İKİNCİ FASIL

 

ÖLÜYE AGLAMA VE MATEM

 

* CEVAZ

 

ـ5423 ـ1ـ عن أنسٍ رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]دَخَلْنَا مَعَ رَسُولِ اللّهِ # عَلى أبِى سَيْفٍ الْقَيْنِ، وَكَانَ ظِئْراً “بْرَاهِيمَ بْنِ رَسُولِ اللّهِ # فَأخَذَ رَسُولُ اللّهِ # إبْنَهُ فَقَبَّلَهُ وَشَمَّهُ. ثُمَّ دَخَلْنَا عَلَيْهِ بَعْدَ ذلِكَ، وَإبْرَاهِيمُ يَجُودُ بِنَفْسِهِ، فَجَعَلَتْ عَيْنَا رَسُولِ اللّهِ # تَذْرِفَانِ. فقَالَ عَبْدُالرَّحْمنِ بْنِ عَوْفٍ: وَأنْتَ يَا رَسُولَ اللّهِ؟ فقَالَ: يَا ابْنَ عَوْفٍ إنَّهَا رَحْمَةٌ. ثُمَّ أتْبَعَهَا بِأُخْرى. فَقَالَ: إنَّ الْعَيْنَ تَدْمَعُ وَالْقَلْبَ يَحْزَنُ، وََ نَقُولُ إَّ مَا يُرْضِى رَبَّنَا، وَإنَّا بِفِرَاقِكَ يَا إبْرَاهِيمُ لَمَحْزُونُونَ[. أخرجه الشيخان وأبو داود.»جَادَ الْمَرِيضُ بِنَفْسِهِ«: إذَا قَارب الموت كأنه سمح بخروج روحه .

 

1. (5423)- Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'la birlikte demirci Ebu Seyf radıyallahu anh'ın yanına girdik. O, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın oğlu İbrahim'in süt babası idi. Aleyhissalâtu vesselam oğlunu aldı, öptü ve kokladı. Daha sonra yanına tekrar girdik. İbrahim can çekişiyordu. Bu manzara karşısında Aleyhissalâtu vesselâm'ın gözlerinden yaş boşandı. Abdurrahman İbnu Avf radıyallahu anh:

"Sen de mi (ağlıyorsun) ey Allah'ın Resûlü?" dedi. Aleyhissalâtu vesselâm: "Ey İbnu Avf! Bu merhamettir!" buyurdu ve ağlamasına devam etti. Sonra şöyle söyledi: "Gözümüz yaş döker, kalbimiz hüzün çeker, fakat Rabbimizi razı etmeyecek söz sarfetmeyiz. Ey İbrahim! Senin ayrılmandan bizler üzgünüz!" [Buhârî, Cenâiz 44; Müslim, Fezâil 62, (2315); Ebu Dâvud, Cenâiz 28, (3126).] [1]

 

AÇIKLAMA:

 

1- Resûlullah'ın oğlu İbrahim'in süt babası Ebu Seyf'in adı Berâ İbnu Evs'tir. Mesleği demirciliktir. el-Kayn demirci demektir. Gerçi kayn kelimesi sanatkâr manasında bütün ustalara müştereken ıtlak edilen bir isimdir. İbrahim'in sütannesi Havle Bintu Münzir'dir.

2- Abdurrahman İbnu Avf radıyallahu anh'ın hayreti, Resûlullah'ın ölülerin ardından mâtemi yasaklamış olmasına rağmen onu ağlar görmesindendir. Bir rivayette: "Ağlamaktan men eden siz değil miydiniz?" dediği ve Aleyhissalâtu vesselâm'ın da: "Ben sizi iki ahmak ve fâcir sesten yasakladım: Oyun ve eğlence sırasındaki ses ve şeytan mizmarı ile musibet sırasındaki ses ve yüzleri yolmak, üst başı yırtmak ve şeytan iniltisi" cevabını verdiği belirtilir. Bir başka rivayete göre: "Ben insanları mâtem tutmaktan, kişinin ölüde olmayan şeyleri sayıp dökerek yas çekmesinden yasakladım" demiştir.

İbnu Hâcer'in açıklamasına göre, Resûlullah'ın Mısırlı cariyesi Mâriye'den olan oğlu İbrahim hicretin sekizinci yılında Zilhicce ayında doğmuştur. Vâkidî'ye göre onuncu hicrî yılda, Rebîu'l-Evvel ayının on üçünde vefat etmiştir. İbn Hazm, Resûlullah'ın ölümünden üç ay kadar önce olduğunu cezmen söylemiştir.

3- Hadis, mübah olan ağlamanın, caiz olan hüznün edebini göstermektedir. Allah'ın emrine karşı bir öfke, bağırıp çağırma olmadan gözden yaş akması, kalben duyulan üzüntüdür. Bu, insandaki merhamet hissinin gereği olarak meşrudur.

4- Hadis çocuğun öpülüp koklanmasının meşruiyyetini de gösterir.

* Çocuğun sütanneye verilmesi, küçüğü hastalandığı zaman ziyareti (iyadet), can çekişme anında hazır bulunmanın, yakınlara merhametin meşruiyyeti.

* Hüznü gizlemek evla ise de izhar etmek de câizdir.

* Resûlullah'ın, söyleneni anlamayan çocuğa hitapta bulunması, "Kızım sana söylüyorum, gelinim sen anla" tâbirimizde olduğu üzere başkasına niyet ederek, bir başkaya hitap etmenin cevazını gösterir. Çocuk:

a) Küçüklüğü,

b) Can çekişme halinde olduğu için söyleneni anlayacak durumda değildir. Aleyhissalâtu vesselâm, bu ağlamanın, önceki yasağa girmediğini yanındakilere ifade etmek için, çocuğa konuşmuştur.

* Hadiste, yaptığı iş, söylediği sözüne uymayan kimseye itiraz etmenin câiz olduğu da görülmektedir. [2]

 

ـ5424 ـ2ـ وعن عَبْدُاللّهِ بْنِ عُبَيْدُاللّهِ بْنِ أبي مُلَيْكَة قَالَ: ]تُوُفِّيَتْ بِنْتُ لِعُثْمَانَ ابْنِ عَفَّانَ بِمَكَّةَ وَجِئْنَا لِنَشْهَدَهَا وَحَضَرَهَا ابْنُ عُمَرَ وَابْنُ عَبَّاسٍ رَضِيَ اللّهُ عَنْهُم، وَإنِّي لَجَالِسٌ بَيْنَهُمَا، فَقَالَ عَبْدُاللّهِ بْنُ عُمَرَ لِعَمْرُو بْنِ عُثْمَانَ وَهُوَ مَوُاجِهُهُ أَ تَنْهى عَنِ الْبُكَاءِ، فإنَّ رَسُولَ اللّهِ # قَال: إنَّ الْمَيْتَ لَيُعَذَّبُ بِبُكَاءِ أهْلِهِ عَلَيْهِ؟ فقَالَ ابْنُ عَبّاسٍ رَضِيَ اللّهُ عَنْهُمَا: قَدْ كَانَ عُمَرُ رَضِيَ اللّهُ عَنْه يَقُولُ بَعْضَ ذلِكَ. ثُمَّ حَدَّثَ ابْنُ عَبَّاسٍ فَقَال:َ صَدَرْتُ مَعَ عُمَرَ مِنْ مَكَّةَ، حَتّى إذَا كُنَّا بِالْبَيْدَاءِ إذَا هُوَ بِرَكْبِ تَحْتَ ظِلِّ سَمُرَةَ فَقَالَ: اذْهَبْ فَانْظُرْ مَنْ هَؤَُءِ الْرَّكْبُ فَنَظَرْتُ، فَإذَا هُوَ صُهَيْبٌ فَأخْبَرْتُهُ. فقَالَ: ادْعُهُ لِي فَرَجَعْتُ الى صُهَيْبٍ. فَقُلْتُ: ارْتَحِلْ فَالْحَقْ بِأمِيرِ الْمُؤْمِنِينَ. فَلَمَّا أنْ أُصِيبَ عُمَرُ رَضِيَ اللّهُ عَنْه، دَخَلَ صُهَيْبٌ رَضِيَ اللّهُ عَنْه يَبْكِي، وَيَقُولُ: وَاأخَاهُ وَا صَاحِبَاهُ. فَقَالَ عُمَرُ رَضِيَ اللّهُ عَنْه: يَا صُهَيْبُ أتَبْكِي عَلَيَّ؟ وَقَدْ قَالَ رَسُولُ اللّهِ #: إنَّ الْمَيِّتَ لَيُعَذَّبُ بِبُكَاءِ أهْلِهِ عَلَيْهِ. قَال ابْنُ عَبَّاسٍ رَضِيَ اللّهُ عَنْهُمَا: فَلَمَّا مَاتَ عُمَرُ رَضِيَ اللّهُ عَنْه ذَكَرْتُ ذلِكَ لِعَائِشَةَ رَضِيَ اللّهُ عَنْهَا. فَقَالَتْ: يَرْحَمُ اللّهُ عُمَرَ؛ َ وَاللّهِ مَا حَدَّثَ رَسُولُ اللّهِ #: إنَّ اللّهَ لَيُعَذِّبُ الْمُؤْمِنَ بِبُكَاءِ أهْلِهِ عَلَيْهِ، وَلَكِنَّ رَسُولُ اللّهِ # قَالَ: إنَّ اللّهَ لَيَزِيدُ الْكَافِرَ عَذَاباً بِبُكَاءِ أهْلِهِ عَلَيْهِ. ثُمَّ قَالَتْ: حَسْبُكُمُ الْقُرآنَ، وََ تَزِرُ وَازِرَةٌ وِزْرَ أخْرَى. قَالَ ابْنُ عَبّاسٍ رَضِيَ اللّهُ عَنْهُمَا عِنْدَ ذلِك: وَاللّهُ هُوَ أضْحَكَ وَأبْكَى؛ قَالَ ابْنُ أبِي مُلَيْكَةَ: واللّهِ مَا قَالَ ابْنُ عُمَرَ شَيْئاً[. أخرجه الشيخان

وَالنسائي.»الوزرُ« ا“ثم والذنب.»والوَازرَةُ« النفس المذنبة، والمراد  يحمل أحد من المذنبين ذنب غيره .

 

2. (5424)- Abdullah İbnu Ubeydillah İbni Ebî Müleyke anlatıyor: "Hz. Osman İbnu Affân radıyallahu anh'ın Mekke'de bir kızı vefat etti. Cenazesinde bulunmak üzere geldik. İbnu Ömer ve İbnu Abbâs radıyallahu anhüm de cenazede hazır oldular. Ben ikisinin arasında oturuyordum. Abdullah İbnu Ömer, tam karşısında bulunan Amr İbnu Osman'a:

"Ağlamayı niye yasaklamıyorsun? Zira Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm): "Ölü, ehlinin, kendisi üzerine ağlaması sebebiyle azab görür" buyurmuştur!" dedi. Bunun üzerine İbnu Abbâs radıyallahu anhümâ: "Hz. Ömer radıyallahu anh bunun bir kısmını söylemişti" dedi ve sonra İbnu Abbas konuşmasına devam ederek anlattı:"

Hz. Ömer'le Mekke'den çıktım. el-Beyda nam kevkie geldiğimizde, semüre ağacının gölgesinde bir yolcu gördü. Bana:

"Git bak bakalım! Bu yolcu neyin nesi?" dedi. Gittim baktım, meğer Süheyb imiş, gelip haber verdim. "Onu bana çağır!" dedi. Tekrar Süheyb'e dönüp:

"Haydi yürü, emir'ülmü'minîne uğra!" dedim.

Hz. Ömer radıyallahu anh hançerlendiği zaman Hz. Süheyb radıyallahu anh, ağlayarak girdi. Hem ağlıyor, hem de: "Vay kardeşim, vay arkadaşım!" diyordu. Hz. Ömer: "Ey Süheyb bana mı ağlıyorsun? Aleyhissalâtu vesselâm: "Ölü, ehlinin kendi üzerine ağlaması sebebiyle azab görür" buyurdu!" dedi.

İbnu Abbâs radıyallahu anhümâ der ki: "Hz. Ömer radıyallahu anh öldüğü zaman bunu Hz. Aişe radıyallahu anhâ'ya hatırlatmıştım. Şöyle dedi:

"Allah Ömer'e rahmet buyursun! Vallahi Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm): "Allah, mü'mine, ehlinin üzerine ağlaması sebebiyle azab verir" demedi. Lakin Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm): "Allah, kâfirin azabını, ehlinin üzerine ağlamasıyla artırır" buyurdular."

Hz. Aişe sözlerine şöyle devam etti: "(Bu meselede) size Kur'an yeter. Orada "Hiçbir günahkâr başkasının günahını yüklenmez." (Fâtır 18) buyrulmuştur."

Bu söz üzerine İbnu Abbâs radıyallahu anhümâ: "Gerçek şu ki, güldüren de, ağlatan da Allah'tır, (gülmek ve ağlamak fıtrî bir şe'niyettir, kişinin bunda dahli yoktur)" dedi.

İbnu Müleyke der ki: İbnu Ömer bu konuşmalar karşısında hiçbir şey söylemedi (serdedilen delilleri ikna edici buldu)." [Buhârî, Cenâiz 33; Müslim, Cenâiz 22, (928); Nesâî, Cenâiz 15, (4, 18, 19).][3]

 

ـ5425 ـ3ـ وعن عائشة رَضِيَ اللّهُ عَنْها، وذكرَ لهَا أنَّ ابْنَ عُمَرَ رَضِيَ اللّهُ عَنْهما يقُولُ: ]إنَّ الْمَيِّتَ لَيُعَذِّبُ بِبُكَاءِ الْحَىِّ عَلَيْهِ. فَقَالَتْ: يَغْفِرُ اللّهُ ‘بِى عَبْدِالرَّحْمنِ؛ أمَا إنَّهُ لَمْ يَكْذِبْ، وَلَكِنَّهُ نَسِىَ أو أخْطَأ، إنَّمَا مَرَّ رَسُولُ اللّهِ # عَلَى يَهُودِيَّةٍ يَبْكِى عَلَيْهَا أهْلُهَا. فقَالَ: إنَّهَا لَيُبْكَى عَلَيْهَا، وَإنَّهَا لَتُعَذَّبُ في قَبْرِهَا[. أخرجه الستة إ أبا داود .

 

3. (5425)- Hz. Aişe radıyallahu anhâ anlatıyor: "Kendisine, İbnu Ömer radıyallahu anhümâ'nın "sağ kimsenin üzerine ağlamasıyla ölüye azab edileceğini söylemekte olduğu" haber verilmişti. Şu cevabı verdi:

"Allah, Ebu Abbirrahman'ı (İbnu Ömer'i) mağrifet buyursun. Aslında o, yalan söylemiyor, ancak unutmuş veya yanılmış olmalı. Zira Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), (ölmüş) bir Yahudi kadın cenazesine uğramıştı, yakınları onun üzerine ağlıyorlardı.

"Bunlar onun üzerine ağlıyorlar. Ona da bu yüzden kabrinde azab ediliyor!" buyurdu." [Buharî, Cenâiz 33; Müslim, Cenâiz 25, (931); Muvatta, Cenâiz 37, (1, 234); Tirmizî, Cenâiz 25, (1004); Nesâî, Cenâiz 15, (4, 17).][4]

 

AÇIKLAMA:

 

Cenazenin üzerine ağlama meselesiyle ilgili olarak birçok rivayet gelmiştir. Bunlardan birkısmı ağlamayı menederken, birkısmı ruhsat vermektedir. Nevevî, ulemânın bu meselede ihtilaf etmiş olmalarına rağmen, ölüye azab edilmesine sebep olan ağlamanın bağıra çağıra yapılan, yas tutulan ağlama olup, sadece gözyaşı dökme suretindeki ağlamanın azaba sebep olmayacağı hususunda icma ettiklerini söyler.

* Hz. Ömer ve oğlu Abdullah gibi seleften bazıları ölü üzerine ağlamanın, ölene azaba sebep olacağı kanaatinde olmuşlardır.

* Ebu Hureyre   وََ تَزِرُ وَازِرَةٌ وِزْرَ اُخْرى âyetini esas alarak, ölünün, mâtem sebebiyle azab görmeyeceğini söylemiştir. Birçok Şâfiî bu görüştedir.

* Cumhur-u ulemâ bu hadislerin te'vilini tercih etmiştir. Çünkü Kur'ân'ın umumî prensiplerine muhaliftirler, günahı olmayan kimsenin günah çekeceğini ifade etmektedirler. Te'vilde de farklı görüşler ileri sürmüşlerdir. Cumhur, Nevevî'nin kaydına göre, "üzerime ağlayın" diye vasiyet edenlerle ilgili olduğunu söylemiştir. Nitekim Araplarda bu çeşit âdetin varlığı belirtilmiştir.[5]

 

ـ5426 ـ4ـ وَعن أبي هريرة رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]مَاتَ مَيِّتٌ مِنْ آلِ رَسُولِ اللّهِ # فَاجْتَمَعَ الْنِّسَاءُ يَبْكِينَ عَلَيْهِ. فَقَامَ عُمَرُ رَضِيَ اللّهُ عَنْه يَنْهَاهُنَّ وَيَطْرُدُهُنَّ. فَقَالَ: رَسُولُ اللّهِ # دَعْهُنَّ يَا عُمَرُ، فَإنَّ الْعَيْنَ دَامِعَةٌ، وَالْقَلْبَ مُصَابٌ، وَالْعَهْدَ قَرِيبٌ[. أخرجه النسائي .

 

4. (5426)- Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın âlinden birisi vefat etmişti. Kadınlar, arkasından ağlamak üzere toplandılar. Hz. Ömer radıyallahu anh onları bundan men etmek ve geri çevirmek üzere kalktı. Aleyhissalâtu vesselâm müdahele edip:

"Ey Ömer! Bırak onları, çünkü göz ağlayıcıdır, kalp ızdıraba maruzdur, (ızdırabın yaşandığı) zaman yakındır!" buyurdular." [Nesâî, Cenâiz 16, (4, 19).][6]

 

AÇIKLAMA:

 

Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), bu hadislerinde ölünün ardından ağlamaya cevaz vermektedir. Âlimler "göz ağlayıcıdır" ibaresinden, sessiz ağlamaya cevaz verildiğini istihrac etmişlerdir. Izdıraba mâruz olan kalp, ızdırabın yaşandığı zaman yakınken ağlamaktan kendini alamaz. Çünkü zamanın yakınlığı hüznü artırır. Artan hüzün, ağlayıcı olan gözleri ağlatır. Aradan zaman geçip, ızdırap veren hadise uzaklaşınca artık göz ağlamaz olur. Şu halde, hâdise yakınken sessiz ağlama câizdir.[7]

 

ـ5427 ـ5ـ وعن عائشة رَضِيَ اللّهُ عَنْها: ]أنَّ النَّبِىَّ # قَبَّلَ عُثْمَانَ بْنَ مَظْعُونٍ وَهُوَ مَيِّتٌ وَعَيْنَاهُ تَذْرِفَانِ[. أخرجه أبو داود والترمذي.

 

5. (5427)- Hz. Aişe (radıyallahu anhâ) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm), ölmüş bulunan Osman İbnu Maz'un'u, gözlerinden yaşlar  dökerek öptü." [Tirmizî, Cenaiz 14, (989); Ebu Davud, Cenaiz 40, (3163); İbnu Mace, Cenaiz 7, (1456).][8]

 

AÇIKLAMA:

 

Osman İbnu Maz'un (radıyallahu anh) Ashab'ın ileri gelenlerinden abid, müçtehid bir zad  idi. Resulullah'ın süt kardeşi idi. İki hicret yapmış, Bedir Gazvesi'ne katılmıştı. Cahiliye devrinde içkiyi kendine haram kılmıştı. Medine'de ilk ölen muhacir olup hicretin otuzuncu ayının başında vefat etmişti. Aleyhissalâtu vesselâm, Osman ölünce, "Bu bize ne iyi selef oldu" diyerek muhabbet ve takdirlerini ifade  etmiş, ölüsünü ağlayarak öpmüştü.

Bu rivayetten, Müslüman ölüsünün öpülebileceği, ölü üzerine ağlanabileceği hükmü çıkarılmıştır.[9]

 

ـ5428 ـ6ـ وعن أنسٍ رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]قَنَتَ رَسُولُ اللّهِ # شَهْراً حِينَ قُتِلَ الْقُرَّاءُ، فَمَا رَأيْتُ رَسُولَ اللّهِ # حَزِنَ حُزْناً قَطُّ أشَدَّ مِنْهُ[. أخرجه الشيخان .

 

6. (5428)- Hz. Enes  (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm), Kurralar öldürüldüğü zaman, bir ay boyu kunut okudu. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın, bir başka şey için bu kadar üzüldüğünü hiç görmedim." [Buharî, Cenaiz 41, Vitr 7, Cizye 8, Megazi 38, Daavat 59; Müslim, Mesacid 29, (677).][10]

 

AÇIKLAMA:

 

"Kurraların öldürülmesi" tabiriyle kastedilen hadise Bi'r-i Mauna Vak'ası'dır. Bu hâdiseden daha önce de bahsetmiştik. Özeti şöyle: Hicretin dördüncü senesinde Kilab kabilesinden Ebu Bera Amir İbnu Malik, kabilesinde İslam'ı yaymak üzere Resulullah'tan muallim istemişti. Aleyhissalâtu vesselâm oraların emniyetsizliği sebebiyle endişe ifade etti ise de, Ebu Bera'nın garanti vermesi üzerine, Ashab-ı Suffa'dan kurra tabir edilen yetmiş kişiyi bu maksadla yolladı. Ancak bunlar Amr İbnu Tufeyl tarafından Bi'r-i Mauna nam mevkide pusuya düşürülerek bir tanesi hariç hepsi şehid edilmişlerdi.

Böyle yetmiş kişilik güzide bir kitlenin kaybı Aleyhissalâtu vesselâm'ı ziyade üzdü. Bir ay boyunca sabah namazında Resulullah, bu katle iştirak eden Arap kabilelerine (Ri'l-Zekvan, ve Useyye) beddua etti.

Kunut denen bu beddua, bir takım ölüye karşı duyulan üzüntünün bir ay devam eden bir tezahürü manasını da taşıması  sebebiyle hadise, sadedinde olduğumuz babta yer verilmiştir.[11]


 

[1] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 15/245.

[2] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 15/246.

[3] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 15/248-249.

[4] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 15/249.

[5] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 15/249-250.

[6] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 15/250.

[7] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 15/250.

[8] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 15/251.

[9] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 15/251.

[10] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 15/251.

[11] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 15/251-252.