İKİNCİ FASIL

 

YALANIN MÜBAH OLDUGU YERLER

 

ـ5209 ـ1ـ عن أسماء بنت يزيد رَضِيَ اللّهُ عَنْها قالت: ]قَالَ رَسُولُ اللّهِ #: يَا أيُّهَا النّاسُ مَا يَحْمِلُكُمْ عَلى أنْ تَتَابَعُوا عَلى الْكَذِبِ كَتَتابُعِ الْفِرَاشِ في النّارِ؟ الْكَذِبُ كُلُّهُ عَلى ابْنِ آدَمَ حَرَامٌ اَِّ في ثَثِ خِصَالٍ: رَجُلٌ كَذَبَ عَلى امْرَأتِهِ لِيُرْضِيَهَا. وَرَجُلٌ كَذَبَ فِي الْحَرْبِ، فَإنَّ الْحَربَ خَدْعَةٌ، وَرَجُلٌ كَذَبَ بَيْنَ مُسْلِمَيْنِ لِيُصْلِحَ بَيْنَهُمَا[. أخرجه الترمذي.»التّتابُع« التهافت في امر.و»الفراشُ« الطائر الذي يتواقع في ضوء السراج فيحترق .

 

1. (5209)- Esma  Bintu Yezid (radıyallahu anhâ) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:

"Ey insanlar! Pervanenin  ateşe atılması gibi sizi yalanın peşine düşmeye sevkeden şey nedir? Halbuki, üç yer hariç yalanın her çeşidi ademoğluna haramdır: Bu üç yere gelince:

1) Erkeğin, rızasını sağlamak için hanımına yalanı,

2) Harpte söylenecek yalan.  Çünkü harp bir  hileden ibarettir.

3) İki Müslümanın arasında sulhü sağlamak kasdıyla söylenen yalan." [Tirmizî, Birr 26, (1940).][1]

 

AÇIKLAMA:

 

Yalan dinimizde her çeşit kötülük ve şerrin başı ve kaynağı kabul edilerek şiddetle reddedilmiş olmasına rağmen bazı hallerde meşru kabul edilmiştir. Bizzat Resulullah bu halleri  tâdad eder. Muhtelif tariklerden gelen rivayetler bu hususlarıbelirtir. Nevevî, Müslim Şerhi'nde  şu nakilleri kaydeder: "Bu üç halde yalanın cevazında ihtilaf yoktur. Ancak buralardaki mübah olan yalandan murad nedir? Bunda ihtilaf edilmiştir. Bir kısım ulema: "Bu hadisin ıtlakı üzeredir" diyerek, bu üç durumda, maslahat için olmayacak şeyin söylenmesini caiz görür ve "Mazmum olan yalan, zarar getiren yalandır" derler. Bu görüşlerine Hz. İbrahim aleyhisselam'ın ayette gelen şu sözleriyle delil getirirler: "Bunu yapsa yapsa şu büyükleri yapmıştır..." (Enbiya 63),  "Ben hastayım (dedi)" (Saffat 89)[2]"

Yine Hz. İbrahim'in Mısır'a vardığı zaman, zevcesi Hz. Sare için "O, kızkardeşimdir" demesi de başka bir örnektir. Bu meyanda zikredilen bir başka Kur'anî örnek, Yusuf aleyhisselam'ın münadisinin sözüdür: "Ey kervan sahipleri sizler hırsızsınız!" (Yusuf 70). Bu misalleri veren alimler derler ki: "Şurası muhakkak ki bir zalim, bir adamı öldürmek istese, o da bir şahsın yanında saklanmış olsa, mezkur şahsa, onun nerede olduğunu bilmediği  hususunda yemin etmek vacib olur."

Diğer bir grup alim -ki Taberî de bunlar arasında yer alır- de şöyle der: "Hayır, hiçbir şeyde yalan caiz olmaz. Bu sadedde mübaha delalet zımnında gelen örneklerde asıl murad olan, tevriye ve meariz'in (kapalı, birkaç manaya gelen kelimelerin) kullanılmasıdır, sarih yalan  değildir. Mesela erkeğin hanımına ihsanda bulunacağını, falan kumaştan alacağını vaadetmesi ve bu sırada "Allah takdir ederse" diye niyetlenmesi gibi. Hasılı bu ruhsat, kişinin birkaç manaya muhtemel bir kelam söyleyerek, muhatabın kendi hoşuna giden manada anlamasına imkan tanımayadır. Arayı düzeltmeye çalışıyorsa, birinden diğerine güzel sözler nakleder ve tevriyede bulunur. Savaştaki yalan da  böyle. Sözgelimi, düşmanına "imamınız öldü" der, ama bunu derken, geçmişte ölmüş bulunan imamlarını kasteder veya: "Yarın bize imdad, yiyecek.. vs. gelecek" der. Bütün bunlar, mübah olan meariza örnektir ve herbiri de caizdir. Bunlar Hz. İbrahim ve Hz. Yusuf'un kıssalarını ve bu sadedde gelenleri meariza te'vil ettiler.

Kocanın kadına, kadının kocaya yalanı  bir sevgi izharıyla, mutlaka olması gerekmeyen bir hususta vaadde bulunmakla  ilgilidir. Yoksa kadın veya erkek üzerindeki bir hakkı ortadan kaldıracak ve berikinin veya ötekinin olmayan bir hakkı gasbettirecek bir aldatma, bütün Müslümanların icmaı ile haramdır."[3]

 

ـ5210 ـ2ـ وعن أُمُّ كلثُوم بنت عقبة رَضِيَ اللّهُ عَنْها قالت: ]سَمِعْتُ رَسُولَ اللّهِ # يَقُولُ: لَيْسَ بِالْكَذَّابِ الّذِي يُصْلِحُ بَيْنَ إثْنَيْنِ، فَيَقُولُ خَيْراً أوْ يَنْمِي خَيْراً[. أخرجه الخمسة إ النسائي .

 

2. (5210)- Ümmü Külsüm Bintu Ukbe (radıyallahu anhâ) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ı işittim, diyordu ki:

"İki kişinin arasını düzelten, hayır söyleyip, hayır tebliğ eden kimse yalancı değildir." [Buhârî, Sulh 2; Müslim, Birr 101, (2605); Ebu Davud, Edeb 58, (4921); Tirmizî, Birr 26, (1939).] [4]

 

ـ5211 ـ3ـ وعن صفوان بن سليم الزهرى رَضِيَ اللّهُ عَنْه: ]أنَّ رَجًُ قَالَ: يَا رَسُولَ اللّهِ أكْذِبُ امْرَأتِى. فقَالَ #: َ خَيْرَ في الْكَذِبِ. قَالَ: فأعِدُهَا وَأقُولُ لَهَا؟ قَالَ #: َ جُنَاحَ عَلَيْكَ[. أخرجه مالك .

 

3. (5211)-  Safvan İbnu Süleym ez-Zührî (radıyallahu anh) anlatıyor: "Bir adam: "Ey Allah'ın Resulü! Ben karıma yalan söyleyeyim mi?" demişti. Aleyhissalâtu vesselâm : "Yalanda hayır yoktur!" buyurdular. Adam:

"Vaadde bulunmama, lehinde söylememe ne dersiniz?" diye tekrar sordu: Aleyhissalâtu vesselâm da: "Öyleyse sana bir vebal yok!" buyurdular." [Muvatta, Kelam 18, (2, 990).][5]

 

AÇIKLAMA:

 

Burada Resulullah, yalanla vaadi ayırdediyor, yalanı tecviz etmezken, vaadetmeye ruhsat veriyor. Şarihler, yalanın daha çok geçmişe; vaadin ise geleceğe baktığını ve yerine getirilme imkanının bulunması sebebiyle, tamamen yalan olmadığını belirtirler.[6]

 

ـ5212 ـ1ـ وعن أبي هريرة رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]قَالَ رَسُولُ اللّهِ #: لَمْ يَكْذِبْ إبْرَاهِيمُ النَّبِيُّ علَيْهِ السَّمُ إَّ ثَثَ كَذَبَاتٍ، ثِنْتَانِ في ذَاتِ اللّهِ؛ قَوْلُهُ إنِّى سَقِيمٌ؛ وَقَولُهُ بَلْ فَعَلَهُ كَبِيرُهُمْ هذَا، وَوَاحِدَةٌ في شَأنِ سَارَةَ، فإنَّهُ قَدِمَ أرْضَ جَبَّارٍ وَمَعَهُ سَارَةُ، وَكَانَتْ ذَاتَ حُسْنٍ؛ فقَالَ لَهَا: إنَّ هذَا الْجَبَّارَ إنْ يَعْلَمْ أنَّكِ امْرَأتِي يَغْلِبْنِي عَلَيْكِ، فإنْ سَألَكِ فأخْبِريهِ أنَّكِ أُخْتِي فإنَّكِ أُخْتِي في ا“سَْمِ، وإنِّي َ أعْلَمُ في ا‘رْضِ مُسْلِماً غَيْرِى وَغَيْرَكِ فَلَمَّا دَخَلَ أرْضَهُ رَآهُمَا بَعْضُ أهْلِ الْجَبَّارِ، فأتَاهُ فقَالَ لَهُ: دَخَلَ أرْضَكَ امْرَأةٌ َ يَنْبَغِي أنْ تَكُونَ إَّ لَكَ، فأرْسَلَ إلَيْهَا، فأُتِيَ بِهَا، وَقَامَ إبْرَاهِيمُ الى الصََّةِ. فَلَمَّا أنْ دَخَلَتْ عَلَيْهِ لَمْ يَتَمالَكْ أنْ بَسَطَ يَدَهُ إلَيْهَا فَقُبِضَتْ يَدَهُ قَبْضَةً شَديدةً فقَالَ لَهَا: اِدْعِي اللّهَ أنْ يَطْلِقَ يَدِي وََ أضُرُّكِ فَفَعَلَتْ فَعَادَ، فَقُبِضَتْ يَدُهُ أشَدَّ مِنَ ا‘وَّلِ. فَقَالَ لَهَا مِثْلَ ذلِكَ، فَفَعَلَتْ فَعَادَ، فَقُبِضَتْ يَدُهُ أشَدَّ مِنَ ا‘وَّلَتَيْنِ. فقَالَ لَهَا: اِدْعِي اللّهَ أنْ يُطْلِقَ يَدِي وََ أضُرُّكِ فَفَعَلَتْ وَأُطْلِقَتْ يَدهُ، فَدَعَا الّذِي جَاءَ بِهَا. فَقَالَ لَهُ: إنَّكَ إنَّمَا جِئْتَنِي بِشَيْطَانٍ وَلَمْ تَأتِنِي بِإنْسَانٍ فأخْرِجْهَا مِنْ أرْضِي، وَأعْطَاهَا هَاَجَر، فأقْبَلَتْ تَمْشِي، فَلَمَّا رَآهَا إبْرَاهِيمُ. قَالَ: مَهْيَمْ. قَالَتْ: خَيْراً، كَفَّ اللّهُ تَعالى يَدَ الْجَبّارِ وَأخْدَمَ خَادِماً. قَالَ أبُو هُرَيْرَةَ رَضِيَ اللّهُ عَنْه: فَتِلْكَ أمُّكُمْ يَا بَنِي مَاءِ السّمَاءِ[. أخرجه الخمسة إ النسائي .

»مَهيمٌ« كلمة يقال معناها: ما أمرك وما حالك؟و»اَلْخَادِمُ« يقع على العبد وا‘مة.و»بَنُو ماء السماء« العرب ‘نّهم كانوا يتبعون قطر السماء فينزلون حيث كان .

 

4. (5212)- Hz. Ebu Hureyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:

"İbrahim aleyhisselam sadece üç yalan söylemiştir: Bunlardan ikisi Allah'ın zatıyla ilgili; biri  اِنِّى سقِيمٌ   sözüdür; diğeri de   بَلْ فَعَلَهُ كَبِيرُ هُمْ هذَا sözüdür.[7] Bir tanesi de zevce-i pakleri Sare Hatun hakkındadır. Hz. İbrahim zalim birinin diyarına (Mısır'a) beraberinde Sare de olduğu halde gelmişti. Sare güzel bir kadındı. Sare'ye: "Bu cebbar herif, bilirse ki sen karımsın, senin için  bana galebe çalar. Eğer sana soracak olursa, kızkardeşim olduğunu söyle! Çünkü sen, zaten İslam yönünden kardeşimsin,  din kardeşiyiz. Ben yeryüzünde senden ve benden başka bir Müslüman bilmiyorum" dedi.

Bunlar zalim kralın memleketine girince, adamlarından biri bunları gördü. Hemen gidip:

"Senin memleketine öyle güzel bir kadın girdi ki, sizden başkasının olması münasib değildir" dedi. Kral derhal adamlar gönderip, Sare'yi yanına getirtti. Hz. İbrahim namaza durdu. Sare adamın yanına girince, kral (onu ayakta karşıladı, fakat) elini ona uzatamadı. Eli şiddetli şekilde tutuldu. Sare'ye:

"Elimi salması için Allah'a  dua et! Sana zarar vermeyeceğim!" dedi. Sare de dediğini yaptı. Ama kral tekrar Sare'ye  sataşmak istedi. Eli, öncekinden daha şiddetli tutulup kaldı. Sare'ye aynı şekilde ricada bulundu. O da kabul etti. (Adam normal hale  dönünce tekrar) sataşmak istedi. Eli önceki iki seferden daha şiddetli şekilde tutuldu. Sare'ye yine:

"Allah'a dua et, elimi salsın, sana zarar vermeyeceğim!" diye rica etti. Sare dua etti, adamın elleri açıldı. Kral kadını getiren adamı çağırdı ve ona: "Sen bana ihsan değil bir şeytan getirmişsin. Bunu diyarımdan çıkar!" dedi. Sare'ye Hacer'i bağış olarak verdi.

Sare yürüyerek geldi. İbrahim onu görünce:

"Nasılsın, ne haber?" dedi. Sare:

"Hayır var! Allah cebbarın elini tuttu ve (bana) bir hadim verdi!" dedi."

Hz. Ebu Hureyre (radıyallahu anh)  der ki:

"Ey sema suyunun oğulları! Bu kadın (Hacer) sizin annenizdir." [Buharî, Enbiya 9, Büyû 100, Hibe 36, Nikah 12, İkrah 6; Müslim, Fezail 154, (2371).] Ebu Davud, Talak 16, (2212); Tirmizî, Tefsir, Enbiya, (3165).][8]

 

AÇIKLAMA:

 

1- Burada bir peygamber olan Hz. İbrahim'e üç yalan nisbet edildiğini görüyoruz. Bu  yalanlardan ikisi Kur'an-ı Kerim'de mezkurdur. Burada, bizzat Aleyhissalâtu vesselâm'ın Hz. İbrahim'e "yalan" nisbet etmiş olması  ulema arasında "peygamberler yalan söyler mi?"  meselesinin tahliline vesile olmuştur. Hadisi tahlil eden Nevevî hazretleri şu açıklamaları  dermeyan eder: "Mazirî der ki: "Peygamberler Allah'tan gelen hükümleri tebliğ hususunda yalandan beridirler. İlahî sıyanete (korunmaya) mazhardırlar. Bu mevzuda yalan büyük olmuş, küçük olmuş, az olmuş, çok olmuş farketmez, hepsine karşı korunma altındadırlar. Ancak tebliğ-i şeriata girmeyen ve sıfattan  addedilen meselelerde -söz gelimi dünya işleriyle ilgili adi bir meselede bir kerecik bir yalan gibi- kizbe gelince, bunun peygamberlerden  südur etmesinin imkanı veya bundan da ismetleri hususunda selef ve halef nezdinde iki meşhur görüş var:

Kadı İyaz der ki: "Sahih  olan şudur: Tebliğe müteallik meselelerde peygamberlerden kizbin vukuu tasavvur bile edilemez. Küçük günahları onlara caiz görelim görmeyelim, keza söylenen yalan az olsun çok olsun farketmez, hüküm budur. Çünkü peygamberlik makamı yalana tenezzül etmekten pek yücedir. Bu meselede en küçük bir yalanın tecvizi, onların sözlerine olan güveni ortadan kaldırır. Resulullah'ın: "Yalanın ikisi Allah'ın zatıyla ilgili, biri de Sare ile ilgili"  sözüne gelince, bunun manası şudur: Buradaki sözler, muhatabın anlayışına göre yalandır. Nefsülemirde ise bunlar iki sebeple dinin reddettiği mezmum yalanlar değildir. Biri: Hz. İbrahim bunlarla tevriye yapmıştır. Mesela Sare hakkında: "İslam'da kardeşim" demiştir. Buradaki kardeşlik batında sahihtir. İkincisi: Eğer bu tevriye değil de gerçekten yalan olsaydı, yine de zalimin zulmünü defetme sadedinde caiz olurdu. Nitekim fukaha şu hususta ittifak eder: "Bir zalim, gizlenmiş olan birini öldürmek üzere veya emanet bir malı gasben almak üzere gelse ve bunların yerini sorsa, bilen kimseye onları gizlemek ve bildiğini inkar etmek vacib olur." Çünkü burada zalimin zulmünü defetmek mevzubahistir. Resulullah, Hz. İbrahim'in yalanlarının mutlak olarak reddedilen mezmun yalana girmediği hususunda dikkat çekmiştir.

Mazirî der ki: "Bazı alimler bu  kelimeleri te'vil ederek "yalan"  sınıfına girmediklerini göstermeye çalışmıştır. Ancak, Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın ıtlak ettiği bir lafızdan imtinaya kalkmanın bir manası yok." Ben derim ki: "Onlara "yalan" kelimesinin ıtlakından kaçınmak mümkün olmaz, çünkü bizzat hadiste bu gelmiştir. Onların te'villerine gelince, bu da sahihtir, herhangi bir mani yoktur. Alimler der ki: "Sare hakkındaki yalan da aslında Allah'n zatına aittir. Çünkü o da zalim kâfiri zinadan  menetmek için söylenmiştir. Bu husus Müslim dışındaki rivayetlerde açık olarak gelmiştir. Te'vilciler, peygamberimizin, yalanın ikisi Allah'ın zatıyla ilgili biri değil diye ayırıma yer vermesini, "onun da Allah'ın zatıyla ilgili olmasının yanında, Hz. İbrahim'in kendisi için de bir haz ve menfaat bulunmaması sebebiyledir" diye açıklar.

Te'vilciler, Hz. İbrahim'in "Ben hastayım" sözü için de şunu söylemiştir: "Yani "Ben hasta olacağım" demek istemiştir. Çünkü her insan hastalığa maruzdur. Bu sözüyle, müşriklerle  birlikte bayramlarına çıkıp, batıl ve küfür merasimlerinde hazır bulunmamak için özür beyan etmiştir. (Ayet-i kerimenin ifadesiyle, bunu yıldızlara baktıktan sonra söylemesi[9] onlar üzerinde ikna edici tesir hasıl  etmiş, bize de hastalık  bulaşmasın diye, Hz. İbrahim'i koyup kaçmışlardır.) Alimler "Bunu en büyükleri yapmıştır" sözü ile ilgili olarak da şu açıklamayı yapmışlardır: "Hz. İbrahim burada, büyük putun yapmış olmasına, onun konuşmasını şart kıldı ve şöyle söyledi: "Bunu yapsa yapsa şu  büyükleri yapmıştır. Eğer konuşabiliyorlarsa onlardan sorun." Yani: "Eğer bunlar konuşuyorlarsa büyükleri yapmıştır, konuşmuyorlarsa bir başkası yapmıştır, konuşmadıklarına göre.. öyleyse bu sözde yalan yok" demek isterler. Ama çoğunlukla ulema zahiri esas almak gereğine kaildir."

2- Ebu Hureyre'nin telaffuz ettiği "sema suyunun oğulları" tabirini birçok alim şöyle izah etmiştir: "Bundan Araplar muraddır, nesebleri saf ve halis olduğu için, saf ve berrak olan sema suyuna benzetmiş olabilir." Bazıları da: "Araplar çoğunlukla hayvancılıkla geçinir, hayatları meralara ve münbit yerlere bağlı; bu da yağmur suyu ile hasıl olur. Göçebeler yağmur  suyunun yeşerttiği yerleri kovalayarak hayatlarını devam ettirdiği için, onlara sema suyunun oğulları demek münasibtir" demiştir. el-Kâdı  der  ki: "Bana göre en doğrusu: "Bu tabirle kasdedilenlerin ensar olduğunu söylemektir. Çünkü burada, onların ceddi Amir İbnu Haris İbni İmri'l-Kays İbni Sa'lebe İbni Mâzin İbni'l-Eded'e  bir nisbet var. O zat Mâu's-Sema (sema suyu) olarak biliniyordu."

3- Alimler, hadisten şu hükümlerin çıktığına dikkat çekerler:

Din  kardeşine kardeşim  denebilir, bu tabirle din kardeşi kastedilebilir.

Zalim hükümdarın ve müşrik kimsenin hediyesi kabul edilebilir.

Halisane ve  ızdırar halinde yapılan dua makbuldür.

Musibete uğrayan  kimsenin öncelikle namaz kılması menduptur. İbrahimî bir sünnettir.

Hadiste Hz. İbrahim aleyhisselam'ın mucizesi beyan edilmektedir.

Zalimin zulmünden kurtulmak için  yalan söylemek caizdir.[10]


 

[1] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 14/552.

[2]

[3] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 14/552-553.

[4] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 14/554.

[5] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 14/554.

[6] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 14/554.

[7] Bunlar 5209 numaralı hadisin Açıklama kısmında kaydedildi.

[8] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 15/6-7.

[9] Hz. İbrahim'in kavmi,yıldız falına yer verirdi. Yıldızlara bakmakla onların tarzına yer verip, ikna olmalarını sağlamıştır.

[10] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 15/7-9.