BİRİNCİ FASIL

 

MÜZARAANIN CEVAZI

 

ـ5379 ـ1ـ عن ابن عُمر رَضِيَ اللّهُ عَنْهما قال: ]أعْطى رَسُولُ اللّهِ # خَيْبَر بِشَطْرِ مَا يَخْرُجُ مِنْهَا مِنْ ثَمَرٍ أوْ زَرْعٍ فكَانَ يُعْطِي أزوَاجَهُ كُلَّ سَنَةٍ مِائَةَ وَسْقٍ ثَمَانِينَ وَسْقاً مِنْ تَمْرٍ وَعِشْرِينَ وَسْقاً مِنْ شَعِيرٍ. فَلَمَّا وَلِىَ عُمَرُ رَضِيَ اللّهُ عَنْه قَسَمَ خَيْبَرَ وَخَيّرَ أزْوَاجَ النَّبِىِّ # أنْ يُقْطِعَ لَهُنَّ ا‘رْضَ وَالْمَاءَ، أوْ يَضْمَنَ لَهُنَّ ا‘وْسَاقَ في كُلِّ عَامٍ، فَاخْتَلَفْنَ. فَمِنْهُنَّ مَنْ اِخْتَارَتِ ا‘رْضَ وَالْمَاءَ، وَمِنْهُنَّ مَنِ اخْتَارَتِ ا‘وْسَاقَ وَكَانَتْ عَائِشَةُ وَحَفْصَةُ رَضِيَ اللّهُ عَنْهما مِمَّنِ اخْتَارَ ا‘رْضَ وَالْمَاءَ[. أخرجه الخمسة .

 

1. (5379)- İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm), meyve  ve ekinden çıkacak olan bütün mahsulün yarısı karşılığında Hayber'i (Yahudilere) verdi. Her sene zevcelerine, yüz vask veriyordu. Seksen vask kuru  hurma, yirmi vask arpa. Hz. Ömer (radıyallahu anh) başa geçince, Hayber'i taksim etti ve  Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın zevcelerini, kendilerine arazi ve suyu ikta etmek veya her yıl  almakta oldukları vaskları tazmin etme arasında muhayyer bıraktı. Onlar bu teklifi benimsemede farklı kararlara vardılar: Bir kısmı arazi ve suyu tercih etti, bir kısmı da vaskları tercih etti. Hz. Aişe ve Hz. Hafsa (radıyallahu anhümâ) arazi ve suyu tercih edenlerdendi." [Buhârî, Müzaraa 8, 9, 11, İcare 22, Şirket 11, Şurut 5, Megazi 40; Müslim, Müsakat 2, (1551); Ebu Davd, Büyû 35; Tirmizî, Ahkam 41, (1383); Nesâî, Müzaraa 46, (7, 53).][1]

 

ـ5380 ـ2ـ وفي روايةٍ لِمسلم: ]أنَّ النّبِيَّ # دَفَعَ الى يَهُودِ خَيْبَرَ نَخْلَ خَيْبَرَ وَأرْضَهَا

عَلى أنْ يَعْمَلُوهَا مِنْ أمْوَالِهِمْ، وَلِرَسُولِ اللّهِ # شَطْرُ ثَمَرِهَا[ .

 

2. (5380) Müslim'in  bir rivayetinde şöyle denmiştir: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) Hayber  hurmalarını ve arazisini kendi emvalleri gibi işleyip meyvesinin yarısını Resulullah'a vermeleri şartıyla Hayberlilere geri verdi." [Müslim, Müsakat 5, (1551).][2]

 

ـ5381 ـ3ـ ولَهُ في أخرى: ]لَمَّا فَتَحَ رَسُولُ اللّهِ # خَيْبَرَ سَألَتِ الْيَهُودُ رَسُولَ اللّهِ # أنْ يُقِرُّهُمْ فيهَا عَلى أنْ يَعْمَلُوهَا عَلى النّصْفِ مِمَّا خَرَجَ مِنَ الثَّمَرِ وَالزَّرْعِ. فقَالَ #: نُقِرُّكُمْ عَلى ذلِكَ مَا شِئْنَا. فَكَانَ الثَّمَرُ يُقْسَمُ عَلى السُّهْمَانِ مِنْ نِصْفِ خَيْبَرَ فَيأخُذُ رَسُولُ اللّهِ # الخُمُسَ[ .

 

3. (5381)- Yine Müslim'in bir diğer  rivayetinde şöyle denmiştir: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) Hayber'i fethettiği zaman, Yahudiler, Resulullah'a müracaat ederek, çalışıp elde edecekleri ekin ve meyve hasılatının yarısını vermek şartıyla kendilerini arazilerinde bırakmasını talep ettiler. Aleyhissalâtu vesselâm onlara: "Biz sizi, dilediğimiz zamana kadar orada bırakabiliriz" dedi ve kalmalarına müsaade etti. Hayber'in meyve hasılatının yarısı iki  hisseye taksim ediliyordu. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) bu gelirin humusunu (beşte birini) alıyordu." [Müslim, Müsakat 4, (1551).][3]

 

AÇIKLAMA:

 

1- Yukarıda kaydedilen üç  hadis de Hayber arazisi ile ilgilidir.

Hayber, Medine ile Şam arasında, Medine'ye dokuz konak mesafede bulunan ziraate  elverişli, suyu bol bir vahadır. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) devrinde, burada Yahudiler yaşardı. Medine'de  tutunamayan bir kısım Yahudi kabileleri de buraya göç ederek Yahudi kesafetini artırmışlardır.

Hz. Peygamber, Mekke fethine hazırlık maksadıyla, Hudeybiye Sulhü'nden sonra bu mukavemet ve tehlike yuvasını halletme cihetine gitti. Hayber gibi, Medine'nin burnunun  dibinde İslam düşmanı, maddî yönden güçlü müsellah bir kitlenin varlığı  ciddi bir  tehlike idi. Yapılacak siyasî bir sulh antlaşması ile de tehlikelerin bertaraf edilmesi düşünülebilirdi. Ancak Hendek Savaşı sırasındaki ihanetleri, ciddi bir anda dostluklarına güvenilmeyeceğini ortaya koymuştu. Bu sebeple ne yapıp yapıp bu tehlike  yuvası  bertaraf edilmeli, iktisadî yönden çökertilmeli, silahları elinden alınmalı, zarar veremeyecek hale getirilmeli idi. Resulullah siyasî dehasıyla, önce Hudeybiye Sulhü'nü gerçekleştirerek Mekkelilerin bunlarla anlaşmasını önledi. Şöyle ki:  Başta Hz. Ömer bütün Ashab'ın memnuniyetsizliğine rağmen, Müslümanlara züll getiriyor görünümündeki -Mekkelilerce koşulan- bütün antlaşma şartlarına rağmen, Hudeybiye Sulhü'nü yapmadaki gerçek hedef belki de Hayber'in fethine gerekli siyasî ortamı hazırlamaktı. Zira asıl hedef olan Mekke'nin fethi  için bu tehlike yuvasının mutlaka bertaraf edilmesi lazımdı. Medine'den İslam ordusunun uzaklaşması halinde bunların varlığı Medine için ciddi bir tehdit teşkil edecekti. Altıncı hicrî yılın akabinde, yedinci yıl içerisinde Hayber üzerine gidilerek, kaleler kuşatıldı ve birkaç gün devam eden mukavemetleri kırılarak Müslümanların sulh şartlarını kabule mecbur edildiler. Servetleri, silahları ellerinden alındı, arazileri üzerinde ziraat işçileri olarak kalabilecekler hasılatın yarısını Müslümanlara ödeyeceklerdi. Burada kalma müddetleri, Müslümanların dileyecekleri uygun görecekleri zamana kadardı. Resulullah ve Hz. Ebu Bekir zamanında orada kaldılar. Hz. Ömer, daha önce teferruatı geçtiği üzere, yapılmış olan antlaşma şartlarına dayanarak  Hayber Yahudilerini, Hayber'den Teyma'ya sürdü.  Burası Medine'den yedisekiz konak uzakta, Kudüs'e at sırtında bir günlük mesafede sarp yollarla çıkılan  dağlık üzerinde, Ürdün'ün doğu tarafında bir yerdi. Resulullah'ın ölüm döşeğinde yaptığı en son vasiyetlerinden biri de Arap yarımadasından Yahudi ve  Hıristiyanların sürülmesi idi. Hz. Ömer'in onları Teyma'ya sürmesi, o hadiste, Arap Yarımadası bilinen coğrafi bölgeden ziyade, Hicaz'ın kastedildiği anlaşılmaktadır. Çünkü Teyma, Arap Yarımadası'ndan sayılırsa da Hicaz'dan sayılmaz.

2- Hayber arazisinin hukuki statüsü ve vasfı hususunda İslam alimleri ihtilaf etmiştir. Burası sulh yoluyla mı alındı, savaşla mı fethedildi?

* Harp yoluyla alındı diyenler olmuştur.

* Sulh yoluyla alındı diyenler olmuştur.

* Ahalisi burayı terkettiği için harpsiz olarak alındı diyenler olmuştur.

* Bazı kısımlarının harp, bazı  kısımlarının sulh, bazı kısımlarının ahalisinin çekilmesiyle alındığını söyleyenler de olmuştur.

Bu görüşlerden herbirini destekleyen rivayetler var. Ulema bu rivayetleri benimsemede ihtilaf edince farklı görüşlerin ortaya çıkması tabii  bir durum olmuştur.

İslam  âlimlerinden müsakat ve müzaraanın meşruiyyetini söyleyenlerin en kuvvetli delilleri bu mevzuda gelen rivayetlerdir. Bu rivayetlerde, Aleyhissalâtu vesselâm, Hayber halkı ile, araziden çıkacak mahsulün yarısını onlara vermek üzere antlaşma yapmış bulunmaktadır. Meyve ile ilgili yarılaşma antlaşmasına müsakat, ekin ile ilgili yarılaşma antlaşmasına da müzaraa denmiştir.

İmam Şafii, İmam Malik, Ahmed İbnu Hanbel, Leys İbnu Sa'd, Süfyan-ı Sevrî gibi  fakihler, hadis uleması Zahirîler, fukahanın ekseriyeti müsakatın caiz olduğuna hükmetmiştir.

İmam A'zam'la Züfer'e göre müsakat da müzaraa da caiz değildir. Ebu  Hanife, sadedinde olduğumuz hadiste  belirtilen antlaşmanın bir akit olmayıp Aleyhissalâtu vesselâm'ın Hayber ahalisine bir iyiliği, bir ihsan ve lütfu olarak yorumlanır. Ona göre, Aleyhissalâtu vesselâm Hayber'i ganimet olarak almıştı, Yahudilere hiçbir şey vermeyebilirdi.

Öyleyse onları mahsulden yarısını alma karşılığında yerlerine bırakması bir lütuftan  ibarettir. Buna harac-ı mukaseme denmiştir. Harac-ı tavzif gibi mukaseme de caizdir.

Harac-ı mukaseme: İslam  hükümdarı tarafından mahsulün üçte bir, dörtte bir veya onda bir gibi muayyen bir miktarı alınarak arazinin sahiplerine  bırakılmasıdır. Bu usulde arazi sahiplerinin korunması vardır. Çünkü  vergi, elde edilen mahsule bağlıdır. Mahsul elde edilemezse vergi de alınamaz. Bu aynı zamanda cizye yani gayr-i müslimlerden alınan vergidir. Nitekim Aleyhissalâtu vesselâm, Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer zamanında Yahudilerden bir de cizye alındığı rivayetlere intikal etmemiştir. Öyleyse bu vergi aynı zamanda cizyedir, aksi takdirde bir de cizye alınması gerekirdi denmişti. Bu hal İmam A'zam hazretlerinin yaptığı yorumun sahih olduğu gösterir.

Harac-ı muvazzaf: Zımmilerin  ziraate elverişli arazisinden  dönüm başına alınan bir sa' ve bir dirhemlik vergidir.

Müsakati caiz görenler, bunun hangi ağaçlardan alınacağında ihtilaf ederler:

* İmam Şafii'ye göre yalnız hurma ve üzümden alınır.

* İmam Malik'e göre her çeşit ağaçtan müsakat alınır.

* Davud-u Zahiri'ye göre müsakat sadece hurmadan alınır.

İmam Şafii ve bir kısım ulemaya göre müstakilen müzaraa caiz değilse de müsakatla birlikte olursa müzaraa da caizdir.

İmam Malik müstahil de olsa, müsakata, tebaen de olsa müzaraaya cevaz vermez.

Hanefilerden Ebu Yusuf, İmam Muhammed ile diğer Kûfe uleması, muhaddisler, İbnu Ebî Leyla, İmam Ahmed, İbnu Şübrüme bir kısım ulema ise, müzaraa ve müsakatın birlikte olsun ayrı olsun yapılabileceğini söylemişlerdir. İmam Nevevî "Zahir ve  muhtar olan kavil budur" der.

3- Zahirîler hadiste geçen "Dilediğimiz müddete kadar sizi burada bırakabiliriz" ibaresini esas alarak müsakat ve müzaraa akdinin meçhul müddet için yapılabileceğini söylemiş ise de cumhur, müsakatın icare gibi malum bir müddet için caiz olacağını söylemiştir.  Yahudilere tanınan avantaj, bir akit değil, bir lütuftur.

Müsâkât anlaşmasında, araziyi tutana terettüp eden hizmetler ağaçları sulamak, budamak, aşılamak,  köklerini temizlemek,  kazımak, meyvelerini korumak, zaman gelince toplamak, kurutmak gibi her sene yapılan hizmetlerdir. Duvar çekmek, hendek koymak gibi her yıl yapılmayan işler mal sahibine aittir.

4- Savaşla alınan araziye yapılacak muamele de ihtilaflıdır:

* İmam A'zam ve Kûfe ulemasına göre hükümdar muhayyerdir. İcab-ı hale göre, dilerse fetheden askerlere taksim eder, dilerse  sahiplerine bırakıp onlardan haraç alır.

* Malikîler: "Bu araziyi, hükümdar Müslümanlara vakfeder. Nitekim Hz. Ömer Irak arazisini vakfetmiştir" demiştir.

* Nevevî, Hayber Yahudileri ile yapılan antlaşmanın, alınan ganimetin askerlere dağıtılmasından sonra, onların rızasıyla yapıldığını söyler.[4]

 

ـ5382 ـ4ـ وعن ابن عمر رَضِيَ اللّهُ عَنْهما قال: ]كَانَتِ الْمَزَارعُ تُكْرَى عَلى عََهْدِ رَسُولِ اللّهِ # أنَّ لِرَبِّ ا‘رْضِ مَا عَلى رَبِيعِ السَّاقي مِنَ الزَّرْعِ وَطَائِفَةٍ مِنَ التِّبْنِ َ أدْرِي كَمْ هُوَ[. أخرجه النسائي.»الرَّبِىع« النهر الصغير.

 

4. (5382)- İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Ekim arazileri, Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) zamanında, -tarlaya su alınan dere kenarındaki- ekin, tarla  sahibinin olması ve ne kadar olduğunu bilmediğim bir miktarda saman verilmesi karşılığında kiralanırdı." [Nesâî, Müzaraa 46, (7, 53).][5]

 

ـ5383 ـ5ـ وعن مالِك قال: ]بَلَغَنِي أنَّ عَبْدَ الرَّحْمنِ بْنَ عَوْفٍ رَضِيَ اللّهُ عَنْه تَكَارَى أرْضاً فَلَمْ تَزَلْ في يدَيْهِ حَتّى مَاتَ. قَالَ ابْنُهُ: فَمَا كُنْتُ أرَاهَا إَّ لَنَا مِنْ طُولِ مَا مَكَثَتْ في يَدَيْهِ حَتّى ذَكَرَهَا لَنَا عِنْدَ مَوْتِهِ وَأمَرَنَا بِقَضَاءِ شَىْءٍ كَانَ عَلَيْهِ مِنْ كِرَائِهَا ذَهَبٍ أوْ وَرَقٍ[.

 

5. (5383)- İmam Malik anlatıyor: "Bana ulaştığına göre, Abdurrahman İbnu Avf (radıyallahu anh) bir tarlayı kiraladı. Ölünceye kadar da bu arazi elinde kaldı. Oğlu dedi ki: "Ben bu araziyi  uzun müddet babamın elinde kaldığı için bizim malımız sanıyordum. Babam öleceği sırada tarlanın bize ait olmadığını söyledi ve tarlanın kirasından ödenmesi gereken bir miktar borcun altın veya gümüş olarak ödenmesini emretti." [Muvatta, Kirau'l-Arz 4, (2, 712).][6]

 

ـ5384 ـ6ـ وعن قيْسِ بن مسلمٍ عن أبي جَعْفَرَ قال: ]مَا كَانَ بِالْمَدِينَةِ أهْلُ بَيْتِ هِجْرَةٍ إَ يُزَارِعُونَ عَلى الثُّلُثِ والرُّبُعِ. وَزاَرَعَ عَليٌّ وَسَعْدُ بْنِ مَالِكٍ وَابْنُ مَسْعُودٍ رَضِيَ اللّهُ عَنْهم. وَعَنِ القَاسِمِ وَعُرْوَةَ مِثْلُهُ؛ وَزادَ: وَآلُ أبي بَكْرٍ وَآلُ عُمَرَ وَآلُ عُثْمَانَ وَآلُ عَلِيٍّ وَابْنُ سِيرينَ[. أخرجه البخاري في ترجمة .

 

6. (5384)- Kays İbnu Müslim, Ebu Ca'fer'den naklen diyor ki: "Medine'de muhacir aileden hiçbiri yoktu ki, üçte veya dörtte bir pay ile ziraatçilik yapmasın. Hz. Ali, Sa'd İbnu Malik, İbnu Mes'ud (radıyallahu anhüm) da bu çeşitten muzaraa akdi yapmışlardı. el-Kasım (İbnu Muhammed) ve Urve'den de benzer rivayet mevcuttur. Rivayette şu ziyade  de var: "Ebu Bekr ailesi, Hz. Ömer ailesi, Hz. Osman'ın ailesi, Ali ailesi ve İbnu Sirin ailesi de." [Buharî, Müzaraa 8 (bab başlığı olarak kaydedilmiştir.)] [7]

 

AÇIKLAMA:

 

Başka kaynaklarda mevsul olarak gelen Buhârî'nin bu  munkatî rivayeti, Ashab'ın ileri gelenlerinin de müzaraa  usulüyle arazi kiraladıklarını, kira bedeli olarak mahsulatın -tarlanın durumuna, kiralayan kimsenin tohum, ekim, sulama... gibi katkılarına göre- üçte biri, dörtte biri, yarısı gibi bir miktarda kira ödediklerini ifade etmektedir. Buhârî'nin bunları kaydetmedeki maksadı, müzaraa akdinin cevazını ifade etmektir. [8]


 

[1] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 15/190.

[2] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 15/191.

[3] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 15/191.

[4] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 15/191-194.

[5] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 15/195.

[6] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 15/195.

[7] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 15/195.

[8] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 15/196.