Bir kişinin görüşüne uyarak kendisiyle
        birlikte bulunan dost ve arkadaşları, belli bir görüş
        ya da unsur çevresinde oluşan topluluk, parti. Kavim, kabîle gibi
        tarihsel ve toplumsal bir oluşumla ortaya çıkan topluluğa
        hizb denildiği gibi; bir kişi, inanç ya da düşünceye
        taraftarlıkla toplumdan ayrışan siyasî ve itikâdî
        topluluklara da hizb (hizib) adı verilir. Bu nedenle Kur'ân, tanımına
        uygun müslümanlar topluluğunu "hizbullah", tâğut
        ve şeytanların peşinden giden insanları da "hizbüşşeytan"
        olarak adlandırır. Her hizib, kendi içinde sıkı bir
        dayanışma, yardımlaşma ve taraftarlık
        bilinciyle hareket ederken,diğer hiziblerle ilişkilerinin
        temelini sakınma, korunma ve düşmanlık duyguları
        belirler. Müfessirler, Kur'ân'daki Hizbullah kavramını
        "Şi'atullah (Allah'ın taraftarları)", "Ensârullah
        (Allah'ın yardımcıları", "Evliyaullah (Allah'ın
        dostları" ve "Cündullah (Allah'ın askerleri)"
        gibi deyimlerle karşılamaları, hizb'in bu temel özelliklerini
        yansıtma amacına yöneliktir.
        Kur'ân, hizb kelimesini tekil biçimiyle yedi âyette
        (5/56,18/12, 23/53, 30/32, 35/6, 58/19-22) dokuz defa, çoğul biçimiyle
        de dokuz âyette (11/17 13/36, 19/37, 33/20-22, 38/11-13, 40/5-30,
        43/65) on defa kullanır. Bu kullanımların üçünde
        Allah'ın hizbi, partisi anlamında "Hizbullah",
        ikisinde Şeytan'ın hizbi, partisi anlamında "Hizbüşşeytan"
        biçimindeki terkiblerle özel iki toplum dile getirilir. Diğer
        kullanımların birisinde kelime Hizbüşşeytan'ı
        belirtirken, geriye kalanlarda topluluk, kabile, parti gibi genel
        anlamları dile getirir.
        Hizbullah'tan söz eden ilk âyet (el-Mâide, 5/56),
        mü'minlerin niteliklerini sergileyen bir dizi âyet içinde yer alır.
        Buradan yola çıkarak Hizbullah'ın Kur'ân'ın tanımladığı
        mû,minler topluluğu olduğu söylenebilir. Fakat Hizbullah'ı
        tanımlayan asıl âyet, belirlenen niteliklerin siyasal ve
        toplumsal bir boyutunu ortaya koyması bakımından ayrıca
        önemlidir. Çünkü, mü"minler toplumunun bir hizbi, hem de
        Allah'ın hizbi olarak tanımlanmasında asıl
        belirleyici olan imanın bu boyutudur. Âyet bu boyutu, "Allah'ı,
        O'nun Rasûlünü ve mü'minleri velî edinmek" biçiminde ifade
        ediyor. Hizbullah deyiminin iki defa geçtiği diğer âyette (Mücâdele,
        58/22) aynı boyutun diğer bir yönü delil getiriliyor. Bu da
        " Babaları, kardeşleri, oğûlları ya da kabîlesi
        de olsa, Allah'â ve Rasûlü'ne düşman olanları sevdikleri (meveddet
        duydukları) görülmemektedir"
        Velî edinmek; dost tutmak, yardımlaşmak,
        otoritesine boyun eğmek, görev ve yetkilerini tanımak gibi
        anlamlan; meveddet ise sevgi üzerine kurulu bağları ve bunun
        sonucu olan velâyet ilişkilerini dile getirir. Buna göre
        Hizbullah, Allah'ın ve Rasûlü'nün otoritesine boyun eğen,
        İslâm'a teslim olan, içlerinden seçtikleri yöneticilere itaat
        eden, birbirleriyle yardımlaşan, dostluk ve dayanışma
        içinde bulunan diğer yandan da en yakın akrabaları da
        olsa, İslâm düşmanlarını sevmeyen, onlarla işbirliği
        yapmayan, onlara yardımda bulunmayan mü'minler topluluğudur.
        Bu topluluk, velîlerinin yalnız Allah, Rasûlü ve mü'minler olduğunun
        (el Mâide, 5/55) bilincinde bulunduğu kadar hıristiyan ve
        yahudilerin (5/51), İslâm'ı eğlence ve oyun edinenlerin
        (5/57) velî edinilmeyeceğinin, bunun onlardan olmak anlamına
        geleceğinin de bilincindedir. Mü'minlerin İslâm inancı
        çevresinde yeni, bütünüyle farklı bir toplum oluşturmalarını
        ve Bedir örneğinde görüldüğü gibi, gerektiğinde en
        yakınlarına karşı hiç tereddüt etmeden savaşmalarını
        mümkün kılan toplumsal bağlar, yakınlıklar
        kurmalarını sağlayan bu bilinçtir. Allah, Hizbullah
        olarak adlandırdığı bu bilinç içindeki toplumun
        kalplerine imanı yazar ve onları kendisinden bir ruhla
        destekler. Âhirette cennete konulur ve orada ebedî olarak kalırlar.
        Allah onlardan, onlar da Allah'tan razı olmuşlardır. Başarıya
        ulaşacak hizib de yalnızca budur (el-Mücâdele, 58/22).
        Doğrudan Hizbüşşeytan deyimi kullanılmasa
        da Şeytan'ın hizbinden sözeden ilk âyet bir Mekkî sûrede
        yeralır. Bu âyette mü'minler, Şeytan'ın düşmanları
        olduğu ve onun hizbini alevli ateşin halkından olmaya çağırdığı
        belirtilerek uyarılır (el-Fâtır, 35/6). Hizbüşşeytan
        deyiminin doğrudan iki defa kullanıldığı âyet
        ise Medenî bir sûrededir. Bu âyette Hizbüşşeytan'ı
        oluşturan insanların şeytan tarafından kuşatıldıkları,
        Allah'ı unuttukları ve üstün gelemeyecekleri ifade edilir (el-Mücâdele,
        58/19). İlk âyette Hizbüşşeytan adlandırmasına
        gidilmemesine ve yalnızca mü'minlerin uyarılması ile
        yetinilmesine karşılık ikinci âyette artık
        toplumsal bir olgu olarak ortada duran bir topluluktan, mü'minlerden
        ayn bir hizib oluşturan insanlardan sözedilir.
        Hizbüşşeytan'ı belirleyen nitelikler,
        Hizbüşşeytan adlandırmasının yapıldığı
        âyetten önceki beş âyette açıklanır. Bunlar, Allah'ın
        kendilerine gazâbettiği bir topluluğu velî edinmişlerdir.
        Bilerek yalan yere yemin ederler; gerçek ne mü'mindirler, ne de velî
        edindikleri kimselerdendirler. Yeminlerini kalkan edinip Allah'ın
        yoluna engel olurlar. Yalancıdırlar. Özellikle Medine ortamı
        göz önünde tutulduğunda Hizbüşşeytan olarak tanımlanan
        insanların münâfıklar olduğu açıktır. Münâfıklar,
        müslüman gibi göründükleri, içiçe yaşadıkları müslümanların
        sahip oldukları bütün haklardan yararlandıkları halde,
        gerçekte iman etmemiş kimselerdir. Mü'minleri kendilerine inandırabilmek
        için yemin dâhil her yola başvurur, ancak her fırsatta
        Allah'ın yoluna engel olmaya çalışırlar. Münâfıkları,
        eşdeyişle Hizbüşşeytan'ı gerçek mü'minlerden,
        Hizbullah'tan ayıran en temel özellik: Allah'ı Rasülü'nû
        ve mü'minleri değil, onların karşısındaki
        kimseleri velî edinmeleridir. Nitekim âyetin indiği ortamda münâfıklar
        İslâm'ın ve mü'minlerin zaferini sonuna kadar engellemeye çalışmışlar,
        bu amaçlarına ulaşabilmek için hem müşriklerle, hem de
        yahudilerle işbirliği yapmışlardı. Onların
        Hizbüşşeytan olarak adlandırılmasının
        temel nedeni de bu seçimleri oldu. Kur'ân'ın getirdiği bu
        tanımlama, bize Hizbullah ile Hizbüşşeytan'ın ayrılması
        konusunda her zaman için uygulanabilecek değişmez bir kıstas
        vermektedir.
        Kur'ân, hizb kelimesine, Hizbullah ve Hizbüşşeytan'ı
        belirtmediği yerlerin büyük çoğunluğunda olumlu ya da
        olumsuz bir yorum getirmez. Buralarda hizib; topluluk, kabîle gibi
        anlamlan dile getirir. Buna karşılık dört yerde
        (18/12;19, 37, 23/53, 43/65) kelime belli bir toplumun parçalanmasına
        neden olan partileşme anlamında kullanılır.
        Bunlardan üçû ehl-i kitab'la, biri de müşriklerle ilgilidir.
        Ehl-i kitab'la ilgili âyetlerde bunların işlerini parçalayıp
        çeşitli kitaplara ayrıldıkları; her partinin kendi
        yanında bulunanla sevindiği el-Mü'min, 23/55); partilerin
        birbirleriyle ihtilafa düştüğü (Meryem, 19/37, Zuhruf,
        43/65) belirtildikten sonra "Artık büyük bir günü görmekten
        ötürü vay kâfirlerin hâline" (19/37) ve "Acı bir günün
        azâbından vay o zâlimlerin hâline" (43/65) buyrularak
        hizibleşme küfür ve zulümle ilişkilendirilir. Müşriklerle
        ilgili olan âyet de hizipleşmenin olumsuzluğunu dile getirir:
        "Dinlerini parçaladılar ve bölük bölük oldular. Her hizib
        kendi görüşleriyle avunur" (er-Rum, 30/32).
        Hizibleşmenin anlamlandırılış
        biçimine bakılarak rahatlıkla Kur'ân'ın İslâm
        toplumunda hizibleşmeye izin vermediği söylenebilir. Kur'ân
        gerçek mü'minlerin tek bir partiyi oluşturduklarını
        belirterek bunu Hizbullah olarak adlandırıyor. İslam
        toplumunda bir vâkıa olduğu için kabul edilen ikinci parti
        ise, münâfıkların, şeytanın kuşattığı
        kimselerin oluşturduğu Hizbüşşeytan'dır. Bunun
        dışındaki bütün hizibleşmeler Hizbullah'ın
        parçalanması anlamına gelir ki, bu da İslâm toplumunun
        Kur'ân'ın onaylamadığı ehl-i kitab'tan toplumların
        durumuna gelmesi demektir. Oysa mü'minlerden istenen; kendilerine apaçık
        deliller geldikten sonra fırka fırka olup ihtilâfa düşenlere
        benzememektir. Çünkü ihtilâfın sonu kaçınılmaz bir
        azâbdır (Âlu İmrân, 3/105).