayacağını, ancak, oturanların zararlı şeyler konuşmaları sebebiyle zarara uğramalarının melhuz olduğunu anlamaktayız. [20]


 

[1] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 15/252.

[2] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 15/252.

[3] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 15/253.

[4] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 15/254-255.

[5] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 15/255.

[6] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 15/255.

[7] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 15/256.

[8] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 15/256.

[9] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 15/257.

[10] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 15/257.

[11] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 15/257-258.

[12] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 15/258.

[13] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 15/258-259.

[14] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 15/259.

[15] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 15/259-260.

[16] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 15/260.

[17] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 15/260-261.

[18] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 15/261.

[19] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 15/261.

[20] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 15/261-262.