eş-Şeyhu'n-Necdî lakabıyla bilinen
        Muhammed bin Abdülvehhab'ın (d. 1703 Uyeyne - ö.1787 Deriye,
        Riyad) düşünceleri çevresinde oluşan dinî, siyasî hareket.
        Harekete Vehhabilik adı karşıtlarınca yakıştırıldı.
        Hareket içinde yer alanlar, kendilerine Muvahhidun (tevhidciler) derler
        ve Hanbelî mezhebini İbn Teymiye yorumuna uygun biçimde sürdürdüklerini
        söylerler. Vehhabilik bir inanç hareketi olarak başlamakla
        birlikte, kısa zamanda siyasî bir nitelik kazandı. Arap yarımadasında
        etkinlik kurarak devlet durumuna geldi. Günümüzde, Suudi Arabistan'ın
        resmî mezhebi durumundadır.
        Muhammed İbn Abdülvehhab'ın düşünceleri,
        Deriye Emiri olan Muhammed bin Suud ile tanışmasıyla
        (1744) siyasi bir hareket niteliği kazandı. İbn Abdülvehhab,
        Deriye'de düşüncelerini Emir Muhammed'in gücü ile yayarken,
        Emir Muhammed bu düşüncelerle Arabistan'a hakim olma imkânını
        kazanıyordu. Çünkü İbn Abdülvehhab, insanların şirk
        içinde bulunduğunu, bunların mal ve canlarının
        kendisine inanan kişilere helal olduğunu söylüyor, Emir
        Muhammed bu fetvanın getirdiği ganimet olgusuyla yandaşlarını
        çoğaltıyor, gücünü artırıyordu. İbn Abdülvehhab'ın
        ölümünden sonra hareketin siyasî niteliği daha da ağırlık
        kazandı. Muhammed bin Suud döneminde başlayan toprak kazanma
        faaliyetleri, ölümünden (1766) sonra oğlu Abdülaziz zamanında
        da sürdürüldû.19. yüzyılın başlarına gelindiğinde
        (1811) Vehhabilik adına hareket eden Suud Emirliği Haleb'ten
        Hind Okyanusuna, Basra Körfezi ve Irak sınırından Kızıl
        Deniz'e kadar yayılmış bulunuyordu.
        Vehhabilik hareketinin Osmanlılar için önemli
        bir sorun durumuna gelmesi üzerine II. Mahmud, Mısır Valisi
        Kavalalı Mehmed Ali Paşa'yı sorunu çözmekle görevlendirdi.
        Mehmet Ali Paşa, oğlu Tosun komutasındaki orduyla Mekke,
        Medine ve Taif'i Vehhabilerin elinden kurtardı (181213). Daha sonra
        bizzat Emir Abdûlaziz'in üzerine yürüdü. Emir Abdulaziz'in ölümü
        (1814) üzerine Vehhabiler ağır bir yenilgiye uğradı.
        Nihayet Mehmet Afi Paşa'nın kumandanı ibrahim paşa,
        Abdulaziz'in yerine geçen oğlu Abdullah ve çocuklarını
        esir ederek İstanbul'a gönderdi. Bunların İstanbul'da asılarak
        öldürülmeleri (17.12.1819) ile Vehhabilik hareketinin ilk dönemi
        kapandı.
        Savaş sırasında kaçarak kurtulmayı
        başaran Suud hanedanından Türki bin Abdullah, Necd bölgesinde
        yeniden faaliyete girişerek 1821'den 1891'e kadar sürecek ikinci
        Vehhabi devletini kurmayı başardı. Daha sonraları
        bir takım çekişmeler olmuşsa da Suud hanedanından
        Abdülaziz bin Suud, Vehhabi devletini yeniden kurdu (1901). Hindistan
        İngiliz yönetiminin de desteğini sağlayan Abdülaziz bin
        Suud 26 Aralık 1916 tarihli anlaşma ile İngilizlerce Necd,
        Hasa, Katif, Cubeyl ve kendisine bağlı diğer bölgelerin
        hükümdar olarak tanındı. Bu anlaşmaya göre Abdülaziz,
        bu yerleri kendisinden sonra miras yoluyla çocuklarına bırakacak
        ve kendisinin seçtiği veliaht da İngilizlere bağlı
        kalacaktı.
        Osmanlıların yenik düşmesiyle sonuçlanan.1.
        Dünya Savaşı'nın arkasından Vehhabiler Hail, Taif,
        Mekke, Medine ve Cidde'yi de ele geçirdiler (1921-1926). Abdülaziz bin
        Suud, Necd ve Hicaz Kralı olarak kabul edildi (1926). 20 Mayıs
        1927 tarihinde İngiltere ile yapılan Cidde anlaşmasının
        arkasından da tam bağımsızlığını
        ilan etti. Böylece Abdulaziz bin Suud, suudi Arabistan Kralı
        olarak tüm Hicaz'ı egemenliği altına altı. Bu
        devlet, Suudi Arabistan Krallığı adıyla varlığını
        sürdürmektedir.
        Vehhabiliğin din anlayışı,
        Muhammed bin Abdülvehhab'ın üzerinde önemle durduğu tevhid
        (Allah'ın birlenmesi) konusundaki yorumu çevresinde toplanır.
        İbn Abdülvehhab'a göre tevhid, kullukta Allah'ı bir tanımaktır.
        Tevhid kelimesini (lâ ilâhe ilallâh) söylemek Allah'tan başka
        tapınılan şeyleri tanımadıkça bir anlam taşımaz.
        Allah kalble, dille ve davranışlarla birlenmelidir. Bunlardan
        birisinin eksik olması durumunda kişi Müslüman olamaz.
        Tevhid üçe ayrılır. İlki, Allah'ı isim ve sıfatlarında
        birlemek (tevhid-i esma ve sıfat), ikincisi Allah'ı rablıkta
        birlemek (tevhid-i rububiyet), üçüncüsü de Allah'ı ilahlığında
        birlemektir (tevhid-i uluhiya). Allah'ı bu üç biçimde birleme,
        ancak amellerle mümkündür. Buna göre Kur'an ve Sünnet'in dışında
        emir ve yasak tanımamak, Hz. Muhammed'in döneminde bulunmayan
        şeyleri ve tevessülü terkederek Allah'ı birlemek gerekir. Bu
        tevhide ameli tevhid denir. Herhangi bir hüküm koyucu tanımak,
        Allah'tan başkasından yardım dilemek, Peygamber için
        bile olsa, Allah dışındaki bir varlık için kurban
        kesmek, adakta bulunmak kişiyi küfre düşürür, can ve mal
        dokunulmazlığını ortadan kaldırır.
        Bu tevhid anlayışının getirdiği
        önemli sonuçlar vardır. Bunlardan birisi, Hz. Muhammet'ten şefaat
        talebinde bulunulamayacağıdır. Şefaat, Allah'a özel
        bir haktır. Bu nedenle Hz. Muhammet'ten doğrudan şefaat
        talep etmek, onu Allah'a ortak tutmaktır. Nitekim müşrikler
        de Allah'ı kabul ettikleri halde, melekleri, putları şefaatçi
        kabul ettikleri için müşrik olmuşlardır. Şefaat
        inancı gibi yaygın olan tevessül inancı da şirktir.
        Tevessül inancı, daha çok mutasavvıflar arasında yaygındır.
        Bir takım şeyhlerin, velilerin hem hayatlarında, hem de
        öldükten sonra tasarruf sahibi olduklarına inanılmakta,
        onların himmetleri dilenmekte ve aracı kılınmaktadırlar.
        Bu da açık bir şirktir. Çünkü günah'ın yaratmada, yönetmede,
        tasarruf etmede, işleri düzenleme ve belirlemede ortağı
        yoktur.
        Vehhabiliği en önemli özelliklerinden
        birisi de bid'adlar karşısındaki tutumudur. İbn Abdülvehhab'a
        göre Kur'an ve Sünnet'te olmayan her şey bid'attır. Bir
        bid'at çıkaran mel'undur ve çıkardığı şey
        reddedilmelidir. Bid'adların çoğu insanları şirke düşürmektedir.
        Bunların başında mezarlar, türbeler ve bunların
        ziyaretleri gelir. Mezarlarda yapılan ibadetler şirktir. Sevap
        umarak Hz. Muhammed'in kabrini ziyaret bile şirke neden olabilir.
        Şirke neden olmamaları için, mezar ziyaretleri, türbe yapımı
        kesin olarak yasaklanmalıdır. Ölülere niyaz, tevessül, falcılara,
        müneacimlere inanmak, Hz. Peygamber'in anısını yüceltmek,
        hırka-i şerif, sakal-ı şerif ziyaretleri yapmak,
        Allah'tan başkasına ibadet etmek, şirk koşmatır.
        Mevfit toplantıları düzenlemek, bu toplantılarda mevlid
        okumak, sünnet ya da nafile namazlar kılmak yasaklanmalıdır.
        Göz değmemesi için nazar boncuğu takmak, muska takınmak,
        ağaç, taş vb. şeyleri kutsal saymak, bir hastalık
        ya da beladan kurtulmak, güzel görünmek vb. için boncuk, ip, hamayı
        gibi şeyler takınmak, sihir, büyü, yıldız falı
        gibi şeylere inanmaz, iyi kişilere, velilere tazimde bulunmak,
        onlara dua etmek, onlardan yardım dilemek gibi şeyler de tamamıyle
        şirke neden olan bid'adlardandır. Riya için namaz kılmak,
        sofuluk etmek, iyi insan gibi görünerek çıkar sağlamak da
        şirktir. Cami ve mescidlerin süslenmesi, minare yapılması
        da terkedilmesi gereken bid'adlardır.
        Vehhabiliği oluşturan düşünceler,
        birçok çağdaş Müslüman düşünürü etkilemiş,
        onlara esin kaynağı olmuştur. Günümüzde ise, önemli
        ölçüde değişime uğramış biçimde, Suud Krallığının
        resmî görüşü olmaktan öte bir anlam taşımamaktadır.