Vesiletunnecat Homepage
Forum Home Forum Home > ORGANİZASYON > Eğitim - Öğrenim
  New Posts New Posts
  FAQ FAQ  Forum Search   Register Register  Login Login

24 Saat Kur`an-ı Kerim Dinleme


Hadis Konuları

 Post Reply Post Reply
Author
Message
kral View Drop Down
Administrator
Administrator
Avatar

Joined: 08-03-2006
Status: Offline
Points: 1323
Post Options Post Options   Thanks (0) Thanks(0)   Quote kral Quote  Post ReplyReply Direct Link To This Post Topic: Hadis Konuları
    Posted: 01-03-2009 at 20:33

İSLAM HUKUKUNDA SÜNNET: Sünnetin Anlamı ve Tarifi 

Lügatte sünnet: İyi veya kötü yola denir. Bununla ilgili olarak Rasulullah efendimizin, "Kim iyi bir çığır açar ve gereklerini yerine getirirse, onun ve onunla uygulamada bulunanların, kıyamet gününe kadar hayrı kendisine dokunur, kim kötü bir yolda yürürse, onun ve o yolda yürüyenlerin günahı kıyamet gününe kadar kendisine verilir. "(1) hadisi ile,"Sizden öncekilerin yolunu karış karış, arşın arşın izleyeceksiniz." (2) hadisleri örnek olarak gösterilebilir.

Hadisçilerin ıstılahında ise sünnet: Rasulullah efendimizden, peygamberlik öncesi veya sonrasında hareket, söz ve takrir olarak zuhur eden, tabiat ve karakterinde veya hayatında biçim kazanan vasıflara sünnet deniliyor. Bu tanımın bazılarınca da "hadis" ile benzerlik arz ettiği bilinmektedir. Usulcülerin ıstılahında ise: Rasulullah efendimizden, söz, hareket veya takrir biçiminde nakledilen şeylere deniliyor. (3)

Söz için örnek: Rasulullah' ın yasama ile ilgili ahkamların açıklanmasında çeşitli vesileler dolayısıyla söylediği sözlerdir. "Davranışlar niyetlere göredir." (4) yahut, "Alıcı-satıcı birbirlerinden ayrılıncaya kadar serbesttirler." (5)

Davranış-Fiil için örnek: Sahabilerin, Rasulullah' ın ibadet esnasında veya genel davranışlarında bize ulaştırdıkları uygulamalardır. Namazın, orucun ve haccın uygulamasında ortaya koyduğu prensipler, şahit ve yeminle yargıda bulunmuş olması.

Takrir'e örnek: Sahabilerin yaptıktan ve Rasulullah' ın susarak onayladığı, desteklediği davranışların tümüne deniliyor. "Beni Kurayza'ya varıncaya kadar hiç biriniz ikindi namazını kılmasın. " (6) hadisi, Rasulullah efendimizin sahabenin davranışlarını takrirle onaylamasının örneği olarak değerlendirilmelidir. Çünkü sahabelerin kimi, bu buyruğu, Rasulullah' ın, namazı akşam namazı sonrasına bırakma biçiminde yorumlarken, diğer bir kısmı da, namazın hemen kılınması için bir uyan niteliğinde değerlendirmiştir. Vakıa bu iki ayrı uygulamanın sıhhat derecesi Rasulullah'a intikal ettirildiğinde, Resul iki uygulamayı da kabul etmiş, itiraz etmemişlerdir. Bir başka ikrar örneği de: Halid bin Velid'in yediği bir kelerden Rasulullah'a takdim ettiğinde, ondan yememesi hadisidir. Rasulullah'a keler'in yenmesinin haram olup olmadığı sorulduğunda: "Hayır değildir, fakat topraklarımızda bulunmayan bu hayvandan tiksiniyorum." (7) demişlerdir. Onlara göre sünnet, şer'i bir hükmün dayanak olduğu şeylerdir. Bu ister kutsal kitapta, ister Rasulün sünnetinde, isterse de sahabelerin Kur'ani konulardaki ictihadlarında öngördükleri olsun. Mesela Kur'an'ın toplanması ve bir üslup üzere okunması, ya da derleme kitapların tedvini konularında yapılan içtihadlar gibi. Bunun karşıtı ise, "Bid'attir" Hz. Rasulullah'ın şu sözü buna örnektir: "Benden sonra, benim ve raşid halifelerimin sünnetinden sorumlusunuz." (8)

Fıkıhçıların ıstılahına göre sünnet: Rasulullah'tan farz ve vacip biçiminde sudur etmeyen şeylere deniliyor, Yine onlara göre ahkamı hamse'den vacip ve diğerlerini karşılamaktadır. Yine onlara göre bid'atin karşılığı olan şeyler anlamında değerlendirilmektedir. "Sünnetin talakı böyledir, bid'at'ın talakı böyledir" sözü onların yaygın sözlerindendir." (9)
Bilginlerin sünnet konusundaki tarif ayrılıkları, amaçlarının değişikliğinden kaynaklandığı kabul edilmelidir. Hadis bilginleri, Rasulullah'ı Allah'ın kendisinden vazgeçilmez örnek ve yol gösterici önder olarak sözetmesi dolayısıyla, ister şer'i hüküm niteliğinde olsun, ister olmasın, onun davranış, söz ve hareketlerini naklederler.
- Usul bilginleri ise kendinden sonra, müctehid bilginlere, kulların hayatlarını belli bir takım ilkelere bağlı kalarak düzene sokmaları için söz ve davranışlarıyla prensipler belirleyen yasama yetkisinde birisi olarak görürler. Fıkıh bilginleri ise, davranışlarının şer'i bir hüküm olmanın dışında herhangi bir değerlendirmeye tabi tutulamayacak biri olarak görürler onu. Şer'i hüküm, insanların davranışlarının, haram, farz, mubah, mendup ve mekruh gibi sınıflandırmalara tabi tutulmasıdır.
- Biz, sünneti usulcülerin değerlendirddikleri biçimde anlıyoruz. Bu sünnetin hüccet olarak ve yasamadaki yerini göstermesi bakımından dikkate alınan bir husustur. Her ne kadar biz hadisçilerin -muhaddis- tanımını tarihi gelişim içinde ele almış bile olsak, bu merhalede usulcülerin tarifini seçmiş olduk.

Resulullah'a Hayatındayken Uymanın Kaçınılmazlığı


Sahabeler, Saadet asrında şer'i hükümleri içeren Kur'an'ı, Rasulullah'ın eğitimi doğrultusunda alıyorlardı. Çünkü Kur'an'ın ayetleri çoğunlukla, ayrıntıları dışta tutan genellemeler biçiminde, yahut "mutlak" olarak gönderilirdi. Namazın farz edilişi gibi. Kur'an'da namaz, çok sınırlı bir genellemeyle anılarak -yani mücmel- niteliği ve zamanı hakkında bilgi verilmediği gibi, rüku sayısı hakkında da herhangi bir açıklamada bulunulmamıştır.

- Bu durum diğer ahkam için de düşünülmmelidir. Çünkü onların pratik bir değer kazanması, şartların, ahkamın ve sakınılması gereken şeylerin bilinmesiyle mümkün olabileceği akla getirilmelidir.
- Sahabelerin Kur'an'la çözüme kavuşturrmaları mümkün olmayan, dolayısıyla Rasulullah'ın yönlendirmelerine ihtiyaç duydukları birçok problemleri oluyordu. Allah tarafından gönderilen "mübelliğ" olması nedeniyle Rasulullah'ın insanlara, Allah'ın şeriatının amaç ve doğrultusunu belirtmesi kaçınılmazdı. Allah (c.c.) kitabında Rasulullah'ın Kur'an'a karşılık kitabını ve amaçlarını belirlemesi bakımından Rasulullah'ın öneminden sözetmiştir. "Sana da -habibim- insanlara kendileri için indirilen şeyi açıklayasın diye Kur'an'ın indirdik. Olur ki iyice düşünürler." (10)

- İnsanların gerçeği bulmada ayrılık vee anlaşmazlıklara düştüklerinde başvurmaları gereken bir kaynak olarak da kaçınılmaz önemi bulunmaktadır. Rasulullah'ın "Sana Kitabı ancak onlara ihtilaf eyledikleri şeyleri açıklaman ve iman eden kavme hidayet ve rahmet olarak gönderdik." (11)

- Tüm anlaşmazlıklara vereceği yargıylaa uyuşulması onun hükmüne bağlanmıştır.
"Aralarında meydana gelen olayda seni hakem yapıp sonra da verdiğin hükümden yürekleri bir sıkıntı duymadan teslim olmadıkça onlar, Rabbın hakkı için iman etmiş olmazlar." (12)

- Kur'an ve Hikmetin kendisine verilişiinin, insanlara dinlerinin buyruklarını bildirmesi için olduğu şu ayetlerle açıklanmıştır, "İçlerinde", kendilerinden onları Allah'ın ayetlerini okuyan, onları kötülüklerden ve küfürden temizleyen ve onlara kitap ve hikmeti öğreten bir peygamber göndermekle Allah mü'minlere büyük lütuf ve keremde bulunmuştur. Onlar bundan önce apaçık sapıklıkta idiler." (13)

- Bilginlerin çoğu "Hikmet'in Kur'an'daan başka bir şey olduğu yargısın-dadırlar. Bu da dinin ve şeriatın ahkamı bakımından kimi sırlatın Rasulullah'a iletilmesi anlamını taşır ki bilginler de bunu sünnetin varlığıyla açıklamaktadırlar.

- Şafii, konuya ilişkin şu değerlendirmmede bulunmaktadır: "Allah, "Kitap'tan" sözetmiştir ki, bunun karşılığı Kur'an'dır. Hikmeti de anmıştır ki, kendisine ilmi bakımdan saygı duyduğum biri: Hikmet Rasulullah'ın sünnetidir, demektedir.
- Bu yaklaşımın Allah'ın ayetlerine dahha bir uyum sağladığını sanıyorum. Yine de Allah bilir. Çünkü Kur'an'dan hemen sonra Hikmet anılmıştır. Allah insanlara Kitabı ve Hikmeti öğretmekle övünür. Allah bilir ya, Hikmetin Sünnet dışında birşey olduğunu söylemek mümkün değildir. Kitaba paralel bir anlamda anılmıştır. Allah'ın Rasule boyun eğilmesini zorunlu kılmasının yanısıra, insanları O'nun buyruklarına uymaları için de teşvik etmiştir. Allah'ın, Rasulullah'a imanı kendisine imanla eşit tuttuğu için Allah'ın kitabı ve Rasulullah'ın sünnetinin dışında bir şeye, bağımlı olunabilir demek caiz değildir. (Er-Risale: 78)

- Burada Şafî'nin -Allah rahmet etsin- hikmeti, sünnet olarak anladığı görülmektedir. Onun kitaba paralel biçimde anılışının sonucunda sözkonusu anlaşmazlıklar ortadan kalkmış oluyor. Allah'ın ancak gerektiği yerde kendine övgüde bulunduğu gerçeği, Allah'ın, onu boşu boşuna bize öğretmekle övünmeyeceği noktasına götürecektir bizleri. Kur'an'a uyulmadaki kaçınılmazlık, hikmet için de geçerlidir. Binaenaleyh müslümanların ancak Kur'an ve Rasulullah'a uyma zorunlulukları bulunmaktadır. Bunun için "hikmet'in Rasulullah tarafından konulan bir takım hükümler olarak belirginlik kazanması gerekmektedir.
- Bu doğrultudaki bir değerlendirme bizzleri, Rasulullah'ın, Kur'an'ın dışında uyulması gereken bir başka şeyi getirdiği noktasına yöneltmektedir. Bu durum zaten Allah'ın ayetlerinde, özellikle Rasulullah'ın anlattığı yerlerde açıklıkla ifade edilmiştir.

"Kendilerini iyilikle emir ve münkerden nehy eyler, iyi şeyleri onlara helal, fena şeyleri haram kılar ye üzerlerinden bulunan ağır yüklerini ve zincirleri indirir."

Buradaki tanımlamaların ve hükümlerin tavrı geneldir. Haram ve helalin niteliklerini kapsaması bakımından Kur'an'a dayalıdır.
- Ebu Davud'un, Mikdam bin Ma'dikerp'teen naklettiği bir hadiste, Rasulullah şöyle buyurmaktadır: "Bana kitapla birlikte, kitaba benzer bir şey de gönderildi: Bu hadis, müslümanların benzer olan şeylere -emir ve nehy- uymaları mecburiyetini getiriyor.
" Peygamberin size verdiğini alın, sizi kendisinden nehy ettiği şeyden de sakının."

- Çağrıda bulunduklarına uyulması konusunda da uyanda bulunulmuştur.
"Allah'a ve Peygambere itaat edin ki, size merhamet olunsun." (16)

- Ona uymayı, kendisine uymaya eşdeğerdde tuttuğu gibi, Rasulullah'a uymayı da Allah sevgisinin bir belirtisi olarak değerlendirmektedir.
"Kim Peygambere itaat ederse muhakkak Allah'a itaat etmiştir."(17)

- Çağrıda bulunduklarına uyma konusundaa da teşvikte bulunmuştur.
"Ey iman edenler, size hayat verecek şeye sizi davet ettiklerinde, Allah ve Rasulüne icabet edin." (18)

- Başka yerlerde de şunlara dikkat çekiilmektedir:
"De ki, eğer Allah'ı seviyorsanız bana uyunuz ki, Allah da sizi sevsin. Ve günahlarınızı mağfiret etsin." (19)

- Kendisine muhalefet etmekten de sakınndırmıştır.
" Peygamberin enirine muhalefet edenler, kendilerine bir fitne veyahut elemli bir azap isabet etmesinden sakınsınlar."
- Öylesine ki, kendisine aykırı düşmeniin "küfür" olduğu belirtilmiştir.
"De ki, Allah'a ve Rasulüne itaat ediniz. Eğer yüz çevirirseniz kafir olursunuz. Allah, kafirleri sevmez." (21)

- Dahası, inanmışların O'nun emir ve buuyruklarına aykırı düşmeleri "mubah" karşılanmamıştır.
"Allah ve Rasulü bir işe hüküm verdiği zaman, mü'min bir erkekle, mü'min bir kadın için, kendi işlerinde muhayyerlik hakları yoktur. Allah ve Rasulüne asi olan muhakkak açık bir sapıklık etmiş olur." (22)

- Ayrıca O'na aykırı düşmeyi Nifak'ın" belirtilerinden kabul etmiştir.
"- Münafıklar-: "Allah'a ve Rasulüne iman edip itaat ettik." derler. Onlardan bir kısmı da bu sözleri söyledikten sonra yüz çevirirler. Onlar mü'min değildirler." "Aralarında hükmetmesi için Allah ve Rasulüne davet olunduklarında onlardan bir zümre yüz çevirip dönerler." "Aralarında hükmetmesi için Allah'a ve Rasulüne davet olunduklarında Mü'minler: İşittik ve itaat ettik derler. Muradına erenler onlardır." (23)

"Mü'minler ancak onlardır ki, Allah ve Resulüne iman ederler. Ve Peygamberle beraber toplu olarak bir işin müzakeresinde bulundukları vakit, peygamberden izin almadıkça gitmezler. Senden izin isterlerse, onlardan dilediğine izin ver. Ve onlar için Allah'tan mağfiret dile. Allah gafurdur, Rahimdir. (24)

- İbni Kayyim şöyle bir değerlendirmedee bulunuyor: "Allah, Rasulullah'a uymayı, imanın gereklerinden kabul ederek O'nun izni olmadan herhangi bir davranışta bulunmamızı yasaklamasıyla biz bunu O'nun izni ve onayı olmadan herhangi bir yol veya söze -düşünceye- sarılamayacağımız biçiminde anlıyoruz. Dolayısıyla yapacağımız tercihlerin, ancak O'nun izniyle olabileceği gerçeği ortaya çıkmış oluyor.
- Bundan ötürü sahabenin Kur'an'ın ahkaamını, müşkül yönlerini açıklamak ve anlamak, aralarındaki uyuşmazlıkları gidermek bakımından Rasulullah'a başvurmaları kaçınılmazdı. Sahabenin Rasulullah'ın emrettiği sınırlar içinde kendisine uydukları, davranışlarında, ibadetlerinde ve ilişkilerinde kendisini taklid ettikleri -Rasulullah'a özgü davranışlar dışında-bilinmektedir. Namaz farz kılındığı zaman: "Namazı nasıl kıldığımı görüyorsanız, öylece kılın " buyruğuna bağlı olarak O'ndan namazın, ahkam, nitelik ve şartlarım öğrendikleri bilinmektedir. (26)
- Haccın menasik'ini uygulayabilmek ve buyruklarına uymak bakımından kendisine başvurmaktaydılar. "Menasiklerinizi benden alınız." (Müslim Cabir'den rivayet etmiştir).

- Kendisine uyulmadığını anladığı zamannlarda da öfkelenirdi. Buna örnek olarak da İmam Malik'in Muvatta'ında, Ata bin Yessar'dan rivayet ettiği hadis gösterilebilir: "Sahabelerden biri, oruçluyken hanımını öpmekle ilgili soruna açıklık kazandırmak için zevcesini Rasulullah'a gönderdi. Ümmü Seleme (Allah ondan razı olsun) Rasulullah'ın oruçluyken öpüştüğünü belirtti. Kadın kocasına durumu bildirdi. Sahabe: "Ben Rasulullah gibi değilim, Allah Rasulüne dilediğini helal eder. sözü Rasulullah'a intikal etti.
- Rasulullah buna öfkelenerek şöyle deddi:
"Ben aranızda Allah'tan en çok sakınınız ve buyruklarının sınırlarını en iyi bileninizim." (27)

- Hudeybiye antlaşmasında, sahabelere ttıraş olmayı, ihramdan çıkmayı emretmiş olmasına rağmen, ancak kendisinin traş olup ihramdan çıkması karşısında kendisine uymalarıyla ilgili olay da buna örnek olarak gösterilebilir.
- Sahabenin, Rasulullah'ın davranışlarıını (yaptıklarında ve yapmadıklarında) nedenlerini bilmeden ve sormadan taklid ettikleri bilinmektedir. Buhari'nin, İbni Ömer'den rivayet ettiği bir hadisde şunlar anlatılmaktadır: "Rasulullah parmağına altın bir yüzük taktı. Bunun üzerine halkın tümü altın yüzük takmaya başladı. Olay üzerine Rasulullah: "Bunu hiçbir zaman takmayacağım" dedi. Bundan sonra halk da altın yüzüklerini çıkardı. "

- Kadı İyaz, "Şifa" adlı kitabında, Ebuu Said el-Hudri'den (r.a.) yaptığı bir rivayete göre: "Rasulullah, sahabeleriyle namaz kılacağı bir sırada, ayakkabılarını çıkararak, sol tarafına koydu. Topluluk bunu görünce onlar da ayakkabılarını çıkardılar. Namaz bitiminde Rasulullah: "Sizi ayakkabılarınızı çıkarmaya zorlayan nedir?" diye sorduğunda, "Sizin öyle yaptığınızı gör dük. "diye karşılık verdiler. Rasulullah, bunun üzerine: "Cebrail ayakkabılarımda pislik olduğunu söyledi bana." diye açıklamada bulundular.

- İbni Said "Tabakat" adlı kitabında şuunlara değiniyor: Rasulullah, Peygamber mescidinde öğle namazından iki rekat kıldıktan sonra sahabisine "Mescid-i Haram'a yönelmelerini buyurdu. Kendisi yöneldikten sonra, onlar da yöneldiler." (28)

- Sahabelerin dünyayla ilgili işlerindee bile kendisine uydukları belirtilmiştir. Ebu Davud ve İbn Abdülber, "Camiül Beyan el-İlm ve Fazlihi" adındaki kitapta İbni Mes'ud'dan rivayet ettikleri bir hadiste şunlar belirtilmektedir: Cuma günü camiye Rasulullah'ın hitapta bulundukları bir anda geldim. Rasulullah'ın "Oturun" diye emrettiğini duymam üzerine camiinin kapısı önünde oturdum. Rasulullah kendisini gördükten sonra: "Gel İbni Mes'ud" dedi.

- Sahabelerin Rasulullah hayattayken keendisine karşı takındıkları tavır böyleydi. Onun söz, davranış ve takrirlerini şer'i (yasal) bir hüküm olarak algılamakta farklı düşünmüyorlardı. Kur'an'ın emirlerine aykırı düşmeyi hiçbiri kendine caiz görmüyordu. Kendisine her türlü durumda uymayı görev sayarken, dünyayla ilgili işlerde, Rasulullah'ın insan olarak izhar ettiği kanaati konusunda tasarrufta bulunabiliyorlardı. Bedir savaşında Habbab bin Münzir'in konaklama yeriyle ilgili olarak kendi görüşüne uyulmasını sağladığı, ya da dini bir konu olmasına rağmen, henüz Allah tarafından doğrulanmamış kanaatleri dışında herhangi bir görüşe varılabilmesi gibi.

- Hudeybiye antlaşmasında ve Bedir esirrleriyle ilgili sorunda Ömer'in (r.a.) görüşüne uyulması buna örnek gösterilebilir. Bunun dışında, sadece ahkamın anlaşılmaması dolayısıyla, ahkamın nitelik ve nedenini daha sağlıklı biçimde kavramak amacı esnasında bu ahkâmlar üzerinde tartıştıkları oluyordu. Buyruğun Rasulullah'a özgü olduğu, kendilerini kapsamadığı düşüncesi, yahut buyruğun yasaklayıcı bir sorumluluk getirmesine rağmen, onun helal biçiminde anlaşılmasının dışında, Rasulullah'a büyük bir teslimiyet ve bağlılık içinde bulunuyorlardı.


DİPNOTLAR
(1) Müslim Cüreyr bin Abdullah El-Beceli'den rivayet etmiştir.
(2) Buharı ve Müslim Ebu Said Hudri'den rivayet etmişlerdir.
(3) Kavaid El-Tahdis. /'35-38/ Tevcih El-Nazar sayfa: 2.
(4) Buhari ve Müslim Ömer'den rivayet etmişlerdir.
(5) Buhari ve Müslim İbni Ömer'den rivayet etmişlerdir.
(6) Buhari ve Müslim İbni Ömer'den rivayet etmişlerdir.
(7) Buhari ve Müslim ibni Ömer'den rivayet etmişlerdir.
(8) El-Muvafakat 4/6 Ebu Davud ve Tirmizi El-İrbad'ten rivayet ederek, hadisin, Hasen Sahih olduğunu belirtmektedir.
(9) İrsad El-Fahul.s.31
(10) El-Nahl: 44
(11) El-Nahl: 64
(12) El-Nisa: 65
(13) Ali İmran: 164
(14) El-Araf: 156
(15) Haşr:7
(16) Ali İmran: 132
(17) Nisa: 80
(18) El-Enfal-24
(19) Ali İmran: 31
(20) Nur: 64
(21) Ali İmran: 32
(22) Ahzap: 36
(23) Nur: 48-54
(24) Nur: 62
(25) A'lam El Muvakin 1/58
(26) Buhari, Malik bin El-Huveyris'den rivayet etmiştir.
(27) Müslim, Ömer bin Ebi Seleme'den rivayet etmiştir. Şafii'de El Risale kitabından S 404 de Ata'dan Mürsel olarak nakletmiştir.
(28) İbn Sa 'd Tabakat El-Kübra: 1/2


Bu sayfa :
Prof. Mustafa SIBAİ 'nin GİRİŞİM Yayınları arasında çıkan Tercümesini Kamil TUNÇ'un yaptığı İSLAM HUKUKUNDA SÜNNET adlı kitabından iktibas yapılarak hazırlanmıştır.
 
 
HADİS  NEDİR?

   "Hz. Peygamber (s.a.s)'in sözleri, fiilleri, takrirleri ile ahlâkî ve beşerî vasıflarından oluşan  sünnetinin   söz  veya   yazı  ile  ifade  edilmiş  şekli.  Bu mânâda hadis, sünnet   ile eş anlamlıdır,

   Hadis kelimesi, "eski"nin zıddı "yeni" anlamına   geldiği   gibi, söz   ve  haber anlamlarına da gelir. Bu   kelimeden  türeyen  bazı   fiiller  ise  haber vermek, nakletmek  gibi anlamlar   ifade eder. Hadis kelimesi, Kur'ân'da bu anlamları ifade edecek biçimde kullanılmıştır.  Sözgelimi, "Demek onlar bu söze (hadis) inanmazlarsa, onların peşinde  kendini üzüntüyle helak edeceksin" (el-Kehf, 18/6) âyetinde "söz" (Kur'ân); "Musa'nın haberi (hadîsu Musa) sana gelmedi mi?" (Tâhâ, 20/9) ayetinde "haber" anlamına  gelmektedir.   "Ve Rabbinin nimetini anlat (fehaddis)" fiili de "anlat, haber  ver,  tebliğ et" anlamında  kullanılmıştır.

   Hadis kelimesi zamanla, Hz. Peygamber'den   rivayet   edilen  haberlerin genel adı olarak kullanılmaya başlanmıştır. Kelime, bizzat Rasûlullah (s.a.s) tarafından da, bu anlamda kullanılmıştır.  Buhârî'de yeralan  bir  hadîse   göre Ebû Hüreyre, "Yâ Rasûlullah, kıyamet günü şefâatine  nail   olacak  en   mutlu  insan  kimdir?" diye sorar.

 Hz. Peygamber   Şöyle   cevap   verir:  "Senin  "hadîse"  karşı   olan iştiyakını bildiğim için,  bu   hadis   hakkında herkesten önce senin soru soracağını tahmin etmiştim.  Kıyamet   günü  şefaatime  nail   olacak en mutlu insan, "La ilahe illallah" diyen kimsedir" (Buhârî, ilim; 33).

     Hadisin Dindeki Yeri ve Önemi:

   Rasûlullah (s.a.s), Allah'tan aldığı vahyi yalnızca inanlara aktarmakla kalmamış, aynı zamanda onları  açıklamış  ve   kendi   hayatında da  tatbik  ederek  müşahhas örnekler hâline  getirmiştir.  Bu nedenle   O'na "yaşayan  Kur'ân" da denilmiştir. İslâm bilginleri genellikle, dinî   konularla   ilgili  hâdislerin  Allah tarafından Hz. Peygamber'e vahyedilmiş olduklarını kabul ederler;  delil olarak da,  "O (Peygamber), kendiliğinden konuşmaz; O'nun sözleri, kendisine   inderilmiş -vahiyden başkası değildir" (en-Necm, :3-4) âyetini ileri sürerler. Ayrıca, "Andolsun ki; Allah, mû'minlere büyük lütufta bulundu. Çünkü, daha önce  apaçık bir sapıklık içinde bulunuyorlarken, kendi araladan, onlara kitap ve hikmeti öğreten bir elçi gönderdi" (Âlu Irnrân, 3/164) âyetinde   sözü edilen "hikmet" kelimesinin, "sünnet" anlamında olduğunu da belirtmişlerdir.  Nitekim, Hz. Peygamber ve O'nun ashabından nakledilen bazı haberler de, bu gerçeği ortaya koymaktadır. 

     Rasûlullah'tan (s.a.s) şöyle  rivayet edilmiştir: "Bana kitap (Kur'ân) ve bir de onunla birlikte, onun gibisi (sünnet) verildi" (Ebû Dâvûd, Sünen, II, 505). Hassan İbn Atiyye, aynı konuda şu açıklamayı yapmıştır: "Cibrîl (a.s.) Rasûlullah (s.a.s)'e Kur'ân'ı getirdiği ve öğrettiği gibi,  sünneti de öylece getirir ve öğretirdi" (İbn Abdilberr, Câmiu'l Beyâni'l-ilm, II, 191).

   Yukarıda   zikredilen âyet ve haberlerden de anlaşılacağı gibi, Kur'ân ve hadîs (daha geniş ifadesiyle sünnet),   Allah (c.c.) tarafından Rasûlullah (s.a.s.)'a   gönderilmiş birer vahiy olmak bakımından  aynıdırlar. Şu kadar var ki; Kur'ân, hadîsin aksine, anlam ve lâfız yönünden bir benzerinin meydana  getirilmezliği (i'câz)  ve   Levh-i Mahfûz'da yazı ile tesbit edildiği için, ne Cibrîl (a.s.)'in ve ne de Hz. Peygamber'in, üzerinde hiçbir tasarrufları   bulunmaması noktasında hadîsten ayrılır. Hadîs ise, lâfız olarak vahyedilmediği için, Kur'ân lâfzı gibi mu'ciz olmayıp, ifade ettiği anlama bağlı kalmak şartıyla  sadece   mânâ  yönüyle  nakledilmesi   caizdir.

   Hz. Peygamber'den  hadîs  olarak   nakledilen, fakat daha ziyade, O'nun (s.a.s) sade bir insan sıfatıyla, dinî hiçbir özelliği bulunmayan, günlük yaşayışıyla ilgili sözlerinin, yukarıda   anlatılanların  dışında  kaldığını söylemek gerekir. O'nun (s.a.s.) bir insan sıfatıyla hata yapabileceğini açıklaması (Müslim, Fedâil, 139-140-141) bunu gösterir. Nitekim   bazı  ictihadlarında hataya düşmesi, bu konularda herhangi bir vahyin gelmediğini gösterir. Ancak bu hataların da, bazan vahiy yolu ile düzeltildiği unutulmamalıdır.

     Vahye dayalı bir fıkıh  kaynağı  olarak   hadis,  Kur'ân  karşısındaki durumu ve getirdiği  hükümler   açısından  şu  şekillerde  bulunur:

1. Bazı hadisler, Kur'ân'in  getirdiği   hükümleri teyid ve tekit eder. Ana-babaya itaatsizliği,  yalancı şahitliği,   cana  kıymayı  yasaklayan   hadisler  böyledir.

2. Bir kısmı hadisler, Kur'ân'ın getirdiği hükümleri açıklar, onları tamamlayıcı bilgiler verir. Kur'ân'da namaz kılmak, haccetmek, zekât vermek... emredilmiş, fakat bunların nasıl olacağı  belirtilmemiştir.  Bu ibadetlerin  nasıl  yapılacağını  hadislerden öğreniyoruz.

3. Bazı hadisler de, Kur'ân'ın   hiç temas etmediği konularda, hükümler koyar. Hadîsin başlı başına müstakil bir teşri' (yasama) kaynağı   olduğunu  gösteren   bu tür hadislere, ehlî  merkeplerle yırtıcı  kuşların etinin yenmesini haram kılan, diyetlerle ilgili birçok hükmü  belirten   hadisler... örnek olarak verilebilir.

     Buraya kadar anlatılanlar, hadîsin (sünnet)  İslâm  dinindeki önemli yerini gözler önüne sermektedir. Din açısından, Kur'ân'dan hemen sonra gelen bir hüküm kaynağı olarak hadislere gereken önemin verilerek Hz. Peygamber'in sünnetine uyulması, başta Allah (c.c.) olmak üzere, O'nun Rasülü Hz. Muhammed (s.a.s) tarafından da çok kesin ifadelerle  emredilmiştir.   Bu  konuda   Kur'ân'da şu  ayetlere yer  verilmiştir: "Ey    Peygamber de ki: Eğer Allah'ı seviyorsanız, bana uyunuz ki; Allah da sizi sevsin ve günâhlarınızı bağışlasın" (Âlu imrân, 3/31);

  "Ey Peygamber de ki: Allah'a pevgamber'e itaat ediniz. Eğer yüz çevirirseniz, biliniz ki Allah kâfirleri sevmez" (Âlu Imran, 3/32;

"Allah'a ve Peygamberlere itaat ediniz, umulur ki rahmet olunursunuz" (Âlu İmrân, 3/132);

"Peygamber size neyi getirmişse onu alın, neyi yasaklamışsa ondan sakının" (el-Haşr, 59/7).

   Görüldüğü  gibi bu âyetlerde, Rasûlullah (s.a.s)'e itaat, Allah'a (c.c.) itaat ile birlikte emredilmiş, hatta Peygamber (s.a.s)'e itaatin Allah'a (c.c.) itaat demek olduğu açıkça belirtilmiştir.

   Rasûlullah (s.a.s) da bir hadîsinde:   "Şunu   kesin olarak biliniz ki, bana Kur'ân ve onunla beraber onun bir benzeri (sünnet) daha verilmiştir. Karnı tok bir halde rahat koltuğuna oturarak;' Şu Kur'an'a sarılın; O'nda neyi helâl görürseniz onu helâl, neyi koram görürseniz  onu da haram  kabul ediniz'   diyecek  bazı kimseler gelmesi yakındır. Şüphesiz ki, Allah Rasûlünün haram kıldığı şey de Allah'ın haram kıldığı gibidir" (Ebû Davûd Sünnet, 5; ibni Mace, Mukaddime, 2; Ahmed b. Han-bel, Müsned, 1V.131) buyurarak, sünnetini küçümseyip  dinden ayırmak   isteyenlere   karşı müslümanları uyarmış  ve   dinin sünnetsiz düşünülemeyeceğini vurgulamıştır.

   Nitekim, Hz. Peygamber'in  burada   geleceğini  ikaz ettiği kişi   ve gruplar Hicri birinci ve ikinci asırlarda ve bir de XlX-XX. asırlarda müsteşriklerin etkisiyle, Hindistan (Ehl-i Kur'an Cemiyeti)  ve  Mısır'da (Tevlik Sıdkı, Mahmud Ebû Reyye..) ortaya çıkmış,  fakat   bunların  hadis  ve   sünnete   hiçbir  etkisi   olmamıştır." (Şamil İslam  Ans. Hadis  Başlığında: İsmail  Lütfi Çakan, sh:109-110)   A.  AZİZ                         


USULÜ'L-HADIS: DERS 1

Kabul ve red yönünden hadisin sened ve metnini inceleyen ilim dali.

Hadis ilmi temelde rivayetu'l-hadis ve. dirayetu'l-hadis diye iki ana bilim dalina ayrilmaktadir. Rivayetü'l-hadis ilmi, Rasûl-i Ekrem (s.a.s.)'in söz, fiil, takrir ve hallerini; bunlarin zabt edilip usulüne uygun olarak sonraki nesillere nakledilmelerini (rivayetlerini) konu edinen hadis ilim dalidir.

Mustalahu'l-hadis ve usûlü'l-hadis diye de isimlendirilen dirayetü'l-hadis ilmi, "Sened ve metnin durumlarini anlamaya imkan veren kaideler ilmi" olarak tarif edilmektedir. Bu tariften açikça anlasilacagi gibi dirayetü'l-hadis ilmi, genel ve teorik kaideler vaz ederek râvî, rivayet ve merviyy konularinin tetkik ve tenkidine zemin hazirlamaktadir. Bu ilim edebiyati da prensipler edebiyati demektir[1]

Zaten usûl, aslin çogulu olarak, asillar, kökler, kaynaklar anlamindadir. Terim olarak da yol, yöntem, kaide, düzen ve metod anlamlarina gelen usül, bir ilmin asil mevzuundan önce ögrenilmesi gereken esaslar, prensipler, baslangiç bilgileri ve teknikleri demektir. Böyle olunca, hadis usûlü, hadis ilminin dayandigi prensipler, hadis metodolojisi anlamina gelmektedir. Hadis usulcüleri denilince de hadis ilminin dirayete dayanan prensipler bölümü (usuliyyat) ile mesgul olan âlimler (usûliyyun) akla gelir.

Dirayetü'l-hadis ilmi ve dolayisiyla hadis usûlü edebiyati da temellerini, rivayetü'l-hadis ilmi ve edebiyati gibi ashab-i kiramin hadis nakli ve rivayetinde gösterdikleri titizlik, arastirma (tesebbüt-taharri) ve denetim faaliyetlerinde bulmaktadir. Ashabin üst seviyede bir dikkat ve titizlige sahip olmalari yaninda, birbirlerinden duyduklari hadisleri daha iyi bilenden tahkik etmekten de geri kalmadiklari bilinmektedir. Hz. Aise'nin yirmi kadar sahabînin rivayetlerini tashih ettigine dair hadisleri Bedreddin ez-Zerkesî "el-Icabe" adli eserde toplamis bulunmaktadir. Öte yandan Hatib Bagdadî de hadis ögrenmek ve bildikleri hadisleri kontrol etmek için uzun yolculuklara çikan sahabîleri "er-Rihle fi talebi'l-hadis" adli eserinde tanitmaktadir.

Ashab ile baslayan bu arastirma ve tetkik gayretleri, dirayetü'l-hadise ait kaidelerin sekillenmesine zemin hazirlamistir. Teblig görevi ve Hz. Peygamber'e yalan isnad etmeme dikkati, hadis ilmine dair tüm faaliyetlerin temelinde yatan gerçek olmanin yaninda, hadis usûlünün, en erken bir dönemden itibaren uygulama alanina intikalini de gerçeklestirmis olan asil sebeptir. Ancak hadis usûlüne dair edebiyati müstakil hüviyetleri ile rivayetü'l-hadis edebiyatindan daha sonraki bir dönemde bulabilmekteyiz (Ismail Lütfü Çakan, a.g.e., 162).

1.Hadis ile sünnetin sözlük ve istilahi anlami ve aralarindaki fark
HADÎS
Hz. Peygamber (s.a.s)'in sözleri, fiilleri, takrirleri ile ahlâkî ve beserî vasiflarindari olusan sünnetinin söz veya yazi ile ifade edilmis sekli. Bu mânâda hadis, sünnet ile es anlamlidir.

Hadis kelimesi, "eski"nin ziddi "yeni" anlamina geldigi gibi, söz ve haber anlamlarina da gelir. Bu kelimeden türeyen bazi fiiller ise haber vermek, nakletmek gibi anlamlar ifade eder. Hadis kelimesi, Kur'ân'da bu anlamlari ifade edecek biçimde kullanilmistir. Sözgelimi, "Demek onlar bu söze (hadis) inanmazlarsa, onlarin pesinde kendini üzüntüyle helâk edeceksin"[2] âyetinde "söz" (Kur'ân); " Musa'nin haberi (hadîsu Mûsa) sana gelmedi mi?"[3]  ayetinde "haber" anlamina gelmektedir. "Ve Rabbinin nimetini anlat (fehaddis)" fiili de "anlat, haber ver, teblig et" anlaminda kullanilmistir.

Hadis kelimesi zamanla, Hz. Peygamber'den rivâyet edilen haberlerin genel adi olarak kullanilmaya baslanmistir. Kelime, bizzat Rasûlullah (s.a.s) tarafindan da, bu anlamda kullanilmistir. Buhârî'de yeralan bir hadîse göre Ebû Hüreyre, "Yâ Rasûlullah, kiyâmet günü sefâatine nâil olacak en mutlu insan kimdir?" diye sorar. Hz. Peygamber söyle cevap verir: "Senin "hadîse" karsi olan istiyakini bildigim için, bu hadis hakkinda herkesten önce senin soru soracagini tahmin etmistim. Kiyâmet günü sefâatime nâil olacak en mutlu insan, "Lâ ilâhe illâllah" diyen kimsedir"[4].

SÜNNET
Yol, gidis, tabiat, seriat, yüz, yüzün görünen yeri, alisilmis yol. Hz. Peygamber'in söz, fiil ve takrirlerinin bütününü ifade eden terim. Çogulu "sünen"dir. Kur'ân-i Kerim'de dört âyette "öncekilerin sünneti" ifadesi "önceki ümmetlerin izledigi yol" veya "önceki ümmetlere uygulanan hüküm" anlaminda kullanilmistir[5]. Iki âyette çogul olarak kullanilmistir. Su âyette seriat anlami görülür: "Süphesiz sizden önce bir çok Seriatlar gelip geçmistir"[6]. Su âyette de "öncekilerin yollari" anlaminda kullanilmistir: Allah size bilmediklerinizi tam olarak açiklamak, sizi öncekilerin yollarina iletmek ve sizin tevbelerinizi kabul etmek ister"[7]. Sekiz âyette de Âllah'in sünneti" ifadesi geçer. Bu, Allah'in evreni, canlilari ve toplumu yaratirken veya daha sonra yönetirken izledigi yolu, metodu, kanun ve prensipleri ifade eder. Bu prensiplerin degismeden devam edecegi bildirilir: "Allah'in öteden beri gelen sünneti (âdeti) budur. Allah'in sünnetinde kesinlikle bir degisme bulamazsin"[8]

Sünnet sözcügü bir kisiye nisbet edilince, onun iyi veya kötü, sürekli olarak yapa geldigi davranislarini kapsar, Hz. Peygamber'in su hadisinde bu iki zit anlami bir arada görmek mümkündür: "Güzel bir yol alana onun sevabi ve kiyamete bu yoldan gidenlerin sevabi vardir. Kim de kötü bir yol açarsa, bu yolun sorumlulugu ve kiyamete kadar bu yoldan gidenlerin sorumlulugu ona aittir"[9].

Sünnet, Kur'ân-i Kerim'den sonra ikînci ana kaynaktir. Fikih usulünde delil olarak kullanilan sünnet, Hz. Peygamber'den gelis sekline göre; söz, fiil veya tasvip (takrir) olmak üzere üçe ayrilir.

a.KAVLÎ SÜNNET
Peygamber (s.a.s)'in sözlü sünneti. Peygamber (s.a.s)'in günlük yasayisi sünnetin tümünü kapsamaktadir. Zira sünnet kelimesi "övülmüs veya kinanmis yol" anlamindadir. Nitekim Kur'ân-i Kerim'de söyle buyurulmustur: "Kendilerine hidayet geldiginde insanlari inanmaktan ve Rablerinden magfiret dilemekten alikoyan, sadece öncekilerin sünnetinin (gidisatinin) kendilerine gelmesini beklemelidir"[10]. Hz. Peygamber sünnet kelimesini lugat anlami olan, yol manasinda kullanmistir: "Kim iyi bir sünnet (yon edinirse, onun ve onunla amel edeceklerin sevabi o kimseye aittir..."[11]

Hadisçiler sünneti; Hz. Peygamber'in söz, fiil ve takrirleri seklinde tarif etmislerdir. Keza onun ahlâk sifatlari, sîreti ve yasayisi sünnettir. Rasûlüllah'in yasayisi, fiilî sünnet olarak müteala edilirse, sünneti üç kisina ayirmak mümkün olur.

Birinci kisim; Kavlî sünnet yani Hz. Peygamber'in sözleri. Ikinci kisim: Fiilî sünnet; Hz. Peygamber'in davranislari ve tavirlari. Üçüncü kisim: Takrirî sünnet; Hz. Peygamber'in haberdar oldugu söz ve hadiseler karsisinda susmasi veya ikrari. Buna göre kavlî sünnet. Hz. Peygamber'in çesitli vesilelerle söylemis oldugu mübarek sözlerdir. Bu anlamiyla hadis ve sünnet esanlamlidir. Fikih usûlü âlimlerinin istilahinda kavlî sünnet; Hz. Peygamber'in sadece hüküm bildiren sözleridir. Ser'î bir hüküm kaynagi olmayan ve muhtelif konularda malumat veren diger sözleri ise yalnizca hadis olarak mütalaa edilmektedir[12]

Hadislerin bütünü içerisinde büyük bir yekûn tutan kavlî sünnet, özel çalismalara da konu olmustur. Celâleddin es-Suyûtî (ö. 911/1505), el-Câmiu's-Sagû min Ehadisi'l-Besîr Ve'n-Nezû isimli eserinde kavlî sünnetleri toplamistir. Fiilî sünnetleri eserin son kisminda "kâne" ile almistir. Bunlar Hz. Peygamber'in semâiline, sîretine ve ahlâkina dair olan hadislerdir.

Hukukî açidan da kavlî sünnetin önemi büyüktür. Çünkü fiilî sünnetin Hz. Peygamber'e ait özel bir hal olma ihtimali vardir. Takriri sünnette de bir sahsa ve olaya ait özel bir hüküm veya izin olma ihtimali mevcuttur. Halbuki kavlî sünnetin delâleti lafziyesi daha net daha belirgindir. Bu açidan ser'î hükümlerin istinbatinda kavlî sünnet, daha kuvvetlidir[13]

Hz. Peygamber (s.a.s)'in kavlî sünnetlerine bir örnek: Peygamber (s.a.s) söyle buyurmustur: "Köleleriniz ve hizmetçileriniz sizin kardeslerinizdir. Allah Teâlâ onlari sizin idarenize ve emrinize vermistir. Kimin idaresi altinda kardesi olursa ona yediginden yedirsin, giydiginden giydirsin..." [14]

b.FIILÎ SÜNNET
Hz. Peygamber (s.a.s.)'in davranislari ve fiilî uygulamalariyla olusan sünnet.

Hz. Peygamber'in sözle veya fiille açiktan gördügü ya da duydugu olaylari susarak onaylamak suretiyle zimnen yaptigi açiklamalarin tümü diye tarif edilen sünnet; kavli, fiilî ve takrirî olmak üzere üç bölümde mütâla edilir.

Resulullah'in bütün fiil ve hareket tarzlari, sözünü ettigimiz bu üç ana esastan biri olan fiilî sünneti olusturur. Bu çesit sünnetlerde ifade Hz. Peygamber'e degil de sahâbeden birine ait olur: "Kâne'n-Nebiyyü sallallahu aleyhi ve sellem..." (Hz. Peygamber (s.a.s.) söyle idi, söyle söyle yapardi...); "Raeytü'n-Nebiyye sallallahu aleyhi ve sellem..." (Resulullah (s.a.s.)'i söyle söyle yaparken gördüm...) seklindeki ifade tarzlari fiilî sünnetin rivâyet usul ve kavramlaridir.

Hz. Âise'nin Resulullah'in Saban ayindaki nâfile orucu ile ilgili açiklamasi fiilî sünnete güzel bir örnektir:

O söyle nakleder: "Rasulullah (s.a.s.) öylesine oruç tutardi ki biz, daha artik iftar etmez derdik. Bir kere de iftar etti mi biz artik daha oruca niyet etmez derdik"[15]

Fiilî sünnetler de diger sünnetler gibi kismen yazilarak ama büyük bir kismi hâfizadan hâfizaya ezberle nakledilerek tevâtür, meshur, âhâd tarikleriyle bize kadar ulasan, hadis adi verilen sözlü ifadelerle belgelenmis ve bunlar hadis kitaplarinda toplanmistir. Fikihta Hanefilerden Serahsi; Sâfiîlerden Ebû Ishâk Sirâzî; Mâlikîlerden Kadi Abdulvehhâb; Hanbelilerden Ebû Ya'lâ ve bütün Ehli Hadîs, söyle der: Buhâri ve Müslim'in veya ikisinden birinin Sahîh'lerine aldiklari hadisler süphesiz Hz. Peygamber'e aittir yani sübûtu kat'îdir. Sözü ve manasi mütevâtir olan hadisin Sübûtu kesin; meshur ve âhâd olanlarin sübûtu ise zannîdir. Ayrica delâlette açiklik ve kapalilik, nakledenlerin cerh ve ta'dili çok önemli ikinci meseledir. Usulcüler hadisleri senet ve metin yönleriyle tenkid ederler. Hadisleri, Hz. Peygamber'den bize kadar bütün râvîleri zikredilenlere müsned; bir veya birkaç râvîsi eksik olanlari da mürsel diye nitelendirmislerdir. Muhaddisler ise mürsel hadis tabirinden tabiînin sahâbiyi atlayarak Hz. Peygamber'den rivâyet ettikleri hadisi anlarlar.

Bir hadis müsned muttasil olur, ravîleri de gerekli sartlari tasirsa o hadisle amel edilir. Zâhirîler ve Sâfiîler mürsel hadislerle amel etmezler. Ancak Sâfiîler, Imam Sâfiî'nin belirttigi sartlari tasiyan mürsellerle amel ederler. Hanefi, Mâlikî ve Hanbeli hukukçulari ise mürselle amel etmis onu kiyasa tercih etmislerdir. Hadisle amel edilen konunun içerigi hakkinda da haber-i vâhidin hüccet oldugu yerin yalniz fiil ve amelle ilgili olan ser'î hükümler oldugu belirtilmistir. Sahih hadisle amel etmek için onun ayet ve mütevâtir sünnete muhalif olmamasi, akla aykiri olmamasi, ilk râvînin fakih olmasi sartlan aranir. Bu son sart Hanefilere göredir.

Hz. Peygamber (s.a.s.)'in fiilleri üç kisimdir:

Ilki, bütün ümmetin yapmasi caiz olanlardir. Bunlari O yapmis, fakat ümmetine emretmemistir (bk. Buhâri, Büyû')

Ikincisi, Hz. Peygamber'in kendine ait isleridir. Teheccüd namazi gibi. Bu namaz ona farz ümmetine müstehabdir.

Üçüncüsü, bir insan olarak yaptigi islerdir. Yemekte sag elle yemek, saçini ortadan ayirmak gibi. Bu fiiller ümmetine farz degildir; çünkü bunlar beserî fiillerdir.

c.Takriri sünnet
Hz. Peygamber'in görüp isittigi bir ise karsi çikmamasi ve onu kabul etmesidir. Çünkü Allah'in Rasûlü bir isin yapildigini gördügü veya isittigi halde onu reddetmemis ve susmussa, bu durum onun bu isi tasvip ve kabul ettigi anlamina gelir.

Meselâ; Bir gün Hz. Peygamber. kabir basinda aglayan bir kadina rastlar. Ona; "Allah'tan kork ve sabret " der. Kadin Rasûlüllah (s.a.s)'i tanimadan; "Benim basima gelen, senin basina gelmedigi için beni anlayamazsin" diye cevap verir. Daha sonra onun Allah elçisi oldugunu ögrenince de, evine giderek özür diler. Bunun üzerine Hz. Peygamber söyle buyurur: "Asil sabir, olayla ilk karsilasmada gösteren sabirdir"[16]. Burada Allah'in Rasûlünün kadinin kabir ziyaretine ses çikarmadigi görülmektedir. Bu, erkekler gibi kadinlar için de kabir ziyaretinin caiz oldugunu gösteren bir takrirdir.

Yine Amr b. el-Âs (r.a), Zâtü's-Selâsil gazvesi sirasinda, çok soguk bir gecede ihtilam olmus, su ile yikanirsa caninin tehlikeye düsecegini anlayinca da teyemmümle topluluga sabah namazini kildirdi. Gazve dönüsü durum Hz. Peygamber'e anlatilinca, Amr'a; "Cünüp oldugun halde arkadaslarina imam oldun öyle mi?" diye sordu. Amr; "Kendinizi öldürmeyin. Süphesiz Allah size karsi çok merhametlidir"[17]âyetini hatirlayarak teyemmüm yaptigini ve namazi kildirdigini bildirdi. Bunun üzerine Hz. Peygamber tebessüm etmis ve susmustur. Iste bu tebessüm ve susma, su bulunsa bile çok soguk havada teyemmümle namaz kilinabilecegini gösterir[18]

2.Hadis ve Eser
ESER
Iz, belirti, bir seyden arta kalan, bakiyye. Hz. Peygamber'in mübarek emânetlerine de eser denilir. Çogulu âsâr'dir. Hadis ve haberle es mânâda kullanilan bu terim, istilahta Hz. Peygamber, sahâbe ve tâbiûna âit söz, fiil ve takrirler demektir[19]

Nitekim Nevevî; 'haber ister merfû, ister mevkûf, ister maktû' olsun hadisçiler nazarinda hepsi de eserdir[20]demek suretiyle mezkûr târifi benimser. Yine bu anlayisa göre "hadisi rivâyet ettim" mânâsinda "esertü'l-hadise" ifadesinin kullanildigi ve hattâ esere nisbetle kendilerine "esefi" de denildigi kaynaklarda yer alir[21]

Ancak, Ibn Hacer gibi bazi muhaddislerin, eser tabirinden hadisin mevkûf veya maktûunu kastetmeleri[22] Horasan fakihlerinin ise 'mevkûf'a eser, 'merfû'a haber demeleri,[23] eser teriminin degerlendirilmesinde bu tür özel mânâlari da göz önünde bulundurma geregini ortaya koymaktadir. Son zamanlardaki ilmî yayinlarda eser, mevkûf ve maktu' haberler için özellikle kullanilmakta, merfu'ât da "hadis terimi ile degerlendirilmektedir. Felsefede âsâr, 'müessir'den yani Allah'tan sudur eden tesirlere denilmektedir.

Muhaddisler, merfû ve mevkûf hadislere eser adini verirler. Hâfiz Tahâvî'nin bu konu ile ilgili kitabinin adi, ''Serhu Meâni'l-Âsâri'l Muhtelifeti'l-Me'sûre" dir. Taberî, ''Tehnibu'l-Asâr'' adiyla bir kitab yazmistir. Hz. Peygamber'den gelen dualara da ''el-edviye-tü'l-me'sûre" denilmistir.

Horasanli fukahâ ve muhaddisler ise, hadis kelimesini merfû olanlara isim; eser kelimesini de sahâbe ve tâbiîne isim yapmislardir. Bunlar mevkûf hadise eser demislerdir.

Muhaddis, esere nispetle "esefi" ismini alir, "Esertü'l-hadise" cümlesi, onu rivâyet ettim anlamindadir. Tarihle mesgul olana "ahbafi" denilmistir. Ehl-i eser: Burada eser, hadis ve ashâb-tâbiûn fetvâlari anlamindadir[24] Tarihte ehl-i re'y-ehl-i eser ihtilâfi tâbiûn zamaninda ortaya çikmistir. Ehli eser, re'y ve kiyasi zayif saymis, zorunlu kalmadikça fetvâ vermemislerdir. Yine ehl-i eser, farazî olaylara farazî fetvâlar vermemislerdir. Onlar sadece hadis toplama ve yazma isine agirlik vermislerdir. Zâhiriyye mezhebi asiri eserci bir mezhep kabul edilir. Çünkü kiyasi, sahâbe ve tâbiûn fetvâlarini delil olarak kabul etmezler.

"Allah'in rahmetinin izlerine bir bak..."[25] ayetindeki gibi, yüce Allah'in âlemdeki bütün eserlerine âsâr denilir.

3.isnat sistemi ve Hadis
ISNÂD
Rivayet lafizlari ile sözü nakledenlerin isimlerini açiklayarak söyleyenine ulastirmak. Bu anlamiyla isnâd masdardir. Ikinci bir anlami ise isnâd hadisin tariki yani senedini ifade eder. Senet anlaminda kullanildiginda ise isimdir.

Bu istilaha göre senet ile isnâd farkli anlamlardadir. Senet ravilerin isimleri isnâd ise ravilerin isimlerini "ahberenâ" "haddesenâ" ve "an" gibi lafizlarla birlikte zikretmektir.

Meselâ: "Ahberenâ Malik'an Nâfi"an Abdillah b. Umer enne Resulullah sallallahu aleyhi ve's-sellem kâle lâ yebi' ba'dukum'ale bey'i ba'z" (Bazilariniz digerlerinizin alisverisi üzerine alisveris yapmaya kalkmasin). Bu hadiste Mâlik, Nâfi, Abdullah b. Ömer senettir. Bu senedin "ahberenâ", "haddesenâ" ve "'an" lafizlariyla zikredilmesi ise isnâddir. Ancak isnâd ekseriyetle senedle esanlamli kullanilmistir.

Isnad sistemi ilk defa müslümanlar tarafindan kullanilmis bir sistemdir. Sahâbe sonrasi büyük tâbiîler dönemi râvilerin sorusturulmaya baslandigi ve isnâdin ilk ortaya çiktigi dönemdir. Muhammed b. Sirin (ö. 110/728) "eskiden isnâdi sormazlardi; fitne ortaya çikinca:'bize râvilerimizin isimlerini söyleyin' demeye basladilar. Simdi ehl-i sünnete dikkat ediliyor, onlarin hadisleri kabul ediliyor, ehl-i bid'ate bakiliyor, onlarin rivayetleri kabul edilmiyor" demistir [26]

Bu ifadede anlatilari fitne ile h. 37 tarihindeki Siffin savasi ve sonrasindaki olaylar kasdedilmistir. Ancak bu demek degildir ki Hz. Peygamber'in hadisleri bu tarihten önce kontrolsüz rivayet ediliyordu. Hz. Peygamber ve Râsid halifeler döneminde bu tarihe kadar siyasî gruplasmalar olmadigi için yalan söyleyen olmamistir. Bunun için hadis rivayetinde isnâdin sorusturulmasi kalplerin itminani ve Hz. Peygamber'in hadislerinin degerinin düsmemesi için yapilmistir.

Nitekim Berâ b. Âzib (r.a) "her birimiz Resulullah'i dinleyemezdik fakat o zamanlar insanlar aralarinda yalan söylemezlerdi, duyan duymayanlara anlatirdi" demistir[27] Bu tarihten sonra yalancilarin ortaya çikmasi ile birlikte isnâd daha sistemli bir sekilde sorusturulmaya baslanmistir. Isnâd sonraki dönemlerde râvi adedi arttikça daha fazla önem kazanmistir. Muhaddisler isnâda çok önem vermisler isnâdi olmayan hadisleri kabul etmemislerdir. Nitekim imam Abdullah b. Mübarek (ö. 181/797)'e bir hadis rivâyet edilir; Abdullah b. Mübarek "bu hadisin saglam direklere (isnâd) ihtiyaci var" der[28]. Yine Abdullah b. Mübârek (ö. 81/797) "isnâd dindendir, eger isnâd olmasaydi her rasgelen diledigi sözü söylerdi" demistir[29]

Haberi nakledenlerin ne derece güvenilir sahislar oldugunu göstermesi bakimindan muhaddisler isnâdi hadisin bir garanti belgesi saymislardir[30] Tayyib Okiç "hadis münekkidlerinin muhtelif ifadelerle ehemmiyetini anlatmaya çalistiklari isnâd, müslümanlar tarafindan icad edilmis olan orjinal bir sistemdir" demistir[31]

Ibn Hazm bu konuda söyle der: "Hadisin Hz. Peygamber'e varincaya kadar muttasil bir sekilde rivayet edilmesi, Allah'in yalniz müslümanlara has kildigi bir sistemdir. Her ne kadar yahudilerde isnâda benzer rivayet sekilleri mevcut ise de, bunlar vasitasiyla Hz. Musa'ya yaklasmalari bizim Hz. Peygambere yaklasmamiz gibi degildir. Isnâd bizi tabiûn ve sahabe vasitasiyla Hz. Peygambere yaklastirdigi halde, onlari Hz. Musa'dan otuz asir sonrasina kadar götürebilmistir. Hristiyanlarda ise talâkin tahrimi ile ilgili bir haber disinda isnâdla gelen hiç bir haber mevcut degildir [32]

Müstesrik 1. Horovitz Isnâdin yahudilerdeki rivayetleri te'yid sistemine benzedigini mense' itibariyle oradan geldigini iddia etmistir. Ancak yine kendisi bu sistemin yahudiler arasinda Miladi dokuzuncu yüzyilda müslüman memleketlerinde yasayan yahudiler tarafindan baslatildigini kabul eder. Yahudilerin Islâm isnâd sisteminin mükemmelliginden etkilenerek onlari taklid etmeye basladigini da itiraf eder[33]

Hadislerde kullanilan isnâd sisteminin mükemmelligi hadis ilminin disindaki ilim dallarini da etkilemis ve siir, tasavvufi tarih, kiraat ve tefsir gibi Islâmi ilim disiplinlerinde de rivayetler ile sevkedilmistir.

Yine icazetnamelerdeki silsileler de isnâd sistemine benzer bir sistem cahiliyye dönemi siir rivayetlerinde de kullanilmissa da bu hiç bir zaman yayginlik ve güvenirlik açisindan hadislerdeki isnâdin seviyesine ulasmamistir. Hadislerde uygulanan isnadin bir özelligi de râvilerin ölüm dogum tarihlerinin yani kronolojinin dikkatle uygulanmasidir.[34] Bu sistem sayesinde râviler arasindaki ittisalin bulunup bulunmadigi kontrol edilmistir.

Âli ve Nâzil Isnâd

Âli isnâd, en son râviyi haberin kaynagina en az râvi sayisi ile ulastiran en kisa yoldur. Senette bulunan râvilerin sayisinin az olmasi hata yapma ihtimalini azaltacagi için isnâdda aranan bir özelliktir. Ahmed b. Hanbel "isnâdin âli olanini arastirmak, seleflerimizin sünnetidir. Çünkü, Abdullah b. Mes'ud'un talebeleri Kûfe'den Medine'ye Hz. Ömer'i dinlemek için rihle yaparlardi" demistir.

Muhammed b. Eslem et-Tûsî "isnâdin yakin olmasi, Allah'a yakinliktir" diyerek âli isnâdin ne derece önemli oldugunu anlatmak istemistir[35] Hadis yolculuklarinin (rihle) temel sebebi âli isnâdlar ile hadisleri hifzedebilmektir. Bunun için rihle müstehaptir.

Isnâddaki uluvv bazan, son râvinin büyük hadis imâmlarindan birisine veya meshur sahih kitaplardan birinin rivayetine yakin olmasi Bibi olur. Bu çesit uluvve 'nisbi uluvv' denilir. Bunun hadis usulu eserlerinde nakledilen daha farkli sekilleri de vardir. Nâzil isnâd, son râvi ile haberin kaynagi arasindaki râvi sayisinin fazlaligidir. Yani Âli isnâdin karsitidir. Râvi adedi fazla oldugu için hata ihtimali artar. Bundan dolayi âli isnâd tercih edilir. Ancak surasi unutulmamalidir ki bu tercih iki isnâd arasindaki râviler adalet ve zabt yönünden müsâvî oldugunda geçerlidir. Hiçbir zaman yalnizca âli isnâd oldugu için zayif râvilerden olusmus bir isnâd tercih edilmez. Isnâdin nâzil olmasi onun zayif addedilmesi için bir sebep teskil etmez.

Hadisin Yapisi
Hadisler yakindan incelendigi zaman, birbirinden farkli iki ana kisimdan olustugu görülür: Sened ve metin.

Sened
Güvenmek, dayanmak anlamin gelen "sened" kelimesi, bir hadis terimi olarak, metnin basinda yeralan ve biri digerinden almak ve nakletmek suretiyle hadîsi rivâyet eden kisilerin, Rasûlüllah'a varincaya kadar sayildigi kisimdir. Baska bir deyisle, râvîler zincirinin adi olup bu zincir, hadîsin Hz. Peygamber'den kimler araciligiyla ve hangi yollarla bize ulastigini gösterir: Meselâ:

"Haddesenâ Muhammed Ibn Bessâr, kâle; haddesenâ Yahyâ kâle; Haddesenâ Su'be, kâle; haddesenâ bu't-Teyyâ'h, an Enes, ani'n-Nebiyyi sallellahü aleyhi ve sellem kâle: (Enes'ten Ebu't-Teyyâh, ondan Su'be, ondan Yahyâ, ondan da Muhammed Ibn Bessâr naklederek, Rasûlullah (s.a.v.)'in söyle dedigini rivayet etmislerdir:)." Senette geçen "haddesenâ" (bize nakletti, rivayet etti) ve "an" (ondan) kelimelerine "rivâyet lâfizlari" denir. "Kâle", dedi anlamindadir.

Senedi, yani râvîler zincirini zikretmeye "isnâd" adi verilir. Râvîlerin hadisleri nakletmesine "rivâyet", rivâyet ettikleri hadise de "mervî" denir. Senede "târik" veya "vecih" adi da verilmektedir. Sened daha çok hadis uzmanlari için, hadisin sihhatini, yani, hadîsin Hz. Peygamber'e âit olup olmadigini kontrol edebilmek açisindan önem tasimaktadir.

Metin
Senedin, ya da râviler zincirinin kendinde son buldugu, rivâyet edilen asil hadis kismina metin denir. Yukarida örnek olarak verdigimiz sened, metni ile birlikte su sekilde kaydedilir: "Enes'ten Ebii't-Teyyâh, ondan Su'be, ondan Yahyâ, ondan da Muhammed Ibn Bessâr naklederek, Nebi (s.a.s.)'in söyle dedigini rivâyet etmislerdir: "Kolaylastiriniz güçlestirmeyiniz, müjdeleyiniz nefret ettirmeyiniz. "

4.Hadis Rivayetinin sartlari, edebi ve erkani
RIVAYET
Nakletme, anlatma; hadis anlatma, nakletmek ve kendisine nisbet olunana isnad etme anlaminda bir usûlü hadis terimi. Rivâyet, sadece sünnetin nakline münhasir degildir. Sünnet disindaki haberleri, Sahâbe, Tâbiîm ve diger tabakalardan insanlarin sözlerini, bunlari haber verenlere isnad etmek de rivâyetin kapsami içerisindedir. Rivâyetle ilgili bu tariften, rivâyetin üç temel unsurunun bulundugu anlasilmaktadir. Bunlardan birincisi, rivâyete konu olan Sünnet veya benzeri olan haber; ikincisi bir haberi kendisine nakledene isnad ile rivâyet eden sahis (râvi); üçüncüsü de haberi kendisine nakledene isnad ile rivâyet edenden alan sahis. Rivâyetin her seyden önce önemli bir gayesi vardir. O da, Hz. Peygamber (s.a.s)'in söz ve fiillerinden ibaret olan sünnetini, yahut daha umûmi manasiyla hadisini asirlar sonra gelecek olan nesillere duyurmaktir. Hz. Peygamber'e ait bilgi ve malumatin duyurulmasi, nesredilmesi için en emin yol rivâyetin bu üçlü sistemidir. Nitekim Rasul-i Ekrem (s.a.s)'den haberi alan Sahâbî, bunu O'na isnad ile Tabiî'ye rivâyet ettigi gibi; ayni haberi sahâbîden alan tabiî de, onu, kendisine rivâyet eden sahâbî'ye isnâd ile Tabiu't-tabiî'ye rivâyet etmis; böylece haberin Hz. Peygamber'den asirlarca sonra yasamis olan kimseye ulastirilmasi mümkün olmustur[36]

Ashab-i kirâm, Tâbiün ve bu iki nesli takib eden nesiller, rivâyette çok dikkatli olmaya, metnin kesin sekliyle tespitine ve iyi bir arastirmaya büyük önem vermislerdir. Çünkü rivâyet olunan haber veya hadîs, güvenilir bir hakil yolu ile gelmisse, itibar edilir; böyle bir yolla naklonulmamissa o rivâyetin bir degeri olmaz. Rivâyetin sihhati, bu üçlü unsurun sihhatine baglidir. Üçlü unsurun sihhati ise, rivâyet edilen haberde herhangi bir degisiklik yapilmamasi ve rivâyet eden sahsin da haberi, kaynaginin isnadinin sahih olmasi ile gerçeklesir.

Adab kelimesi edeb´in cogulu olarak herhangi bir meslek mensuplarinin uymasi ve uygulamasi gerekli manevi kaide ve ilmi teknikler diye izah edilebilir. Bilim dali acisindan adâb:

a.Hadis hocasi ve ögrencisinin uymasi gereken manevi kaideler

b.Hadis egitim ve ögreniminde uygulanmasi gerekli teknikler olmak üzere ikiye ayrilir.

Birinci kisimda bahis mevzuu olacak manevi kaidelerde iki kisma ayrilir

a. Muhaddis ve tâibin müstereken uymasi gereken prensipler.

b. Muhaddis ve tâlibin ayri ayri uymasi gereken kaideler

A. Hadis ögrencisinin adabi

1. iyi niyet ve ihlas

2. Hadis´i ehlinden almaya calismak

3. Ögrendigiyle amel etmak

4. hocaya saygi göstermek

5. Arkadaslarina yardimci olmak

6. tedrici bir metodla calismak

7. hadis usulüne önem vermek

B. Hadis hocasinin Ahlaki

1.iyi niyet ve üstün ahlak sahibi olmak

2. Haddini bilmak yada ehliyete riayet

3. Kendisinden daha ehil olana saygi göstermek

4. karistirma ihtimali belirince hadis rivayetini ve okutmayi birakma

5. Hadis´e ve hadis Meclislerine ehemmiyet vermek

6. kitap yazmak ve öteki ilmi faaliyetlerde bulunmak

Diger kültürlerden farkli olarak, Islâm kültürüne ve Islâm hadîsine hâs olan bu rivâyet usulünün kaideleri Kur'ân-i Kerimde açiklanmistir. Kur'ân-i Kerimde anlatilan rivâyet usül ve kâideleri söyledir:

l. Yalanin kesin olarak haram kilinmasi
Bu esas, ilmî emanete, ilmî güvenilirlige riayeti farz kiliyor. Buna, ilmî konularda hiyânetin haram ve çirkin olusu prensibi demek mümkündür. Kur'an-i Kerim ve hadis-i seriflerde yalan konusmak, yalani malzeme yapmak siddetle yasaklanmistir. Yalanin haram olusu son derece belîg bir uslubla açiklanmis; hatta yalan, müslüman olmayanlarin vasfi olarak gösterilmistir. Müslüman asla yalan söylemez, yalanci olmaz, yalan rivâyete önem vermez. Zira "Yalani ancak Allah'in âyetlerine iman etmeyenler uydururlar"[37] Bir baska ayette söyle açiklaniyor: "De ki Rabbim sadec'e, açik ve gizli fenâliklari, günahlari, haksiz yere tecâvüzü, hakkinda hiç bir delil indirmedigi seyi Allah'a ortak kosmanizi, Allah'a karsi bilmediginiz seyleri söylemenizi haram kilinistir"[38] Yalanin haram kilindigini gösteren daha pek çok âyet bulunmaktadir. Rasûl-i Ekrem (s.a.s) bir hadislerinde söyle buyurmaktadir: "Her kim bana kasitli olarak yalan uydurursa Cehennem'deki yerine hazirlansin".

2. Fasik olanin getirdigi haberi reddetmek
Bu esas, su ayet-i kerîme'de bildirilmistir: "Ey iman edenler, size eger bir fâsik bir haber getirirse onu arastiriniz"[39] Bu âyete göre fâsik birisinin getirdigi haberin iç yüzünün arastirilmasi ve kabul edilmemesi gerekmektedir. Bir baska kaynaktan bu fâsigin verdigi haber dogru çikarsa o takdirde güven ve itimad bu ikinci yoldan gelen habere göre olmalidir. Çünkü fâsik, Allah'a itaat etmekten çikmistir ve isyan halindedir. Fâsik yalancidir.

3. Ravinin haberini kabul etmek için adâleti sart kosmak
Bu esas da ihtilafsiz, Islâm'in koydugu bir kâidedir. Ayetlerde "Içinizden iki âdil sâhit getirin, sahitligi Allah için yapin" [40]

"Adamlarinizdan iki sâhit tutun, eger iki erkek bulunmazsa, sâhidlerden râzi oldugunuz bir erkek iki kadin olabilir"[41]  buyurulmaktadir. Bu âyetler her ne kadar görünen, yani dis (zâhir) anlamlariyla mallar konusunda sehâdet meselesiyle ilgili olsa da; evleviyet tarikiyle bunu hadisin râvisi hakkinda da sart kosmaktadir. Çünkü ravi yaptigi rivâyetlerde Allah'a ve Allah'in Rasûlüne karsi sehâdette bulunmaktadir. Imam Tirmizi bu hususta söyle demistir: "Çünkü dinde sehâdet haklar ve mallarda aranan sehâdetten daha fazla üzerinde durulmasi ve arastirilmasi gereken bir konudur"[42]

4. Her meselede tesebbüt etmek, arastirmak
Rivâyet konusundaki bu mühim esas da su ayetle bildirilmistir: "Bilmedigin bir seyin ardina düsme! Dogrusu kulak, göz ve kalp, bunlarin hepsi o seyden sorumlu olur"[43]  Bu ayet, bir müslümanin, sahih olup olmadigini kesin bilmedigi hususlarin ardina düsmemesini emrediyor. Bu esas prensip, nakle dayali ilmin sahih olmasindan emin olmayi gerektiriyor. Zira nakle dayali ilimlerde sahih olup olmadigi arastirildiktan sonra ancak kabul söz konusu olabilir. Nakledilen bu bilgi, nassin aslina uygun mudur; degil midir? Bunun iyice bilinmesi gerekmektedir.

5. Yalan haberi nakletmenin haramligi
Bu esas, bize, rivâyet konusunda gerekli olan ihtiyât ölçüsünü göstermektedir. "Bilmedigin bir seyin ardina düsme"[44] mealindeki âyet bunu göstermektedir. Sahabeden bir çogu tarafindan rivâyet edilmis olan su meshur hadis de ayni esasi bildiriyor: "Kim yalan oldugu zannedilen bir sözü benden (olmak üzere) rivâyet ederse kendisi de yalancilardan biridir"[45]

Bu âyet ve hadisler rivâyet sorumlulugunu önemle vurguluyor. Bu konuda gerekli olan ikazlari yapiyor. Herhangi bir hadisi duyan kisinin önce bir durup düsünmesi; hadisin sahih oldugu anlasildiktan sonra da rivâyet etmesi ve bu rivâyet isinde ihtiyatli davranmayi elden birakmamasi gerekmektedir. Genel olarak bu esas, uydurma/düzmece bir haber oldugundan korkulan her hadis ve haberi nakletmeyi haram kiliyor.

Ayet-i kerimeler ve hadis-i serifler tarafindan esaslari ve ölçüsü tesbit edilmis olan rivâyet meselesi, zarurî bir seydir. Çünkü ne ilimlerden herhangi bir ilimde, ne de dünyevî islerden birinde rivâyet ve nakilden müstagni kalinabilir. Çünkü her insan için bütün hâdiselerin vukuu esnasinda olay yerinde bulunabilme imkân dahilinde degildir. O zaman, olaylardan uzak olanlarin bu olaylarla ilgili bilgileri temin etmeleri ancak sözlü veya yazili rivâyet yolu ile mümkün olabilir. Ayni sekilde, bu olaylardan sonra dünyaya gelenler de ancak bunlari kendilerinden öncekiler tarafindan rivâyet edilmesi yoluyla bilebilirler. Misal olarak zikretmek gerekirse; geçmis ve yasamakta olan milletlerin tarihi, mezhepler, dinler, felsefecilerin görüsleri, bilginlerin tecrübeleri ve ulasmis olduklari sonuçlar, hepsi bize nakil ve rivâyet yoluyla ulasmistir. Bu nedenle Hz. Peygamber (s.a.s)'in hadislerini ve haberlerini ögrenebilmek isin de rivâyetten baska bir yol bulunmamaktadir. Ancak bu rivâyet isinin saglam ve sihhatli olabilmesi gereklidir.

Hz. Peygamber, hadislerinin sahabîler tarafindan ezberlenip, zihinlerde korunmasina emir ve isâret buyurmus ve "Ben size bir hadis söyledigim zaman onu ezberleyip muhafaza ediniz" demisti[46] Abdullah b. Mes'ud'un rivâyet ettigine göre, Rasul-i Ekrem (s.a.s), hadislerini isitip de oldugu gibi baskalarina teblig edenlerin Allah yüzlerini agartmasi için dua etmistir[47]

Sahâbe hadîs lafizlarinin Hz. Peygamber'den duyuldugu sekilde rivâyet ve tebligine itinâ göstermis ve hadisleri degisik lafizlarla ifade edenlere karsi siddetli itirazlarda bulunmustur. Sahâbeden Abdullah b. Ömer (r.a) bilhassa Sahâbe arasinda hadisleri Hz. Peygamber'den isitilen lafizlarla zabtedip rivâyet etme konusunda oldukça dikkati çekmistir. O, Rasûlüllah (s.a.s)'dan bir hadisi isittigi veya onunla ilgili bir olaya sâhid oldugu zaman, ondan ne bir sey eksiltir, ne de ona bir sey eklerdi[48]

Ashab-i kiram, hadislerin lafzi lafzina rivâyeti konusunda kendileri titiz davrandiklari gibi, birbirlerine de bunu tavsiye ederler, gerektiginde birbirlerinin hatalarini düzeltirlerdi.

Hadislerin rivâyet keyfiyeti konusunda iki tür rivâyet sekli bulunmaktadir. Biri, hadislerin kelimesi kelimesine (lafzen) rivayeti; digeri de mana ile rivâyetidir. Hadislerin lafzen rivâyeti esas ise de; gerek Sahâbe ve gerekse daha sonraki hadis ravilerinin bir çogu, hadisleri mana ile rivayet etmislerdir. Hasan el-Basrî'ye; "Dün rivâyet ettigin hadisin lafizlarini bu gün degistiriyorsun" diye itiraz edilince, "Manada isabet etmissem bunda bir beis yoktur" cevabini vermistir[49].

Hadis kaynaklarinda, anlatilan olayin ayni olmasina ragmen, bir kissanin degisik lafizlarla ve bir çok hadisin de kelimesi kelimesine rivâyet edilmis oldugunu görmekteyiz. Dikkat edilirse, lafzen rivâyet edilen hadislerin çogu zaman kisa metinli; manen rivâyet edilen hadisler de genellikle uzun metinli hadisler oldugu görülür. Degisik lafizlarla (manen) rivâyet, hadisin bir kaç lafzinda ve çogu kere müterâdif lafizlarda meydana gelmekte; hadisin tüm lafizlarinda vuku bulmamaktadir. Bütün bunlar ciddi arastirmalar neticesi sabit olmus gerçeklerdir. Hadislerin mana ile rivayet edilmesine ayrica Rasûlüllah (s.a.s) ruhsat vermislerdir: "Harami helal, helali haram kilmadikça, manada isabet ettiginiz takdirde, mana ile rivâyet etmenizde bir sakinca yoktur"[50]. Bu konuda hadîs, fikih ve usul alimleri ihtilaf etmislerdir. Bir kisim âlimler hadislerin mana ile rivâyet edilmesine cevaz verirken, bazilari da bunun caiz olmadigini söylemislerdir. Mana ile hadislerin rivâyet edilmesine cevaz verenler de bazi sartlar kosmuslardir. Buna göre ravinin, lafizlarin mana ve maksatlarini ve bu manalari bozacak halleri iyi bilen birisi olmasi gerekir. Imam Safiî bu konuda söyle demektedir: Sahabenin bazisi Rasûlüllah'in yaninda Kur'an lafizlarinda ihtilaf etmislerdir. Yalniz manada her hangi bir ayrilik yoktu. Allah Rasûlü onlara "Iste böyle; Kur'ân yedi harf üzere indirildi. Ondan kolayiniza geleni okuyun" buyurdular. Allah'in kitabi hakkinda O'nu yedi harfle okuma imkâni olunca, onun disindaki hadislerin mana ile rivâyetinde her hangi bir mahzûr olmamasi gerekir[51]. Nitekim hadislerin manâ ile rivâyet edilmesi de Islâm'a hiç bir zarar getirmemistir. Bunun aksini iddia etmek, ilmî hakikatlerle bagdasmaz.

HADIS ISTILAHLARI
Her ilim dalinin bir terminolojisi oldugu gibi hadis ilimlerinin de istilahlari vardir. Hadis istilahlari anlasilmadikça hadis usulü de anlasilamaz. Hadis istilahlari çok sayida oldugu için asagida sadece bir kismina temas edilecektir:

Ravi hadisi rivayet eden kisidir. Bir ravi hadisi baskasindan aldiginda aldigi kisiye o ravinin seyh'i denir. Hadisi alan ravi de talib'dir. Hadis almaya ahz, baskasina rivayet etmeye de eda tabir edilir.

Sened hadisi rivayet eden raviler zinciridir.

Cerh ve ta'dil ilminde ravilerin kalitesini belirtmek icin sika (hadis rivayetine tam ehil kisi) dan vadda (hadis uyduran kisi) ya kadar çesitli tabirler kullanilir. Bir ravi, durumu arastirildiktan sonra, ya bu iki uçtan birinde, ya da arada bir yerde degerlendirilir.

"Sika" da iki sart aranir: Adl ve zabt. Adl ravinin hadisi bozmadan rivayet eden dürüst bir müslüman olmasi, zabt ise hafizanin kuvvetli olmasi özelligidir.

Hadisin ne sekilde rivayet edildigi de önemlidir. Bunlardan bazilarina sema, kiraet, icazet denir. Sema talibin seyhden dogrudan isitmesidir. Kiraet ise talibin hadisleri bir yazili metinden okuyarak seyhine arzetmesi, seyhin de onlari rivayet ettigini onaylamasidir.

Burada, yazili belgelere günümüzde haber bakimindan verilen önemi göz önüne alarak bir noktaya dikkat çekmekte yarar var:

Sema hadisçilerin nazarinda en saglam ahz yoludur. Her ne kadar ilk hicri asirlarda hadislerin yazilmasi vukubulmus aksini iddia eden müstesriklere gereken cevaplar verilmisse de bu, semanin birinci derecedeki önemini azaltmaz. Çünkü hadis tahsilinde asl olan kalitedir. Mesela tarihi bir vesika bulunsa hadisçiler su sorulari soracaklardir: Bu vesikayi kim yazmistir? Bu kimse haber vermede ne kadar dürüsttür? Vesikada yazdigi haberleri ögrenip yazincaya kadar hafizasinda bozmadan tutabilmis midir? Olayi bizzat kendisi mi müsahade etmistir yoksa baskasindan mi almistir? Yazdigi haber siyasi ise, bu kisi taraf midir veya ona yazdirilmis midir? Daha sonra bu vesikada tahrifat yapilmis midir? Görüldügü gibi vesikanin sahte olmadigi bilinse bile bu yetmemektedir. Halbuki haberin dogrudan raviden dinlenmesinde bu zorluklar en aza iner. Elbette ki ravi hadisi ahz ederken seyhin hadisi hem ezberden bilip, hem de yazdigi bir kagittan okumasi daha da kuvvetlidir. Bu konuda hadisçilerin nasil titiz davrandigina dair bir örnek verelim:

Tirmizi (r.a) bir hadisi senedi ile rivayet ettikten sonra bu hadisdeki seyhi Abd b. Humeyd'in, Muhammed b. Fadl'in sunu anlattigini söyler:

"Yahya b. Main ilk benim önümde oturdugu zaman bu hadisi sordu. Ben de Hammad b. Seleme bize tahdis etti (diyerek hadisi edaya basladim) Yahya dedi ki keske defterinizden rivayet etseniz? Ben de defterimi getirmek üzere kalktim. Elbisemden tuttu ve önce bana (hafizanizdan) yazdirin. (Defteri getirmeden önce) tekrar size kavusamamaktan korkuyorum dedi. Bunun üzerine hadisi yazdirdim, sonra çikip defterimi getirdim ve ona (hadisi) okudum."

Muhaddislerin ravilerin kalitesi üzerinde ne kadar dikkatle durduguna da Imam Malik su sözleri ile isaret etmektedir:

"Bu ilim, yani hadis ilmi dindir. Artik dininizi kimlerden aldiginiza dikkat ediniz. Su direklerin dibinde Rasulullah (s.a.v) söyle buyurdu diyenlerden yetmis zat gördüm ki her hangi birisine beytülmali teslim ederseniz yine emin sayabilirsiniz. Böyle iken onlarin hiç birisinden ahz etmedim. Çünkü bu isin ehli degillerdi. Sonra memleketimize Ibn-i Sihab-i Zühri gelince hepimiz kapisina kosup üst üste yigilirdik."

Hadislerin çesitli yönlerden siniflandirilmasi:
Sihhat yönünden:
Sahih: Asagidaki üç sarti saglayan hadise denir:

·        senedinde kopukluk olmamasi (muttasil olmasi)

·        Bütün ravilerin sika olmasi

·        Illet ve sazlik bulunmamasi

Bu son sartin arastirilmasi zor olup, bunda ancak Buhari gibi büyük hadis mütehassislari derinlesebilmislerdir. Illet ve sazlik olmasi durumu, ilk bakista hadisin sened ve ravi yönünden saglam gözükmesine ragmen, metin veya senedde gizli bir bozukluk olmasi halidir. Eger muallel (illetli) veya saz ise hemen zayif hadis mertebesine iner.

Hasen: Sahih hadisin sartlari bunda da geçerlidir. Su farkla ki ravilerden birisi iyi olmasina ragmen hafiza gücü gibi bir bakimdan sika mertebesine çikam

<font color=RED>“Bilginin elde edilmesi... bizi iyiye ulaştıracaktır.”[/COLOR]

Back to Top
kral View Drop Down
Administrator
Administrator
Avatar

Joined: 08-03-2006
Status: Offline
Points: 1323
Post Options Post Options   Thanks (0) Thanks(0)   Quote kral Quote  Post ReplyReply Direct Link To This Post Posted: 01-03-2009 at 20:34

USÛL-İ HADÎSİN  MUHTEVASI

     Önceki   bahislerde Hadîs İminin   doğuşu,   gelişmesi,  bu sahada verilen belli başlı eserler üzerine yeterli açıklamalar yaptık. Buralarda üzerinde durulmuş mes'eleler çoğunluk itibariyle hadîslerin rivâyetiyle ilgilidir. Tanıtılan kitaplar bile rivayetle ilgili te'lîflerdir. Hadîs İlminin bu şubesine  rivâyetü'l-hadîs   ilmi denir.

   Halbuki hadîscilerin meşguliyet sahasına giren başka mes'eleler de vardır: Rivayetin şartları, çeşitleri,   herbir çeşide terettüp eden hüküm, râvilerin ahvâli, şartları, merviyyâtın envai, merviyyattan istifâde şartlan v.s. gibi. Bu çeşit mes'elelerle meşguliyeti kendisine kunu edinen branşa dîrâyctül-hadis denir. Usul-i hadîs deyince öncelikle hatıra gelen muhteva ve müfredat da budur.  Şunu   hemen   kaydedelim ki, Usûl-i Hadîs ilmine  ulûmu'l-hadîs de denmiştir ki, hadîs ilimleri mânâsına gelir.   Böylece   hadîsle ilgili ilimlerin  birçok şubelere ayrıldığı  ifâde edilir.    Usûl-i Hadîs  daha  ziyâde  ıstılahlar  üzerinde durduğu    için  ona  mustalahu '1-hadîs de denmiştir.  Bu ilme İlmu dirayeti'l   veya  İlmu'1-hadîs dirayeten  tesmiyesi de vâriddir ki,   bu durumda, râvileri  tetkik  keyfiyeti  düşünülmüş   olmaktadır.

       Mukaddimemizin bu kısmında  daha  ziyâde  bir  kısım  nazarî bilgiler,  umumî prensipler üzerinde durup, usûle giren ıstılahların   tarifelerini,   açıklamalarını  yapacağız: Hadîs nedir? Çeşitleri nelerdir,  hangi  şartlar  ve   vasıflarda  hadis, sahih veya hasen olur? Hadîs ne yollarla alınır  ve verilir? Senet nedir?,  Çeşitleri   nelerdir?   Senette yer  alan  râvilerde  ne  gibi  vasıflar aranır,  hangi   evsafı  taşıyan  râvi  makbuldür,   hangi   evsafı  taşımayanlar  gayr-ı  makbuldür? vs.

USÛL BİLGİSİNİN GEREĞİ:

   Asıl mevzuya  girmeden  şunu belirtmek  isteriz:  Usûl  bilgisi hadîslerden istifâde için şarttır. Usûl  bilmeyince   hadîslerden ahkâm  çıkarmak   imkânsız hale gelir. Usûl, bu açıdan bir nevi istifâde  metodudur.   Onun  için "usûl"e metodoloji de denmiştir. Bilindiği üzere hadîs dinimizin ikinci  kaynağıdır.  İster  Kur'ân-ı Kerîm'in  daha iyi  anlaşılmasında, isterse Kur'ân'da bulunmayan   meselelerin, dinimizin ruhuna uygun şekilde açıklanıp değerlendirilmesinde olsun Resûlullah   (aleyhissalâtu vesselam)'ın sünnetine şiddetle ihtiyacımız vur Rivayet kitaplarına müracaat   ettiğimiz   zaman   bir   kısım   problemlerle   karşılaşıyor,   istifâdede  zorluk çekiyoruz. İşte  Usûl   bilgisi   bu  müşkilatları   çözmeye   ve   rivayetlerden   kolayca   istifâde  etmeye  yarar.

USÛL   KAİDELERİNİN  MENŞEİ:

     Daha  işin  başında iken bilmemiz gereken mühim bir husus daha var: O da usûl kaidelerinin menşei yani kaynağıdır. Bunu bilmenin ehemmiyetini anlamak için şöyle bir soru soralım: Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselam)'in söz ve davranışlarını değerlendirmede mi'yar ve "ölçü birimi" rolünü   oynayan,  bilgiler (tarifler, kaideler) nereden elde edilmiştir? Bunu ilk âlimler ortaya koyarken  şahsî düşüncelerinden mi çıkarmışlardır?.. Öyle ise biz de kendimize göre yeni baştan kaideler   koyarak   hadîsleri  daha   değişik   anlayışlara   tâbi  kılamaz  mıyız?.. vs.

   Bazı   suiniyet  sahipleri,   müslüman ve fakat dini hakkında câhil bırakılmış  yeni   nesilleri   iğfal etmek  için bu soruları sorup  arkadan da   mugalata,   yalan ve   yanlışla dolu cevaplar veriyorlar. Bu   sebeple  usûl kaidelerinin menşei hakkında bir  ön  bilgi gereklidir.

     Hemen   söyliyelim ki, Usûl-i Hadîs 'in kaynağı Kur'ân-ı Kerîm ve sünnettir,  tıpkı usûl-i fıkıh, usûl-i tefsir ve usûlü'd-din gibi diğer dinî ilimlerin usûl'-ünde olduğu üzere. Âlimler bütün prensiplerini imkan nisbetinde Kur'ân ve Sünnet'in bir sarahat veya işaretine, bir karinesine dayandırmaya   çalışmışlardır. Aksi takdirde, müşterek kaidelerden ziyâde, âlim başına bir usûl ortaya çıkardı. Nitekim bazı teferruatta, ister istemez âlimlerin şahsî yorumları  girmiş   ve  oralarda ayrılıklar, farklılıklar ortaya çıkmıştır. Bu farklılıklar mezhepler arasındaki ihtilaflı durumlarda müessir  olmuşlardır.

   Hülâsa,  hiçbir  tereddüde mahal  bırakmadan, kesin bir dille söylüyoruz ki; usûl kaideleri, menşeini   yüzde  seksen-yüzde doksan   nisbetinde  âyet   ve  hadislerde bulur ve değiştirilmesi mümkün  değildir.  Konuları   işlerken, zaman zaman birçok kaidenin nassî menşeini de göstereceğiz.

USÛL-İ   HADÎS'İN  DOĞUŞU,  GELİŞMESİ   

       DOĞUŞ:

   Usûl-i hadîs, bir kısım târihî   gelişme   safhalarından   geçerek   kemâlini  bulmuş   bir   ilimdir. Kaideler,  prensipler   ve  tarifler   her   ne  kadar    hadîsten  alınarak  sistemleştirilmiş, tanzim edilmiş ise de, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın   hadîslerinde böyle bir ilmin adı katiyyen geçmez.   Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselam) hadîslerin öğrenilmesine, aslına uygun olarak rivayetine  teşvik   etmiştir.  Kendisi  hakkında   yalana yer verilmemesini o kadar ısrarla söylemiştir ki, bu emri,   mütevâtir hadîslerin  başında  yer  alır,  yâni   en  çok  tarîki   olan hadîs  budur,   ikiyüzden fazla sahabe (radıyallahu anhüm ecmaîn) bunu rivayet etmiştir. Hattâ, Aliyyu 'l-Kâri'nin  Esrâru'l-Merfû'a'da  kaydettiği bir rivayete göre, kendisi hakkında kizb'e tevessül eden bir kimseyi Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselam) en ağır cezaya çarptırmış, öldürtmüştür.

     Ashâb zamanında, usûl-i hadîs 'e giren bir kısım meseleler su yüzüne çıkmıştır. Daha Hz. Ebu Bekir (radıyallahu anh) devrinden itibaren bunların  birer  tavazzuh  etmeğe  başladığını   görürüz.     Hz. Ebu  Bekir  yeni  bir hadis  işitince   şâhid   istemeye  başlar.  Hz, Ömer   bir   adım daha atarak,   çok hadis  rivâyetini  yasaklar,  bazılarını  bu yüzden sigaya çeker ve hattâ hapse atar. Hadisçilerin en ziyade üzerinde duracakları tesebbüt ve itkan prensi  daha ilk zamanlarda müesseseleştiğini,  istikrara  kavuştuğunu  görürüz. Usul-i hadîsin, başta ricalle ilgili bahisleri olmak   üzere birçok mevzuları bu tesebbüt, yani Hadîs'in, Resulullah (aleyhissalâtu vesselam)' a nisbetinde   sıhhat  endîşesi   teşkil  edecektir.

   Hadîslerin   manen veya lafzan rivayeti, rivayette duyulan şekkin  beyanı  gibi  usûle  giren bir kısım   meselelerin  Hz. Aişe,  İbnu   Abbâs, Abdullah İbn-i Ömer (radıyallahu anhüm)  gibi birçok ashab   tarafından   münakaşa  edildiğine   daha  önce   temas   etmiş   idik.

   Yine hatırlatmada fayda var, bir hadîs işitilince kimden işittiğini  sormak, hadîs rivayet eden kimsenin   diyanet  ve  adaletine bakmak, söz gelimi  Ehl-i Sünnetten  değilse  rivayetini   terketmek gibi  meseleler de   Ashab'ın  sağlığında   fitne   hareketlerinin  kızışmasıyla başlatılmıştır. Nitekim İbnu Şirin'in  şu açıklaması   bu hususu aydınlatır: "Müslümanlar bidâyette senet sormazlardı. Ancak ne zaman ki fitne ortaya çıktı,  ondan sonra  dikkat  ettiler,   ehl-i sünnetten olanlardan   alıp,   ehl-i bid'a   olanlardan   rivayet almadılar. "

İbnu Sirîn'in, fitne ile neyi kastettiği rivayette belli değilse de, Fitnetu'l-Kübra da denen, Hz. Osman'ın şehâdeti hâdisesi olduğu bellidir.   Arkadan   gelecek   bir çok  dahilî  fitnelerin temelinde bu   şehâdet   hadisesi yatar.

     Bu hususu kaydetmekten maksadımız, Usûl-i hadîs'in en mühimlerinden olan hadîs  râvilerinin ahvâlini   araştırma   ilminin   (ilmu'r-rical)  ne  kadar   erken   zamanlarda  ele alınıp   geliştirildiğine, fiilen   tatbikata   konduğuna   dikkat  çekmektir.   Tâ ki "Usûl ilmi, yedinci asırda kemâle ermiştir" sözü  yanluş ve   eksik   anlaşılmasın.

     Mühim Not: Usûl-i hadîs'le   ilgili  ıstılahların teşekkül ve tekevvününde  mekan itibariyle birbirinden   uzak   birçok  âlimin  katkısı olmuştur. Ve uzun bir  devir   sonunda ıstılahlar nihâî şeklini almıştır.  Bu durum aynı   manayı  ifade  eden farklı   ıstılahların konmasına sebep olduğu gibi,   lügat   yönünden  müteradif  olan kelimelerle  farklı  mefhumların   ifade   edilmesine sebep  olmuştur. Bilhassa bu son  durum  ıstılahın  takip  ettiği   değişme   ve gelişmeleri bilmeyenleri hatalara  sevkedebilmektedir. Bu sebeple yeri geldikçe kelimenin "Mütekaddimine göre" "Müteahhirine göre..." bazan da "falancaya göre manası şudur... " diye dikkat çekeceğiz." Prof. Dr.İ.Canan,  Kütüb-i Sitte, C/1, sh:475-478). A.AZİZ

Hadis  Usûlü ilmi ve Doğuşu

     Kur'an-ı  Kerîm'i,    dünya   ve  âhiret   mutluluğunu  kazanma yollarını  gösteren  hidâyet  rehberi  olarak   gönderen Allahü Teala (cc), onu açıklama görev ve yetkisini de elçisi  Hz. Muhammed (sav)'e  vermiştir.

     Kitap   ve sünnet arasındaki  bu   açıklanan-açıklayan   alâkasının  farkında olan Sahabe-i Kiram, ta başlangıçtan beri Hz.  Peygamber'in  hadislerine   ve  yaşayışına    fevkalâde itina göstermiş, onları ezberlemiş, yaşamış, onları aslına uygun olarak öğrenmek, uygulamak ve başkalarına   ulaştırmak   için  gerçekten  büyük  gayret   göstermişlerdir.  Hadis  kitaplarımız,  bu üstün   ve  hasbî  gayretlerin  bilimsel   delilleriyle  doludur.

   Sünnet'i öğrenmek   maksadıyla  günlerini,   geçim   temini  ve   ilim  tahsili  arasında   taksim eden ilk müslümanlar, daha sonraları yeni ülkeler fethedildikçe, tabiî olarak, bu kez yeni müslümanların  kitap ve sünneti   öğrenme   istek   ve  gayretleriyle  karşılaştılar.   Gerek  halifelerce görevlendirilen    vali  ve amiller, gerekse  fetih ordularında  mücahid olarak bulunan  sahabiler,   aslî  görevlerinin talim ve tebliğ   olduğu  bilinciyle   hareket   ettiler.  Fâkih  sahâbilerin bir  çoğu,  ayrı   ayrı  yörelerde  yerleşerek   oralarda  kitap  ve   sünnet  bilgisini  yaymaya çalıştılar.

   Sahâbîlerin  bu   ilmî  gayretleri hiç şüphesiz, kendilerini gören tabiîleri de aynı şekilde davranmaya  sevketti.    Kendi   bölgelerindeki  sahâbîlerden   aldıkları bilgilerle yetinmeyerek   sünnetin beşiği   (danı's-sünne)   islam'ın ilk başkenti Medine'ye gidip bilgilerini   arttırmak   isteyen   tabiîler görüldü. Dolayısıyla çok canlı ve hareketli bir ilim hayatı   yaşanmaya   başlandı. Böylece daha sonraları hadis  âlimlerinin hemen hepsi tarafından uygulanacak ve müstahab diye hükme bağlanacak olan r i h l e denen ilim yolculukları  başlatılmış  oldu.

   Öte yandan sosyal, siyâsî ve itikadi çalkantılar, tebliğ görevi ve Hz.Peygamber'e ait olmayan bir şeyi O'na isnad etmeme dikkat ve titizliğini ve neticede bazı kaide ve ilmî gayretlerin başlatılmasını da doğurdu.

     Her ilmî faaliyetin   belli   esaslara  göre   yapılacağı ne kadar tabiî ise, aynı şeylerin tekrarı da   belli   kaidelerin   bulunmasını,  yoksa  konulmasını ve onlara uyulmasını gerektirir. Bir başka ifâde ile, her şeyin bir yolu yöntemi olur. Bu sebeple yukarıda değindiğimiz  ilmî faaliyetler de bazı kaidelerin belirlenmesini gerektirmiştir, işte bu söz konusu kurallar, daha sonralan müstakil kitaplara konu teşkil edecek olan hadis usûlü prensipleridir.

   Gerek sünnet malzemesinin doğru olarak nakli, gerekse bu metinlerin sağlam bir şekilde korunup, eğitim-öğretiminin ve değerlendirmesinin yapılması ve bu değerlendirmeye yardımcı olacak   her türlü tetkik   ve  faaliyetin başlatılması, itiraf edelim ki ashâb-ı kirâm'a ait bir nasip ve şeref olmuştur. Ashâb-ı kiram, hadis metinlerinin nakline öncülük ettikleri yani rivâyetu'l-hadîs ilmini kurdukları gibi rivayet olayının vazgeçilmez kaidelerini koymuş, dirâyetü'l-hadîs   ilminin   ilk   temellerini de  atmışlardır.

     Müslümanlardan önce hiçbir millet, nakil ve rivayette ravilerin güvenilirlik durumlarını tesbit  için   herhangi bir araştırma yapmayı ve bunu belli kaidelere bağlamayı düşünmemiştir. Olaylar ve rivayetler sadece nakledilmiştir. Nadiren bir-iki isimlik sened zikredilmiş,  çoğu kere ona da gerek duyulmamıştır. Bu sebeple hadis metinlerini nakledenlerin   şahsî   durumlarının inceden inceye, ifâdenin tam anlamıyla kılı kırk yararcasına  araştırılması  ve   mutlaka   sened   zikrini   esas  alan   Hadis Usûlü ilmi, müslümanlara   has   bir   meziyyet olmuştur.

   "Sened ve metnin durumlarını anlamaya imkan veren bir takım kaideler ilmi" demek olan Hadis Usûlü, daha   ilk   günlerde  müslümanların  bulup geliştirdiği ilmî bir disiplindir. Konusu   ise,  red   ve  kabul  açısından  sened  ve   metindir." (ismail  Lütfi Çakan,  Hadis Usülü, sh:14-16.İst.1991)                                                                                  


Hadis Türleri ve Taksimati ile ilgili Istilahlar

(ismail Lütfi Çakan, "Hadis Usûlü", iFAV, istanbul 1993, sayfa 105-150 Arasi Özet)

I- KABUL VEYA RED AÇISINDAN:
A- MAKBUL HADiS: Kendisiyle amel edilmesini gerektiren hadislerdir. ("Ma`mulun bih", "me`huzun bih" de denir.)
B- MERDUD HADiS: Râvîsinin dogrulugu kabul edilmeyen ve kendisiyle amel etmek gerekmeyen hadistir.Hükmüyle amel edilip edilmemesi konusunda karar verilemeyen ("tevakkuf edilen") hadisler de merdud gibidirler.

II- RÂVÎ SAYISI (VEYA DERECE-i SUYU`) AÇISINDAN:
II-A- MÜTEVATiR HADiS: (1) Yalan üzerinde birlesmeleri âdeten mümkün olmayan râvîler toplulugunun ("cemm-i gafir"), her nesilde, kendileri gibi bir topluluktan alip naklettigi, (2) isitme veya görmeye ("mahsûsat") dayanan hadistir. Kesin bilgi ifade eder, amel vaciptir, reddi küfrü gerektirir, tetkik ve tenkid disidir.
II-A-1- Lafzen Mütevatir: Bütün rivayetlerinde lafizlari ayni olan hadistir ki "yok denecek kadar" azdir. "Men kezebe aleyye..." misalidir. Kayit konmadan "mütevatir hadis" denince "lafzen mütevatir" anlasilir.
II-A-2- Ma`nen Mütevatir: Aralarinda ortak bir nokta bulunan degisik lafizli hükümlerin, tevatür sartlarini tasiyan râvîlerce rivayet edilmesiyle ortaya çikan "ortak manaya" denir. Mesela, 100 kadar degisik lafizli hadisten çikan bir mütevatir mana Resûlullah Aleyhissalatü ves`selâm`in "ellerini kaldirarak dua ettigidir."
II-B- ÂHAD HADiS: Mütevatir hadis sartlarini tasimayan hadistir. (Mütevatir derecesine ulasamamis hadistir.) (Kelime anlami öyle olsa da, sadece bir kisinin rivayet ettigi hadis DEMEK DEGiLDiR.) Hadislerin hemen hepsi bu anlamda âhaddir.
II-C- MESHÛR HADiS:1- Baslangiçta âhad iken Tabiin ve Etbaut-tabiîn devrinde tevatür derecesine ulasan hadistir.2- Tevatür sartlarini tasimayan toplulugun naklettigi ve her nesilde râvîsi "ikiden asagi olmayan" hadistir. (ibni Hacer "ikiden fazla olan" demistir.)
II-C-1- Sened tetkiki sonuçlarina göre meshur: - Sahih Meshur, - Hasen Meshur, - Zayif Meshur.
II-C-2- Söhret bulduklari yere göre meshur: - Hadisçiler nezdinde; - Hadisçiler, Ulema ve Halk nezdinde; - Fakîhler nezdinde; - Usûlcüler nezdinde; - Halk nezdinde meshur.

III- SENEDiN MÜNTEHASI (HADiSiN SÖYLEYENi) AÇISINDAN:
III-A- KUDSî HADiS: Ayet olmamak kaydiyla, Resûlullah`in: "Allah Teâla söyle buyurmustur:" diyerek, Allah`a nisbet ve izafe ettigi hadistir. "ilâhî" ve "Rabbânî" hadis de denir. Konulari genelde Allah`in sifatlaridir.
III-B- MERFU` HADiS: Söz, fiil, takrîr; fitrî veya ahlâkî vasif olarak -muttasil veya munkati` olsun- açikça (sarâhaten) veya dolayli bir sekilde (hükmen) Resûlullah`a izafe edilen hadistir. ittifakla huccet sayilmistir, baglayicidir.
III-B-1- Sarâhaten Merfû`: içinde açikça Resûlullah`a ait bir söz, fiil, takrir veya vasiftan söz edilen hadistir.
- Kavlî hadis rivayet lafizlari: "Resulullah söyle buyurdu", "sunlari haber verdi", "söyle buyururken isittim", "söyle buyurdugu rivayet edilmistir";
- Fiilî hadis rivayet lafizlari: "söyle yaptigini gördüm", "söyle yapardi";
- Takrîrî hadis rivayet lafizlari: "huzurunda söyle yaptim, yapti, yapildi".
III-B-2- Hükmen Merfû`: Herhangi bir "sahabi"nin, geçmis peygamberler veya gelecekte cereyan edecek olaylar ya da islenmesi halinde isleyene sevap veya günah kazandiracak konular gibi sahsî görüs ve kanaata dayanmasi mümkün olmayan ("mahalli ictihad ve re`y olmayan") konulara ait verdigi haberlerdir. israiliyyattan nakil yapmayan bir sahabi olmasi önem arzeder.
- Kavlîye misal: ibni Mesud`un sihirbaz, arrâf, kâhin ve onlara gidenleri tekfir etmesi,
- Fiilîye misal: Hz. Ali`nin Kusuf Namazinda ikiden fazla rükû yapmasi,
- Takrîrîye misal: "Resulullah zamaninda söyle yapardik, söylerdik", "su sünnettendir" lafizlari.
III-B-EKLER- Ayrica "tabiundan bir râvî" senedi sahabiye ulastirip su ifadeleri kullanirsa da merfû` hadis olur: -"yerfa`uh, veyerfa`ul`hadîs: hadisi ref ederek rivayet etti"; "yenmîhi: isnad ederek"; "yeblugu bihi: sözü Resulullah`a ulastirarak"; "yervîhi: Resulullah`dan rivayet ederek"; "rivâyeten, ravâhu".
- Mürsel Merfû`: Sonraki nesilden bir râvî sözü "tabii"ye ulastirip üstteki ifadeleri kullanirsa.
- Muallak Merfû`: Bütün sened hazfedilerek Resulullah'a izafet edilen hadis.
III-C- MEVKÛF HADiS: Sahabilerin söz fiil ve takrirlerine dair -muttasil veya munkati`- haberlerdir. Sened sahabide kalip Resulullah'a ulasmaz. Sadece "sarahaten" mevkûf olur, hükmen olmaz. Misaller: "Hz. Ali söyle dedi", "ibni Abbas söyle yapti", "ibni Ömer`den mevkûf olarak rivayet olundu ki", "hadis ibni Abbas`a varinca mevkûftur". (Dikkat: Vakkafahû tabiri geçen her hadis mevkûf olmayabilir.) Hanefilerden Râzî, Serahsî ve müteahhirûn ile birer görüslerinde imam Malik ve Ahmed Bin Hanbel mevkûf hadisi hüccet sayarlar. Bazi Hanefiler ve imam Safii huccet saymaz.
III-D- MAKTU` HADiS: Herhangi bir tabiiye izafe olunan söz, fiil ve takrirlerdir. Etbâu`t Tabiîn de tabiî gibi kabul edilir. (ilk devirlerde bunun için Munkati` terimi de kullanilmis.) Huccet degildir.

IV- SIHHAT VEYA HÜKÜM AÇISINDAN:
IV-A- SAHiH HADiS: "Adalet ve zabt sahibi ravilerin", "muttasil senedle rivayet ettikleri", "sâzz" ve "muallel" olmayan hadistir. Hüccettir ve onunla amel vaciptir. "Bu hadis sahihtir" demek, onun sihhat sartlarini tasidigi ve o hadisin sahih olabilecegi konusunda oldukça kuvvetli bir zanna sahip olundugunu gösterir. Yalniz "mütevatir hadiste" oldugu gibi kesinkes bir kanaatten söz edilemez. Bu yüzden çogunluk, itikadî konularin ancak Kur`ân ve mütevatir hadis ile sabit olacagini kabul eder. Sahih hadisin dereceleri sunlardir:
-Buhari ve Müslim'in kitaplarina aldiklari hadisler. (Formülü: B+,M+),
-Buhari'nin yalniz basina rivayet ettigi hadisler. (B+),
-Müslim'in yalniz basina rivayet ettigi hadisler. (M+),
-Kitaplarina almamis da olsalar Buhari ve Müslim'in sartlarina uygun olan hadisler.(B/,M/),
-Yalnizca Buhari'nin sartlarina uygun olan hadisler.(B/),
-Yalnizca Müslim'in sartlarina uygun olan hadisler.(M/),
-Buhari ve Müslim disindaki hadis mütahassilarinin sahih dedikleri hadisler.(Digerleri/).
IV-A-1- Sahih Li Zâtihî: Mutlak olarak sahih hadis denince bu anlasilir.
IV-A-2- Sahih Li Gayrihî: Sihhat sartlarini en üst seviyede tasimamasina ragmen, kendisini sahih derecesine çikaracak bir baska rivayet ("âdid") bulunan hadistir. "Sahil lâ li zâtihî" de denir.
IV-B- HASEN HADiS: Zabti biraz gevsek olan ravilerin muttasil senedle rivayet ettikleri sâzz ve muallel olmayan hadistir. Sahihten farki, râvîsinin zabtinin mükemmel olmayisidir. ittifakla ihticac ve amel bakimindan makbuldür.
IV-B-1- Hasen Li Zâtihî: Mutlak olarak hasen hadis denince bu anlasilir. Lafzi benzer bir baska hadis ("mütabi`") ile takviye olunursa, Sahih Li Gayrihi derecesine yükselir.
IV-B-2- Hasen Li Gayrihî: Yalancilikla itham edilmemis ve çok hata yapacak kadar dalgin olmayan "ve fakat ehliyeti açikça anlasilamayan ("mestûr") bir râvîsi bulunan hadis" lafiz veya mana yönünden baska rivayetlerle desteklenirse bu adi alir. Kisaca: "Âdid ile hasen mertebesine çikan hadistir." Zayif hadise çok yakindir, zayiftan farki onu destekleyen bir veya birkaç rivayetin olmasidir. Çogunlukla baska hadisleri desteklemek ("i`tibar") için kullanilir.
IV-B-EK- Hasen-Sahih: 1- Birkaç senedi olan ve Sahihlik derecesine ulasan hadis. 2- Bir tarikten Hasen bir tarikten Sahih hadis.
Hasen-Garîb: Gariblik hem sened hem de metinde olur da bir tek senedle rivayet edilmis olursa ve manasini takviye eden baska deliller bulununca onu "hasen li zatihi" kabul ettigini göstermek için Tirmîzi bu adi verir.
IV-C- ZAYIF HADiS: Sahih ve Hasen hadis sartlarini tasimayan hadistir. Sahih ve Hasen hadis sartlarindan herhangi biri eksik olursa hadis zayif demektir. Birden fazla sart noksan olursa zayiflik daha siddetli olur. Böylece zayif hadisin dereceleri de farklilik arzeder. Bu yüzden çesitleri hakkinda 49`dan 510`a kadar degisen rakamlar verilmistir.
Tirmizî`ye gelinceye kadar hadisler "sahih" ve "sakîm (zayif)" diye ikiye ayrilirdi. Zayif hadisler de "metrûk" ve "gayr-i metrûk" olarak ikiye ayriliyordu. Tirmizî`den sonra sahih ile zayif arasina bir de "hasen" çesidi girdi. Böylece "Gayri metrûk zayif" hadisler "hasen" terimiyle zayiflar arasindan ayrilmis oldu. O halde Tirmizî`den önce yasamis bir muhaddisin dilindeki "zayif hadis" teriminin "hasen hadisleri" de içine aldigi dikkatten uzak tutulmamalidir.
Zayif hadisle amel konusunda üç ayri görüs vardir. -Asla amel olunmaz, - Mutlak olarak amel olunur, -Amellerin faziletleri konusunda özel sartlarina bagli olarak amel olunur. Zayif hadisi belli kisimlara ayirip, belli sartlarla amel etmek görüsü orta ve dogru bir yoldur.

Hadiste zayiflik genelde iki sebepten kaynaklanir:

IV-C-1- Seneddeki inkita Sebebiyle Zayif Hadis ve Çesitleri: Senedden en azindan bir ravinin düsmesi demektir. Böyle bir inkita` varsa, seneddeki bütün raviler sika olsalar bile, sirf bu inkita` metnin reddini gerektirir.

IV-C-1-a- MÜRSEL HADiS: Tabiî`nin sahabiyi atlayarak Resulullah'a izafe ettigi hadistir. Muhaddis, fakîh ve usulcülerin çoguna göre delil olmaz, ihticac yapilmaz, zayiftir. Ebu Hânife ve imam Malik sikanin mürselini sahih ve hüccet sayar. Bir de sahabenin bir baska sahabiden duydugu hadisi Resulullah`dan rivayet etmesi vardir ki buna "sahabi mürseli" denir. "Sahabi mürseli sahihtir" hükmünde ittifak vardir. Senedde atlanan kisi her zaman kolayca anlasilmayabilir. isin ehli olanlarin farkedebilecegi bu tür irsâle, "irsâl-i hafî", böylesi hadise de "mürselü-l-hafiy" denir.

IV-C-1-b- MUNKATI` HADiS: 1- Senedi muttasil olmayan hadistir. 2- Senedin herhangi bir yerinden bir râvînin veya "farkli yerlerinden" "pespese olmamak sartiyla" birden fazla râvînin düstügü hadistir. 3- Müteahhirun, "etbâ`ut tâbiîn"in "tabiî"yi atlayarak sahabiden naklettigi hadise munkati` demistir. 4- Senedinde müphem bir kisinin zikredildigi hadise de munkati` diyenler olmustur. Munkati`, mürsel`den daha zayiftir.

IV-C-1-c- MU`DAL HADiS: Senedin herhangi bir yerinden "pespese" "iki veya daha çok" râvînin düstügü hadistir. Merfu hadisi, sahabi ve Resulullah`i zikretmeyerek tabiîn`den birinin sözüymüs gibi nakletmek de hadisi mu`dal kilar. Mu`dal, munkati` dan daha zayiftir.

IV-C-1-d- MUALLAK HADiS: Senedin bas tarafindan bir veya birkaç râvî ya da müntehasina kadar senedin bütünüyle hazfolundugu hadistir. Ta`lik aslinda bir rivayet kusurudur. Sahihayn`daki 1300 küsür ta`likin Buhari`ye göre sahih olduklari kabul edilmektedir.

IV-C-1-e- MÜDELLES HADiS: Tedlis, senede dahil bir râvînin ismini atlayarak, orada öyle biri yokmus izlenimini verecek sekilde senedi söylemek demektir. (Lugatte malin ayibini müsteriden gizlemek demektir.) Tedlis yapan râvîye "müdellis", senedden düsürülen râvîye "müdellesün anh", tedlis ile rivayet edilen hadise de "müdelles hadis" denir. Tedlis üç çesittir:

1- isnad Tedlisi: Râvînin görüsmedigi veya görüstügü halde hadis almadigi çagdasi bir kisiden isitmis gibi "kâle fülân" veya "an fülân" diyerek hadisi rivayet etmesidir. (Râvînin görüsmedigi çagdasindan yaptigi rivayete "mürsel-i hafî" de denir.)

2- Suyûh Tedlisi: Râvînin hocasini bilinmeyen bir isim, sifat veya künye ile zikretmesidir.

3- Tesviye Tedlisi: Sika râvîler arasindaki zayif bir râvîyi atlayarak, hep sikadan gelmis intibaini verecek sekilde hadisin rivayet edilmesidir.

IV-C-2- Râvîdeki Cerhi Gerektiren Hallere Göre Zayif Hadis ve Çesitleri: "Metain-i `Asere" denilen râvîleri tenkid noktalarindan birinin veya birkaçinin râvîsinde bulunmasi sebebiyle zayif kabul edilen hadisler bu türe girer ki on çesittir:

IV-C-2-a- MEVZU` HADiS: Resûlullah`in adina yalan uydurmak (kizb) ile cerhedilmis râvînin rivayetine denir. Buna "hadis diye uydurulmus söz" demek daha dogru olur.

IV-C-2-b- METRÛK HADiS: Yalancilikla itham edilmis ("ittihamur`ravî bilkizb", "töhmet-i kizb") bir râvînin rivayetinde yalniz kaldigi ("teferrüd ettigi") hadistir ki "matrûh hadis" de denilir. Söyle de tarif edilmistir: Hiçbir sikanin rivayetine muhalif olmaksizin kizb, kesret-i galat, fisk ve gaflet gibi cerh noktalarindan biri ile itham edilen râvînin "yalniz basina rivayet ettigi" hadistir.

IV-C-2-c- MÜNKER HADiS: Çesitli tanimlari vardir: 1- Zayif bir râvînin sika bir râvîye muhalif olarak rivayet ettigi hadistir. 2- Sika olsun olmasin râvîsi tek kalan hadistir. 3- Sikanin hadisin tamaminda teferrüdü. 4- Sikanin hadisin bir kisminda teferrüdü. 5- Bir hadisin senedinde iki zayif râvînin bulunmasi ve baska senedinin de bulunmamasi. 6- Senedinde taninmayan (lâ yu`raf) bir râvînin bulundugu hadis. 7- Kesretü`l galat, fartu`l gafle ve fisk gibi tan noktalariyla tenkid edilmis râvîlerin rivayetlerine de münker denilir.

IV-C-2-d- MU`ALLEL HADiS: Görünürde sahih olmakla beraber, bu sihhati yok edebilecek gizli bir illet tasiyan hadisdir ki "ma`lûl" de denir. Hadisin illetini bulan muhaddise mu`allil denir. "Mürsel veya munkati` hadisi mevsûl olarak", "bir hadisi baska bir hadisin içine katarak", "mevsûl olani mürsel olarak", "merfû`u mevkûf olarak", "sika yerine zayif râvî zikrederek" rivayet gibi cerhe sebep olan hatalara "vehim" denilmektedir. Bu tür hatalarla rivayet edilmis olan hadise de muallel denir.

IV-C-2-e- MÜDREC HADiS: Hadisten olmayan bir sözün, hadise bitisik olarak zikredilmesine "idrac", bu durumdaki hadise de müdrec denir. Bu, Resulullah`in sözüne herhangi bir râvînin sözünün karismasi demektir. Su durum da bir çesit idrac sayilmistir: Muhalefetü`s-Sikât, yani zayifin sikaya, sikanin da daha sika olana muhalif rivayette bulunmasi. Müdrec vaki oldugu yere göre iki kisma ayrilir:

1- Müdrecü`l isnad: Sika ravilere muhalefetin senedin akisini bozmak suretiyle gerçeklesmis olmasi. Dört sekilde olur.

2- Hadise ait olmayan bir sözün hadisin metnine katilmis olmasidir. Metnin bas, orta veya sonunda olabilir.

IV-C-2-f- MAKLÛB HADiS: Senedindeki bazi râvî isimleri ya da metnindeki bazi kelimeler takdîm veya te`hire ugramis hadistir. Hadisdeki takdim veya te`hîr hükmü de etkileyecek derecede ise maklûb`un bu türüne "ma`kus" denmistir. Bir râvînin rivayeti olarak meshur olmus bir hadisi, hem garib hem de mergûb göstermek için o râvî yerine ayni tabakadan bir baska râvî ikame ederek yapilan rivayete de "mesruk" denir. iki metnin senedlerini degistirme seklindeki kalb`e "kalb-i mürekkeb" denmistir. Sikat`in zikretmedigi bir râvînin sened arasinda yanlislikla zikredilmesine "mezîd fî muttasili`l-esânîd" denir.

IV-C-2-g- MUZTARiB HADiS: Birden çok rivayeti bulundugu halde rivayetlerinin birini digerine tercih edecek sebep bulunmayan hadislerdir. Kisaca: "iki muhtelif surette rivayet edilen hadis" diye de tarif edilir. Iztirab daha çok isnadda, bazen de metinde olur. isnadda olan, senedlerin mütehalif olmasindan; metindeki ise yine o metin hakkidaki rivayetlerin mütehalif olmasindan ve bunlarin cem` ve te`lifinin mümkün olmamasindan dogar. Tercih sebebi bulunursa iztirab kalmaz. Tercih edilene "mahfuz" ve "ma`ruf" mercûh`a da "sâz" ve "münker" denir.

IV-C-2-h- SÂZ HADiS: infirâd ve muhalefetü`s-sikât noktalarindan tanimlari yapilmistir: 1- Sika bir râvînin mütabiî olmaksizin tek basina (münferiden) rivayet ettigi hadistir. 2- Sika bir râvînin diger sika râvîlere muhalif olarak rivayet ettigi hadistir. 3- Sika bir râvînin daha sika ravilere muhalif olarak rivayet ettigi hadistir. Daha sika olan râvînin rivayetine "mahfuz" denir. Demek ki bu tarifte sâz ile mahfuz birbirinin ziddidir. 4- Sika bir ravinin diger sika ravilere -sened veya metinde ziyade veya noksanlikta bulunmak suretiyle- muhalif olarak rivayet ettigi hadistir. Bu tarifte sâz, münker hadisin bir türü ile birlesmektedir. Buradan hareketle sâz hadise münker ve merdûd da denilmistir. Su nokta unutulmamalidir: Hadisin sâz kabul edilmesi için infirad ve muhalefetin ikisinin birden bulunmasi gerekir.

IV-C-2-i- MUSAHHAF HADiS: Kelimesi nokta degisikligine ugramis hadistir. Bu duruma da tashîf denir. (Sitten kelimesi yerine sey`en denmesi gibi.)

IV-C-2-i- MUHARREF HADiS: Kelimesi hareke degisikligine ugramis hadistir. Bu duruma da tahrîf denir. (Remâ ebî yerine Remâ Übey denmesi gibi.) (Besîr kelimesinin Büseyr diye rivayet edilmesi hem tashîf hem tahrîftir.)

V- TEÂRUZ AÇISINDAN:

V-A- MUHKEM HADiS: Muârazadan sâlim olan makbul hadistir. Hükmüyle amel gerekir.

V-B- MUHTELiF HADiS: Makbul bir hadisin muâraza ettigi makbul hadistir.

EK:
BAZI ISTILAHLAR:
- "Ceyyid", "Kavî": Sahih ile denk.
- "Sâlih": Sahih ve Hasen için ortak.
- "Mücevved" ve "Sabit": Sahih ve Hasen`e sümûllü.
- "Müsbih": Hasen veya Hasen`e yakin.
- "Müstahsen": Sahih olmaya da Hasen olmaya da ihtimalli.

--------------------------------------------------------------------------------

Subhi es-Salih, "Hadis ilimleri ve Hadis Istilahlari" (trc: Prof. Dr. Yasar Kandemir), iFAV, istanbul 1996, sayfa 117-218 arasindaki bölümde açiklanan ve yukarida bulunmayan istilahlarin özeti.

--------------------------------------------------------------------------------

HADİS ISTILAHLARI: BİRİNCİ FASIL HADİSİN KISIMLARI
            
       Hadis, sahih, hasen ve zayıf olmak üzere üç bölüme ayrılır.
Mevzu'a gelince, "Mevzu' hadis" tabirini işittiğin veya bir yerde okuduğun zaman şunu bilmelisin ki, buradaki hadis sözü, onun nakil ve rivayet edilmesinin haram olduğunu gösterir.
(Mevzu' hadis: Yalancıların uydurduğu ve iftira ederek Rasulüllah (as)'a nisbet ettiği haberdir . Mevzu' hadis, gerçekte hadis hükmünde olmayıp, yalnız onları uyduranlara göre hadis hükmündedir ).

İKİNCİ FASIL (Birinci Kısım)SAHİH HADİS

Sahih hadis: "Şaz ve mu'allel olmayarak, isnadı Rasulü Ekrem (as)'e veya sahabeden yahut daha sonrakilerden birine varıncaya kadar adl ve zabt sahibi kimselerin, yine kendileri gibi adl ve zabt sahibi kimselerden muttasıl senedlerle rivayet ettikleri hadistir".

(Şaz hadis: Makbul bir ravinin kendinden daha makbul olan bir raviye muhalif olarak rivayet ettiği hadistir).

(Muallel hadis: Dış görünüşü bakımından kusursuz gibi görünse bile, sıhhatini zedeleyen bir kusuru olduğu anlaşılan hadistir).

(İsnad ve sened: Bir metnin sonraki nesiller tarafından kaynağına ulaştırılmasıdır).

(Metin: Bir hadisin bölümlerinden ikincisidir ve isnadın son bulduğu yerden başlayan kısımdır. Bu kısım umumiyetle Hz.Peygamber (as)'le ilgili bir konuyu aktaran ifadelerdir. Hadisin tarifi açısından göz önüne alındığında metin, ya Hz.Peygamber (as)'in sözünü ya da fiilini, ya da O (as)'na ait bir işi, bir olayı bir hali veyahut özelliği anlatan ifadelerdir).

(Adl: Ravinin büyük günahları işlediği bilinmemesi ve küçük günahları işlemekte ısrar etmemesidir. Bu özellikleri taşıyan kimselere hadis ıstılahında adl veya adil denir, çoğulu ise udul gelir).

(Ravi: Genellikle Hz.Peygamber (as)'in hadislerini rivayet eden kimseye denir).

(Zabt: Ravinin işittiği bir hadisi aradan uzun zaman geçse bile dilediği anda hatırlayabilecek şekilde ezberleyip aklında tutma yeteneğine sahib olması". İbnu Hacer'e göre buna zabtu's-sadr (göğüs zabtı) denir. Bir de zabtu'l-kitab (kitab zabtı) vardır ki, ravinin kendi hadislerini ihtiva eden kitabını veya notlarını başkalarına rivayet edinceye kadar her türlü tahriften korumasıdır).

(Muttasıl sened: Ravilerinin herbirinin bir önceki raviden işitmesi sebebiyle ilk raviye dayanan sened).
Sahih hadise müsned ve muttasıl dendiği gibi, mütevatir ve ahad da denir; ayrıca garib ve meşhur demek de mümkündür.

Mütevatir Hadis:
"Aklın ve adetin yalan üzere birleşmelerini imkansız gördüğü bir topluluğun, senedin başından sonuna kadar yine kendileri gibi bir topluluktan rivayet ettiği sahih hadistir".
Bu topluluğun sayısını bazı kimseler en az dört, beş, on, on iki, yirmi, kırk, yetmiş, üç yüz on üç erkek ve iki kadın şeklinde tahdid etmeye (sınırlamaya) çalışmışlar, buna da Kur'an'dan bazı ayetleri delil getirmişlerdir.
Bütün bu istidlaller -isterse Kur'an-ı Kerim'den istinbat edilmiş (çıkarılmış) olsun- açık ve net değildir; zira bütün bu ayet-i kerimeler, orada bahsedilen hususi (özel) bir hadise ile alakalıdır. İbnu Hacer der ki: "Gerçekten de adet tesbit etmenin bir faydası yoktur".
Mütevatir hadis, lafzi ve ma'nevi olmak üzere ikiye ayrılır:

1-Lafzi mütevatir: Adı geçen topluluğun, senedin başından sonuna kadar, metnini aynı lafızla ve aynı şekilde rivayet ettiği hadistir.
Alimlerin çoğu -mütevatir hadis'te her bakımdan lafzi mutabakatın (uygunluğun) bulunması şart koşulduğu takdirde-Kur'an-ı Kerim'den başka bir yerde bu şarta uyan bir naklin bulunmasını muhal (imkansız) görmektedir. Bazı alimler de bizzat hadis-i nebevide bir hayli lafzi mütevatirin bulunduğunu te'yit ederler (doğrularlar) ve buna delil olarak da, ayın yarılması, şefaat, kütüğün inlemesi, mest üzerine mesh, isra ve mi'rac, Rasulüllah (as)'ın parmaklarından su fışkırması ve az yiyeceği birçok askere yetiştirmesi hadislerini ve benzeri hadisleri ileri sürerler.

2-Ma'nevi mütevatir hadisin rivayetinde lafzi bir mutabakat (uygunluk) aranmadığını söylemeye gerek yoktur. Ravileri ihtilaf etse de, aklen ve adeten yalan üzere birleşmelerine imkan olmayan bir topluluğun, hadisin manasını eda etmeleri (yerine getirmeleri) kafidir.
Ma'nevi mütevatir, kimsenin inkar edemeyeceği kadar çoktur. Bunun misali: "Duada elleri kaldırmak" hakkındaki hadis-i şeriflerdir.
Muhaddislere göre: "Tevatür, isnad ilminin şümulüne (içine girmez) girmez. Mütevatir hadisin ravileri araştırılmaz, hatta böyle bir araştırma yapmaksızın onunla amel etmek icab eder (gerekir)".

(Tevatür: Yalan söylemeleri aklen mümkün olmayan çok sayıda kalabalığın bir haberi birbiri ardınca haber vererek nakletmekte birleşmelerine denir).
Hem lafzi, hem de ma'nevi mütevatir hadisin kesin ve yakini (şüpheden kurtulmuş) bilgi ifade ettiğinde bütün muhaddisler müttefiktir (birleşmiştir). Onların ihtilafı, haber-i vahid olan sahih hadisin zan mı, yoksa kat'iyet mi ifade ettiği hususundadır.
 
     Muhaddislerin çoğu, sahih hadisin kat'iyet ifade edebilmesi için şeyhan (İmam Buhari ve İmam Müslim) tarafından tahric edilmiş olması lazımdır, derler.
İbnu Hazm der ki:
"Rasulü Ekrem (as)'e varıncaya kadar hep adalet sahibi raviler tarafından rivayet edilen haber-i vahid hem ilim, hem de amel ifade eder".

(Muhaddis: Senedler, illetleri, senedde adı geçen ravileri, isnadın ali ve nazil olanını bilen, çok sayıda hadis ezberleyen, Kütüb-i Sitte'yi, Ahmed b. Hanbel 'in Müsned'ini, Beyhaki'nin Sünen'ini, Taberani'nin Mu'cem 'ini ve ayrıca bin tane hadis cüz'ünü dinlemiş olan kimseye denir).

(İllet: Bir hadiste dışarıdan farkedilemeyen ve bu hadisin sıhhatini yok edecek nitelikteki kusuruna denir).

(Ali İsnad: Herhangi bir hadisin ravisi ile kaynağı olan Hz.Peygamber (as) veya o hadisi rivayet etmiş bulunan meşhur hadis imamlarından birisi arasında en az sayıda ravinin bulunduğu veyahut da tanınmış hadis kitaplarından birinin musannefine arada en az ravi ile ulaşabilen isnaddır).

(Musannef: Çeşitli konulardaki hadisleri bir araya toplayan hadis kitaplarına denir).

(Nazil İsnad: Ali İsnad'ın zıddıdır ve hadisi rivayet eden son ravi ile ilk kaynağı olan Hz.Peygamber (as) veya bir hadis alimi arasında normalin üstündeki sayıda ravi bulunan isnaddır).

(Kütüb-i Sitte: Altı kitap anlamındadır. Bunlar şunlardır: İmam Buhari'nin ve Müslim'in Sahihleri, İmam Ebu Davud, et-Tirmizi, en-Nesei ve İbnu Mace'nin Sünen'leri ).

(Müsned: İslam'a giriş sırası esas alınarak sahabe adlarına veya neseblerine (soylarına) göre hadislerin zikredildiği kitaplardır. Bu müsnedlerin en mükemmeli ve en genişi İmam Ahmed b. Hanbel'in Müsned'idir. Bu kitapta kırk bin müsned hadis vardır. Bunlardan on bini mükerrerdir (tekrar edilenlerdir)).

(Sünen: Hz.Peygamber (as)'in sünnetini aksettiren hadislerin yazılı olduğu kitaba denir. Sünen kitaplarında genellikle merfu' yani Hz.Peygamber (as)'e ait hadisler bulunur. Sünen kitapları ikinci hicri asrın ilk yarısından itibaren yazılmaya başlanmıştır).

(Mu'cem: Hocaların veya şehirlerin yahut kabilelerin adlarına göre hadislerin alfabetik olarak sıralandığı kitaplardır. En meşhur mu'cemler, et-Taberani'nin el-Kebir, el-Evsat ve es-Sağir adlı mu'cemlerdir).

(Hadis Cüz'ü: Daha ziyade belli bir kişiden gelen hadisleri toplamak maksadıyla tertip edilen (düzenlenen) çoğu küçük çapta hadis kitaplarına denir).

(Haber-i Vahid: Bir nesilde bir tek ravi tarafından rivayet edilen habere denir).

(Tahric: İki manada kullanılır. Birisi rivayet, diğeri hadislerin kaynağını göstermek).
Kabule şayan (layık) görüş, İbnu Hazm 'in görüşüdür; zira sadece Sahihayn hadislerinin kat'iyet ifade ettiğini söylemenin hiçbir manası yoktur. Bu iki kitabın dışında kalan kitaplardan sıhhati kesin surette bilinenleri de aynı şekilde kabul etmek gerekir. Bunların mü'minlerce büyük bir değeri haiz olması (büyük bir değer taşıması), diğer kitaplardaki sahih hadislerin değerini küçümsemeyi gerektirmez.

(Sahihayn: İki sahih manasına gelen bu tabir İmam Buhari ve İmam Müslim'in sahihlerine denir . Sahih terimi ise sahih hadisleri ihtiva (içeren) eden kitaplar için kullanılır).
"Sahih hadisin özelliği, Rasulüllah (as)'dan meçhul olmayan bir sahabi, ondan da iki tabii rivayet etmek suretiyle ve hadisçiler tarafından makbul addedilerek -birinin şehadet etme ehliyetini haiz olduğuna (taşıdığına) şehadet etmek gibi- günümüze kadar rivayet edilegelmesidir".

(Tabii: Hz.Peygamber (as)'in ashabından herhangi birisi ile görüşüp ondan hadis rivayet edene denir).

(Sahabi (çoğulu: ashab veya sahabe): Hz.Peygamber (as)'i peygamberliği sırasında mü'min olarak gören, mü'min olarak ölen kişilere denir).
Sadece sahih hadisleri ilk defa toplayan İmam Buhari'dir. Sahih hadisleri toplama mevzuunda (konusunda) İmam Buhari'yi, talebesi İmam Müslim takip etmiştir.
Hemen hemen ulemanın ekserisi (alimlerin çoğu), en sahih hadislerin Daru's-Sünne (sünnet yurdu) olan Medine halkı tarafından rivayet edilenler olduğunu kesinlikle belirtirler.
İbnu Teymiyye diyor ki:
"Hadis alimleri en sahih hadislerin Medineliler, sonra Basralılar, daha sonra da Şamlılar tarafından rivayet edilen hadisler olduğunda müttefiktirler".

 Hasen hadis: Şaz ve illetten salim olarak, zabtı mükemmel olmayan raviler tarafından muttasıl bir senedle rivayet edilen hadistir.
Sahih ile hasen arasındaki fark, sahih hadis ravisinin zabt bakımından mükemmel olmasına mukabil (karşılık), hasen hadis ravisinin bu bakımdan noksan olduğudur. Her iki hadis de şaz ve illetten salim olup ihticac ve istişhada elverişlidir.

(İhticac: Hadisten hüküm çıkarmaya denir) . (İstişhad: Bir hadisin aynı manaya gelen ve bir başka sahabiden nakledilen şahidini rivayet etmek, onu şahidi ile desteklemektir).

(Şahid: Araştırma neticesi ferd (tek) olduğu zannedilen bir hadise benzeyen ve tek başına rivayette bulunduğu zannedilen ravinin şeyhinden rivayet etmiş olduğu anlaşılan ikinci bir hadise denir).
İmam Tirmizi'nin Cami'i hasen hadisin kaynağıdır. Hasen hadis tarifini ilk defa ortaya atan da İmam Tirmizi'dir . Hadisleri ilk olarak sahih, hasen ve zayıf şeklinde taksim eden yine odur.
Muhaddisler zayıf hadisi iki kısma ayırırlar:

a) Amel edilebilecek olan zayıf hadis ki, bu İmam Tirmizi'nin ıstılahındaki hasen hadise benzer.

b) Terkedilmesi zaruri olan zayıf hadis ki, işte bu büsbütün değersiz (vahi) olan hadistir.
Sahih ve hasen hadisi tarif ederken bunların şaz olmaması gerektiğine işaret etmiştik. Şaz olmadıktan başka bunlar münker de olmayacaktır.

(Münker hadis: Zayıf bir ravinin sika raviye muhalif olarak rivayet ettiği hadistir. Münker, şazın zıddıdır; zira şazın ravisi sika olduğu halde münkerin ravisi sika olmayıp zayıf kimsedir).

(Sika: Adalet ve zabt vasfı taşıyan ravilere denir).
Sahih ile hasen arasında müşterek olan noktalardan biri de şudur: Bir sened hakkında sahihtir veya hasendir diye hüküm vermişsek, bu hükmün metne de şamil olması (onu içine alması) gerekmez; zira metin bazen şaz veya muallel olur.
"Senedi sahih olan her hadisin metni de sahih olmaz" sözü şekilden önce muhtevayı (içeriği) gözeten muhaddislerin bir ölçüsüdür.
                              
Zayıf Hadis: Kendinde sahih ve hasen hadislerin sıfatları (vasıfları) bulunmayan hadistir.

     A- ZAYIF HADİSİN NEVİLERİ

1. Mürsel Hadis
  Senedinden bir sahabi düşen hadistir. Yaşı ister küçük, ister büyük olsun bir tabiinin mutlak olarak Hz.Peygamber (as)'e nisbet etmek suretiyle (merfuan) rivayet ettiği hadistir.

(Merfuan (refeahu): Ravinin hadisi, isnadını Hz.Peygamber (as)'e kadar ulaştırarak O (as)'nun sözü olarak rivayet etti, manasına kullanılır).
Mürselin zayıf sayılmasının sebebi, senedinin muttasıl olmayışıdır.
Mürsel, dinde hüccet (delil) değildir.
Alimlerin bir çoğu sahabenin mürselini zayıf görmeyerek onunla amel etmektedir.
Sahihayn'de sayılamayacak kadar sahabi mürseli vardır; zira onların rivayetlerinin çoğu yine sahabedendir.

2. Munkatı' Hadis
Senedinden bir kişinin düştüğü veya mübhem birinin zikredildiği hadistir.
Zayıf oluşunun sebebi de, senedinin muttasıl bulunmayışıdır. Munkatı' hadis bu bakımdan mürsel gibidir.

3. Mu'dal Hadis
     Senedinden birbiri peşine iki veya daha fazla ravinin düştüğü hadistir ; munkatı' hadisten daha kapalı ve mübhemdir.
Mu'dal, hususi bir surette olmak üzere, munkatı'ın bir kısmı sayılmaktadır; zira her mu'dal, munkatı'; fakat her munkatı' mu'dal değildir.
Tebe-i Tabiinin irsal ettiği hadis de mu'daldır.

(Tebe-i Tabiin: Tabiilerden sonra gelenler, tabiine tabii olanlar, tabiini takip edenler; kısaca tabiilerle görüşüp onlardan hadis rivayet edenlerdir).

(İrsal: Tabiinin büyüklerinden birinin isnadında sahabiyi atlayıp "Hz.Peygamber (as) buyurdu ki" veya "Hz.Peygamber (as) şunu yaptı" ve benzeri ifadelerle isnadını Hz.Peygamber (as)'e ulaştırarak O (as)'ndan rivayette bulunmasına denir.
Mu'dal munkatı'dan, munkatı' da mürselden daha değersizdir.

4. Müdelles Hadis

Müdelles üç kısımdır:

   a) İsnad Tedlisi: Ravinin muasırı olup görüştüğü, fakat hadis almadığı birinden veya muasırı olduğu halde görüşmediği kimseden hadis işittiğini zannettirecek şekilde rivayet etmesidir.
(Muasır: Aynı asırda, aynı devirde yaşayan kişi).
Tedlisin en çirkin ve yalana en yakın olan kısmı budur. İmam Şafii, isnadda bir defa dahi tedlis yaptığını bildiği kimsenin hadisini almazdı.

   b) Şüyuhta Tedlis: Ravinin durumunu gizlemek istediği şeyhini, haiz olmadığı (taşımadığı) yüksek vasıflarla anması veya bilinen künyesinden (ünvanından) başka bir isimle zikretmesidir.
(Şeyh: Genellikle hadis talebesinin, meclisine devam ederek hadislerini rivayet ettiği hadisçiye denir).

(Meclis: Hadis okunan ve imla ettirilen oturumlara denir. Belli bir kitabın okunduğu, hadis meselelerin öğrenildiği derslere denildiği de olur).

   c) Tesviye Tedlisi: Ravinin, hadisini makbul ve sahih göstermek için senedde bulunan -fakat kendi şeyhi olmayan- birini zayıf veya kendinden daha küçük olduğu için atlayarak, hadisi sadece sika raviler rivayet etmiş gibi göstermesine denir.
Tedlisin en kötü çeşidi, büyük ölçüde bir aldatma mevcut olduğu için tesviye tedlisidir.
Bütün çeşitleriyle müdelles hadisin zayıf hadisler grubuna girmesinin sebebi, ravilerinin sika olduğunun sabit olmamasıdır.
 

5. Muallel Hadis

Muallel hadis: Dış görünüşü bakımından kusursuz gibi görünse bile, sıhhatini zedeleyen bir kusuru (illet) olduğu anlaşılan hadistir.
(Bazı hadisler vardır ki, ilk bakışta sıhhat şartlarına uygun görünür. Fakat hadis illetlerini iyi bilen bir alimin araştırması sonucu bu hadisin dışardan farkedilmeyen ve sıhhatini yok edecek nitelikte bir gizli kusuru olduğu ortaya çıkar. Bu gizli kusura illet, böyle gizli bir kusur taşıdığı bir alimin tetkiki (incelemesi) ile anlaşılan hadise ise muallel adı verilir. Hadis illetleri hadis ilminin en çetin ve ince konularından biridir. Dolayısıyla muallel hadisler konusu, Hadis Usulünün en önemli ve zor konularından birini teşkil eder. Bir muallel hadis daha çok isnad, bazen de metni yönünden muallel olur. Muallel hadisin zayıf hadisler grubuna girmesinin sebebi, illetin o hadisin sıhhatini gidermesidir).

6. Muztarib Hadis

   Birçok rivayetleri bulunmakla beraber, bu rivayetler birbirine müsavi (eşit) olduğu için aralarında tercih yapılamayan, bir ravinin iki veya daha çok sefer rivayet ettiği, yahut iki veya daha çok ravinin rivayet ettiği hadistir.
Bu hadisin zayıf olmasına sebeb, ravilerinin hıfz ve zabtı hakkında ihtilaf edilmesidir.

(Hıfz: Genellikle ravinin şeyhinden rivayet ettiği hadisleri güzelce ezberleyip muhafaza ederek yeri geldiğinde eksiksiz ve fazlasız olarak kendi talebelerine rivayet edebilme yeteneğine denir).
Iztırab bazen metinde bulunmakla beraber, çoğunlukla isnadda bulunur.

(Iztırab: Bir ravi bir sefer rivayet ettiği hadisi ikinci sefere değişik tarzda rivayet eder. Ondan işiten ravilerde birbirlerinden farklı şekillerde rivayet ederler. Bir ravinin aynı hadisi birbirinden farklı şekillerde rivayet etmesi veya birden fazla ravinin birbirlerinden ayrı olarak rivayet etmeleri halinde adalet ve zabt durumları farklı olmadığından rivayetleri arasında tercih imkansız hale gelir. İşte bu tercih imkanı bırakmayan hale ıztırab adı verilmiştir).

7. Maklub Hadis

   Ravilerden birinin metindeki bir lafzı veya isnaddaki bir şahsın ismini yahut nesebini alt-üst etmesiyle, tehir edilmesi (geriye bırakılması ) gerekeni takdim (öne almasıyla ) veya takdim edilmesi gerekeni tehir etmesiyle veyahut bir şeyin diğerinin yerine konması suretiyle rivayet edilen hadise denir.

8. Şaz Hadis

     Makbul bir ravinin kendinden daha makbul olan bir raviye muhalif olarak rivayet ettiği hadistir.
Şaz hadiste mutlaka teferrüd ve muhalefet şartlarının bulunması lazımdır. Bu iki vasfı haiz olan (taşıyan) bir hadis, sahih olmaktan çıkarak zayıf hadisler grubuna girer.

(Teferrüd: Ravinin rivayetinde tek başına kalmasıdır).

(Muhalefet: Ravinin, zayıf ise sika ravilere, sika ise kendisinden daha sika olana aykırı rivayette bulunmasına denir).
Şaz hadisler zayıf hadisler olduklarından merdud sayılmışlardır. Bu bakımdan dini meselelerde hüccet (delil) olamazlar. Bir başka deyişle, şaz hadisle amel edilmez.

9. Münker Hadis

   Zayıf bir ravinin sika raviye muhalif olarak rivayet ettiği hadistir.
Münker, şazın zıddıdır; zira şazın ravisi sika olduğu halde münkerin ravisi sika olmayıp zayıf kimsedir.
                                          
10. Metruk Hadis

Hadiste yalan söylemekle itham edilen yahut fiili veya kavli bakımdan fıskı zahir (açık) olan veyahut çok gafil veya çok vehimli olan bir ravinin rivayet ettiği hadistir.

(Fısk: Ravinin fiil ve sözlerinde küfür derecesinde olmamak şartıyla İslam'a aykırı itikat taşıdığının görülmesidir. Ravilerin tenkidinde (eleştirisinde) göz önünde bulundurulan on tenkit esasından (metain-i aşere) biridir ve ravinin doğrudan doğruya adaletiyle ilgilidir).
Bazı muhaddisler metruk yerine matruh terimini kullanmışlardır.

B- MEVKUF ve MAKTU' HADİSLER ZAYIF HADİSLERDEN MİDİR ?

Mevkuf sözüyle, sahabeden rivayet edilen söz, fiil ve takrirler kastedilmektedir.
Mevkuf hadislerin içinde de zayıf olanları vardır. Fakat bu zayıflık hadisin mevkuf oluşundan gelmemektedir. Diğer bir ifadeyle mevkuf olduğu için zayıf değildir; bilakis bu zayıflık hadisteki şaz, illet, ıztırab gibi durumlardan meydana gelmektedir. Yoksa mevkuf hadise de, isnad ve metinlerine bakarak, Rasulüllah (as)'a ref ' edilen hadisler gibi sahih, hasen, zayıf demek mümkündür.

(Ref': Hadisi, isnadını Hz.Peygamber (as)'e kadar ulaştırıp merfu' olarak rivayet etmeye denir).
Maktu' hadis ise, tabiinden rivayet edilen söz, fiil ve takrirlerdir. Maktu' -isnadının ve metninin durumuna göre- sahih, hasen, zayıf sıfatlarından birini alabilir, Maktu'un sahih ve hasen oluşu, değil Rasulü Ekrem (as)'den, sahabeden alındığı manasına dahi gelmez; aksine bizzat tabiinden rivayet edildiği anlaşılır. Bunlardan sadece büyük sahabilerle aynı çağda yaşamak bahtiyarlığına eren Said b. el-Müseyyeb , eş-Şa'bi , en-Nehai ve Mesruk gibi büyük tabiilerin maktu'larıyla ihticac etmemiz caiz olur.

C- ZAYIF HADİSLERİN RİVAYETİ ve ONLARLA AMEL ETME MESELESİ

Şu noktada hiç şüphe yoktur ki, -din nazarında- zayıf rivayetler ne şer'i (şeriatle ilgili) bir hüküm, ne de ahlaki bir fazilet için kaynak olur; zira zan, gerçekten hiçbir şey ifade etmez. Fezail (faziletler) de ahkam (hükümler) gibi dinin esas prensiplerindendir. Binaenaleyh bu prensipleri çürük bir temel üzerine, paramparça olacağı bir uçurum kenarına bina etmek doğru olamaz.
Zaten gerek şer'i ahkam ve gerekse fezail babında (bahsinde) elimizde, başkasına lüzum bırakmayacak kadar çok sahih ve hasen hadis vardır.

BEŞİNCİ FASIL SAHİH-HASEN-ZAYIF HADİSLER ARASINDA MÜŞTEREK OLAN ISTILAHLAR

Bu ıstılahlar yirmi tanedir. Bunlardan asıl üzerinde durulması gerekenler mevkuf ve maktu' hadislerdir. Geri kalan on sekiz ıstılah da şunlardır: Merfu', Müsned, Muttasıl; Mü'ennen, Mu'an'an, Muallak; Ferd, Garib; Aziz, Meşhur, Müstefiz; Ali, Nazil; Tabi', Şahid; Müdrec; Müselsel; Musahhaf.

A. 1-2-3) Merfu', Müsned ve Muttasıl

1. Merfu': Özellikle Hz.Peygamber (as)'e izafe edilen söz, fiil veya takrire merfu' denir. Onun Hz.Peygamber (as)'e izafe edenin bir sahabi, bir tabii veya onlardan sonra gelen biri olması arasında bir fark bulunmadığı gibi, senedinin muttasıl olup olmaması arasında da bir fark yoktur.
Hadisin sırf merfu' olması, mutlaka sahih denmesi için yeterli bir sebeb değildir.
Merfu'da isnad bir tarafa bırakılarak sadece metnin durumuna bakılır: Bu hale göre Hz.Peygamber (as)'e izafe edilen herşey merfu'dur.

2. Müsned: İlk raviden sonuncu raviye kadar, senedi muttasıl olarak Rasulüllah (as)'a ref ' edilen hadistir.
Müsned, ittisal ve ref ' şartlarını cem' etmekle (toplamakla) beraber, her merfu' müsned değildir; çünkü müsnedde isnada ve metne bakılır. Senedinde sonuna kadar ittisal bulunduğundan, her müsned muttasıl, metni Rasulüllah (as)'a ulaştığı için de her müsned merfu'dur.

(İttisal: Raviler arasında ınkıta' denilen kesiklik halinin bulunmayışı haline denir).

3. Muttasıl veya Mevsul: İster Rasulüllah (as)'a ref ' edilmiş olsun, ister sahabi veya daha berideki bir şahısta kalsın, senedinde kesiklik olmayan hadise bu ad verilir.
Merfu' bazen muttasıl olduğu gibi, olmayabilir de; nitekim muttasıl da bazen merfu' olur; bazen olmaz. Müsned ise bu iki tabirden daha umumi (genel) olup aynı zamanda muttasıl ve merfu'dur . Bütün bu ıstılahlar, ravilerinin durumlarına göre sahih, hasen veya zayıf olmaya müsaittir.

B. 4-5-6) Mu'an'an, Mü'ennen ve Muallak

4. Mu'an'an Hadis: -Lafzından da anlaşılacağı üzere- tahdis ve sema' sözleri açıkça belirtilmeden senedinde "fulanun ve fulanun" denen hadistir.

(Tahdis: Hadis rivayetine denir).

(Sema': Hadis rivayet metodlarından biri, birincisi ve en önemlisidir. Hadisi, bizzat şeyh denilen muhaddisle bir araya gelerek, ondan işitmek suretiyle gerçekleşir).

5. Mü'ennen Hadis: Senedinde "(haddesena fulanun enne fulanen" ibaresi kullanılan hadistir.

6. Muallak Hadis: İsnadın baş tarafından bir veya birbiri peşine daha fazla ravinin ismi hazfedilerek (yok edilerek), mahfuzun (yok edilenin) üst tarafındaki raviye isnad edilen hadistir.

C. 7-8) Ferd ve Garib

Ferd Hadis: Tarikleri çok olsa bile tek ravinin infirad ettiği hadistir . (Tarik: Bir hadisin senedine verilen bir diğer isimdir).

(İnfirad ve Teferrüd: Ravinin rivayetinde tek başına kalmasına, bir başka deyişle, hadisi herhangi bir şeyhten ondan başka rivayet eden olmamasına denir).

Garib Hadis: Senedin herhangi bir yerinde, bir şahsın rivayetinde teferrüd ettiği hadistir. Ferd ile Garib hadisler arasında müşterek bir rabıta (bağ) vardır ki, o da teferrüd mefhumudur (kavramıdır).
Muhaddisler ferd tabirini çoğu zaman, herhangi bir şekilde takyid edilmeyen (sınırlandırılamayan) mutlak ferd hakkında; garib tabirini ise, çoğunlukla muayyen (belli) bir şeyle kayıtlanan (sınırlandırılan) nisbi ferd hakkında kullanmaktadırlar.

(Mutlak Ferd: Senedin baş tarafındaki sahabi veya tabiinin tek başına rivayette bulunduğu hadistir).

(Nisbi Ferd: Genel olarak hususi bir cihete (yöne) nisbetle ferd olan hadistir).
Mutlak Ferd ile Nisbi Ferdin şaz ile karıştırılması doğru değildir. Daha önce de gördüğümüz üzere, şazda, teferrüd ve muhalefet şartlarının bulunması gereklidir.

D. 9-10-11) Aziz, Meşhur ve Müstefiz

Bu üç ıstılahın müşterek noktaları, nisbi ferd ile manevi mütevatir arasında yer almış olmalarıdır. Bunlarda -nisbi ferd olduğunu gördüğümüz- bir nevi gariblikte vardır; zira "bir şeyhten iki veya üç kişinin müştereken rivayet ettikleri garib hadise aziz denmektedir. Şayet hadisi rivayet edenler bir cemaat olursa, hadis meşhur adını alır. Şeyhten rivayet eden bu cemaatın sayısı, baş tarafta da son tarafta da aynı olursa, hadise müstefiz denir.
Hadis, müteaddit rivayetlerinin bulunduğu anlaşıldıktan sonra halk arasında yayıldığı için, onda bir nevi manevi tevatür de bulunmaktadır. Şu da var ki, bu üç nevi, mütevatirden çok, garib ile ilgilidir; zira bahisleri isnadla alakalıdır. Mütevatirin ise isnadla bir ilgisi yoktur.
Batıl (asılsız) olan meşhurun misali (örneği) hadsiz hesapsızdır. Çoğu da avam arasında pek yaygındır. Mesela: "Kendini bilen kimse, Rabb'ini de bilir" ile "Patlıcan her derde devadır" hadisi bunlardandır.

12-13) Ali ve Nazil

Ali İsnad: Herhangi bir hadisin ravisi ile kaynağı olan Hz.Peygamber (as) veya o hadisi rivayet etmiş bulunan meşhur hadis imamlarından birisi arasında en az sayıda ravinin bulunduğu veyahut da tanınmış hadis kitaplarından birinin musannefine arada en az ravi ile ulaşabilen isnaddır.

(Musannef: Çeşitli konulardaki hadisleri bir araya toplayan hadis kitaplarına denir).                                                         

Nazil İsnad: Ali İsnad'ın zıddıdır ve hadisi rivayet eden son ravi ile ilk kaynağı olan Hz.Peygamber (as) veya bir hadis alimi arasında normalin üstündeki sayıda ravi bulunan isnaddır.
Ali'nin Nazil'den üstün olduğunu mutlak olarak söyleyip geçmemelidir. Bir husus ile değer kazanan nice nazil isnadlar vardır ki, ali isnaddan üstündür. Nitekim nazil isnadın ricali daha sika veya daha hafız yahut daha fakih olursa veyahut tahammül tarzı sema'a daha yakın bulunursa, ali isnaddan üstün olur.

(Tahammulu'l-Hadis: Hadis almak demektir ve tamamen rivayet karşılığıdır).

(Sema': Hadis rivayet metodlarından biri, birincisi ve en önemlisidir. Hadisi, bizzat şeyh denilen muhaddisle bir araya gelerek, ondan işitmek suretiyle gerçekleşir).

14-15) Mütabi' ve Şahid

Mütabi': İ'tibar sonunda ferd olduğu sanılan hadisle aynı veya benzer lafızlarla başka ravi tarafından rivayet edildiği anlaşılan hadise denir.

(İ'tibar: Ferd olduğu zannedilen bir hadisin mutabi' olup olmadığını anlamak için tariklerini cami'lerden, müsnedlerden ve cüz'lerden aramaya denir).

Şahid: Hadisin ravisine, bir başka ravinin, aynı hadisi diğer bir sahabiden lafzan ve manen benzeyen- veya sadece mana i'tibariyle benzeyen- bir metinle rivayet ederek muvafakat ettiği (uygun düştüğü) hadistir.

16) Müdrec

Müdrec: Metninde veya senedinde kendine ait olmayan bir fazlalık görülen hadistir . Metindeki idrac çoğu zaman hadisin sonunda olur. Hadise kendi sözlerini katan bazı raviler, bunu hadisi izah ve tefsir etmek (açıklamak) için yaparlar. Bu kabil (tür) idrac bazen hadisin başında veya ortasında olur. Hadisin baş tarafında olan idrac, ortasında olan idrac'dan daha çoktur.
(İdrac: Ravinin rivayet ettiği hadisin metnine veya senedine aslından olmayan sözler sokmasına denir).

Müdrec olan kısım birkaç şekilde bilinir:
   1. O kısmın Hz.Peygamber (as)'e nisbet edilmesi muhal (imkansız) olur.
   2. Sahabinin müdrec cümleyi Hz.Peygamber (as)'den duymadığını açıkca söylemesidir.
   3. Bazı raviler müdrec olan sözü merfu' metinden ayırarak kimin söylediğini belirtir ve ilave edilen kısımla, edilmeyeni gösterir.

17) Müselsel Hadis

Müselsel Hadis: Müsned ve muttasıl olup, içinde tedlis bulunmayan ve rivayet şekli hakkında Rasulüllah (as)'a varıncaya kadar her ravinin bir önceki raviden naklettiği birbirinin aynı sözlerin ve hareketlerin senedinde tekrar edildiği hadistir.

(Tedlis: Bir ravinin muasırı olup görüşmediği veya görüştüğü halde hadis almadığı bir şeyhten işitmişcesine rivayette bulunmasına denir).

(Muasır: Aynı asırda, aynı devirde yaşayan kişi).

18) Musahhaf Hadis

Musahhaf Hadis: Muharref gibi isnad veya metninde bir kelimesinin değişmesiyle rivayet edilen hadise denir.

(Muharref: Genellikle ibareleri değiştirilerek rivayet edilmiş hadislere denir).
Yazılışı aynı olmakla beraber, noktaların değişmesiyle meydana gelen harf veya harflerin değişikliğine Musahhaf, şekil ile alakalı olan değişikliğe de Muharref adı verilir.
Musahhaf daha çok metinlerde, bazen de isnadlardaki isimlerde vuku bulur (olur).
 

ALTINCI FASIL MEVZU' HADİSLER VE UYDURMA SEBEBLERİ

     Sahih rivayeti, uydurmasından ayıracak maddelerin en meşhurları aşağıdaki beş maddedir.
Bir haberin uydurma olduğuna hükmetmek için, bunlardan birinin bulunması dahi kafidir (yeterlidir).
Birinci kaide: Hadis uyduran kimsenin, yaptığı işi bizzat i'tiraf etmesidir.
İkinci kaide: Rivayet edilen sözde bir gramer hatası veya bir mana bozukluğu bulunmasıdır.
Böyle bir kusurun, Arapların en fasihi olan Rasul-i Ekrem (as)'den sadır olması (meydana gelmesi) imkansızdır.

(Fasih: 1- Bir dilin kaidelerine ve inceliklerine uyarak konuşan; açık anlaşılır ve düzgün konuşan kişi.

2- Fesahata uygun söz).

(Fesahat: Sözün kelime, mana, ahenk ve sıralama yönlerinden kusursuz olması. Dilin doğru, düzgün, açık ve akıcı şekilde kullanılmasıdır).
   Esas rekaket, mana bozukluğudur. Buna lafız bozukluğu eklenmese bile sadece mana bozukluğu, o sözün uydurma olduğunu gösterir; zira İslam, baştan sona güzeldir; rekaket ise çirkin olan bir şeyde bulunur. Sadece lafız bozukluğu bunu göstermez; çünkü bir hadis, manen rivayet edilirken, lafızları fasih olmayan lafızlarla değiştirilerek rivayet edilmiş olabilir. Evet, eğer ravi o lafızların Hz.Peygamber (as)'in lafızları olduğunu söylerse yalancıdır.

(Rekaket: İfadenin zayıf olması hali, selametin zıddı).
   Üçüncü kaide: Rivayet edilen sözün tevili mümkün olmadan akla veya his ve müşahedeye aykırı düşmesidir.

(Tevil: Bir söz veya hareketi görünen manası dışında yorumlamaya denir).

(Müşahede: Rü'yet (basiret, isabetli düşünme hassası (hususiyeti)).
Dördüncü kaide: Hadis diye rivayet edilen sözün, basit bir iş yüzünden şiddetli cezalar veya büyük mükafatlar görüleceğini ifade etmesidir.
Hikayeci vaizler, halk tabakasının kalbini kazanmak için bu nevi sözler uydurmaya pek hevesli idiler.
Beşinci kaide: Hadis uyduran kimsenini yalancılıkla tanınan, dindarlıkla ilgisi bulunmayan ve şahsi arzularını tahakkuk ettirmek (gerçekleştirmek) hevesiyle hadisler ve senedler uydurmaktan korkmayan biri olmasıdır.

   Hadis uydurma hareketi, hi

<font color=RED>“Bilginin elde edilmesi... bizi iyiye ulaştıracaktır.”[/COLOR]

Back to Top
kral View Drop Down
Administrator
Administrator
Avatar

Joined: 08-03-2006
Status: Offline
Points: 1323
Post Options Post Options   Thanks (0) Thanks(0)   Quote kral Quote  Post ReplyReply Direct Link To This Post Posted: 01-03-2009 at 20:42

KÜLLİYATLAR

 

I-SÜNNİ  KÜLLİYAT

(Hicri 200-300 lü Yıllar)

                                    

         Konularına Göre:

 

                             Musannefler:

 

                                               ö.179  Malik ibnu Enes (Bak:Özgün Rivayet Kolleksiyonları)

                                               ö.211  Abdurrezzak ibnu Hemmam

 

                             Cami'ler:

 

                                               ö.256  el-Buhari

                                               ö.261  Müslim

                                               ö.279  et-Tirmizi

 

                             Sünenler:

 

                                               ö.275  Ebu Davud

                                               ö.303  en-Nesai

                                               ö.273  İbnu Mace ve es-Sünen'i

                                               ö.255  ed-Darimi

                                               ö.384  el-Beyhaki ve es-Sünenu'l-Kübra

                                               ö.385  ed-Darekutni ve es-Sünen

 

           Ravilerine Göre:

 

           Müsnedler:

 

                                               ö.204  et-Tayalisi

                                               ö.241  Ahmed ibnu Hanbel ve Müsned

                                               ö.292. Ebu Bekir el-Bezzar ve Müsned

                                               ö.306 Ebu Ya'la el-Musili ve Müsned

 

Mu’cemler:

 

ö.360              Taberani

ö.311              İbnu Huzeyme ve es-Sahih

ö.354              İbnu Hibban ve es-Sahih

ö.406              el-Hakim ve el-Meüstedrek

 

 

 

el-BUHARİ'DEN ÖNCE ÖLENLER

 

Ebu Davud Süleyman ibnu Davud ibnu Carut et-Tayalisi

ö.204

 

         Toplam 2767 hadis içermektedir.

 

Abdurrezzak ibnu Hemmam

Ebu Bekr , Abdurrezzak ibnu Hemmam ibnu Nafi es-San'ani.

Ö.211

 

         126 da Sana da doğdu. el-Musannef’i kalema aldı.

 

Ahmed ibnu Hanbel ibnu Hilal eş-Şeybani ve

Ebu Abdullah el-Mervezi el-Bağdadi

ö.241

 

         Şeyban Kabilesine mensup. 164 de (R.Evvel) Bağdat'da doğdu. 186 da Basra'ya geldi. Şam, Hicaz, dolaştı. Sonra Kufe, Vasıt, Mekke ye gitti .Mekke'de eş-Şafii'den ders aldı.. 198 de haccetti. Abdurrezzak es-San'ani'den ders almak için Yemen'e gitti. Sufyan ibnu Uyeyne'den ders dinledi. 204 de Bağdat'da ders okutmaya başladı. el-Buhari, Müslim, Ebu Davud, oğulları Abdullah ve Salih kendinden hadis naklettiler. Me'mun devrinde 18 ay hapis yattı. 150 görevli tarafından kırbaçlandı, bileği kırıldı. el-Mihne ile sınandı. ez-Zehebi "Siyeri A'lamü’n-Nübela'da O'nun hayatı hakkında 50 sayfa yazar.

         Ebu Zur'a:" ibnu Hanbel'in 12 deve yükü kitabı vardı. Onların hepsini kalbinde muhafaza ederdi ve bir milyon hadisi ezbere biliyordu."

           el-Müsned:

           el-Albani'nin Fihrist’ine göre 904 sahabeden nakledilen mükerrerleriyle beraber 40 bine yakın hadisi içerir.[1] Eseri 200-228 yılları arasında telif etti. Bunları 750.000 hadis içinden seçtiği ve 30 bin hadis içerdiği   ve içerisine kendisiyle ihticac edilen hadislerden başkasını koymadığı nakledilir.[2] İbnu'l-Cevzi el-Mevzuat'ında el-Müsned'den bir çok hadis almıştır.Kendisini bir çok alim bu hadislerden dolayı muaheze eder. Hafız İbnu'l-Hacer, içerisinde bütün hadisler hakkında müelliflerin sıhhat şartına uymadığı el-Muvatta ve Süneni-Erbaa gibi kitaplardan mevzu hadisleri ayıklayarak mükemmel bir şekilde tashihe tabii tuttuğu gibi aynı tarzda, bunun da tahkikini yaparak içerisindeki bütün hadislerden uydurma şüphesini uzaklaştırmaya çalışmıştır.

         O'nun el-Müsned’i başta bilinen on imamın Müsnedi olmak üzere, bununla beraber oğlu Abdullah'ın ve O'nun ravisi olan Ebu Bekr el-Katii'nin ziyadatları da dahil, 18 Müsned’i içerir.

         el-Müsned'de el-Buhari ve Müslim'in es-Sahih’leri üzerine zaid olan hadisler, Süneni-Ebu Davud ve et-Tirmizi'deki Zaid hadislerden daha zayıf değildir. Hafız Ebu'l-Fadl el-Iraki, [3] koca Kitab’ında sadece 9 hadisin mevzu olduğunu söyler. "el-Müsned'de zayıf hadislerin çokluğu bir gerçektir. Hatta onun içinde bir cüz halinde cemettiğim mevzu hadisler bile vardır."Ama talebesi İbnu Hacer O'nun görüşüne katılaz.         Hafız İbnu Hacer:"el-Müsned'de üç veya 4 hadisten başka aslı olmayan hiçbir hadis yoktur. Bunlardan birisi de, "O, cennet'e emekliye emekliye girecektir" şeklinde rivayet olunan Abdurrahman ibnu Avf hadisidir. Bu da, İbnu Hanbel'in katibine atmasını emredip de katibin sehven kaydetmiş olmasına hamletmek suretiyle mazur görülmüştür. (.....) O'nun el-Müsned'indeki, el-Buhari ve Müslim'in es-Sahih’leri üzerine zaid olan hadisler Süneni Ebu Davud ve Süneni et-Tirmizi'deki es-Sahiheyn üzerine zaid olan hadislerden daha zayıf değildir (....) eğer bir hadis Ahmed'in el-Müsned’inde bulunuyorsa, onu başka Müsnedlere isnad etmek gerekmez. "[4]

         İbnu’l-Cevzi'in uydurma dediklerini müdafaa eder. es-Suyuti bu hadisler üzerine ez-Zeylu'l-Muhammed ale'l-Kavli'l Müsedded'i yazdı.

         el-Heysemi. "Şüphesiz İbnu Hanbel'in el-Müsned'i, sahih olma yönünden diğerlerinden daha sahihtir. Hadislerin çokluğu ve siyakının güzelliği hususunda onun el-Müsned’ine hiçbir Müsned kitabı denk olamaz."[5]

         es-Suyuti:"Ahmed'in el-Müsned'indeki hadislerin tamamı makbuldür. Çünkü ondaki zayıf hadisler bazen hasen derecesine yaklaşmaktadır."[6]

         İbnu's-Salah O'nun Kitabını Sünenlerden üstün sayar.

         Şu hadis sahifeleri el-Müsned'de korunmuştur:

         -Hemmam ibnu Mühebbih

         -Abdullah ibnu Amr ibnu el-As

         -Semure ibnu Cündeb

         -Ebu Seleme

 

         Hafız Nasıruddin ibnu Züreyh el-Müsned'i bablara göre tasnif etti. Daha sonra Hafız Ebu Bekr ibnu el-Muhib bunu Esmau'l-Mukıllın adlı eserde alfabetik sıraya göre tertip etti. İbnu Hanbel'in oğlu Hafız Ebu Abdurrahman Abdullah el-Bağdadi (ö.290) O'nun el-Müsned’i üzerine yazılmış bir Zevaid'i vardır. Bu eser Hacim bakımından el-Müsned'in dörtte biri kadardır. Aynı şekilde Abdullah'ın, babasının Kitabu'z-Zühd adlı eseri üzerine tasnif ettiği bir Zevaid’i vardır. İmam Hafız Ebu Bekr Muhammed ibnu el-Hafız Ebu Muhammed Abdullah el-Makdisi el-Müsned'i alfabetik sıraya göre tertip etti.

         Şeyh Ahmed Şakir ve Şeyh Abdurrahman el-Benna el-Müsned’i fıkhi ve ilmi bablarına göre tertip ettiler.

 

ed-DARİMİ

Ebu Muhammed Abdulla ibnu Abdurrahman ibn el-Fadl ibnu Behram ibnu Abdussamed et-Temimi es-Semerkandi ed-Darimi

ö.255

 

         Temim kabilesinin büyük bir boyu olan Darim ibnu Malik'e nisbet edilmiştir.[7]

         181 de Semerkant'ta doğdu.[8]

         Hilm, Dirayet, Zeka, Hıfz, İbadet ve Zühd bakımından darbı meseldi. Mısır, Şam, Irak, Haremeyn' i ziyaret etti. Semerkand'da Hadis ve Asar ilmini ortaya koymuş ve uydurma hadislere karşı mücadele etmiştir .Semerkand'da kendisine yapılan Qadılık teklifini reddetti. Sultan çok ısrar etti.Tek bir hüküm verdikten sonra istifa etti.

         Şeyhleri:

         Ebu Müsehher,

Mervan ibnu Muhammed,

Abdulvehhab ibnu Said el-Muğni,

en-Nadr ibnu Şemil,

Yezid ibnu Harun,

Said ibnu Amir ed-Dabi,

Cafer ibnu Avn,

Zeyd ibnu Yahya ibnu Abid ed-Dımeşki,

Vehb ibnu Cerir,

Halid ibnu Mahled.

         O'ndan rivayet edenler:

         el-Buhari, el-Cami dışındaki eserlerinde, Müslim, Ebu Davud, et-Tirmizi, en-Nesai es-Sünen’lerinin dışında, Hasen ibnu Sabah el-Bezzar, Ebu Zür'a, Ebu Hatim, Baki ibnu Mahled, Ömer ibnu Muhammed el-Buceyri, Cafer ibnu Muhammed el-Furyabi, Abdullah ibnu Ahmed ibnu Hanbel, İsa ibnu Ömer ibnu el-Abbas es-Semerkandi vd.leri.

         Şehadetler:

         Muhammed ibnu Abdullah ibnu Bekir: "Abdullah, hafıza ve takva yönüyle bizden üstündü."

         Abdurrahman ibnu Ebu Hatim:" Babamı, -Abdullah ibnu Abdurrahman es-Semerkandi, zamanındaki insanların imamıdır" derken işitiim"

         Zahir el-Hatib es-Semerkandi:" Ben Ahmed ibnu Hanbel'in yanında idim, Bir ara Abdullah ibnu  Abdurrahman'ı anarak şöyle dedi: O tam bir seyyiddir. Sonra şöyle devam etti: Bana küfür teklif edildi, ben küfrü kabul etmedim. O'na ise dünya teklif edildi de o dünyayı kabul etmedi.

         Ahmed ibnu Hamid: "Reca'e ibnu Merci'yi "Ben Ahmed ibnu Hanbel'i, İshak'ı, İbnu'l-Medeni ve eş-Şaz Kuni'yi gördüm. Fakat Abdullah'dan daha hafızını görmedim, derken işittim."

         Ebu Said el-Ceriri Ömer ibnu'l-Hasen, beldeleri zikrederek: "Ben, Mısır ve Şam'da bulundum. İlim Ehli’nden hiçbir kimseyi görmedim ki, Reca'e ibnu el-Merci'yi ve Muhammed ibnu İsmail el-Buhari'yi tanımadıkları halde, Abdullah ibnu Abdurrahman'ı tanımasınlar" demiştir.

         Ebu Hamid ibnu'ş-Şarki: Horasan ancak beş tane hadis İmamı çıkarmıştır. Bunlar da: Muhammed ibnu Yahya, Muhammed ibnu İsmail el-Buhari, Abdullah ibnu Abdurrahman, Müslim ibnu Haccac ve İbrahim ibnu Ebu Talib'dir."

         Ebu  Muhammed Ca'fer b.Muhammed el-Ümmi:"Hafız Recea'yi: "Nebi nin hadislerini Abdullah ibnu Abdurrahman'dan daha iyi bilen hiçkimseyi bilmiyorum"derken işittim.

         Abdullah ibnu Ahmed b.Hanbel: "Babama: Ey babacığım, el-Huffaz ne demektir? diye sordum. Babam: Ey yavrucağım, onlar Horasan Ehli’nden yanımızda kalan gençlerdi. Fakat dağılıp gittiler, dedi. Ben, Onlar kimlerdi dedim."Şu Buhara’lı Muhammed ibnu İsmail, Ebu Zur'a'yı kasdederek şu Razi'li Abdullah ibnu Abdulkerim, Semerkand'lı Abdullah ibnu Abdurrahman ve şu Belh'li el-Hasen ibnu Şüca idi dedi. Ben:"Bunların en hafızı kimdi? dedim. Babam:"Ebu Zur'a en güzel ve en düzgün konuşanlarıydı. Muhammed ibnu İsmail'e gelince o hadisi en iyi bilenleriydi. Abdullah ibnu Abdurrahman'a gelince o hafızası en sağlam olanlarıydı. Hasan ibnu Suça'ya gelince o da babları en iyi cem ve tasnif edeniydi" dedi.

         Bündar:"Dünyadaki hafızlar dört kişidir. Onlar:Rey'de Ebu Zur'a, Nisabur'da Müslim ibnu'l-Haccac, Semerkand'da Abdullah ibnu Abdurrahman ve Buhara'da Muhammed ibnu İsmail'dir."

         Ebu Hatim er-Razi:" Irak’lıların en alimi el-Buhari, bugün Horasan’lıların en alimi Muhammed ibnu Yahya, en çok vera sahibi olanları Muhammed ibnu Selim ve en sika ve huccet olanları ise ed-Darimi'dir." dedi.

         en-Nevevi: "ed-Darimi zamanındaki Müslümanların Hafızlarından bir tanesiydi. Fazilet ve hafızasına çok az insan yetişebilirdi."

         İshak, şu 4 alimden şöyle duyduğunu aktarır:

         Muhammed ibnu Abdullah ibnu Müberredel-Mahremi: "Ey Horasan’lılar, Abdullah ibnu Abdurrahman aranızda olduğu müddetce başkasıyla meşgul olmayınız."

         Said el-Eşec: "Abdullah ibnu Abdurrahman bizim imanımızdır."

         Osman ibnu Ebi Şeybe:"Muhakkak ki Abdullah ibnu Abdurrahman, zeka, basiret, hafıza, nefsini muhafaza bakımından insanların tasvib ettiği bu vasıfların daha yükseğine sahiptir."

         Şüreyh ibnu Yusuf el-Bağdadi:"Ey Horasan’lılar, Abdullah ibnu Abdurrahman aranızda olduğu müddetce ne mutlu size"

         Ölümü:

         255 de Merv'de (8 Zilhicce ikindi vakti) vefat etti. İshak ibnu Ahmed şöyle anlatır: "Biz Muhammed ibnu İsmail el-Buhari'nin yanındaydık. O sırada kendisine, içerisinde Abdullah ibnu Abdurrahman'ın ölüm haberi yazılı bir mektup getirildi. Bunun üzerine el-Buhari başını önüne eğdi, gözyaşları iki yanağı üzerine dökülerek başını kaldırdı ve Allah'a istirca edip:"İnna lillah ve inna ileyhi raciun" dedikten sonra şu şiiri okudu:

         Şayet yaşamın devam ederse, bütün sevgililerin birer birer yok olmasına üzülürsün de

         Nefsinin yok oluşu daha acı olduğu halde buna hiç önem vermezsin."

         es-Sünen:

         el-Müsned diye meşhur oldu.Oysa sahabe isimlerine göre tertib edilmedi.

         es-Suyuti:" ed-Darimi'nin el-Müsned’i, Müsned değildir. Belki bablara göre tertip edilmiş bir kitaptır. Bazı muhaddisler ona es-Sahih adını vermişlerdir."[9] es-Sünen'de pek çok sülasiyyat[10] yer alır. İbnu's-Salah, Nevevi, İbnu Hacer el-Askalani 6.Kitab olarak onu daha layık görürler.

         Diğer eserleri:

         et-Tefsir

         el-Cami

                                                                   KÜTÜBÜ HAMSE

 

el-BUHARİ:

Ebu Abdullah Muhammed ibnu İsmail ibnu İbrahim ibnu el-Muğire el Cu'di el-Buhari el-Farisi

ö.256

 

         194 Buhara doğumlu. (13 Şevval cuma). Dedesinin babası el-Muğire Buhara Valisi el-Cufi Sa'd, el-Asire ibnu Mazhac vasıtasıyla Müslüman oldu.[11] Bir çok beldeye yaptığı er-Rıhle ile rivayet topladı. Mekke'de yazmaya başladığı Kitab’a 16 yıl Basra ve diğer beldelerde devam etti. Eser Buhara'da tamamlandı. Buhara yakınlarında Hartenk'te öldü (256 Ramazan Bayramı Gecesi).

        

Tahsil Hayatı:

         Bağdat'a vardığı zaman Muhaddisler O'nun geldiğini işitince toplandılar ve 100 hadis seçmeye karar verdiler. Bu amaçla, bir senedin metnini başka senedin içine ilave ederek böylece sened ve metinleri değiştirilmiş yüz tane hadis meydana getirdiler. Bunları her birine onar hadis olmak üzere on kişiye taksim ettiler. Ve onlara, el-Buhari'nin bulunduğu meclise geldiler. Artık halk toplanınca bu on kişiden her biri içeri girerek kendisine verilen hadislerden birini okudu ve O'na doğru olup olmadığını sordu. el-Buhari hepsine de bilmiyorum, diye cevap verdi. Sonra ilk adama dönerek: "Senin birinci hadisine gelince, onun doğrusu şu, ikincisininki şu" diyerek doğrularını aktardı.

         Horasan, Cebal, Irak, Hicaz, Şam ve Mısır'da bulunan Muhaddislerden hadis yazmıştır.10 yaşında iken hadis tahsiline başladı, 11 yaşında hadis otoritelerine karşı reddiyeler yazmaya başladı.

        

Hadis aldığı Raviler:

         Mekki ibbu İbrahim

         el-Belhi

         Abdan ibnu Osman el-Mervezi

         Ubeydullah ibnu Mus'a el-Absi

         Ebu Asım

         eş-Şeybani

         Muhammed ibnu Abdullah el-Ensari

         Muhammed ibnu Yusuf

         el-Firyabi

         Ebu Nuaym el-Fadl

         İbnu Dükeyn

         Ali ibnu el-Medeni

         Ahmed ibnu Hanbel

         Yahya ibnu Main

         İsmail ibnu Ebi Üveys el-Medeni

 

         el-Cami' el-Müsned es-Sahih el-Muhtasar min umuri Resulullahi ve sünenihi ve eyyamihi

         "el-Buhari'nin zihnine sahih hadisleri toplama arzusunu sokan ve bu hususta O'nun azmini takviye eden şey, hadis ve fıkıhta Mü'minlerin Emiri lakabına layık hocası İshak ibnu Raheveyh'tir. el-Buhari der ki: "İshak ibnu Raheveyh'in yanındaydık. Şöyle dedi :"Keşke sünneti ihtiva eden muhtasar bir kitap oluştursanız. " O'nun bu arzusu zihnimde yer etti ve "el-Cami es-Sahih"i telife başladım.

         Bu Kitabı 600  bin hadisin arasından seçtim."[12], [13]"Camiu’s-Sahih'i Mescidu'l-Haram'da tasnif ettim. Hiçbir hadisi iki rekat namaz kılmadıkca içerisine koymadım."[14] Mescidi Haram'da bablara ayırdığı, Ravzai-Mutahhara'da Nebi'nin kabri ile minberi arasında asıllarını ve müsveddelerini temize çektiğini kasdeterler. Sonra sahihleri toplar, Haremeyn'de ve seyahati esnasında uğradığı diğer beldelerde bunları uygun olan bab'larına yerleştirir.16 sene uğraştı.

         Müslim O'nu şöyle anar."Ey Üstadların üstadı, muhaddislerin efendisi ve hadis illetlerinin tabibi"

         Etkilendiği bir de rüyadan bahseder:"Rü'yam'da, elimde kendisiyle Rasulullah'ı serinletmeye çalıştığım bir yelpaze olduğu halde, kendimi Resulullah a. ın huzurunda duruyormuş gibi gördüm. Sonra bunu rüya tabir edenlere sordum, bana:" Sen Rasulullah'ın hadislerini mevzuu hadislerden muhafaza edeceksin" dediler. İşte bu iki şey beni,"Camiu’s-Sahih'i tasnif etmeye sevk etti."

         "Bu Kitap’ta sadece sahih hadislere yer verdim. Bıraktığım sahih hadisler daha çoktur."[15]  "Ezberimde 100 bin sahih, 200 bin gayri sahih hadis vardır."[16]

         el-Hatib el-Bağdadi: "el-Buhari bir gün şunu söyledi: "Nice hadisler vardır ki Basra'da duymuş , Şam'da yazmışımdır .Yine nice hadisler vardır ki Şam'da duymuş, Mısır'da yazmışımdır." O'na "Ey Eba Abdullah, tamamını mı? diye sorulunca sukut etti."[17]

         Muhammed ibnu Ezher es-Sicistani:" Süleyman ibnu Harb ile el-Buhari'nin de bulunduğu bir mecliste oturuyorduk. O, dinliyor fakat yazmıyordu. "Niçin yazmıyor?" diye sorulunca biri: "Buhara'ya döndüğünde ezberinden yazar." dedi.[18]       

         İbnu Hacer: "el-Buhari'nin ilginç taraflarından birisi de tek bir isnadla iki farklı lafız rivayet etmesidir. "  der. [19]

         Ebu İshak el-Mustemli(ö.374): "el-Buhari'nin kitabını, Muhammed ibnu Yusuf el-Firabri'nin yanında bulunan aslından kopye ettim , ancak nihai şeklini almamış yalnız bazı hadislerin temize çekilmiş olduğunu, bazı bablarda bir şey bulunmadığını, bazı hadislerinse bablarının belirlenmemiş olduğunu gördüm . Bunların bazılarını bazılarına ilave ettik." der.

         el-Firebri: "el-Buhari'nin Kitabını 90.000 kişi dinledi.Fakat benden başka O'ndan hadis rivayet eden kimse kalmadı."

         Ebu İshak'ın beyanını doğru bulan Ebu'l-Velid el-Baci şöyle der: "Sözün doğruluğu şunu göstermektedir: Ebu İshak, Ebu Muhammed, Ebu Heysem ve Ebu Zeyd nüshalarını aynı asıldan kopya ettikleri halde, rivayetlerinde takdim tehirden doğan ihtilaflar vardır. Bu da onlardan her birinin, herhangi bir yerdeki bir hamişi veya ekli bir kağıdın içeriğini kendi takdirlerine göre kitabın bir yerine yerleştirmiş olmalarından ileri geliyor. İki veya daha fazla bab'ın, aralarında hiçbir hadis olmadan birleştirilmiş olmaları da bunu açıklamaktadır.[20]

         İbnu Hacer :"el-Buhari nüshalarının hiçbirinde, Aşerei-Mübeşşere'den olan Abdurrahman ibnu Avf ve Said ibnu Zeyd'e ilgili bablarda tek bir hadis dahi bulamadım. Said ibnu Zeyd'in islam’a girişinin, siret bablarının başında zikredilmesi bunu değiştirmez. Kanaatimce bu, el-Buhari'nin Kitabını nakleden ravilerden kaynaklanan bir durumdur. Zira defalarca belirtildiği üzere, el-Buhari Kitabını müsvedde halinde bırakmıştır. Nüsha ravilerinin "Fazailu's-Sahabe" babında zikrettikleri Sahabe isimleri fazilet bakımından üstünlük, İslam' a girişte öncelik, yaşlılık gibi sahabenin tertibine riayet edilmesi gereken hususlara riayet edilmeksizin sıralanmıştır. Bu hususlardan birine dahi riayet edilmemesi, her sahabinin tercemei halinin başlı başına yazıldığına ve Kitabı nakleden ravilerin bu hususlardan bazılarını bazılarına uygun görmesine göre eklediklerine delalet etmektedir."[21]

         Kitabın orjinalliği ilk defa yalnızca sahihleri toplama iddiasıdır. Kitaba Sahabe kavilleri ve Tabiin fetvaları da alınmadı. Bu nedenle es-Sahih Kitabların ilki olarak bilinir.

         el-Buhari'nin Müslim'le ittifak ettiği 32 rivayet ile el-Buhari'nin yanlız kaldığı 78 rivayetin hafızlarca tenkid edildiğini söyler İbnu Hacer.

         el-Buhari'nin 430 ravisini Müslim kullanmamıştır. Bunlardan 80 i hakkında zayıflatıcı konuşmalar yapılmıştır. Birde mercuh ravileri vardir ki İbnu Hacer bunlar hakkında 65 sayfa tutan bir savunma yapar.

         Müslim'in ise el-Buhari'de bulunmayan 620 ravisi vardır. Bunlardar 160 hakkında zayıflatıcı konuşmalar yapılmıştır.

         İki es-Sahih’te yer alan 210 hadis tenkide maruz kaldı. Bunların 80 kadarı el-Buhari'nin gerisi de Müslim' indir. [22]

         Bu eleştirmenlerden biri ed-Darekutni'dir. Şöyle der İbnu Hacer: "Bunlar sıhhatları üzerinde tartışma olan hadisler olup Kitab'ın diğer bölümlerinde yer alan hadisler kadar kabul görmemiştir."[23](age).

         R. Rıda "İbnu Hacer'in bu hadisler hakkında söylediklerinde düşününce bunların daha çok senette müşkil olan hadisler hakkında olduklarını görürsünüz... Ama bizzat "Fethu'l-Bari" okunduğunda, Kitapda manalarında müşkillik bulunan veya diğer haberlerle çelişen bir çok hadisin bulunduğunu ve İbnu Hacer'in bazen hoşa gidecek bazen de gitmeyecek biçimde müşkilleri çözümlemek, çelişkili hadisleri cem edebilmek için uğraştığını göreceksiniz."[24]

         A. Emin: "el-Buhari'nin rivayette bulunduğu ravilerden bazıları sika değildir. Hadis hafızları Buhari'nin sened zincirlerinde yer alan yaklaşık 80 raviyi zayıf olmaları itibarıyla tenkid etmişlerdir. Aslında bu oldukca büyük bir sorundur. Zira ravilerin gizli hallerine muttali olmak imkansızdır. Evet açıktan bir hata yapanın hükmünü vermek kolaydır. Ama durumu mestur bir ravinin hükmünü nasıl belirleyeceğiz? Sonra cerh ve ta’dil imamlarının raviler hakkındaki kanaat ve yargıları büyük farklılık arzetmektedir. Bazılarının sika gördüğünü, diğerleri yalancı olarak görmektedir. Onları bu farklılaşmaya iten psikolojik amillerin sınırı yoktur. Bütün bunlar bir yana, bizzat Muhaddisler Cerh ve ta’dil kuralları üzerinde müttefik değildirler. Bazıları Bid'at Ehli kabul edilen Mu’tezili, Harici vd. ravilerin hadislerini almayı mutlak olarak reddederken, diğerleri söz konusu ravilerin bid'atleriyle ilgili olmayan hususlardaki hadislerini kabul etmektedirler. Üçüncü bir anlayışa göre ise, eğer bu kişiler bu bid'atlerine çağrıda bulunuyorlarsa rivayetleri kabul edilmez, eğer çağırmıyorlarsa kabul edilir.  Beri yandan muhaddislerin bir bölümü sert davranarak yöneticilerle ilişkisi olan ve kendilerini dünyaya kaptıran ravilerin rivayetlerini adalet ve zabtları ne olursa olsun kabul etmezken, bazıları bunda bir beis görmemektedir. Bazı muhaddisler çok aşırı giderek bir şakayı rivayet eden kişinin rivayetlerini kabul etmemişlerdir. Örneğin Basra'da bir takım başı boş kimselerin yola para koyup gizlendiklerini ve yoldan geçen birinin parayı almak için eğildiğinde bağırarak onu utandırdıkları ve güldüklerini rivayet eden bir kişinin yaptığı rivayetleri kabul etmemektedirler. İşte tamanını zikretmenin oldukca vakit alacağı bu sebeblerin tümü Muhaddislerin raviler hakkında çok farklı kanaatlere sahip olmalarına yol açmıştır. Tabiatıyla onların ravinin şahsiyeti üzerindeki ihtilafları, o ravinin rivayetinin sıhhatini ve kabulu hususunda da ihtilafa düşmelerine yol açmıştır. Bunu belki en güzel açıklayan misal şudur: "Dünyayı hadis ve tefsirle dolduran İkrime hakkında büyük ihtilaflar oldu. Bazıları Harici olduğunu söyleyerek onu yalancılıkla itham etti ve yalancılığı hakkında bir çok haberler rivayet etti. Said ibnu el-Müseyyeb şöyle der azadlısı Burd'a :"Sakın İkrime'nin,  İbnu Abbas'a söylediği gibi sen de benim hakkımda yalan söyleme. Said O'nun birçok hadisini yalan olarak niteledi. el-Kasimii der ki: "İkrime sabah söylediği bir hadise akşam muhalefet eden bir yalancıdır. "Bazıları ise onu sika ve adil görür. et-Taberi O'na tam manasıyla güvenmiş tefsir ve tarihinde O'nun ve söz ve rivayetleriyle doldurmuştur. Ahmed ibnu Hanbel, İshak ibnu Raheveyh, Yahya ibnu Main O’nu sika gördüler. el-Buhari'de O'nu sika gördü. Müslim ise O’ndan sadece Hac ile ilgili bir hadis aldı ama bu hadisin Said ibnu Cubeyr hadisi ile takviyesi de vardır."[25]

         ez-Zehebi şöyle yazar:" Ebu Amr Hamdan der ki: İbnu Ukbe'ye el-Buhari ve Müslim'in hangisinin daha iyi hafız olduğunu sordum. Dedi ki: "İkisi de alimdi... el-Buhari, Şam’lılar hususunda hata edebilir, çünkü o, onların kitaplarını aldı ve inceledi. Muhtemelen ravileri ,bir yerde künyesiyle, başka bir yerde ismiyle zikderip farklı kişiler olduğunu zannedebilir. Müslim'e gelince, O, sened illetlerinde pek az hata yapar. Çünkü O Sahabe kavillerini ve mürselleri değil, yalnızca senedi muttasıl/müsned olanları yazdı."[26]

         Hakim Ebu Abdullah şöyle diyor: "el-Buhari 250 de Nişabur'a geldi. Halk hadis dinlemek için akın akın yanına geliyordu. Bir gün adamın biri kendisine Qur'an'ın lafız olup olmadığını sordu. el-Buhari şu cevabı verdi: "Fiillerimiz mahluktur. Lafızlarımız da fiillerimizin bir parçasıdır." O'nun bu sözü büyük ihtilafa yol açtı. Çok geçmeden Muhammed ibnu Yahya halkı O'nun aleyhinde kışkırtarak: "Bunu kim söylerse o bidatcıdır. Onun ne meclisinde oturulur, ne de kendisiyle konuşulur." dedi Halk, el-Buhari'nin meclisine gidenleri bid'atcılıkla itham eder olmuştu. Aynı görüşte olan pez kişi gelip gidiyordu. Müslim ibnu Haccac ve Ahmed ibnu Seleme idi bunlar. Bir defasında İbnu Yahya, Müslim'e hitap ederek: "Dikkat edin. Qur'an’ın yaratılmış olduğunu söyleyen, meclisimize oturmasın." dedi. Bunun üzerine Müslim ridasını sarığının üzerine kaldırdı ve ayağa kalkarak ondan yazdığı şeyi kendisine gönderdi. el-Buhari, hayatının tehlikeye düşmesinden endişelenerek Nisabur'dan ayrıldı."[27]           

         Müslim'de"lafız yaratıldı" mezhebindendir.

         el-Buhari'nin kitabını rivayet eden ravilerin kitabındaki hadis sayıları farklıdır. el-Iraki'nin ifadesine göre el-Firabri'nin nüshasında İbrahim ibnu Ma'kel'in nüshasından 200 hadis fazladır. en-Nesei'nin nüshası da Hammad ibnu Şakir'in nüshasından 100 hadis fazladır.[28]

         İbnu Hacer'e göre tekrarsız mevsul hadisler 2602,  merfu muallak hadisler 159 tanedir. Toplam 2761 eder. Aynı kişi bir başka sayfada ise toplam sayıyı 2761 olarak verir.[29]

         İbnu el-Cevzi  Sahiheyn'de yer alan ama amel etmediği hadisleri sıralar.[30]

         el-Ayni der ki: "el-Buhari'nin eserinde yer alan bir grup raviyi önceki ulema cerhetmiştir."

         ibnu es-Salah der ki: "el-Buhari'nin nakilde bulunduğu bazı raviler öncekiler tarafından cerhedilmiştir .İkrime, İsmail ibnu Ebi Uveys, Asım ibnu Ali, Amr ibnu Merzuk vd. bunlara örnektir.[31]

         el-Buhari , Ehli-Beyt' imamlarından hadis naklinden sakınmıştır. Bunu, Abdulhüseyn Şerefuddin şöyle belirtir: "Bundan daha da acısı, el-Buhari aşağıda ismi geçen ve bazılarıyla aynı çağda yaşamış olduğu Ehli Beyt mensuplarından tek bir hadis dahi rivayet etmemiştir:

         el-Kazım

         er-Rıza

         el-Cevad

         el-Hadi

         ez-Zeki

         el-Askeri

         Hasan ibnu Hasan

         Zeyd ibnu Ali ibnu el-Hüseyn

         Yahya ibnu Zeyd 

         Muhammed ibnu Abdullah en-Nefsun Zekiyye

         İbrahim ibnu Abdullah 

         Hüseyen ibnu Ali ibnu Hasan ibnu Hasan

         Yahya ibnu Abdullah ibnu Hasan

         İdris ibnu Abdullah ibnu Hasan

         Muhammed ibnu Cafer es-Sadık

         Muhammed ibnu İbrahim ibnu İsmail ibnu İbrahim ibnu Hasan ibnu Hasan

         Kasım ibnu Ali ibnu Ömer el-Eşref  ibnu  Zeynel Abidin

         Abdullah ibnu Hasan 

         Ali ibnu Cafer el-Arizi 

         Hasan el-Mücteba

         Ama o Ali'yi öldüren ibnu Mülcem için şiir yazan Ömer ibnu Hattan'dan hadis nakletti.

 

         Sırf Arş sahisi'nın rızasına erişmek için darbeyi indiren muttaki

         Allah katında en ağır tartılan biri olarak bir gün O'nu zikredrim."[32]

 

         Kitap yazarları sıhhat şartlarını kendileri sıralamamışlardır, onların kitaplarını tetkik edenler uyguladıkları metodları anlamaya çalışmışlardır.

         el-Hazimi:" el-Buhari'nin şartlarından biri de, hadisin Rasul a. ulaşıncaya kadar, her defasında iki adil raviden naklolunması gerektiği sözünün geçersizliği: Bu,  Sahih kitabını çok iyi incelememiş birinin varacağı hükümdür. Eğer Kitabı tam manasıyla tetkik etseydi bu iddiasını çürüten çok sayıda hadis bulacaktı. el-Hakim'in buna benzer bir qavline gelince bu her açıdan gayri sahih bir qavildir. Eğer meseleye bir de ters tarafından bakıpda hüküm verseydi daha oturaklı bir yargıya sahip olurdu. Benim kanaatimi el-Hakim'den daha güçlü bir muhaddis olan Ebu Hatim ibnu Hıbban el-Busti de paylaşmış ve şöyle demiştir: "Haberlere gelince hepsi de Ahad haberlerdir. Zira Rasul a.dan, O'na varıncaya kadar her defasında iki adil ravi tarafından naklolunan tek bir hadis dahi yoktur. Bu mümkün değildir. Bu durumda haberlerin tamamının ahad oldukları subut bulmaktadır. İki adil ravi tarafından rivayeti şart koşanlar bununla hadislerin ancak ahad kaynaklı rivayet edildiğini söyleyerek onları terketmeyi amaçlayanlardır." Haberlerin çıkış ve geliş yollarını tetkik edenler İbnu Hıbban'ın sözünün gerçeğe daha yakın olduğunu göreceklerdir.[33].

         Müslim'in Cihad Kitabında naklettiği Beni Kurayza hadisinde hadisesinde bahsedilen namaz öğle namazıdır. Oysa aynı hadis el-Buhari'nin tüm nüshalarında ikindi namazı olarak geçer. "Hiç kimse Benu Kurayza'ya varmadan ikindi namazını kılmasın." Bilindiği üzere el-Buhari mana ile rivayette beis görmemektedir.

 

         Senedin Bitişmesi:

         Ravilerin ashabları değişik tabakalara ayrılır. ez-Zühri üzerinde örneklersek:

         1.Tabaka:      Malik, Süfyan ibnu Uyeyne

         2.Tabaka:      el-Evzai, el-Leys, İbnu Sa'd (Müslim bunlardan da hadis alır.)

         3.Tabaka:      Ca'fer ibnu Bürkan, Zem'a ibnu Salih

 

         R. Rıda : Sahihi-Buhari'de yer alan hadislerin bütün itibarıyla mevcud hadis kitaplarının hepsinden daha sıhhatli olduğu kuşkusuzdur.  Bu sıhhat sıralamasında el-Buhari'nin ardından Müslim gelir. Şurası var ki, diğer hadis derlemelerinde bu  ikisinin bazı hadislerinden çok daha sıhhatli hadislerin bulunduğu da kuşkusuzdur. el-Buhari ve diğerlerinin dönemlerinde rivayet edilen yüzbinlerce hadisi terketmeleri de bunu teyid eder.  Onlar bu kadar hadisi yalnızca sahih hadisleri kabul ettikleri için terketmişlerdir:  Mana yoluyla rivayet edilen bazı el-Buhari hadislerinin uydurma ulabileceği iddiasına gelince, böyle bir iddia doğru olmayıp, ispatlanması gerçekten zordur. Ama el-Buhari metinlerindeki bazı hadisler, uydurma alamati sayılan bazı unsurlardan hali olmayabilir. Örneğin el-Cassas ve Abduh gibilerin, "Zalimler: " Siz ancak büyülenmiş bir adama uyuyorsunuz" dedi ayetine dayanarak inkar ettikleri "Rasul a.in büyülenmesine dair (el-Buhari/Tıbb, İbnu Hanbel el-Müsned) hadis bu türdendir..  Bunun yanısıra el-Buhari'de Din'in usul ve furuundan olmayan adet ve insan hallerine taalluk eden bir çok hadis vardır. İşte tüm bunları düşünürseniz Müslüman’ın el-Buhari'de rivayet edilen her hadise inanmasının, dini rükünlerden biri olmadığı, hatta kimse tarafından ne kişinin İslam’ının sıhhatlı olması ne de tafsilata taalluk eden meselelerde bilgi sahibi olmak için el-Buhari'yi incelemesi ve icerdiği hadisleri inkar etmesi şart koşulmuştur. Ancak, herhangi bir Müslüman’ın, bu hadislerden birini inkar edebilmesi için, hadisin sened veya metnin sahih olmadığına dair delil getirmesi gerekir. el-Buhari hadislerinden bazılarının sıhhatini inkar eden alimler , bunu ancak delillere dayanarak yapmışlardır. Bu delillerden bazıları doğru, bazıları ise isabetsiz olabileceği gibi, hiç kimse bu alimleri İslam dinini yaralamakla itham etmez...

         Allah, el-Buhari'deki bazı hadisleri sahih kabul etmeyen veya bazılarının dini usule aykırı düştüğüne inanan da dahil, herhangi bir Müslüman’ın el-Buhari'yi okuyup içindekilere inanmasını farz kılmamıştır.

         Milyonlarca Hanefi, rukua giderken ve gelirken ellerin kaldırılmasını şer'an mekruh kabul etmektedirler. Halbuki el-Buhari bunu gerek es-Sahih'inde gerekse diğer kitaplarında onlarca sahabiden müteaddid isnadlarla rivayet etmiştir. Peki buna uymayan Hanefilerin suçu ne? Onların hiçbir suç ve günahı yok, çünkü imamları, el-Buhari'nin bu hadisle ilgili isnadlarına muttali olmadığı için bu hadis, O'nun nezdinde sıhhat bulmamıştır. Daha sonraki ulema, isnadlara baktıklarında hadisin sıhhatine kanaat getirmektedirler. el-Buhari'nin neredeyse meçhul olan ve ismi Abd ibnu Huneyn İslam'da köksüzlüğa delalet eden bir raviden rivayet ettiği hadisin sıhhatinden, delillere dayanarak kuşku duyan, ilim, amel ve islamın müdafaası açılarından eşsiz bir müslüman nasıl tekfir edilebilir? Sözkonusu ravinin rivayet ettiği hadisin metni , ne islam'ın akaidi,ne ibadetleri ve ne de müslümanların uymaları gereken bir esasla alakası yoktur. Kaldı ki mezheb mukallidi el-Buhari ve Müslim'de sahih olarak yer alan şeriatle ilgili hadisleri sırf İmamlarının içtihadi gerekcelerinden veya salt taklid ruhundan hareketle almamaktadır. İbnu Çevzi İ’lamu’l-Muvaqqın'de bunu yaklaşık 100 delille ispatlamıştır.  Muhammed Tevfiki (sinek hadisi) yüzünden tekfir edenler de işte bu Mukallidler guruhudur. .Ama her halukarda el-Buhari'nin eserinin Allah'ın Kitabından sonra en sahih kitap olduğunu ifade etmemiz gerekir. Ama ne el-Buhari ne de isnadlarında yer alan raviler hatadan korunmuş masumlardır. Yine el-Buhari'nin herhangi bir rivayetinden delile dayanarak kuşku duyan biri kafir değildir. Ama geçmişlerin kavillerini taklid etmekten başka birşey bilmeyenlerin insanları tekfir etmeleri o kadar kolay ki?" [34]

 

MÜSLİM

Ebu'l-Hüseyn, Müslim ibnu el-Haccac ibnu Müslim el-Kuşeyri en-Nisaburi.[35]

ö.268

 

         204/6 de Nisabur'da doğdu. Aynı Kent’te vefat etti (261 Receb Pazar). Sahih hadisleri toplamaya çalıştı. Irak, Hicaz, Şam ve Mısır'a seyahatlarda bulundu. Bağdat'a son ziyareti 259 da oldu. el-Buhari'nin Nisabur'a son gelişinde Müslim O'na mülazemet etti ve sürekli muhalefette bulundu. Hadisi farklı tarikleriyle tek bir yerde zikrettiği ve burada hadisin muhtelif isnad ve lafız farklılıklarına değindiği için Kitabından yararlanılması kolaylaşmıştır.  el-Buhari'nin aksine mana ile rivayet etmemiş, hadislere sahabe ve sonrakilerin kavillerini karıştırmamıştır.

        

Hakkında Söylenenler:

         Ahmed ibnu Seleme şöyle der:"Ebu Zur'a ve Ebu Hatim'in sahih hadisleri öğrenme konusunda çağının insanlarına Müslim ibnu el-Haccac'ı takdim ettiklerini gördüm."

         el-Hasen ibnu Muhammed el-Masir:"Babamı şöyle derken işittim. Müslim'in şöyle dediğini işittim: el-Müsnedü's-Sahih'i 300.000 hadis içerisinden seçerek tasnif ettim."

         Muhammed İbnu İshak ibnu Mende:"Ebu Ali ibnu Ali en-Nisaburi'yi şöyle derken işittim: "Gök yüzünün altında Hadis sahasında Müslim ibnu el-Haccac'ın Kitabından daha sahihi yoktur."

         Ebu Amr Muhammed ibnu Hemedan el-Hayri:" Ebu'l-Abbas ibnu Ukde'ye Muhammed ibn İsmail el-Buhari ile Müslim ibn el-Haccac'ın hangisi daha alimdir? diye sordum."İkisini bir tuttu. Israr edince:"Ey Ebu Amr, el-Buhari bazan Şam’lılar hususunda hataya düşmüştür."Bu da el-Buhari'nin onların Kitaplarını alıp incelemesi sebebiyle olmuştur. Zira onlardan birisi çoğu zaman künyesini zikreder ve başka bir yerde hemen ismini söyler. Bunları gören iki ayrı isim olduğunu zanneder. Müslim'e gelince O, bu hataya fazla düşmemiştir. Zira o Mürsel ve Munkati hadisleri yazardı."

         Muhammed ibnu Ya'kub el-Ehram:"Bazan el-Buhari de Müslim'de hadis olduğu sabit olan şeyleri gözden kaçırmışlardır."

         el-Hatib Ebu Bekr el-Bağdadi:" Müslim tamamen el-Buhari'nin Metodunu takip etmiş ve O'nun ilmini müteala etmiş ve O'nun yaptığının aynısını yapmıştır."

         ed-Darakutni: "Şayet el-Buhari olmasaydı Müslim ne bir adım ileri gider ne de bir adım geriye gelirdi."

 

         Hadis Aldığı Raviler:

         Yahya ibnu Yahya en-Nisaburi,

         Kuteybe ibnu Said

         İshak ibnu Raheveyh

         Ali ibnu el-Ca'd

         Ahmed ibnu Hanbel

         Ubeydullah el-Gavariri

         Şureyh ibnu Yunus Abdullah ibnu Meslemeti'l-Ga'nebi

         Harmele ibnu Yahya

         Halef ibnu Hişam

         Kendisinden İbrahim ibnu Muhammed ibnu Sufyan nakillerde bulundu.

         el-Camiu’s-Sahih:

         Müslim:" Mutlaka bir hüccede dayanmaksızın bu Kitaba ne bir hadis yazdım ne de bir hadisi çıkardım."

         Nisabur Hafızı Mekki ibnu Abdan:"Müslim :"Bu Kitabımı Ebu Zur'a er-Razi'ye (ö.264) arzeddim. Dolayısıyla onun illetli dediği her hadisi terk, sahih ve illetten uzak dediği her hadisi rivayet ettim, derken işittim.

         İbnu Hacer şöyle der: "Müslim, eserini Nisabur'da hocalarının gözetiminde tasnif etti. O lafızlara pek titizlik gösterir, en güzel siyakı arar , el-Buhari gibi bablar bulmak için fıkhi hükümler istinbat etmezdi . Bu son husustan dolayı O'nun Kitabında tek bir hadis farklı bablar altında tüm rivayet tariklerini bir yerde vermiş ve mevkuf haberleri almaksızın sadece hadislere yer vermiştir.

         Ahmed İbnu Seleme:"Sahihi Müslim'in te’lifini 12.000 hadis halinde tamamlamak için Müslim'le beraber 15 sene çalıştık."

         Topladığı  300 bin hadisten 4.000 i Kitap’ta rivayet etti. Şöyle der: "Nezdimde sahih olan her hadisi bu Kitaba almadım." Acaba bu aldıkları ittifak edilenler mi? en-Nevevi böyle düşünür.[36]

         Ama O'nun aldıkları hadislere itiraz edenlerin varlığı biliniyor. Örneğin  İbnu Teymiyye'nin gösterdiği  Ebu'z-Zübeyr'in naklettiği "Allah toprağı cumartesi yarattı..."hadisi gibi. Bu sözün Kab'ul-Ahbar'a aid olduğu söylenir.

         Ebu Sufyan'ın, İslam'a girdiğinde Allah Rasülü'ne: "Seni kızım Ümmi Habibe ile evlendirmek istiyorum" dediği nakledilir. Oysa Rasul a. Ebu Sufyan'dan birkaç sene önce evlendiği biliniyor. [37]

         "Ebu Süfyan İslam’a girince Allah Elçisi'ne şöyle dedi: "Ey Allah'ın Elçisi, Bana üç şey bahşet. Kızım Ümmü Habibe ile evlen ,oğlum Muaviye'yi katip yap, kafirlerle savaşmam için beni imaret ver." Rasul'un bu istekleri yerine getirdiği nakledilir. Rasul a. Ümmü Habibe ile Habeş’te iken evlendi, mihrini en-Necaşi verdi. Emir oldu mu? Yalnız  Zübeyr ibnu Bekkar'dan gelen zayıf bir kavilde bu doğrulanır.

         Kusuf salatını 13 rekat kıldığını nakleder. (Kitabu Kusuf). Oysa O'nun bu namazı bir defa ve iki rekat kıldığı biliniyor.[38]

 

         Müslim'in 132 hadisi ve 110 ravisi tenkide uğramıştır.12 Muallak hadis yer alır.

         Ebu Zur'a er-Razi bu Kitabın yazılmasını kınıyordu. Kendisine getirilen Kitabı karıştırdı. Esbat ibnu Nasr'dan bir hadis gördü. Sonra  Kutn ibnu Nesr'i gördü."Bu, ilkinden de sağlam!" dedi. "Kutn, Sabit'ten gelen hadisleri Enes'den gösteren biridir."Sonra yine Kitabı karıştırdı ve şöyle dedi: "es-Sahih Kitabında Ahmed ibnu İsa el-Mısri'den nasıl rivayet edebilir?" Ve şunları ekledi: "Böylelerinden rivayette bulunuyor da Muhammed ibnu Aclan gibilerinden rivayette bulunmuyor. Bu tutumuyla da bid'at ehlinin ondaki rivayetlerle kendilerini savunmalarına sebep oluyor. Onlar, aleyhlerinde bir hadis kullanılınca bu hadis Müslim'in Sahih'inde yok diyerek kendilerini kurtarmaktadırlar."

         Müslim, Ebu Zübeyr Muhammed ibnu Müslim el-Mekki-Cabir tarikiyle an'ane tarzında bir çok hadis rivayet etti. Ebu Zubeyr'in Cabir'in hadislerinde tedlis yaptığı söylenmiştir. O, Cabir ve İbnu  Ömer' den Veda Haccı’yla ilgili bir hadisi iki farklı rivayetle nakletmiştir. İbnu Hazm," bunların birinin yalan olduğu kesin" der.

         Rey şehrine  gittiğinde Ebu Abdullah Muhammed ibnu Müslim ibnu Varih yanına uğradı. O kendisine sert muamelede bulunarak Kitabı yüzünden eleştirdi ve yaklaşarak Ebu Zur'a'nın söylediklerini tekrarladı. Müslim özürle şöyle dedi: "Bu Kitabı ortaya koyduğumda, onda sahih hadislerin yeraldığnı söyledim. Fakat bu Kitaba almadığım hadislerin hepsinin zayıf olduğunu söylemedim. Bunu te’lif sebebim , yanımda ve yazmak isteyenler için sahih hadisleri cem'eden, sıhhatinden kuşku duyulmayan bir eser oluşturmaktı. Hiçbir zaman bu Kitabın dışında kalan hadislerin tümünün zayıf olduğunu söylemedim,"[39] Müslim,el-Buhari'nin şüphelenerek terkettiği pek çok kişiden hadis rivayet etti. [40]

         el-Buhari ve Müslim'in ortak şartı, hadisi sika ravilerden meşhur bir sahabeden rivayet etmektir diyen el-Makdisi'nin tesbitine katılmaz el-Iraki :"O'nun bu söylediği yerinde değildir. Zira en-Nesai bu ikisinin rivayette bulunduğu bir ravi topluluğunu zayıf kabul etmiştir."

         el-Mukbili: "Sahiheyn'in ravilerinde imamların cerhettiği birçok ravi vardır. Bazıları bu raviler hakkında oldukca sert sözler sarfetmişlerdir. Tabii ki, o ikisini bağlayan kendi içtihadlarıydı."

         Ahmed Muhammed Şakir:"Sahiheyn'de, tedlis yapan bazı ravilere ait birçok hadis yeralmıştır."[41]

         Kemaluttin İbnu Humam: "Müslim, cerh darbelerinden kurtulamamış birçok raviden rivayette bulunmuştur. Yine el-Buhari'de haklarında ileri geri konuşulmuş bir çok ravi vardır. Rivayet hususunda, gerek bu gibi raviler, gerekse sahihlik şartları üzerinde söz ulemanın ictihadına kalmıştır. Hatta bazılarının itibar ettiği bir şart diğer bazılarınca ilga edilmiştir. Dolayısıyla birinci gurubun rivayet ettiği bir hadise ikinci guruptakiler bu şartın asılsız olduğunu söyleyerek muhalefet etmişlerdir. Yine bazıları bir raviyi sika görürken diğer bazıları onu zayıf görmüştür.[42]

         İbnu Hümam: "Hadislerin en sahihi Sahihayn'de bulunanlar, yalnız el-Buhari'de bulunanlar, yalnız Müslim'de bulunanlar, sonra o ikisinin şartlarına uygun olup onlarda yer almayanlar, onlardan birinin şartına uyduğu halde bulunmaylanlar diye bir sahihlik sıralaması yapan kişinin bu sözü taklidi caiz olmayan bir haksızlıktır. Zira sahihlik, onların ravilerde aradıkları şartların bulunmasına göre belirlenen bir durumdur. Bu şartları haiz olduğu halde bu iki Kitapta yer almadığı için herhangi bir hadisi sahihlik sıralamasında üçüncü veya dördüncü sıraya sokmak haksızlık değil midir?" [43]

         el-Kasımi: "Sahih sahibleri Rey Ehli'nden rivayetten kaçınmışlardır. Ebu Yusuf, Muhammed ibnu Hasen eş-Şeybani gibi imamlar Hadis Ehli'nin nazarında hadiste mütesakil ve Leyyinu’l-Hadis kişilerdir. Halbuki onlardan ulaşan haberler, ilimlerinin ne derece geniş ve derin olduğunu hatta bir çok hadis hafızından ileri bulunduklarına delalet etmektedir."[44]

         en-Nevevi: "Ulemadan bir topluluk, el-Buhari ve Müslim'in kendi şartlarını ihlal ederek bazı hadisler rivayet ettiklerini ve bu hadislerin düşük derecede olduğunu tesbit etmişlerdir. ed-Darekutni bunu açıklamak için "el-İstidrakat ve't-Tetebbu "adlı bir eser telif etmiş ve eserinde Sahiheyn'de yer alan bu türden 200 hadise değinmiştir. el-Etraf Kitabının sahibi Ebu Mes'ud ed-Dımeşki'nin de bu hususta tesbitleri vardır. Yine Ebu Ali el-Gassani:"Takyid el-Mühel adlı eserinde bu tip istidraklarda bulunmuştur" en-Nevevi, Müslim şerhinde der ki: "Bazıları  Müslim ravileri köprüyü geçer"diyor. Bu destekli bir öğünme değildir."

         Reşid el-Attar, Müslim'de yer alan Tabiun'a ait mevkuf (maktu) hadisleri içeren el-Fevaidul-Mecmua fi Şeni ma Vakaa fi Müslim mine’l-Ahadis el-Maktu adlı bir eser telif etti. Şöyle der: "Bazılarının söylediği "Şeyhayn'ın ravileri köprüyü geçen sözü desteksiz bir övgüdür. Müslim, kitabında Leys ibnu Ebi Suleym gibi zayıf ravilerden rivayette bulunmuştur. " Enne" ve "an" sigaları Hadis Ehli nezninde hadiste ınkıta yani bir tür tedlisi gerektirir. el-Buhari ve Müslim'de bu tür rivayetler oldukca fazladır. Bu Kitapları körü körüne överler ,bunu şöyle açıklarlar: "Sahiheyn dışında yer aldığında, bu tür rivayetler munkati kabul edilir. Ama Sahiheyn'de yer aldıysa muttasıl kabul edilir!. Müslim, Ebu'z-Zubeyr kanalıyla Cabir'den an'ane tarzında bir çok hadis rivayet etti. Hadis imamları derler ki:"Ebu'z-Zubeyr, Muhammed ibnu Müslim el-Mekki, Cabir'in hadislerinde tedliste bulunmuştur. O'ndan an'ane tarzında yapılan rivayetler makbul değildir."

         Yine Müslim, Cabir ve İbnu Ömer'den Veda Haccı´yla ilgili şu rivayette bulunmuştur: "Rasul Kurban günü Mekke'ye yöneldi ve o günün tavafını yaptı. Sonra öğle namazını Mekke'de kıldı sonra da Mina'ya döndü." Yine Müslim başka bir rivayette aynı hadis şöyledir: "Kurban günün tavafını yaptıktan sonra döndü ve öğlen namazını Mina'da kıldı."Müslim'i körü körüne savunanlar bunu, ikinci rivayeti ancak bunun da caiz olduğunu açıklamak için yapmıştır sözünü övünçle söyleyerek ve benzeri te'viller yaparak geçiştirmek istemişlerdir. Halbuki ibnu Hazm ikisinden birinin yalan olduğunun kesin olduğunu söyler. [45]

         Müslim'in naklettiği İsra hadisinde "kendisine vahyolunmadan önce" ibaresi vardır ki bir çok hadis hafızı bu ibareyi tenkid ederek zayıf olarak nitelemişlerdir.[46]

         el-Maktisi yazdığı Garaibu's-Sahiheyn adlı eserinde iki kitabta yer alan 200 kusur garip hadisi ele alır.

         İbnu Emir el-Hac:" el-Buhari ve Müslim'in en Sahih kitaplar oluşu ancak kendilerinden sonra gelenler için geçerli bir durumdur. Onlardan önce yaşamış müctehidler için bu söz konusu değildir. Bu gerçek bunların şöhret kazanmasıyla unutulabilir, karıştırılabilir."

 

EBU DAVUD

Süleyman ibnu el-Eş'as ibnu İshak ibnu Beşir, İbnu Şeddad, ibnu Amr, ibnu İmran el-Ezdi es-Sicistani[47]

ö.275

 

         202 de Sicistan'da doğdu. Bağdat'a gitti. Irak’lılardan, Horasan’lılardan,Şam’lılardan, Mısır ve Cezire’lilerden hadis yazdı. 271 de son kez Bağdad'tan çıktı. Bağdad'da 20 yıl, 20 yıl Tarsus'da kaldı. Sünen’i Tarsus'da yazdı.[48] Basra'da 15 Şevval cuma günü vefat etti.

         Müslim ibnu İbrahim, Süleyman ibnu Harb, Osman ibn Ebi Şeybe, Ebu'l-Velid et-Tayalisi, Abdullah ibnu Selemetü'l-Ga'beni, Müsedded ibnu Meserhed, Yahya ibnu Main, Ahmed ibnu Hanbel, Kuteybe ibnu Said, Ahmed ibnu Yunus vd şeyhlerden hadis tahsil etti.

         Kendisinden, oğlu Abdullah, et-Tirmizi , Ebu Abdurrahman en-Nesai , Ahmed ibnu Muhammed el-Hallal ve Ebu Ali Muhammed ibnu Amr el-Lü'lüi kendisinden hadis rivayet etti. Bu sonuncusu vasıtasıyla O’nun Sünen’ini bize kadar ulaştı.

         es-Sünen

         Bağdat'a gelerek Kitabını orada rivayet etmeye başladı. Ahmed ibnu Hanbel'e Kitabı arzettiğinde O'nun tarafından iyi karşılandı.

         Ahmed ibnu Hanbel ibnu Yasin el-Herevi:"Rasulullah'ın hadislerinin ilmine, illetlerine ve senedine vakıf olan hafızlardan biridir. O, mahir hadis üsdatları arasında, zühdün, iffetin, iyilik ve takvanın en yüksek derecesine ulaşmıştır."

         el-Hattabi: "Hadis dalında Ebu Davud'un Kitabı gibisi tasnif edilmemiştir. Mezhepleri farklı olduğu halde bütün insanlar tarafından hüsnü kabul görmüştür. Bu sebeble ulema fırkaları ve fukaha arasında bir hakem olmuştur. Dolayısıyla onda herkese bir pay ve alacakları bir şey mevcuttur.Iraklılar, Mısır’lılar, Mağrib’liler ve dünyanın muhtelif bölgelerinde pek çok insan O'na itimad etmiştir. Horasan’lılara gelince onların çoğunluğu el-Buhari ile Müslim'in Kitabına düşkündürler. O, hem mevzular, hem de fıkhi bilgiler açısından Sahiheyn'den daha üstündür."

         İbnu'l-A'rabi:"Bir insanın elinde içerisinde Allah'ın Kitabı bulunan Mushaf’tan ve sonra da bu Kitabdan başka ilim olmasaydı, ilim olarak asla başka şeye ihtiyaç duymazdı."

         İbnu Kesir: "Ebu Davud'un eserinin birbirinden farklı bir çok rivayet nüshası vardır .Bunların en meşhurları: Ebu Said ibnu el-Arabi, Ebu Ali el-Lu'lui ve Ebu Bekr ibnu Dasse rivayetleri var.[49]

         O'nun arzusu, çeşitli merkezlerdeki fakihlerin delil olarak kabul edip hükümlerini üzerine bina ettikleri hadisleri toplamaktı. Amele uygun her hadisi topladı. el-Hattabi'nin nakline göre şöyle der: "Halkın terki hususunda icma ettiği hiçbir hadisi zikretmedim .Yine Kitabımda bulunupta şiddetli bir zayıflığı bulunan hadisleri de açıkladım."

         Ebu Berk ibnu Dasse: "Ebu Davud'u şunu derken duydum: "Allah Elçisine ait 500 bin hadis yazdım. Bunlar arasından seçtiklerimi bu Kitaba aldım.. Kitab’ımda 4800 hadis zikrettim. Sahih olanlarına veya O’na yakın olanlarına işaret ettim."

         ed-Dehlevi Bustan'da O'nun şu sözünü ibnu Dasse'den  nakleder: "Dört hadis bir insana dini için yeter:

         "Ameller niyetlere göredir."

         "Kendisini ilgilendirmeyen şeyleri terketmek kişinin islamının güzelliğindendir."

         "Kendisi için istediğini kardeşi için istemedikce kişi tam mü'min olamaz."

         "Helal bellidir, haram bellidir. Bunların arasındakiler şüphelilerdir."

         Ebu Bekr el-Hallal:" Zamanın önde gelen imamı Ebu Davud Süleyman ibnu el-Eş'as, hadisleri açıklayıp beyan etme ve mevzuu olanlarını tanımada, ilmine kimsenin yetişemeyeceği, takva sahibi ve zamanın bir tanesiydi."

         İbrahim el-Esfahani ve Ebu Bekir ibnu Sadaka O'nu överlerdi.

         Muhammed ibnu Ebu Bekir ibnu Abdurrezzak:"Ebu Davud'un biri geniş diğeri dar iki kolluğu vardı. Kendisine Allah sana merhamet ede, bu nedir diye sorulunca: Geniş olan kitaplar içindir, diğerine ise ihtiyacımız yok"diye cevap verir.

 

et-TİRMİZİ

Ebu İsa ibnu Sevre ibnu Musa ibnu ed-Dahhak es-Sülemi Muhammed ibnu İsa et-Tirmizi[50]

ö.279

 

         209 da Tirmiz'de doğdu. Aynı beldede 279 Receb'inde öldü.

         Kuteybe ibnu İshak, İshak ibnu Musa, Muhammed ibnu Gaylan, Said ibnu Abdurrahman, Muhammed ibnu Beşşar, Ali ibnu Hacer, Ahmed ibnu Muni', Muhammed ibnu el-Müsenna, Süfyan ibnu el-Veki, el-Buhari' den hadis aldı.

         O'ndan hadis alanlar arasında Muhammed ibnu Ahmed ibnu Mahbu el-Mahbubi el-Mervezi önemlidir.

           es-Sünen:

         Hadisin üçlü taksimini yapıp Sahih ve Zayıf türlerine hasen hadisi ekledi.[51]

         Şöyle der: "Bu Kitabı tasnif ettiğim zaman, onu hicaz alimlerine arzettim, hoşnut oldular, Irak ulemasına arzettim, onlar da hoşnut oldular. Horasan ulemasına arzettim, onlar da hoşnut oldular. Her kimin evinde bu Kitap bulunursa,sanki o evde konuşan bir Nebi vardır"

         İbnu el-Kesir: "et-Tirmizi'nin Sünen'indei fıkıh mezheplerine, istidlal yönlerine işaret edilmiş hadisin kısımları sahih, hasen , garib şeklinde beyan edilmiştir ki bu meziyetleri başka hadis kitaplarında görmek mümkün değildir. O, Kitabını derlerken hadislerin sened zincirlerini pek güzel bir şekilde özetlemiş ve her hadisin durumunu sıhhat, zayıflık ve münkerlik açılarından beyan etmiştir. O'nun el-Cami es-Sahih Kitabına gelince, O'nda bir çok münker hadis vardır."[52]

         İbnu Receb el-Hanbeli: "Bilesiniz ki et-Tirmizi Kitabında Sahih ve bir zayıflığından dolayı sahihten bir derece aşağıda olan hasen ve ayrıca garib hadisleri zikretmiştir. Kitabına aldığı garib hadislerin bazılarına özellikle faziletlere dair olanlarında bir takım münker unsurlar vardır. Ama Ogenellikle susmayarak bunları beyan etmiştir. Yalanla itham edilmesi üzerinde ittifak edilmiş herhangi bir raviden nakilde bulunduğunu zannetmiyorum. Ama o, muhtelif isnadlara dayanan ve baz

<font color=RED>“Bilginin elde edilmesi... bizi iyiye ulaştıracaktır.”[/COLOR]

Back to Top
 Post Reply Post Reply

Forum Jump Forum Permissions View Drop Down



This page was generated in 0.148 seconds.